Gençliğin imanını sorularla çaldılar

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #45 : 28 Ekim 2009, 17:52:08 »
15 —Vücudun tekrar canlanacağına inanırım. 16 — Ebedî hayata inanırım. İNCİL'İN DİLİ Hz. İsa Yahudi milletine peygamber olarak gelmiştir ve dolayısıyla kendisi de bu millete mensuptu. İncil'i yazan şakirtleri de elbette bu millete mensuptu. Her peygamberin kendi zamanında revaçta olan ilimin cinsine göre mucizelerle gönderildiği gibi, her peygamberin kendi kavminin lisanı ile yazılmış ve herkesin anlayabileceği bir şekilde kitap da gönderilmiştir. Halbuki, elde bulunan bugünkü en eski İnciller halk Yunancası ile yazılmıştır. İçinde bazı Aramice kelimeler vardır.
(271) İnsan bunu okuyunca, neredeyse İsa (a.s)'ı Yunanlı kabul etmesi geliyor içinden. Ama ne Hz. İsa Yunanlı, ne de onun konuştuğu lisan Yunanca idi. O, ancak peygamber yatağı diyebileceğimiz Asya kıtasında doğmuş ve kendisine burada vazife verilmiştir. Meram ve isteklerini kavmine bildirmesi de ancak kavminin konuştuğu lisanla konuşması ile mümkün olabilir. Yoksa onlara anlatmak imkansızlaşır. Re
(270) İmanî Suallere Cevaplar - ismail Fenni Ertuğrul.
(271) Kur'an ve Garb Kaynaklarına Göre Hristiyanlık - Ziya Korur.

nan'ın da bildirdiği gibi, küçük bir kasaba olan ve memleketinin dışında pek fazla bir yer görmeyen Nasıra halkına, Allah'ın Yunanca hitap etmesi, Hakkari dağlarındaki bir çobana Japonca hitap etmek kadar abes ve çirkindir. Biz, Allah'ı böyle bir küçüklükten uzak görürüz. Keza, bu kitaplarda Aramice birkaç cümlenin bulunması bu kitapların Yunanca değil de, Hz. İsa'nın konuştuğu lisan üzere olduklarını gösterir. Fakat bugün elde bu lisanda bir İncil'in bulunmaması insanı düşündürüyor ve ister istemez bu kitabın aslının kaybolduğu kanaatine vardırıyor. Bugünkü İnciller'in bu kusurunu örtbas etmek için mutaassıp Hıristiyan yazarlar, İsa zamanında Yunancanın umumi olarak kullanıldığını ileri sürerler. Fakat bunun birçok bakımdan hatalı olduğunu izah etmeden önce şunu söyleyelim ki, Hıristiyan yazar ve aynı zamanda eski bir papaz olan E. Renan bu fikir hakkında şöyle der: Yahudiler Yunanca konuşmuyordu, konuşanı da ayıpladıkları gibi ondan domuzdan kaçar gibi kaçarlardı. Yahudilikte domuzun haram olduğunu göz önüne alırsak, Yahudilerin bunlara karşı nasıl hareket ettiği kolayca ortaya çıkar. Tarihte önemli mevkileri olan milletler dillerinden vazgeçmezler. Yahudiler gerçekten çok önemli bir kavimdir. Hangi durum ve şart altında olursa olsun Yahudi daima kendisini efendi, başka milletlere mensup olan kimseleri de aşağılık görür. Zira bu dinlerinin bir icabıdır. Kur'an'da ismi zikredilen peygamberlerden bir çoğu Beni İsrail'e gönderilmiş olan peygamberlerdir. Bu bakımdan yahudilerin önemli bir millet olduğu aşikardır. Hatta kendilerinden uzun uzadıya bahsedilmektedir. Allah'ın Firavun'a karşı nasıl onları galip getirdiği bilinen bir gerçektir. Bu yüzden Yahudilerin kendi dillerini kısa bir zaman içinde unutmayacakları belli olduğu gibi Yahudilerin kendi dinlerine çok sıkı bir şekilde bağlı oldukları
330
da bilinmektedir. Dinlerinin ve din kitapları İbranice yazılan Yahudilerin, dillerinden kolaylıkla fedakârlık etmeyecekleri bilinen bir gerçektir. Bilhassa bunun için yahudiler kendi dillerini feda etmezlerdi. Tabul-ul Ahd'ın yere düşmemesi için canından fedakarlık eden yahudi, mukaddes kitabının yazıldığı dilden herhalde kolay kolay vazgeçmese gerek. Medeniyet ve incelik bakımından yahudiler kendilerini Romalılardan aşağı görmezlerdi; bilakis üstün görürlerdi. Bu durum herhalde onları kendi dilleri ile öğünmemeye ve ondan vazgeçmemeye sevk etmiş olmalıydı. Tarihte.yüksek bir medeniyete sahip olan bir millet başkasının boyunduruğu altına kısa bir zaman için girmiştir. Fakat yüksek medeniyetleri sayesinde müstevli milletleri potasında eritebilmiştir. Medeniyet bakımından kendilerini Romalılardan üstün gören yahudilerin durumu bununla izah edilebilir mi? Yahudiler siyasî kudretlerini birgün elde edeceklerini umuyorlardı. Bir millet istikbalinden tamamen ümidini keserek kötümser olabilir, dili ile öğünme yeteneğini kaybedebilir. Fakat İsa zamanındaki yahudiler, yahudi idaresini tekrar kuracak olan bir yahudi kralın çıkacağım bekliyorlardı. Yahudilerin İsa ile olan münakaşalarında bir çok kimse bu ümidi istismar bile etmiştir. Böyle ilerisi için beklemekte olan bir milletin kendi dilini unutacağı imkân dahilinde olmayan bir şeydir. Siyasî kudretlerinin tekrar avdet edeceğine inanan bir milletin başbakanı olan Levi Eşkol'un, "İki bin senelik rüyamız gerçekleşti" demesi bile bunun açık bir delilidir. Kaldı ki, İsa zamanındaki yahudilerin durumu bundan altmış, yetmiş sene önceki yahudilerin durumundan daha iyiydi. O devrin yahudi yazarları kendi dilleri veya o dilin bozuk bir şivesi ile yazarlardı Dilleri değişmiş olsaydı, o 331 devirde Yahudiceden başka bir dil ile yazdıkları kitapların elimizde bulunması gerekirdi. O devre ait kitaplar içinde Yahudiceden başka kitapların olmaması bize yine bir hakikati açıklar niteliktedir. O hakikat İncil'in ilk orijinal nüshasının Yunanca değil, Yahudice olmasıdır. Yeni Ahid'in en eski nüshalarının Yunanca olduğunu söylemiştik. Fakat Hz. İsa zamanında Roma İmparatorluğu henüz ikiye ayrılmamıştı; İmparatorluğun merkezi hâlâ Roma şehri idi. Latince ve Yunancanın çok zor birer lisan oldukları da göz önüne alınınca bunun imkânsız olduğu kendiliğinden anlaşılır. Roma tesiri Yahudi hayatına tesir etmiş olsaydı, İbrani diline Yunanca değil, Latince kelimelerin girmesi gerekirdi. Halbuki en eski Yeni Ahid yazmaları hep Yunancadır. Bu da ispat ediyor ki, Yeni Ahid kitapları Roma İmparatorluğunun ikiye bölündüğü ve şarktaki topraklarının Rum-Bizans İmparatorluğu idaresi altına girdiği bir zamanda yazılmıştı ve bu yüzden Yunanca, Hıristiyanlık dini ve edebiyatı üzerinde geniş bir tesir icra etmeye başlamıştı. Elde bulunan en önemli delillerden bir tanesi de İncillerdeki ifadelerdir. Bu ifade tarzları, bu kadar tahrifata uğramamasına rağmen hâlâ İncil'de mevcuttur. Orjinal şekillerini muhafaza etmektedirler. Bu ibarelerden birkaçı şöyledir: a — "Osenna" (Matta, 21:9) b — "Eli, eli, lama sabaktini." (Matta, 27:46) c — "Rabbi" (Yunanna, 3:2) d — "Talita kumi" (Markos 5:41) Yukarıdaki ifadelerden de İncil'in Yunanca değil, yahudilerin kendi lisanı üzere olduğu anlaşılmaktadır. Resulllerin işlerinden de (2:4/13) anlaşıldığına göre, İsa çarmıha gerildikten sonra bile (bu Hıristiyan inancına 332 göredir. Kur'an-ı Kerim'in Hz. İsa'nın durumu hakkındaki ayeti açıktır. Bir müslümanın inancı, bu ayetin karşısında değil yanındadır), Yahudiler İbranice konuşuyorlardı: "Hepsi Ruhu-1 Kudüs'le doldu ve kendilerine ruhun verdiği söyleyişe göre başka başka dillerde söylemeye başladılar. Gök altındaki her milletten yahudiler, dindar adamlar, Kudüs'te oturmakta idiler. Ve bu ses gelince, halk bir araya toplanda ve çok şaşırdılar. Çünkü her biri onların kendi dili ile söylediğini işitiyordu. Hayran oldular ve şaşırıp dediler: "İşte söyleyen bu adamlar hep Galile'li değil mi? Ve nasıl biz, herbirimiz kendi ana dilimizi işitiyoruz? Biz Partlar, Medler, Elamlılar ve Mezopotamya'da, Yahudiye'de hem de Kapadokya'da ve Pontus ve Asya'da Frikya, hem de Pamfilya'da, Mısır ve Libya ülkelerinde, Birine çevresinde, oturanlar, gerek Yahudi ve gerek mühtedi Romalı misafirler, Giritliler ve Araplar, kendi dillerimizde Allah'ın büyük işlerini söylediklerini işitiyoruz. Ve hepsi hayran olup birbirlerine: "Bu ne olsa gerek?" diye tereddüt ediyorlardı. Fakat başkaları eğlenip dediler: "Onlar yeni şarapla dolmuşlar." O zaman değil yahudilerin Yunanca konuşması, bütün bilinen ve yahudilere komşu olan diğer milletlerin kendi lisanları üzere anlaşılmaktadır. Bunun için, yahudilerin Yunanca konuştuklarını ileri sürmek suretiyle bu meseleyi örtbas etmek isteyen kimselerin sözlerinin gerçekle bir ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır. (272). Bu durum gösteriyor ki, İncil'in aslı Yunanca değil, Aramice olması lâzımdır. Fakat elde bulunan en eski İncil Yunancadır. Bu da gösteriyor ki, İncil değiştirilmiştir. Hıristiyan aleminin elinde bulunan ve kutsal olarak
(272) Aynı Eser.

kabul edilen bugünkü İndilerin kutsal olarak kabul edilmesi ancak İsa (a.s)'dan 325 sene sonra olmuştur. Bu tarihten önce altmıştan fazla İncil mevcuttur. Herkes elindekinin kutsal kitap olduğunu, diğerlerinin uydurulmuş birer kitaptan öteye geçemeyeceğini ileri sürüyordu. İsa (a.s) doğumundan 325 sene sonra İznik'te bin kişilik bir heyet halinde Hıristiyan ruhani meclisi putperest, fakat bazı siyasî sebeplerle Hristiyan görünmek zorunda kalan imparator Konstantin'in emri ve başkanlığı altında toplanır. Altmıştan fazla ve her biri diğerini kafirlikle itham edecek kadar aralarında ayrılık bulunan İnciller heyete sunulur. Yine imparatorun emri ile 318 gibi azınlık reyi ile bugün teslisi (üçlü ilah sistemi) savunan kitaplar kutsal ilan edilmiştir. İznik Ayasofya kilisesi içinde mezarı ve mezarının içinde de biraz kemiği bulunan Mısır heyetinin başkanı Aius, bu toplantıdan çoğunluğun sözcüsü olarak, zorla kabul ettirilen üçlü ilah sistemine karşı çıktığı için mecliste bir tokata maruz kaldığı gibi sonra da imparator tarafından hapsettirilerek çeşitli işkencelere tâbi tutulmuştur. Nihayet, bu şiddetli işkenceye tahammül edemeyen bu zât hapishanede ölmüştür. Bunca işkenceye tâbi tutulması putperest ve hıristiyanların bugünkü İndilerini kabul etmemesi yüzündendir. Arius ve diğer arkadaşlarının fikri, İslâm'ın kendisinden gerçek Hristiyanlık diye bahsettiği ve Hz. İsa'ya inen safiyetini muhafaza eden Hristiyanlık olduğu şeklindeydi. Şu halde dört İncil, yirmi bir mektup, bir Yuhanna vahyinden ibaret olan Ahd-i Cedid 325 senesinde İznik'te toplanan azınlığın fikri ve imparatorun desteği ile kutsal ilan edilmiştir. Daha önceleri ne böyle bir kitap herkes tarafından kabul ediliyor ve ne de sayısı bu kadar azdı. Bir kimsenin kabul gören bir Hristiyan olabilmesi için elde mevcut olan bu kitapları olduğu gibi kabul etmesi gerek
334
mektedir. Aksi takdirde ona Hıristiyan denmediği gibi papazların para ile sattığı cennete de giremez. Fakat insanın aklına şöyle bir soru sormak geliyor: 325 tarihine kadar Hıristiyanlık aleminin elinde altmıştan fazla kitap bulunuyordu ve bunların arasındaki tezatlar çok büyüktü. Bir diğerini sapıklıkla itham edecek kadar birbirinden ayrı idiler. Adı geçen tarihe kadar pek az kimse bu kutsal olanlara inanıyordu. Şu halde, kendisine inanmak suretiyle Hıristiyan olunan bugünkü İndilere daha önce inanmayanların dinsiz olarak ilan edilmesi gerekmez mi? Birçok Hıristiyan azizin bu tarihten önce yaşadığı nazarı itibara alınırsa, hiçbir Hıristiyan bunu kabul edemez. Şu halde, söylenecek bir söz kalıyor. O da, Hıristiyanlık aleminin 325 sene kitapsızkaldığıdır. Öyle ya kutsallıkları ancak bu tarihte kabul edilen bu kitabın bu tarihten önce kutsal olması imkânsızdır. Bir hıristiyanın buna nasıl cevap vereceği pek bilinemez. KAÇIRILAN KİTAP Hıristiyan dünyasının taassub bulutlarıyla gölgelendiği kara günlerde, her gücün üstünde kabul edilen ruhban sınıfı, mukaddes kitap İncil'i tahrif etmek için adeta büyük bir yarış halindedirler. Her önüne gelen yeni bir İncil yazmakta ve mukaddes kitap, şahsî fikirlere göre değişmektedir. Sayısı yüzleri bulan birbirinden farklı olan İndilere, her geçen gün bir yenisi katılır. Fakat, yazarının adı ile zikredilen bu İndilerin sayısı o kadar çoğalır ki, tedbir almak kaçınılmaz hale gelir. Ve İznik'te toplanan bir heyetin uzun süren bir çalışması sonucunda, o ana kadar yazılmış bulunan İndilerden dört tanesi hariç diğerleri yasaklanır. Ancak bu yasaklanan İndilerden bir tanesi üzerinde 335 özellikle durulur ve bunu okuyanların şiddetle cezalandırılacağı ilan edilir. Papa 1. Celasyüs tarafından yasaklanan bu İncil Havarilerin en eski talebelerinden biri olan Barnaba'ya aittir ve diğer İncillerde bulunmayan bir özelliği sahip olduğu için yasaklar listesine alınmıştır. Yasaklanan İnciller, büyük bir hızla toplatılır. Bir kısmı ise çok ağır cezalardan korkan halk tarafından imha edilir. Ancak bu arada dindar bir papaz, herşeyi göze alarak Barnaba İndilerinden bir tanesini kaçırmaya muvaffak olur. Bu İncil daha sonra Viyana'daki imparatorluk kütüphanesine ulaştırılarak İngilizceye çevrilir. Fakat kilise, Barnaba İncilinin izini tekrar bulmuştur. Bir hafta içinde bu İncilin bütün nüshaları, imha edilmek üzere toplanır. Ancak kilisenin bütün gayretleri boşa gidecektir. Çünkü İnciller imha edilirken 2 tanesi tekrar kaçırılır. Bunlardan biri Britanya Müzesi'ne, diğeri Amerikan Kongresi kütüphanesine götürülür. İnciller gönderildikleri yerlerde her nedense askerî sır gibi büyük bir titizlikle saklanarak halka kapalı tutulur. Bu sırrın ortaya çıkarılması ise, bir Müslüman generale nasip olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nde askerî ateşe olarak görev yapan Pakistanlı general Abdurrahim, bu İncil'in mikrofilmlerini gizlice çekerek, Pakistan'a kaçırmaya muvaffak olur. Mikrofilmler daha sonra Pakistan'daki Begüm Aisha Bawany Vakfı (173) tarafından kitap haline getirilerek
(173) Vakfin adresi: Bank Havse No: 1 Habib / Square M. A. Jinns Karachi/PAKÎSTAN.
336
İslâm dünyasına kazandırılır. Mikrofilmler banyo edilince, Barnaba İncili'nin geçirmiş olduğu bu büyük maceranın hikmeti anlaşılır. Çünkü bu İncil, Peygamber (a.s.m) Efendimizin geleceğini çok öncesinden müjdelemekte ve kainatın onun için yaratıldığını mübarek ismiyle ilan etmektedir. Batı dünyasının Asr-ı Saadet münafıklarına has olan bir inat ve gayretle bu İncil'i yok etmeye çalışması, gerçekten de son derece ibret vericidir. Barnaba İncil'i tahrip edilmiş olmasına rağmen, hakikatlerin bir kısmını muhafaza etmektedir. Yazımızın bundan sonraki bölümlerini, Barnaba İncilinden aynen alınan paragraflarla sürdürüyor ve Peygamber (a.s) Efendimizin hakkaniyetini, bir de bu eserden dinliyoruz. Eserin 44. sayfasında Hz. İsa (a.s) kendisinden sonra gelecek olan peygamberi, havarilerine şöyle tarif etmektedir: "Size söylüyorum, Allah'ın Resulü bütün mahlukata rahmettir. O, anlayışlı ve tesellici, hikmetli ve kudretli, Allah aşkı ve korkusuyla dolu dakik ve yumuşak ruhludur. Rahmet ve yardımseverlik ruhu ile, adalet ve acıma hissi ile, nezaket ve sabır ruhu ile hareket eder. Cenab-ı Hak, bütün yaratıklarına verdiğinin üç katını ona vermiştir. O, bu dünyada geldiğinde saadet devridir. Buna inanınız. Bütün peygamberlerin, Allah'ın onlara verdiği nübüvvet gözü ile gördüğü gibi, ben de onu gördüm. Onu görünce ruhum teselli ile doldu. "Ey Muhammed, Allah seninle beraber olsun ve beni senin ayakkabının bağı olmak şerefi, ile şereflendirsin. Eğer ben bu muradıma erersem, Allah'ın mübarek bir kulu ve büyük bir peygamberi olacağım. Ve Hz. İsa (a.s) bunu söyledikten sonra Allah'a şük
337
retti." Hz. Peygamber çok önceleri ona "Ey Muhammed" diye hitap ederek peygamberliğini tasdik ile haber veren Hz. İsa (a.s) ve Barnaba İncil'i O'nu en büyük peygamber olduğunun inkar edilmez bir delilidir. Yine aynı eserde Hz. İsa (a.s) bir kadının "Beklenen mesih sen değil misin?" sorusuna şu cevabı vermektedir. -"Ben yalnız İsrail oğullarına gönderilmiş bir kurtarıcı bir peygamberim. Lakin benden sonra Allah tarafından bütün aleme Muhammed âdında bir resul gönderilecektir. Allah, bu kainatı, onun için yaratmıştır" (274) demiştir. Barnaba İncil'inde ne Hz. İsa (a.s)'in ilahlığından söz edilmekte, ne de onun çarmıha gerildiğinden bahsedilmektedir. Yine Barnaba İncil'inde Hz. İsa (a.s): "Ben bütün yeryüzündeki kabilelerin beklediği mesih değilim" (275) demektedir.
Yine Hz. İsa (a.s), Peygamber (s.a.v) Efendimizin bizzat mübarek ismini söyleyerek
"Hz. Muhammed (s.a.v) Arap yarımadasında zuhur edecek. Putları ve putlara
tapanları te'dip edecektir" (276) demektedir.
"Ey mualim, dünyaya geleceğinden bahsettiğiniz o zat kimdir?" sualine Hz. İsa (a.s):
"O, Muhammed Resululllahtır" (277) cevabını vermiştir.
"Bununla beraber ben size kati olarak söylüyorum. Benim gitmem sizin için
hayırlıdır. Çünkü, gitmezsem tesellici size gelmez." (278)
(274) lncil-i Barnaba, Fasıl 96, Cümle 8- Gerçeğe Doğrudan.
(275) Incil-i Barnaba, Fasıl 66, Cümle 12, Gerçeğe Doğru'dan.
(276) lncil-i Barnaba, Fasıl 163, Cümle, 7, Gerçeğe Doğru'dan.
(277) Yuhanna Incil-i XVI 13, Gerçeğe Doğru'dan.
(278) Yuhanna încil-i XVI 13.
338

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #46 : 28 Ekim 2009, 17:52:49 »
Tahrif edilmiş, yani kasıtlı olarak değiştirilmiş olan İndilerden alınan yukarıdaki ifadeler, bu mukaddes kitabın tahrif edilmeden önce Peygamber (s.a.v) Efendimize ait delillerle dolu olduğunu isbat etmektedir. Evet, Peygamberimizin (s.a.v) hakkaniyetine bazan ay, bazen güneş şehadet etmiş, bazen ise taşlar ve ağaçlar delil olmuştur. Elbette Kur'an'ın haricindeki mukaddes kitaplar da o Zattan (s.a.v) bahsedecek ve bu gerçeği göstermek istemeyen münafıklar, ne kadar tahrif ederlerse etsinler, o muhteşem hakikatleri gizleyemeyeceklerdir. (279) İncil'in metni arasında birtakım tenakuzlar (zıtlıklar) vardır. Normal bir insanın eserinde bile fahiş tezatlara rastlanmaz. Bunlardan birkaç tanesi: 1 — Luka (24:50-51) İsa'nın Beytanya'da göğe çekildiğini söyler. Fakat Resullerin işlerinde (1:12) İsa'nın Olivet adı verilen dağdan göğe çekildiğini okumaktayız. 2 — Luka'nın (24:21-29, 36 ve 51) ifadesine göre İsa ölüler arasından kalktığı gün veya ertesi gece göğe kaldırılmıştır. Fakat, Resullerin işlerinde (1:3) onun kıyamından kırk gün kadar şakirtleri ile buluştuğu, onlara nasihatta bulunduğu ve dini yaymalarını söylediği, sonra göğe çekildiği anlatılır. 3 — Luka (3:23)'e göre Meryem'in kocası Yusuf He-li'nin oğluydu. Halbuki Matta
(1:16) da Yusufun Yakub'un oğlu olduğundan bahsedilir. (280)
İşte bunlar da gösteriyor ki İndiler değiştirilmiştir, insan eli onlara girmiştir.
(279) Gerçeğe Doğru - Zafer İlim-Araştırma dergisi.
(280) Kur'an-ı Kerim ve Garbın Kaynaklarına Göre Hristiyanlık Ziya Kazıcı. 339 GÜNAHLARIN İTİRAFI Herşeyden önce şunu söyleyeyim ki, günah işleyen bir kimse günahını sadece Allah'a itiraf eder ve sadece Allah'tan af dileyebilir. Günahkâr olan bir kulunu affetme Allah'a mahsus ve onun tasarrufu altındadır. Allah (c.c) adına hiç kimse bu hakkı kullanma selahiyetine haiz değildir. Peygamberler bile böyle birşeyden bahs etmemişlerdir. Bu konuda kul ile Allah arasına hiç kimse giremez. Böyle birşeyi iddia eden kimse, dinî rütbesi ne olursa olsun yalan söylemektedir. Bir şeyin hayır veya günah olduğunu tayin etme, Allah'ın elinde olan bir şey olduğu gibi, koyduğu kanunlara karşı gelenleri affetme de yine kendisine aittir. Her dinde bu böyle olmuştur. Ama Hıristiyanlıkta durum böyle değildir. Aslında, peygamberliğin Hz. İsa'ya verilmiş olduğu gerçek hristiyanlıkta bu ve buna benzer hiçbir şey yoktur. Ama Paulos'un kurmuş olduğu ve eski hıristiyanlıkta, sadece bir isim benzerliği olan dinde bu husus kabul edilmiş ve papalar Tanrının vekili olarak kabul edildiği gibi onun hesabına günahları affetme selahiyetini de kazanmışlardır. Dinde istediği değişikliği yapabilecek kadar geniş bir selahiyete sahip olan papazlar para karşılığında günahları affeder ve istedikleri adamları cennete, böyle bir yola başvurmayan kimseleri de, afaroz etmek suretiyle cehenneme gönderirler. Bu yolla toplanan paralarla büyük bir zenginliğe erişen papazlar Hz. İsa'nın yolunan ayrılmış ve Paulos'un yoluna girmişlerdir. Papalar sadece bununla kalsalar iyi, içinize şeytan girmiş, içinizdeki şeytanı çıkarayım, diye kadın ve kızların içindeki şeytanları da çıkarmaya teşebbüs ediyorlar. Bu saçmalıkların hangisini izah etsek bilmem ki? Bir defa suç kime karşı işlenmişse ondan özür dilenir, haberi olmayan belki de onu tanımayan birisinden af dilemek tabiri caizse delilik veya sahtekarlık olur.
340
Kul ile Allah arasına nasıl olur da papa girebiliyor? Hem de para karşılığında affediyor. Hiç bu kadar saçmalık olur mu? Hangi mantık bunu kabul eder? Hıristiyanların saçmalıkları hakkında yazacak şey çok. Fakat kitap sorulu-cevaplı olduğu için fazla yer veremiyoruz. Bilgi edinmek isteyen kardeşlerimiz için bu hususta piyasada çok kitap vardır. Ben sadece ikisini yazacağım. Kur'an-ı Kerim ve Ziya Kazıcı'nın Garp Kaynaklarına Göre Hristiyanlık. Bir de Kitab-ı Mukaddes Kur'an ve Bilim. (Maurice Bucaile, Çev. Doç. Dr. Suat Yıldırım). 341 SORU: 3 — "Eskiden kızla erkek birbirini görmezmiş. Bana, bu tutucu kural çok saçma geliyor. Niçin İslâm'da bu kadar bağnazlık var?"
CEVAP: Önce şunu söyleyeyim ki İslâm'a bağnaz demek, Allah'a (hâşâ) bağnaz demektir. Çünkü İslâm'ı beğenmeyen, Allah'ı beğenmiyor demektir. Soruyu sorarken dahi İslâm'a uygun olarak sormak gerekir. Gelelim soruya:Bak Meral Kardeş, sana Önce bir soru sorayım: Şöyle bir düşün. Kızla erkeğin birbirini az gördüğü zamanlar mı boşanmalar çoktu, bugün mü? O zamanlar mı babasız çocuk çoktu, bugün mü? O zamanlar mı ayyaşlar fazlaydı, bu zamanlar mı? O zamanlar mı zina fazlaydı, bu zamanlar mı? Elbete ki, bu zamanda hepsi çok fazla. Neden acaba, düşündük mü? Kızla erkeğin birbiriyle önceden buluşması, gezmesi onları sonradan mesud eder mi? Edemez, etmiyor da. Günümüz dünyasında adına flört denen modern zina haddinden fazla ürünlerini vermektedir. İki misal vererek daha geniş çapta açıklama getirelim. Bir çift düşünelim. Hergün buluşuyorlar. Birbirlerine
342
iltifatlar ediyor, şiirler okuyorlar. Birbirlerine çok iyi huylu kişiler, anlayışlı insanlar olduklarını söylüyorlar. Ayrıca birbirlerine güzel görünmek için her gün değişik elbiseler giyiyorlar. Ve bu çift günün birinde evleniyor. İlk günler gayet mesutlar... Sonra, gün geçtikçe başlıyor birbirlerine ilgisizlikleri. Yıllarca birbiren iltifat edenler, birbirlerine öyle alışanlar, yavaş yavaş şok geçirmeye başlıyorlar Ne eskisi gibi süslenmeler, ne "güzelsin" kelimeleri... Ne hediyeler... Hepsi bitiyor... Derken başlıyorlar birbirlerinden şüphelenmeye. Kadın şöyle diyor: "Sen artık beni sevmiyorsun". Derken huzursuzluk, ilk yıllarda yuvaya temelini atıyor. Derken çorap söküğü gibi gidiyor... Bu arada evlenme umuduyla, hamile kalan kızların, deliren, intihar edenlerin haddi hesabı yok... Bunalımlı gençler de Batı düzeninin hediyesi... Dönelim şimdi İslâm'a göre olan evliliğin misaline. Evlenmek isteyen genç delikanlı bu fikrini annesine veya başka yakınına açıyor. "Bana uygun kız bulun" diyor. Ve o erkeğin inancına göre kız bulunuyor. Kız da, erkek de inançta ve kültürde aynılar. Oğlan tarafı kızı beğendikten sonra, kızın teri ve nefesinin kokup kokmadığını anlamak için oğlan tarafından bir kadın, bir-iki gün kızların evinde kalır. Kızın durumunu öğrenir. Ayrıca kadın, kadının görebileceği (göbekle diz kapağı arası) yerlerini görebilir. Oğlan tarafı kızı beğendikten sonra sıra gelir oğlanla kızın birbirlerini görmesine. Kız tarafı bir gün verir, oğlan tarafı giderler.Kız ile oğlan yalnız kalmamak şartıyla bir odada otururlar. Kız dışarıda giydiği dış elbisesiyle (çarşafıyla) değil de çarşafının altına giydiği iç elbiseleri ile oturur. Kız ile erkek yalnız kalmamak şartıyla istediği gibi konuşabilirler. Erkek, kadının elinden yüzünden baş
343
kasını göremez. Elini yüzünü beğenirse, diğer tarafları da iyidir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) "Eli yüzü güzel olan kadının diğer tarafları da güzeldir" buyurmaktadır. Eğer birbirlerini beğendilerse; hayırlı mı, değil mi diye, istiare namazına yatarlar. Ona göre bir karar verirler. Fakat şunu iyi bilmek lâzımdır ki, istişare iyi ise istiare namazına gerek kalmaz. Fakat yine de sünnet olsun diye yapılır. Eğer birbirlerini beğenmezlerse, ya münasip bir şekilde birbirlerine söylerler, ya da bu konuda bir söz açmamak şartıyla istenilmediği, beğenilmediği anlaşılmış olur. Eğer beğendilerse, İslâm'a uygun bir tarzda yüzükler takılır. İslâm'da nişanlılık diye bir şey yoktur. Fakat söz olsun diye yüzük takılır. Sözden sonra, fazla bekletmeden sözlü veya halkın deyimiyle nişanlılık devresinde, yalnız başına kız erkek gezmeye gidemez. Ancak nikah kıyıldıktan sonra gidebilir. Fazla şaşaalı, debdebeli olmayan bir hazırlık; mütevazi, desinlerden uzak, erkeği borca sokmadan bir düğün yapılır. İslâm'ı bilen kızla erkek vazifelerini iyice bilirler. Daha önce sık sık görüp birbirlerine iltifat etmedikleri için böyle birbirlerine ufak da olsa güzel bir söz söylediklerinde o söz değer taşır. Ve mesut olup giderler. İslâm dini üzerine kurulan yuvada boşanma müstesna oluyor. Batı tipi evlilikte ise boşanmamak müstesna oluyor. Amerikalı bir Prof. şöyle diyor: "İslâmiyet'in her emrini insanın yaradılışına uygun görüyorum. Evlenmeden önce, kızla erkeğin flört etmesini yasaklayan İslâm dini, gençliğin dejenere olmamasını sağlıyor. Zira günümüz dünyasında bir genç devamlı en üstün, en güzel olmak istiyor. Kendini karşı cinse beğendirme çabası içine giriyor, böylece de sinir sistemlerini genç yaşta harap ediyor, Ayrıca flört eden kızlar veya erkekler çok kişilerle flört ettiği
344
için erkek veya kızların tüm özelliklerim aynı kişide görmek istiyorlar." Gerçekten de benim şahit olduğum bazı olaylar var. Kendi çapımda bu konuda istatistik yaptığımda şunu gördüm. Kadın erkek ikisi de şeriatı yaşıyorlarsa ve şeriate göre de evlenmişlerse onların mutluluğu, Batı tipi evlenen ve aynı stilde evliliğinisürdürenlerde yok. Önceleri şeriatçı erkeklerle evlenen kızlara acıyor, şöyle diyordum: "Zavallı kızcağız! Dört duvar arasında kapanacak. Her gün dayak yiyecek, sevgi nedir, hiçbirini göremeyecek." Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Rabb'imin lütfü ile O'nun şeriatının kapısından girdim. Bir de etrafıma baktım ki, çok değişik şartlar altında Müslümanlıklarını sürdürenler var. Tabi o zamanlar, İslâmiyet'i kendine çevirmek isteyenler sınıfındandım. Onun için de sakallı bir erkeğin çok hain olduğunu, barbar olduğunu ve de karısına çok işkence ettiğini zannediyordum. İsterseniz size bir olayı nakledeyim. Şeriat'ın "ş" harfini bilmediğim zamanlarda,Üsküdar vapurunda bir kadınla bir erkek gördüm. Kadın kapalı ve gençti. Erkek de gençti fakat sakallıydı. Genç kadına şöyle bir baktığımda içim kan ağladı. Vah vah... Genç yaşta harab etmişler dedim. Yavaşça kadını bir kenara çağırdım. Kadın da geldi.

Buyurun, dedi.

O sakallı adam senin neyin oluyor? dedim. Kadın şaşkınlıkla

Kocaaaam, dedi.

Ayy... Seni o adama zorla mı verdiler? Neye uğradığını bilmeyen kadın:

Hayır, dedi. Niçin zorla versinler? Kendim istedim.
345
Kadının şaşırdığı kadar ben de şaşırmıştım.

Çok dayak yiyor musun?

Ne münasebet kardeş. Biz de dayak yoktur. Bazen bazı sinirli erkekler eşlerini
döver ama o kadar herkeste olur. Hiç kavga olmayan yuvada huzur da olmaz, dedi.
Kadının halinden ben, benim halimden kadın şok olmuştu.
Düşünün İslâm dinine göre evliliğin nasıl olduğunu bilmediğimden, benim beynimde
kafirler istediği oyunu oynamışlardı.
Yine ikinci bir olayı anlatayım. Biri Müslüman diğeri de adı Müslüman olan iki aile
aynı günde evlenmişlerdi. İslâm'ı yaşayan genç kız, "Ben düğün salonu istemem"
dedi. Öteki de, "En modern düğün salonunu isterim" dedi. Ben bu iki evliliği takibe
koyuldum. İslâm'a göre düğün yapan çiftin hiç borcu yoktu ve de Allah'ın emrine,
peygamberin kavline göre evlilik temellerini atmıştı. Öteki ise şeytanın emrine,
keferenin kavline göre temel atmıştı.
Aradan birkaç ay geçince, modern ailenin temelinde kımıldamalar olmaya başladı.
Meğer yeni damat işyerindeki sekreterle geziyormuş. Birgün gelin hanımla karşılaşıp
sordum:

Nasılsınız, dedim. Ağlamaya başladı, "Hiç iyi değilim" dedi. "Kocam beni
aldatıyor" dedi. Dinini aldatan, Allah'ını aldattığını zanneden biri seni aldatmış çok
mu? Ben sana söylemedim mi? Allah bir kişiye yaranamamış-sa, sen ona hiç
yaranamazsın, diye. "Ah haklıymışsın, boya ile, oya ile huzur olmuyormuş" Ve bu
yuva yıkıldı. O gün bugün ne kadar yuva yıkıldığını gördümse dikkat ettim, şeriatı
yaşamayanlarda yıkılıyor. Tabi ki müstesnalar vardır.
346
Netice itibariyle, erkekle kadının birbirini ruhen tanıması elli yıl da geçse mümkün olmaz. Ancak Allah'ın kanununu yaşamakla birbirlerini tanır ve ruhen ısınırlar. Güneşi fileye koymak, keçiye matematik öğretmek nasıl ki mümkün değilse, İslâm'a göre olmayan evliliklerde huzurun olması mümkün değildir. Bir kız evleneceği erkekle 20 yıl da gezmiş olsa onunla evlenmeden, onun gerçek kişiliğini göremez. Erkek de göremez. Çünkü o devrelerde hatalarını erkek de, kadın da saklar. Bir defa nikâh yok. Nikâh olmadığı zaman birbirine çok tatlı gelen bu ikili evlendikten sonra aynı havayı bulamıyor. Çünkü evlenmeden önce, nikâh yokken yapmış oldukları gezmeler vs. haram olduğundan şeytan iyi gösteriyordu. Bu konuda Dr. Wallace Sebine şöyle diyor: Ben bu konuyu ilmî açıdan ele aldığımda şunu isbat ettim. Evlenme vaadi ile arkadaşlık kuranlar eğer birbirlerine cinsî açıdan sahip olamamışlarsa, onların birbilerine tutum ve davranışları harukulâde nazikolmaktadır. Örneğin el ele tutuşmaları onlara unutulmaz bir an gibi gelmektedir. Aynı çift evlendikten sonra yeterli doyuma ulaşınca, birbirlerine karşı ister istemez aynı ilgiyi duyamıyorlar. Aynı ilgiyi duyamayan gençlerde bir bunalım meydana geliyor. Çünkü her ikisi de evlenmeden önceki heyecanı tatmak istiyorlar. Bu arada gençler o heyecanın, o zamanın sevgisi sonucu olduğunu zannediyorlar. Halbuki tam tersi. İnsan bünyesi, karşı cinse karşı özlem duyduğu, karşı cinse karşı aç olduğu zaman karşısındakinin hareketlerinden tahrik olur. Sık sık doyuma ulaşmış bir kişinin davranışları, doyuma ulaşmayana oranla çok farklıdır. Netice itibariyle, şahsî görüşüm evlenecek çiftlerin daha önce bedeni yapıda anlaşmaları değil, fikir ve ruh yapısında anlaşmaları ve de sık sık görüşmemeleri gerek
347

tiğidir."
Evet, bu ilginç açıklamadan sonra bilmem bir şey söylemeye gerek var mı?
Kişi ilmiyle ve ameliyle anlaşılır. Allah'ını terk eden bir erkeğin, karısını terk etmemesi beklenemez. Onun için siz, evleneceğiniz erkeğin imanına ve bilinçli Müslüman olup olmadığına bakın. Bilinçli Müslüman, kadın hakkına gayet saygılı olur. Kızla, erkek en fazla (o da birbirlerini görememişlerse, çeşitli aksaklıklar olduysa) üç kere görüşebilirler. Unutmayalım İslâm'a uygun şekilde. Bu konu, kitaplık bir konu. Onun için bu soruya da bu kadar cevapla yetineceğim. Her genç kızın okuması gereken bir kitap tavsiye ediyorum, evliliğe ait. Her konuyu içine almış olan bu kitap mutlaka okunmalı. Genç, yaşlı demeden evli veya evlenecek olan herkesin okuması gereken bir kitaptır. Kendim okumadım, okuyan kardeşlerimden dinledim. Bu kardeşlerim sıradan birileri değil. Kitabın adı "İslâm'da Evlilik ve Mahremiyetleri" (Osman Karabulut.)
348

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #47 : 28 Ekim 2009, 17:53:11 »
SORU: 5 — Kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz oluyor. Orada yaşayan insanlar nasıl ibadet edecek ?
CEVAP: Bu sorunun cevabı kitabın ortalarında veril-SORU: 6 —Eskiden kızlara önem verilmezmiş Şimdi uygar dünyada yaşıyoruz. Kız, erkek diye bir ayrım yapılmıyor. Niçin İslam'da kızlar hor görülüyor? CEVAP: Kardeşim Meral, bu soruda küffarların kurduğu düzenlediği bir sorudur. Bu soruyu üç şekilde inceleyelim: a — Eskiden kızlara önem verilmedi, b — Şimdi uygar dünyada kız-erkek diye bir ayırım olmadığı, c — İslâm dininin günümüz uygar dünyasının yaşayışına izin vermediği.Önce birinci maddeyi ele alalım: Kardeşim, sen bilmiyor musun İslâmiyetten önce yeryüzünde cehaletlikler nasıl vahşet saçıyordu? Okumuş349 sundur, İslâm'dan önce cahiliyet dönemi insanlarının kız çocuklarından dolayı utandıklarını ve utandıkları için onları diri diri gömdüklerini... O gün kızların ve erkeklerin birbirlerinden üstün olmadıklarını, bugünkü senin gözünde uygar olan dünya mı bildirmişti? Yoksa kainatın sahibi olan Allah mı? Elbetteki Allah. İşte Rabb'imizin o zamanlar indirdiği ayet: "Muhakkak ki, Allah yanında en üstününüz, en iyi amel edenler, en çok Allah'tan korkan-lardır."(281) Yani, Rabbül alemin kız-erkek diye ayırım yapmamış, ancak en iyi amel edenler seçilmiştir. Efendimizin şerefli sözübu konuya açıklık getirmektedir. Efendimiz diyor ki: "Öyle kadınlar vardır ki bin erkeğe bedeldir..." Bu hadis-i şerifin yanında bir sürü ayet ve hadis-i şerifler vardır ki, kadın erkek ayırımı yapılmaması konusundadır. Sen zanneder misin ki, İslâm dini olmasaydı bugünkü dünya kadını ölüme mahkûm etmezdi? Gerçi bugünkü dünyamızda keşke kızlar gömülseydi... Sence bir kızın imanı, namusu mu elden gitsin? Yoksa canı mı? Seni bilmiyorum, ama bence imanlı olmak şartıyla bir milyar can gitsin, bir zerre iman gitmesin. Eskiden kızları diri diri gömerlermiş ama, kız akıl baliğ olmadığından kızlar cennete giderdi, gömen ana-baba ise cehenneme. Fakat şimdi kızların imanının gitmesine ana-baba sebep olduğu için, hem kızlar cehenneme gidiyor, hem ana-baba cehenneme gidiyor. Şimdi sana soruyorum, o zaman kızlarını diri diri gömenler mi daha kârlı yoksa şimdi kızlarının imanının gitmesine sebep olanlar mı? Yirminci asrın cahiliyeti eski cahili dönemlerini çoktan geçti. Bana övmekle bitiremediğin bugünkü medenî(!) dünyada kızlarımız (af buyurun) çıplak gezdiriliyor. Dansöz
(281) Hucurat: 13. yapılıyor, randevu evlerine satılıyor. Bir de en fazla zina yaptıran randevu evi sahibi en çok vergi verdi diyerek, madalya alıyor... Ey imansızlar! Hiç mi vicdanınız yok? Bu madalyayı niçin veriyoruz diye, niye düşünmüyorsunuz? Nasıl iştir bu? Feryat edesi geliyor insanın. Nefret ediyorum şu yirminci asrın cehaletinden. Benim utandığım, nefret ettiğim yirminci asrı bana uygar diye övüyorsun. Bu nasıl uygarlıktır ki, bu milletin evlatlarına zina yaptırıyor, bu milletin namusunu satan namussuza madalya veriliyor. Ve bu madalya töreni millete televizyondan gösteriliyor. Uykuda olanlar, namus mefhumunu düşünemeyenler de, madalya alana bravo diye alkış çekiyorlar. Bu nasıl alçaklıktır ki, fazla zina ettirene madalya veriliyor? Ey satılmış alçaklar!... Bu dünya size kalacak mı sanıyorsunuz?... Aklım almıyor... Almıyoooor... Meral kardeş, sen günlük konu olarak sadece uçkur ve mideden bahseden bir dünyaya nasıl uygar diyebiliyorsun? En güzel şekilde vücudunu sergilemek, en güzel dansı öğrenmek, öğretmek, en çekici, en ahlâksız gazete ve dergileri çıkarmak. Adım başı bir kerhane açmak, meyhaneler açmak... Güzel makyajlar yapmak, ameliyatla kadını erkek, erkeği kadın yapmak... Faiz... Dolandırıcılık, tuvaletleri süsleme. Para gelecek diye turistlere yataklık yapmak, onlara namus vermek. 19 Mayıslarda rezalet sergilemek. Boynuzları takınmak, sonra da medenî olmak ha! Bugünkü dünya medeniyetini daha açık yazamıyorum. Al gazete ve dergileri, İslâmî gözlükle gözden geçir. (Para verirsen, o fuhşiyatların cehennem ateşini bedenine yapıştırmış olacaksın. Buna da dikkat). Bak bakalım gençliği sapıklığa, af buyur fuhşiyata sürüklemekten başka ne yapıyorlar? Ey gözleri kör olan, basiretini kör etmiş Müslüman! Görmüyor musun ki fuhşiyattan başka hiç bir şey hâkim değil Türkiye'de. Bu nasıl gözdür ki, gerçeği görmez de böylesine alçaklıkları över, seversin. Buna karşı olan İslâm'ı da beğenmezsin. Aman ya Rabbi! Sen bize yardım et, kuvvet ver.Hiç olmazsa imanımızı sağlam tutmamıza yardım et. (Âmin) Bu kadarla bitmez senin uygar dediğin yirminci asrın rezaletleri. Babasız çocukların haddi hesabı yok. Kimin, kime hediyesidir bu? İşte babasız çocuklar, bugün övünen uygar (!) dünyanın (uçkura hizmet dünyasının) insanlığa hediyesidir. Bu hediyeleri kabul edenler alsınlar kınalarını da yaksınlar. Ben böyle hediyeyi de kabul etmiyorum. Ben böyle bir hediyeden utanç duyuyorum. Ben böyle uygarlıktan, böyle medeniyetten nefret ediyorum. Ben İslâm'ın gölgesinde bîr dünya istiyorum! Ben o çocukları günahsız görüyor, o çocukları meydana getiren iğrenç hayatı kabullenmiyorum. Ben bütün bunlara sebep olanlara beyefendi... ağam... Efendim... Paşam... Diyemiyorum. Ben onlara; lanet ediyorum. Ben onlara şöyle sesleniyorum... Eyyy yirminci asrın deyyusları! (Eyy...........) Ey zalimleri... Bu ahlaksızlık alıp başını giderken, günahsız kızlar evlenme vaadierine aldandığı için evini terk edip, bir de çocuk bırakırken neredeydiniz? Bu genç kızlar bir iki tane değil ki, onları görmemiş olasın. Yüzbinler vardı, yüzbinler... Hepsini de biliyordunuz... Hatta çocuğun çocukları da bizzat kendi ürününüz... Nedir bu vahşet? Nedir bu işkence? Artık yılan derisinden çıkın.... İslâm'ın emrine girin. Gençliğe namus duygusunu aşılayın. Namuslu oluşundan dolayı utananlara, iffet nedir bildirin. Gerçi siz de bilmiyorsunuz iffeti. Girin İslâm'a öğrenin. Türkiye'yi zina pazarından kurtarın. Harıl harıl sadece mide ve uçkur için

çalışmayın. Daha neler söylemek istiyorum. Ama "Ayıptır fazlası" diyorlar. "Kodesi
boylarsın" diyorlar. '"Sen kadınsın, bu sözler sana yakışmaz" diyorlar. Diyorlar da,
diyorlar işte,
Kardeşim, yaram gittikçe azıyor. Bana bu zina kokan sokakları, caddeleri ve de fikirleri
medh etme. Dayanamıyorum bu haksızlığa. Çünkü sen benim dinlediklerimi,
duyduklarımı bilmiyorsun. "Eskiden kızlar hor görülürmüş" diyorsun. O eskiyi ben de
beğenmiyorum. Ama ben, senin beğendiğin bugünkü ahlâksız dünyayı da
beğenmiyorum. Allah bile beğenmemiş, beğenmemiş de onun için o adaletsizliğin, o
vahşetin ortadan kalkması için Kur'an'ı göndermiş..
Kardeşim Meral... Allah'ın kanunundan başka hiçbir kanunu beğenme ne olur?
Güceniyorum... Sana anlatamadığım neler var bir bilsen... Ah, bir bilsen. O zaman
onların kokuşmuş fuhuştan ibaret olan medeniyetlerini övmezsin... Onları temsil
eden bir tek gazete bile okumazsan. Tükürür geçersin onların her türlü neşriyatına.
Neyse Meral kardeş, bu sorunun ana maddesini böyle geçelim.
Zira:
Söylüyorum ne olur beni anla, Anlaşılacak gerçek inan ki zamanla. Bugünkü gözler
kör, vicdanlar satılmış, Saklı kalan yalanlar, ortaya çıkar sanma. (281) b) Şimdiki
uygar dünyada erkek kadın ayırımı diye bir ayrım olmadığı:
Bu konu ile ilgili kitabın ortasında da yazı vardır. Oradan da faydalan.
(282) Mahkûm Duygular - Emine Özkan Şenlikoğlu. 353 Kardeşim, ne demektir kız erkek ayırımı? Bir defa erkek, erkek olarak, kadın da kadın olarak yaratılmıştır. Her yaratılmışı yaradılış özelliği ile başbaşa bırakmak gerekir. Şimdi kalkıp da kavak ağacına gülün vazifesini yaptıramazsın. Balığı sudan çıkarıp karada yaşatamazsın. Bülbülün konduğu dala fili konduramazsın. Her yaratığın kendine has mevkisi tayin edilmiştir. Eşitlikte adalet yoktur, ama adalette eşitlik, vardır. Kadınla erkeğe (aynı karakteri taşıyorlarsa) aynı değeri vermek, Allah'ın koyduğu kanundur. Ama ikisine de aynı yükü, aynı işi vermek adaletsizliktir. Bu arada eşitlik meselesinde, son yıllarda Batı medeniyetinin kopardığı yaygara oldukça yaygın. Türkiye'de o kadar çok manasını soranın da bilmediği sorular var ki, akim durur. Biz, "kadın hor görülsün" diyormuş gibi İslâm'a saldırıyorlar? Sana bu konu üzerinde biraz fazla düşünmeni tavsiye ederim. Düşün, bankada çalışanların çoğu kadın, sekreter kadın, tezgahtar kadın. Adam halı satacak, reklam aracı olan kadın. Çiklet satılsın diye çikletin üzerindeki resim kadın. Çabuk iş bulan kadın, kötü yoldan para kaynağı bulan kadın. Turistleri çekmek için oynatılan dansöz kadın. Kadın, kadın... Şimdi Türkiye'de kadın her işte önde gidiyor. Çabuk iş buluyor diyerek, kadına verilen değeri mi gösterir bu? Yoksa kadının yaradılışının sömürüldüğünü, kadının bir sermaye olarak kabullenildiğini mi gösterir? Şimdi "c" şıkkını ele alalım: Bu şıkta "Dinin günümüz uygar dünyasının yaşayışına izin vermediği"ni anlatmak istemişsin. Kardeşim Meral, yukarıda anlatılandan sonra herhalde " İslâm niçin bu berbatlığa izin vermiyor?" diyemezsin. Şunu unutmamak gerekir ki Allah her asrı, asırları yaratmadan önce biliyordu. Allah insanlara ve inanca aykırı her şeyi yasak eder. Faydalı olan her şeyi de serbest 354 bırakır. Bunu bilmek yeterlidir. Muhakkak olan şudur ki, Allah'ın her işi çok güzeldir. Ve güzel olan herşeye izin verir. Güzeli de iyice ele almak gerekir. Güzel de çirkin de inanca göre değişir. Senin için Kur'an sesi güzeldir, ama bir Hıristiyan için çok çirkindir. Sesler de, mideler de inanca göre çalışır. Bunun isbatı: Müslüman domuz eti yese, günlerce istifra eder. Kafirler ise bundan zevk alıyor. Niçin Müslümanın midesi bulandı? Demek oluyor ki, mideler de inanca göre çalışmaktadır. Bundan sonraki olayları şöyle İslâmî gözlükle incele; ne kadar çarpıklık bulacaksın. Kahrolacaksın, belki de, "Beni kimse tutamaz, dinime hizmet edeceğim" diyeceksin. Okuduğun gazetelerde her gün İslâm'a saldıran yüzlerce madde bulacaksın. Filmleri eleştirdiği zaman Türkiye'yi önce Batılılaştırmak sonra Hristiyanlaştırmak istenenlerin çirkin yüzünü göreceksin.
Hadi gör de sen de İslâm'ın safına geç... İslâm'ın sahibi olduğunu bildir, Meydan oku
küffâra.
Sahibi ol dininin O emanet senin Assalar bile seni ipe Demelisin "Dinim benim"(282)
(282) Mahkûm Duygular - Emine Özkan Şenlikoğlu. 355

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #48 : 28 Ekim 2009, 17:53:36 »
SORU: Ezan Türkçe okunsa olmaz mı? Ben Türküm, bana ne Arapça'dan? CEVAP: Bu soruya geçmeden önce lisanların önemine değinelim: Bilindiği gibi lisanlar bir ırkın habercisidir. Her lisanın kendine has özelliği ve otoritesi vardır. Meselâ Türkiye'nin istiklal marşı, Almanya'nın istiklal marşı vardır. Dünyanın neresine gidersek gidelim, Türklerin istiklal marşı Türkçe okunur. Biliyorsun bazen uluslararası yarışmalar oluyor. Yarışmaya katılan hangi ülke ise o ülkenin istiklal marşı, çalınıyor. O zaman Almanca olan Almanlar'in marşı, Türkçe okunuyor mu? Hayır. İşte aynen bunun gibi Müslümanlar da tek millet ve tek devlettir. Türk milleti, Arap milleti, Pakistan milleti yoktur. Türk kavmi, Arap kavmi, Pakistan kavili vardır. Yani Müslümanlar'ın hepsi bir millettir. Aynı zamanda da tek devlettir. Ve başkanlarıda halifedir.»Öyle ise bu milletin de kendine has marşı da (mecaz manada) ezandır. Düşün lâalettâyin bir dilin beynelminel özelliği oluyor da, kulları namaza davet eden Allah'ın yeryüzünde beynelminel bir çağrısı olmasın mı? Bir arkadaşım anlatmıştı: Bir Türk ihtisas için İngil356 tere'ye gitmiş. Aylar sonra bunalım geçirmeye başlamış. Dinle hiç ilgisi olmayan bu kardeşimiz, İngiltere'nin günah dolu caddelerinde dalgın dalgın giderken, birden yüreğini hoplatan bir ses ile irkiliyor: "Allahu ekber, Allahu ekber Eşhedü enlâ ilahe illAllah" diyor kulağına gelen sesler. O kadar hüzünleniyor, o kadar İslâm'a ısınıyor ki olduğu yerde, tretuvarın üzerinde oturuyor. "Sanki o caddelerde ahbablarım, dostlarım doluymuş gibi geldi bana" diyor. Hemen gidip abdest alıyor ve
o gidiş namaza başlıyor. Şimdi düşünelim, eğer ezan beynelminel olmasaydı bu kardeşimiz ezanıanlayabilecek miydi? Örneğin İngilizce'ye çevrilseydi! Müslümanlar'ın parolasıdır ezan... Allah'ın davetidir ezan. Müslümanların şahididir ezan... (Huzuru ilâhîde şahitlik yapacak) Bir konu daha anlatayım da, sorunun cevabını kendi kendine ver: Afgan mücahidleri, Afgan dağlarına çıkıp İslâm devleti için savaşmaya başladığında, müftülükler aracılığı ile Müslümanlar alarma geçiriliyor. Ve Rusya bütün Müslümanları toplayıp müftüyü konuşturuyor. Müftü şöyle konuşuyor: "Müslümanlar, sizler dinlerinize bağlı kişilersiniz. Bakın Afganlı kardeşlerinizi öldürmeye gelen binlerce Amerikalı asker Afgan dağlarında bekliyor" diyerek, Müslümanlar'ı şahlandırıyor ve cihad ilan ediyor. Müslümanlar'a tanklar tüfekler veriyorlar. Müslümanlar üzgün ve barut gibi öfkeli oldukları halde yola çıkıyorlar ve Afganistan dağlarında Amerikalı asker arıyorlar. Fakat bir türlü bulamıyorlar. Birgün şafak sökmeğe başlarken karşıki dağdan yanık yanık bir ses duyulur: 357 AllahU EKBER AllahU EKBER AllahU EKBER AllahU EKBER EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLAllah Bu da nesi?... Şaşırır, Rusyalı Müslümanlar. Bir de bakarlar ki, arkasından AllahU EKBER AllahU EKBER sedalan yükselir. Anlarlar Ruslar'ın komplo (tuzak) kurduğunu. Bu sefer göz yaşlan içinde bu tarafta olanlar tekbir getirirler. Allahu ekber, Allahu ekber. Bu sedaları karşı dağdaki Afganlı mücahidler duyar. Onlar oradan bu taraf buradan ağlayarak birbirlerine doğru koşarlar. Ve iki dağın arasındaki vadide birleşirler. Birbirlerine sarılır sarılır, ağlarlar... Sonra birlik olup o gün yüzlerce Rus askerini teslim alırlar. Düşün. Orada bulunan yüzlerce Müslüman birbirini öldürecekti... Yalnız buna göre değil. Allah'a davet olan ezanın Arapça oluşunda ayrıca büyük hikmetler vardır. Benden bir kardeş tavsiyesi, Türk oluşundan dolayı fazla gururlanma, Müslüman oluşundan dolayı gururlan. Çünkü, Türk olmak senin elinde değil, ama Müslüman olmak biiznillah senin elinde.
Hiç bir ırk ötekinden üstün değildir. Ancak takva ile üstündür. Ben yarım Türk olmaktansa, tam Müslüman olup çingene olmaya razı olurum... Bütün insanlar tıp kanunlarına göre doğar. Yaşadığı kanunlara göre de ahiretteki yerine gider. Bir şiirden sonra bu konuyu da geçelim.Öyle bir din istemem Arap felsefesinden Bana bir din yarat Türk 'ün nefesinden (283)
(283) H. Edip Adıvar.
358
Görüyorsun ya... Irk hayranlığı bazı insanları kafir yapmaya yetiyor. Şu sapıklığa bak.
"Bana bir din yarat Türk'ün nefesinden" diyor. Türk'ün nefesinde hüner var
zannediyor. Halbuki Türk, adaletli Müslümansa iyidir, adaletli imanı yoksa sıfırdır,
sıfır.
Bir ırk hayranı kafir daha. Bakın neler saçmalamış:
"Ne örümcek ne yosun, Ne mucize ne füsun Kabe Arap'ın olsun Bize Çankaya yeter."
(284)
Görüyorsun ya! Allah'ın dininden kopan mutlaka bir din icad edecek, kimi Kabe
yerine Çankaya'yı, kimi de başka kayayı seçecektir. Bu sapıklıktır, yavaş yavaş
gelişmektedir. Türk'ün tarihi, Türk'ün mertliği, Türk'ün İslâm'ı, Türk'ün sesi, Türk'ün,
Türk'ün, derken işte yukarıda gördüğün gibi sapıklığa gidilmiştir. Biz onu bunu
bırakalım. Allah ne diyorsa ona bakalım.
O HER ŞEYİ İYİ BİLENDİR O'dur herşeyi bilen. O'ndan ne gizlenebilir ki O'na
güven duymayan Zaten İslâm değil ki. (285)
(284)
Kemalettiri Kamu.
(285) Mahkum Duygular - E.Ş.
359
KADINI ANCAK KENDİ TEMBELLİĞİ EZER KADIN APTAL OLUNCA DEĞİL,
HAKSIZLIĞA BAŞ KALDIRINCA GÜZELDİR.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #49 : 28 Ekim 2009, 17:54:06 »
SORU: 7 — İslâm'da, kadın evlendikten sonra erkeğin kölesi olur. Bu adaletsizlikler
İslâm 'dan çıkarılsa diyorum.
CEVAP: Senin söylediğin adaletsizlikler İslâm'a hiç girmedi ki çıksın. İslâm'da kadın da erkek de "Birbirini tamamlayıcıdır." Bu konuları da işlemiştik. Onun için detayına girmiyorum. Şunu unutmamak gerek ki, Allah bizden çok daha iyi bilen, çok daha merhametli olandır. Bu sorular Allah'a hakkı ile inanmamaktan Ve güvenmemekten doğuyor. İslâm'ı bilen bir erkek karısına işkence etmez. Yakınımızda olan öyle Müslümanlar görüyoruz ki adeta insanlıklarına, Müslümanlıklarına hayran kalıyoruz. Hanımı hastalansa yemek yapıyor, biraz kalbini kırsa özür diliyor. İslâmî olmayan evliliklerde ise bu işleri yapan erkek küçümseniyor. Kılıbık deniyor. Bunlar da kâfirlerin oyunu, sen aldanma kardeşim. Senin mahallendeki Müslüman, mutlaka ölçüdeğildir. Ölçü, İslâm'ın kendisidir. Allah'ı dinleyen bir erkek karısına değer verir ve onu mesut eder. Çünkü, bilin ki kadın Allah'ın emanetidir.
360
SORU: 8 — Ben namaz kılmıyorum ama kılanlardan kalbim daha temiz. CEVAP: Bir defa herhangi bir ibadeti yapmak için kalbin temizliği ön planda değil, niyeti ön plandadır. Kalp temizliği bizzat ibadetle olur. Ayrıca ibadet edenlerin kalbi pis olacak diye birşey yok. Eğer böyle olsaydı, Hz. Muhammed'in (s.a.v) kalbinin çok pis olması gerekirdi. Sonra Hz. Muhammed'in (s.a.v) kalbi pis miydi ki ona, "Namaz kıl" emri verildi? Sana bir misal vereyim. Sıkı yönetimin herhangi bir emrine karşı gelen birisi "Ben emrimizi yapmadım ama kalbim çok temiz" diye bir ifade vermiş olsa, onun kalbinin temizliği itibara alınır mı? Elbette alınmaz. Peki, kâinatın sahibi Allah emir veriyor. İnsan kim oluyor da bu emri dinlemiyor? Allah'ı dinlemeyen kalpten daha pis kalp olur mu? Temiz olsa Rabb'ine döner, niçin küffara dönsün?..Kardeşim kalp temizliği, kalp pisliği ne demektir? Önce istersen bunun üzerinde duralım. Bir defa kalp nasıl çalışır? Kalp gözünün gördüğüne, 361 kulağının duyduğuna göre düşünür, yorum yapar. Beyinle bağlantılıdır. Bir saniyedemilyonlarca kötü işler düşünebilir. Tabi, iyi de düşünebilir. Öyle ki senin hiç istemediğin, seni öldürseler bile yapamayacağın şeyleri düşünür, düşüncenden dolayı utanırsın. Cemaattan bir hanım yanıma gelmişti. Belli ki derdi büyüktü. Ağlıyordu. "Size bir şey sormak istiyorum, ama bir türlü soramıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum" dedi. Ben de, "Sor kardeşim, olur ki cevabını bildiğimiz bir konudur" dedim. Kadın yine, "Nasıl söyleyeyim? Kendimden utanıyorum" dedi. Nihayet kadına söylettim. Aklından öyle şeyler geçiyormuş ki, kadını kahrediyormuş. "Elimde değil düşünüyorum, birden oluyor olanlar. Nikâhım düşsün veya düşmesin kim olursa olsun, içimden bir ses hemen kötü bir şey düşünüyor" dedi. Yine bir başka hanım da kocasının haberini getirdi. Kocası "sor" demiş. "Benim Ramazan'da ister istemez açık-saçık gezen kadınlara kalbim meylediyor, şimdi orucum bozuluyor mu; Bozulmuyor mu?" Kişinin elinde olmayan düşüncelerinden kişi sorumlu değildir, dedik. Çünkü, muteber kitaplar öyle söylüyordu. (ilk bakışta günah yoktur, ama o da gayri ihtiyarî olmak şartıyla) Netice itibariyle kalp düşünür, kalp kişinin elinde değildir. Meral kardeşim şunu bil ki Hıristiyan, Yahudi, Ateşperest, Putperest kim olursa olsun, hepsinin içinde kötü düşünmeyenler vardır. Hep insanlar için iyi şeyler düşünmüşlerdir. Ama, "Allah indinde" hiç makbul değildir. Niçin? Çünkü insanlar için hep iyi düşünmüş ama, Allah için hiç iyi düşünmemiş. Kişinin cömert olması..." Kişi Allah'ını bilmiyorsa, Allah, Beş vakit namazını kıl" demiş, o kılmıyorsa... "İçki içme, kumar oynama" demiş, kişi içiyorsa, kumar oynuyorsa... "Açık gezme, cömert ol, yetimlere yardım et" demiş, kişi de etmiyorsa ve bu kişi ayrıca sizin deyiminizle kalbi çok temiz, insanlara iyilik düşünüyor diyerek, Allah'ın ona cennet vermesi gerekmez. Çünkü bu özellikler, kişi Allah'ın emrini dinliyorsa çok makbuldür, dinlemiyorsa hiç önemi yoktur. Bir misal vereyim. Farz edelim senin bir kızın var. Kızın o kadar iyi ki, devamlı komşuların bulaşığını, çamaşırını yıkıyor. Onların geçimlerini düşünüyor, onları çok seviyor. Fakat sen ona "Kızım şu bulaşıkları yıka" diyorsun o da, "Bana ne?" diyor. Sen bu kızını, komşulara yaptığı işlerden dolayı mükâfatlandırır mısın? Mükâfatlandırmazsın değil mi? Her şeyden önce ona şöyle dersin: "Kimin işlerini yapıyorsan, git mükâfatını o versin" dersin. Teşbihte hata olmaz derler (ne derece doğru bilmiyorum ama). İşte Allah da, "Ey kulum.. Sen dünyadayken kimi dinledinse şimdi git, sana cenneti o versin..." der. Kardeşim, kısacası şu: "Kalbim temiz, ben insan haklarına riayet ediyorum" sözleri meseleyi halletmez. İnsan haklarına riayet edip, Allah'ın hakini çiğnemek olmaz. İslâm'ı yaşamalıyız. İslâm edebiyat dini değil, tatbik dinidir. İslâm şiirle gelmez. İslâm çok güzel konuşmalarla gelmez. Çünkü ilk gelişi böyle olmadı. İslâm'ı yaşarsak, İslâm yayılır. Onu yaşamak için de "desinler" duygusunu, kini, cimriliği tembelliği bırakmak gerek. Allahu Teala, "Dünyada çalışmaktan başka bir şey verilmemiştir", diyor... Hadi kardeşim, kalbini ibadetle temizle. Kalp, Rabb'isinin emrini yerine getiriyorsa temizdir. Aksi halde pistir. "İbadetle olmaz sen kalbe temiz mi bak" Madem kalp yetiyordu, niçin indi ki ayet?
363
Şu sözle cennete gidenlere kızarken
Hadi neyse diyorum şimdilik vakit erken. (286)
SORU: 9 — Bu sorunun cevabı ön sayfalarda verilmiştir.
SORU: 10 — Bu sorunun cevabı da verilmiştir.
SORU: 11 — Kur'an-ı Kerim'in mealini okudum hiç bir şey anlamadım. Bu kitap,
nasıl oluyor da Allah'tan geliyor?
CEVAP: Kardeşim Meral, çok önemli bir konuya değindin. Yıllar önceydi. Kur'an-ı çok merak etmiş, ben de senin gibi mealini okumaya başlamıştım. Okudukça İslâm'dan daha çok uzaklaşıyordum. Anlaşılmaz cümleler. Yok Hz. Meryem şöyle dedi, yok adam böyle dedi. Bazı yerlerini ise hiç anlamıyordum. Kendi kendime söylenerek Kur'an-ı elimden bıraktım. Halbuki siyasî görüşüm İslâmî idi. Hal böyle olmasına, yabancı gazeteler okumama rağmen Kur'an'dan bayağı kopmuştum. Fakat yıllar geçti. Ben Rabb'imin lütfü ile Arapça okumaya başladım. Alimlerin tefsirlerini az da olsa okudum. Hala da devam ediyorum. Aradan geçen yıllardan sonra baktımki Kur'an-ı Kerim akıllara durgunluk verecek güzellikte. O kadar ilginç, o kadar harikulade ki anlatamam. (287) Bir fatihaya, "Manası bu kadardır" der, geçeriz. Halbuki on yıla yakındır İslâm ilimlerini tahsil etmeme rağmen, henüz fatihanın ilk ayetini dahi tam anlamış değilim.
(286) Mahkum Duygular - E.Ş.
(287) Kur'an En Büyük Mucize Çev. Edip Yüksel. Edip Kardeşimiz ayrıca kendisi de harikulade ilaveler yapmış. Bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
364
Bir şeyin lügat manasını bilmek demek, o işin aslını bilmek değildir. Meselâ kubur; kabirler, mezarlar demektir. Lügat manası budur. Ama mezar ne demektir? Nasıl bir yerdir? Kimler gider oraya? Tüyler ürpertici cevaplar ve yine de tam idrak edilmesi oraya gitmeden imkansız gibi olan bir şey... İşte Kur'an-ı Kerim' de böyle birden anlaşılamayacak, bir kelimesinin yıllarca araştırmak-düşünmek gereği ve ihtiyacı olan ayetler var. Hıristiyan veya bazı dini reddedenler, Kuranın meal (eksik) manasıyla hüküm veriyorlar. Tabi hal böyle olunca da, hiç bir şey anlamıyorlar. Bir örnek daha verelim. Şarab içilen demektir. Yani şarabın manası, bir şeyi içmeye gelir. Mazisi şeribe'dir. Adam tutuyor, "Kur'an'da şarab haram; rakı haram değildir" diyor. Halbuki Kur'an'da sarhoş edici içki haramdır deniyor. Adam tutmuş içkisinin adını Arapça, "şarap" koymuş. Halkın zaten dîninden haberi yok ki. Şarabın isminden haberi olsun. Gümbürtüye giden onu içenler oluyor. Görüyorsun değil mi? Sanki adamlar Arapça'yı çok seviyormuş gibi içkisinin ismini Arapça koymuş. Neticede Türkçe'de suyun -içilenin- Arapça ismi şaraptır. Bu içilen herhangi birşey sarhoş edici ise, o içilen (şarap) haramdır. İşte Kur'an'da buna benzer ayetler çoktur. İstersen Yasin suresinden bir misal vereyim. Yalnız burada okuduğumuzla kalmayacağız. Başkalarına anlatacağız. Şahsen ben, ilk defa nüzul sebebini okuyunca çok hayret etmiştim. Yani bu kadar güzel olan manasının mealle anlaşılmamasına üzülmüştüm. Adı geçen sayfayı vermeden önce bir açıklama yapalım. Kur'an-ı Kerim Allah ile kul arasına inmiştir. Kur'an 365

dünya tarihidir. Kuran Allah sözüdür. Kur'an-ı Kerim'deki geçmiş olaylar, Allah'ın bize bildirmesi, bir ikazıdır. Meselâ bir annenin çocuğuna, "Ağabeyine şöyle bir ceza verdim" gibi bir tehdidi maziden bahsetmektedir. Fakat annenin karakteri gerçekten o işi yapacağını da bildirir. İşte Allahu Teala da, teşbihte hata yoktur dedik, aynı misal, geçmişteki olayları bize bildiriyor. "Kulum geçmişe bakın, ibret alın ben bunları, bana asi gelene yaptım, beni dinlemezseniz size de yaparım" gibi. Geçmişten bahseden ayetler ve tembihtir ya da örnektir, bunu biliniz...Şimdi konuya giriyorum. Elimize bir meal aldık. Üzerinde "Kur'an-ı Kerim ve Meal-iÂlisi" yazıyor. A. Fikri Yavuz Türkçe'ye çevirmiş. Sayfaları açıyoruz? İlk defa açtığımızı düşünüyoruz ve Yasin suresinin ikinci sayfasını büyük bir heyecanla okuyoruz. 13 ayetten başlıyor. 13 — "(Ey resulüm) Mekke halkına, o şehir halkının (Antakya'lıların) halini misal göster. Hani oraya (İsa'nın gönderdiği) elçiler gelmişti." 14 — "O vakit kendilerine (İsa'nın Havarilerinden) iki elçi göndermiştik de bunları tekzip etmişlerdi. Biz de üçüncü bir elçi ile bu ikisini takviye etmiştik. (Bu üç elçi varıp Antakya halkına) şöyle demişlerdi: "Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz." 15 — "Onlar dediler ki: "Siz, ancak, bizim gibi bir insansınız (bize bir üstünlüğünüz yok), hem Rahman Allah bir şey (kitap) indirmemiştir. Siz, sırf yalan söylüyorsunuz." 16 — "(Elçiler, onlara şöyle) dediler: "Rabbimiz biliyor ki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz." 17 — " Bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir." 18 — "(Onlar, elçilere) dediler ki: "Doğrusu biz, sizin366 le uğursuzlandık. Eğer (bu sözünüzüzden) vazgeçmezseniz, muhakkak sizi taşla öldürürüz ve herhalde size bizden çok acıklı bir azap dokunur." 19 — (Elçiler) dediler ki: "Uğursuzluğunuz yanınızdadır. Nasihat edilirseniz mi (bunu uğursuzluğa yoruyorsunuz ve bizi tehdit ediyorsunuz?). Doğrusu siz, haddi aşmış bir kavimsiniz." 20 — (O esnada, elçilerin geldiğini haber alan ve Allah'a ibadet etmekte olan) bir adam (Habibü'n-Neccar), şehrin ta ucundan koşarak geldi (ve şöyle) dedi: "Ey kavmim, uyun bu gönderilen elçilere." 21 — Uyun sizden bir ücret istemeyen kimselere ki, onlar hidayet üzeredirler. 22 — Hem bana ne oldu ki, ben Yaradana ibadet etmeyeyim? Hepiniz de döndürülüp ona götürüleceksiniz. 23 — Hiç ben Ondan başka tanrılar edinir miyim? Eğer O Rahman (Allah) bana bir keder murad ederse, o tanrıların şefaati bana hiç bir fayda vermez; ve onlar beni kurtaramazlar. 24 — Şüphe yok ki, o takdirde ben, apaçık bir sapıklık içindeyim. 25 — Haberiniz olsun ki, ben Rabb'inize iman getirdim; gelin beni dinleyin." 26 — (Onun nasihatlarına rağmen, kavmi onu öldürdüler. Ruhuna hitaben şöyle) denildi: "Haydi, gir cennete. (Cevap olarak ruhu şöyle) dedi: "Ne olurdu, kavmim bilselerdi, tasdik etselerdi? 27 — Rabbim'in beni bağışladığını, beni cennetle ikram edilenlerden kıldığını..." Evet baştan aşağı bir sayfayı okuduk. Eminim ki daha önce bu konuyu bilmeyenler pek bir şey anlamadılar.
367
Şimdi bir de nüzul sebebiyle beraber okuyoruz. "İsa Aleyhisselam'ın havarilerinden iki elçi emri bil-mâruf (Allah'ın emirlerini bildirmek) yapmak için Antakya'ya giderler. Şehre girmeden önce orada koyun güden bir ihtiyar görürler. İhtiyara selam verirler. Bu zat sahibi Yasin Habib el-Neccar idi. Habib Neccar "Siz kimsiniz?" diye soruyor. Onlar da, mucizeler gösteren İsa'nın elçileri olduklarını söylüyorlar. Bu elçiler Habib Neccar'ın kızını mucize olarak tedavi ediyorlar. Habib Neccar bunlara iman ediyor. Onlar daha sonra Antakya'ya geliyorlar. Orada vaaz verdikleri Antakya'nın o zamanki melikinin (hükümdarın) adı Entihas idi. Bu iki elçiyi ona haber verdiler. O da emir vererek onları hapse attırdı. "İşte habibim anlat misal ver. O şehir halkının olayını. Hani elçiler gelmişlerdi. O vakit İsa'nın havarilerinden iki elçi göndermiştik de o iki elçiyi yalanladılar. Sonra biz üçüncüelçiyi gönderdik." Üçüncü elçi çok daha bilinçliydi. Şehre geliyor, ilk önce arkadaşlarını araştırıp buluyor. Bakıyor ki onlar hapiste. Bir yolunu bulup onlarlakonuşuyor. Onlara "Siz ne kadar kötü iş yaptınız böyle?... Önce bu şehir halkına kendinizi sevdirseydiniz, ondan sonra anlatsaydınız ya İslâm'ı (o zamanki adı Hıristiyanlıktı. Fakat o zamanki Hristiyanlar Allah'a karşı gelip İsa ruhtur, İsa Rab'dır demiyorlardı.) Birden bire niçin onların putlarına hakaret ettiniz?" Bu görüşmelerden sonra üçüncü elçi kendisini o çevrede sevdiriyor. Halk bu elçiyi çok seviyor. Bir gün hükümdara gidip, "Bizim şehrimize çok akıllı bir adam geldi" diyorlar. Hükümdar üçüncü elçiyi huzuruna davet ediyor. Onunla kısa zamanda dostluk kuruyorlar. Birgün üçüncü elçi, İslâm siyaseti ile soruyor. "Yahu... duyduğuma göre, sen iki adam hapsettirmişsin doğru mu?" Hükümdar: "Evet' der,"Doğru." "Ne yapmıştı onlar?" diye sorar. Hükümdar da: "Milletin gözünü açıyorlardı. Milleti putlarından ayırıyorlardı" der. "Peki ne söylüyorlardı?" diye sorunca o da "Allah'a dönün. Allah'tan başka ilah (emrinde gezilecek) yoktur, diyorlardı." "Peki bir mucizeleri var mıydı?" "Evet varmış. Güya ölüleri diriltip, kör gözleri açıyorlarmış." "Sen hiç gördün, dinledin mionları?" diye sorunca elçi, hükümdar: "Hayır" der. Üçüncü elçi gayet sakin: "Aaa bak, sana bunu yakıştıramadım. Nasıl olur da sen kendin dinlemeden, görmeden bir insanı hapsedersin? Senin gibi adaletli birine doğrusu yakıştıramadım. Hele onları şimdi çağır da bir ifadelerini al." Teklifi kabul eden hükümdar uşak göndererek onları çağırtır. Onlar kapıdan içeri girer girmez hükümdarın yanında kendi arkadaşlarını görünce çok şaşırırlar. "Aaaa" diyecek olurlar, fakat üçüncü elçi işaret ederek, hükümdardan önce sözü ele alır: "Sizi gidi siziii... Hm. Demek ki şehri birbirine karıştıranlar sizdiniz?" diye çıkışır. Durumu hemen anlayan öteki elçi: "Biz Allah'adavet ettik"der. "Peki ne hüneriniz var?" Onlar da: "Ölüleri diriltir, kör gözleri açarız" dediler. Çok zeki olan üçüncü elçi hükümdarın kulağına eğilerek: "Şunlara mahzenden iki tane kör getirttir. Hadi bunun gözlerini açın, diyelim. Şunları bir mahcup edelim de görsünler. Zaten açamayacaklar" der. Hükümdar bu teklifi çok beğenir, iki kör getirttirir. Elçiler, "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek ellerini sürerler. Cenab-ı Hak âmâ gözleri açar. Çok şaşıran hükümdarın kulağına eğilen üçüncü elçi: "Yahu bunlar ne yaptılar böyle? Hadi iki âmâ daha getirttir. Onların gözünü de senin tanrıların açsın. Böylece hem sen, hem de tanrıların şereflensin." dedi. Hükümdar üçüncü elçinin kulağına eğilerek: "Laf aramızda kalsın ama bizim tanrılarımız göz açamaz ki" der. O da: "Aaaa. Ama gözü açamayan tanrınız hakiki gözü nasıl taktı?" diye sorar. Burada da çelişkilere düşen hükümdar onlara dönerek: "Bir hafta önce ölen bir genci diriltir misiniz?" dedi. Onlar da "Evet" dediler. Bu olay her tarafa yayıldı. Topluca mezarlığın başına gittiler. İki elçi mezarın başına geçip, "Esselamunaleyküm ey ehli kubur" diyerek selam verirler. Ve bir bakarlar, Allah'ın lütfü ile genç dirilir. Herkes şaşkın olduğu halde, hükümdar bu gence sorar: "Ben biraz önce neredeydin ve ne görüyordun?" Genç: "Sen biraz önce başka bir âlemden Antakya'yı seyrediyordum. şu üç elçi hariç herkes yanıyordu." Hükümdar şaşırır. "Ne?" der. "Bu da mı onlardan?" Bu arada halk bunların üzerine yürür, "Siz bizi putlarımızdan ayıracaksınız... Siz büyücüsünüz." demeye başlar. Ve büyük bir işkenceye tabi tutarlar. Elçiler onlara şöyle demişlerdi. "Gerçekten biz, size gönderilmiş elçileriz." Onlar da "Siz ancak bizim gibi bir insansınız. Sizin nereniz elçi? Hem Rahman size bir kitap indirmemiş. Siz yalan söylüyorsunuz." Elçiler o kadar eziyete, işkenceye rağmen: "Rabbimiz biliyor ya bizi. Siz bilmezseniz de olur. Biz size gönderilmiş elçileriz, dediler." Allah'tan başka hiç kimseye yaranmak istemedikleri için mücadeleyi sürdürüyorlardı. Onun için, "Bize düşen vazife apaçık bir tebliğdir" (iman edin veya etmeyin o sizin bileceğiniz iştir dediler) Bu arada onlara, Allah'ın vaad ettiği musibetler gelmeye başlamıştı. Hastalıklar arttı. Kuraklık baş gösterdi. Elçilere paralar teklif ettiler. "Gidin buradan" dediler. "Siz geldiğiniz günden beri uğursuzluğumuz bitmedi. Siz çok uğursuz geldiniz" dediler. Zannediyorlardı, ki Allah adına yola çıkan bir insanı biz sustururuz. (onlar elçilere dediler ki, "Siz geleli uğursuz olduk. Bu sözlerinizden vazgeçmezseniz, sizi taşlarla öldürürüz, size bizden çok acıklı azaplar gelir" dediler. Onlar da: "Uğursuz, aslında siz kendinizsiniz. Biz size doğruyu söylediğimiz için mi uğursuz oluyoruz? Doğrusu siz haddi aşmış kavimsiniz."
370
cevabını verdiler. Halk artık tahammül edemez hale gelir. Bunların üzerine atılırlar. Bu arada, şehir tarafından koşarak bir adam gelir. Bu adam Habib Neccar'dır. "Ey kavmim bu elçilere inanın, bunlara uyun..." der. Sonra elçilere sorar: "Siz bu iş için bir ücret istiyor musunuz?" Onlar, "Hayır" derler. "Biz sadece Allah rızası istiyoruz." Habib Neccar tekrar halka dönerek: "Uyun bu elçilere. Bakın sizden bir şey istemiyorlar. Onlar gerçekten hidayet ehlidirler" der. Halk, Habib Neccar'a hayret ederek. "Aaa, sen de mi döndün? Sen de mi onların tanrılarına ibadet ediyorsun?" "Bana ne oluyor ki, beni yaradan Rabbime ibadet etmeyeyim? O öyle Rabb ki hepiniz ona döneceksiniz." Bırak o tanrıyı, dediler. "Hiç ben ondan başka tanrı yar edinir miyim? Eğer Allah bana bir musibet, bir kader tayin etmiş olsa sizin tanrılarınız beni kurtaramaz." Habib Neccar gerçekten iman eden biriydi. Korku uğruna Allah'tan vazgeçecek kadar iradesiz değildi. Tam Allah'ın sevdiği imandan taşıyordu. "Ben dönersen hiç şüphe yok ki, apaçık bir sapıklık içindeyim demektir. Ben Rabbimden dönmem" dedi. Onlar baskı yaptıkça, "Hey haberiniz olsun ki iman ettim. Siz de ediniz." Karşısında bir şehir halkı olduğu halde hepsine meydan okuyor, "İnandım"diyordu. Bütün yalvarmalara rağmen hançeri soktular, Habib Neccar'a. Ölüme giden Habib Neccar'ın gözünden perde alındı ve "Cennete gir" denildi. Gözünden perde kalkınca gideceği yeri gören Habib Neccar, gördüğü dünyanın güzelliğine hayran kalarak, dedi: "Ne olaydı da şu gördüklerimi, şu bana verileni, kavmim bilseydi. Rabb'imin beni bağışladığını (cennet), ikram edilenlerden kıldığını ah kavmim bir bilseydi." (288) Son anda dahi başkalarının imanını düşünüyordu.
(288) Yasin Suresi, Sayfa 2.
371