ÖNCELİKLE,
Allah'IN HATA YAPMAYACAĞINDAN
EMİN OLUNMALIDIR
SORU: Allah, bu dünyada kullarının emirlerine uyup uymayacağını bildiği halde,
imtihana ne lüzum görüyor da kullarını bu dünyaya gönderiyor?
CEVAP: Bu soruya önce şöyle cevap verelim: Bu kâinatın sahibi Allah'tır (c.c). Mal,
mülk herşey onundur. Öyle ise mülkünde istediği gibi hareket edebilir, kimse O'na
hesap soramaz. Mülkünde istediği gibi hareket edebileceğine göre, kullarını ister
imtihana tabî tutar, isterse tutmaz. İsterse, insanları değil de hayvanları, dağları, taşları
imtihana tâbi tutabilirdi. Nitekim, Allah (c.c) insanları imtihana tâbi tutmuş. Bunun
için de kimse Allah'a (c.c) hesap soramaz.
Gelelim diğer bir şekline: Evet, Allahu Teala, kullarının en ince teferruatına kadar ne
yapacaklarını biliyor. Bununla beraber: "Cinleri ve insanları ancak bana ibadet
etsinler diye yarattım", "Muhakkak ki Allah (c.c), ölümü ve hayatı (yaşamayı)
hanginiz daha iyi amel edeceksiniz, diye imtihan için yarattı" (215) buyurmak
suretiyle kullarını bu dünyaya imtihan için göndermiştir. Bu dünyaya yüklemiş
olduğu vazifeleri tatbik ederek (yaşayarak), manen yükselmemiz için,
kabiliyetlerimizin ortaya çıkması
230
için göndermiş. Rabbimiz bizi yaratırken tıpkı madenler gibi yaratmış. Bakır madeni, kömür madeni, demir madeni, altın madeni, gümüş madeni gibi... Kulların, kulluk vazifelerinin meydana çıkması için yapmış Allahu Tealâ bunları. Nasıl ki bir sanatkârın mimarî işleri, sanatkarlığı güzel süslemeleriyle belli olur. Ve bu yapmış olduğu güzel sanat eserlerini sergilemeyi arzu eder, tıpkı bunun gibi Allahu Tealâ'nın da bir çok isimleri (Rahman, affedici, hidayet verici, bol rızık verici, günahları örtücü, çok sabredici gibi) ve bunların tecellisi (yani Allah'ın sıfatlarının bazısının bazı kullarında olması), sanatları vardır. İşte bu çeşit çeşit sanatlarını bütün yaratıklarını bakılacak bir yerde arzetmek için, bu teşhir (gösterme) yerini açarak gizli güzelliklerini açığa vuruyor. Rabbimiz bizi imtihan etmek için gönderdiğinden, bizler Onun emirlerini yerine getire getire merhaleler katederek, saf tertemiz insanlar haline geliyoruz ve böylece de cennete ehil, lâyık hale geliyoruz. Madenin demir, madenin gümüş, madenin altın olduğu gibi. Evet, İslâmiyet, bu madeni ele alır, yoğurur, olgunlaştım, som hale getirir. Yani İslâmiyet, insanı ele alır, onu yoğurur, olgunlaştırır, tam mükemmel olgun bir insan şekline sokar. Allahu Teala (c.c), ne yolla mükemmel bir insan şekline sokar. Allahu Tealâ (c.c), ne yolla mükemmel bir insan haline geleceğimizi biliyor da bizi imtihana tâbi tutuyor. Yoksa, -haşa- bilmediği şeyi bizden öğrenmek için değil. Bu arada bir de, bizi bizimle imtihan ediyor. Bizlerin, Allah'ın emirlerini yerine getirip getirmediklerimiz kaydedeliyor. İşte biz, bunlarla kendi kendimizi imtihan edip, Allahu Teala'nın huzuruna kendi durumumuzla (ameli
(215)Tebareke:2 231 mizle) çıkacağız. Allah (c.c), bizim durumumuzu -haşa-öğrenmek için imtihan etmiyor, bilakis bizi, bize gösteriyor ve bizi bize göstermek için imtihan ediyor. Şayet, Allahu Tealâ, bizim durumlarımızı bildiğinden, bizi dünyaya getirmeden cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme atsa idi, o zaman cehennemlikler: 'Ya Rabbi, bizi niçin cehenneme attın da, onları cennete koydun" diye itiraz edeceklerdi. İşte Allahu Tealâ kullarının ahirette itiraz etmemeleri için bu dünyaya getirdi ki, herkes bu dünyada amelini yapsın. Yoksa, Allahu Tealâ'nın bilmediğinden değildir. Allah'ın onu bilmesi demek, onu Allah yönlendiriyor demek değildir.
232
ONUN ALEMİ SIRLARLA DOLUDUR!
SORU: Allah, kâinatı yaratmaya neden lüzum gördü ve neden daha önce yaratmadı
da sonradan yarattı ?
CEVAP: Bu soruyu soran kimse Allah'ı inkar eden beyinsizlerden ise, ona vereceğimiz ilk cevap: Sen Allah'ın varlığına inan ki, bu soruyu sormaya hak kazanasın. Yoksa, Allah kainatı ister yaratır, ister yaratmaz. İster önce yaratır, isterse sonra yaratır. Seni ne ilgilendirir? Sen önce Allah'a inan ki, bu soruyu sorabilesin. Kâinatın sahibi O olduğuna göre, yani mal-mülk O'nun. Malını istediği gibi, istediği zaman harcayabilir. Kimse O'na hesap soramaz. Şunu kesinlikle unutmamak lazım ki, bizim aklımız herşeyi alamaz. Çünkü, aklımız sınırlı yaratılmıştır. Daha şu kainatın içindekileri anlamayan aklımız, nasıl olur da şu kâinatı yaratan Allah'ın işlerini, sırlarını anlayabilecek? Elbette anlayamaz. Bu kainatın yaratılışından şikayetçi olan kim? Bu muazzam, güzel kâinatı sevmeyen mi var? Evet, bir kısım sıkıcı hadiseler karşısında, muvakkat karar sayılan dünyaya gelişe bir pişmanlık izhar edenler, hatta hayatlarına kıyanlar vardır. Fakat bunlar çok azınlıktadırlar. Yoksa
233
herkes "var" olduğuna, insan olarak yaratıldığına pişman olmak şöyle dursun,
sevinmektedir, Hele bir de ahirete inanıyorsa ve ahirete götürecek azığını (amelini)
yapıyorsa, ondan bahtiyar, ondan mutlu kimse yoktur bu dünyada.
"Niçin daha önce yaratmadı da, sonra yarattı?" meselesine gelince: Evvela; "daha
önce" ne demek? Şu kadar zamanda, şu kadar senede, neden daha fazla değil, demek
istiyorsak, zaman kaydına giren sonsuzluğun "evvel"lerine dahi aynı sual sorulacaktır.
Niye bir trilyon sene evvel yarattı da, yüz trilyon sene evvel yaratmadı? İtirazı veya
suali kesecek makul bir sebep göstermek mümkün değildir. Şayet, "niye daha evvel
yaratmadı" sözüyle ezeliyeti, yani zaman kaydı altına girmemeyi kasdediyorsak,
ezeliyet sadece Allah'a aittir. Başka hiçbir şeyde ezeliyet bulunmaz.
Bizler, şu kısacık aklımızla, sonradan meydana gelmiş cesetler ve ruhlar hakkında
birşeyler söylesek bile, bizim için gayb sayılan (bilinmeyen) hususlar hakkında söz
söylemek, en hafif manasıyla kendini bilmemezliktir.
234
ÖMÜRLER NEFES SAYISI İLEDİR SORU: İnsanın ne zaman ve nasıl öleceği önceden belirlendiğine göre, onu öldürenin suçu nedir?
CEVAP: İnsanın bir hürriyet ve iradesi, yani iyiyi ve kötüyü seçme kabiliyeti vardır. Allah'ın vermiş olduğu hürriyet ve irade sebebiyle, yapmış olduğu iyilik de kötülük de ona aittir. Mesela, Allahu Tealâ iklimlerin değişmesi gibi çok büyük bir hadiseyi, bizim nefes alıp vermemize bağlamış olup da, dese ki: "Eğer dakikada şu miktarın üstünde nefes alıp verirseniz, bulunduğunuz yerin coğrafî durumunu değiştiririm." Bizler, nefes alıp vermemizle iklimlerin değişmesi arasında bir münasebet görmediğimiz için, yasak edilen şeyi işlesek, Allah da söylediği gibi iklimleri değiştirse, takatimizin çok fevkinde olan bu işe, biz sebebiyet verdiğimiz için, suçlu da biz oluruz... İşte bunun gibi herkes elindeki cüz'i irade ve seçmesiyle, sebebiyet verdiği şeylerin neticelerinden ötürü ya suçlu sayılıp cezasını görür veya suçsuz sayılır mükâfatını görür. Bunun gibi, ölüme sebebiyet veren de suçlu olur. Allah affetmezse cezasını görür. (216)
(216) Asrın Getirdiği Tereddütler - M. F. Dahhak.
235
Allah'ın ilmine göre, bütün varlık ve varlık ötesi herşey sebep ve neticeleriyle içice yanyanadır. Kimin, hangi istikamette, nasıl bir temayülü olacak ve kim, adi bir şart ve sebepten ibaret olan iradesini, hangi yönde kullanacak. Bütün bunları önceden bildiği için, Allah o sebeplere göre meydana gelecek neticeleri, takdir ve tespit etmeyi insanın iradesine bağlamamakta ve zorlamamaktadır. Aksine, onun meyilleri hesaba katılarak hakkında takdirler yapıldığı için, iradesi kabul edilmekte ve destek görmektedir. Nitekim, bir büyük zat, hizmetçilerine: "Sizler öksürüğünüzü tuttuğunuz zaman çok güzel hediyeler elde edeceksiniz, sebepsiz öksürdüğünüz takdirde ise, hediyeleri kaybetmekle beraber, bir de azarlanacakınız" dese, onların iradelerini kabul etmiş ve desteklemiş olur. Aynen öyle de, yüce Rabbimiz, kullarından herbirine: "Sen, şu istikamette bir eğilim göstereceksin, ben de senin eğilim gösterdiğin o şeyi yaratacağım. Ve işte senin o temayülüne göre de, şimdiden onu (belirlemiş) bulunuyorum" diyor, adeta? Böylece ferman etse, onun iradesine ehemmiyet atfetmiş ve kıymetlendirmiş olur. Binaenaleyh, (ilk belirlemede) iradeyi bağlama olmadığı gibi, kişinin rızasının tersine (hilafına) herhangi bir işe zorlama da yoktur. Ayrıca kader ve (ilk belirleme), Allah'ın
(c.c) ilmî programlarından ibarettir. Yani, kimlerin hangi istikamette eğilimleri olacak, bunu O'nun bilmesi ve kendinin yapıp yaratacağı şeylerle bir plan ve program haline, getirmesi demektir. Bilmek ise, hariçte (sonradan, dışarıda) olacak şeylerin, öyle veya böyle olmasını gerektirmez. Hariçte olup biten şeylerin şöyle veya böyle olmasını, insanın temayüllerine göre, yaratıcının kudret ve iradesi icat eder. Bu itibarla, varolup meydana gelen şeyler, öyle bilindikleri için varolmuş değillerdir. Bilakis, varoldukları şekillerle bilinmektedirler ki, ilk takdir ve tayin de işte
236
budur. Yani, bir hadise nasıl olacaksa öyle biliniyor, yoksa öyle bilindiği için meydana gelmiyor. Hasılı: Allah, olmuş olacak herşeyi, geniş ilmiyle en ince teferruatına kadar bilir. Kimlerin iyi işler yapmaya niyet edeceklerini ve kimlerin kötü şeylere teşebbüste bulunacaklarını ve bu teşebbüs ve niyetlerine göre neler yaratacağını (belirlemiş) ve takdir etmiştir. Zamanı gelince de, mükellefin eğilim ve niyetlerine göre, takdir buyurduğu şeyleri, dilediği gibi yaratacaktır. (217) Gelelim sorunun cevabına: Allahu Tealâ, dünya kurulmadan önce ve dünya kurulduktan kıyamet kopuncaya kadar olmuş olacak herşeyi biliyor muydu? Elbette biliyordu ve bilir de. Zaten, bilmese idi Allah olmazdı. Kullarını yarattığında da, onlara iyi ve kötüyü yapabilecek bir irade verdi. Ve aynı zamanda kullarına: "Şu yol kötüdür, sakın o yola gitmeyin. Şu yol iyidir, bu yola gidin" diye de buyurdu... "Haksız yere adam öldürmeyin" diye de buyurdu. Şimdi, Allahu Tealâ, dünya kurulmadan önce, dünya kurulacak ve benim falanca kulum, falan kulumu, falanca senenin şu gün ve şu saatinde öldürecek diye biliyor muydu? Elbette biliyordu, bilemezse zaten Allah olmazdı ki. İşte, Allah, dünya kurulmadan önce, falanca kulunun falanca kulunu öldüreceğini bildiği için yazdı ve o gün o sene geldi, o kulu da onu öldürdü. Yani, Allah yazdı da ondan öldürdü değil. Allah onun öldüreceğini bildiği için yazdı. Yoksa, böyle olmadan Allah kulunu cezalandırırsa, Allah -hâşâadaletsiz olmuş olurdu. Halbuki, Allah, adaletlilerin en hayırlısıdır.
(216) Asrın Getirdiği Tereddütler - M. F. Dahhak.
237
SORU: Kur'an olmuş ve olacak herşeyden bahseder, diyorlar. Bu doğru mudur? Doğru ise, günümüzdeki bir kısım fen ve teknik meseleleri de içine alır mı?
CEVAP: Kur'an-ı Kerim'in yüce Rabbimizin insanoğlunun öğrenmesine müsaade ettiği ve onun maddî ve manevî yönden ilerlemesine vesile kıldığı herşeyden öz olarak bahsetmesi doğrudur. Ancak, Allahu Teâla'nın müsaade etmediği ve insanın da dünya ve ahiret hayatına bir faidesi dokunmayan şeylerden söz etmesi, bu şeylerden geniş geniş tafsilatıyla bahsetmesi asla sözkonusu olamaz. Zira, bu hikmet dolu kitaba abes isnad etmek olur ki, o mukaddes kitap her türlü faidesizlik ve abesiyetlerden (boş şeylerden) çok uzaktır. Bir kere, Kur'an-ı Kerim'in en birinci hedefi, bu kainat meşherindeki (sergileme, gösterme yerindeki) kelime, satır, paragraf ve kitaplarla mahşer sahibini tanıttırmak; yani bu kâinatın sahibi olan Allah'ı tanıttırmak. İman ve ibadet yolunu açmak, Allah'a iman ve ibadet etmeyi öğretmek. Ferdî ve içtimaî hayatı düzenlemek. Yani, ekonomiyi, sosyal hayatı düzenlemek ve böylece, dünya saadetinin ahirette dahi devam edecek bir yolunu açmaktır. Bu
238
itibarla, Kur'an, yüce hedef olan Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmek, dünya ve ahiret saadetini kazanma yoluna dair her şeyden bahseder. Ele aldığı şeyleri o istikamette vesile olarak kullanır ve ehemmiyetine göre söz eder. İnsandan, onun ehemmiyeti kadar, yıldızlardan, derecelerine göre, elektrikten, kıymeti nisbetinde bahseder. Böyle olmayıp da, sadece yirminci asrın tâbi olduğu bir kısım medeniyet harikalarından bahsetseydi, pek çok şeyin bahis mevzuu edilme hakkı yok olacak ve bir kısım sabit hakikatler, gelecek keşifler ve bilhassa insan, ihmale uğrayacaktı. Bu ise, Kur'an'ın ruh ve asıl maksadına büsbütün zıt bir durumdur. Evet, bazılarımız, "Kur'an-ı Kerim, keşiflerden, yani uçaktan, televizyondan, elektrikten açıkça bahsetseydi, herkes, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kitabı olduğunu anlar ve iman ederdi" diyor. Halbuki, Allah istese herkesi Müslüman yaratır, şeytana fırsat vermez, böylece de bütün insanları cennete koyardı. Ama o zaman, dünya imtihan yeri olmaktan çıkardı. İyilerle kötüler ayrılmaz, herkes iyi olacağından, insanlar melekleşirdi. Oysa Allah, meleklerden sonra insanı yarattı ve kendisine bazı vazifeler verdi. Dünya hayatında, kısmen serbest bıraktı. Bu, imtihan sırrıdır ki, iyi insanı meleklerin üstüne çıkarır. Şöyle düşünebiliriz: Bir öğretmen çalışanı da, çalışmayanı da sınıf geçirirse, öğrenciler imtihanlara hazırlanır mıydı? Hazırlanmayacağı için de, hiçbir şey öğrenemezdi. Bu sebeple Allah (c.c), bazı şeyleri açıkça bildirmedi. İnsanlara, peygamberler vasıtasıyla indirdiği kitaplarla, yol göstermekle yetindi. İnsanların çalışmasını emretti. İnsanlar, çalışıp buluşlar yaptılar, keşiflerde bulundular, ilerlediler. Ayrıca, Kur'an-ı Kerim, bütün fenlerden açıkça bah239 setseydi, hem binlerce sahifelik ciltlere sığmaz, okunma şansını kaybeder, hem de eski insanlar bundan birşey anlayamazlardı. Düşünelim ki, Kur'an-ı Kerim nazil olduğu (Allah tarafından, Cebrail vasıtasıyla Peygamberimize indirildiği) yıllarda Araplar bedevi idi. Çoğunlukla çöllerde yaşıyorlardı. Hayvanlardan en çok deveyi, bitkilerden de hurmayı tanıyorladı. Kur'anı Kerim o zamanın insanlarına bun lardan misaller verdi. Böylece daha iyi anlaşılmasını sağladı. O devirde uçaklardan, televizyondan, elektrikten ve benzeri icatlardan açık seçik bahsetseydi, devrin insanlarının akılları almayacaktı. Zaten inkâr için fırsat kollayanlar: "Böyle şey olmaz" diyeceklerdi. "İnsan bir alete binip uçamaz, denizlerin altında gezemez, çok uzakta konuşan birinin sesini duyamaz, resmini göremez, (radyo, televizyon)" deyip, inkâra sapacaklardı. Elbette, Kur'an-ı Kerim, bir fen kitabı değildir. Ama her türlü fene işaretler vardır. Ne zaman ne olacağını bilen Cenab-ı Allah (c.c), kitabını her asrın insanının istifade edebileceği şekilde indirmiştir. Keşifler yapıldıkça, Kur'an-ı Kerimin Allah kelâmı olduğu daha iyi anlaşılmakta, hemen hemen bütün icat ve keşiflere- işaretler bulunduğu, insaflı ilim adamlarınca (yerli ve yabancı) tasdik edilmektedir. Meselâ, meşhur deniz araştırmacısı Fransız Kaptan Kusto, niçin Müslüman olduğunu şöyle anlatıyor: "Akdeniz'in kendisine has sıcaklığı, tuzluluğu ve yoğunluğu var. Akdeniz, Cebelitarık Boğazı'nda, Atlas Okyanusu'yla birleşiyor. Ama Atlas Okyanusu'nun tuzluluğu, yoğunluğu, sıcaklığı ayrı. İçlerinde barındırdığı canlı türleri de öyle. Halbuki, milyonlarca yıldır birbirleriyle karışan bu iki deniz, her bakımdan birbirinin aynı olma
240
lıydı. Araştırmalarımda, bunun böyle olmadığını gördüm. İki denizi sanki gizli bir perde ayırıyordu. Bu gizli perde, iki denizin karışmasını önlüyordu. Bu olayı başka denizlerde de gördüm." Kendisine, bunun böyle olduğunun Kur'an-ı Kerim'de 1400 yıl önce belirtildiği söylendi ve ayetler gösterildi. Konuyla ilgili iki ayet, mealen şöyledir: "Allah, birbirine kavuşmak üzere iki denizi salıvermiştir. Ama yine de, onlar aralarındaki engeli aşıp birbirlerine karışmazlar." (218) "O Allah'tır ki, iki denizi birbi-rene katıp salar da, biri tatlı ve susuzluğu gidericidir, diğeri tuzlu ve acıdır. Çünkü, aralarında onları karıştırmayan bir perde vardır. "(219) Meşhur deniz bilgini ve araştırmacısı Kusto, bu deliller karşısında âdeta büyülenmiştir, "Modern ilmin 14 asır geriden takip ettiği Kur'an-ı Kerim, ben de şahitlik ederim ki, Allah'ın kelamıdır" diyerek, Müslüman olmuştur. Kur'an-ı Kerim, bütün ilim ve fenlen açıkça izah etseydi, insanlar tembelleşirdi. Bu, imtihanda soru soran öğretmenin, sorunun cevabını da vermesi gibi bir şey olurdu. Evet, Kur'an-ı Kerim, bütün ilimlerin anahtarını vermiştir. Peygamberlere, Allah'ınihsan ettiği mucizeler, ilme yol göstermiş, keşif ve buluşlara ışık tutmuştur. Öte tarafını, insanların çalışmasına, gayretine bırakmakla en iyisini yapmıştır.
(218) Furkan: 53.
(219) Rahman: 19-20. 241 EN GÜNAHKARKEN KÖTÜ İNSANIN BİLE NİYETİ KÖTÜ DEĞİLDİR SORU: Niyet insanı kurtarabilir mi? CEVAP: İş, amel ve iyi yönde yapacağı işlere doğru götüren kararlılık niyeti, insanı kurtarabilir. Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur demektir. Niyet sayesinde insan, nereye yöneldiğini, ne istediğini bilir ve yine onun sayesinde bir bulma ve elde etme şuuruna ulaşır. İnsanın yapmış olduğu bütün iyi ve kötü işlerinin esası niyet olduğu gibi, eğilimlere göre, benim deyip sahip çıkacağı işlerin vesilesi de yine niyettir. Hatta, kainatta ve insanın nefsinde herşey, hem başlangıç itibariyle, hem de devam itibariyle niyete bağlıdır. Niyete dayandırmadan, ne bir şeye varlık kazandırabilmek, ne de daha sonra onu devam ettirebilmek mümkün değildir. Her yapılacak iyi ve kötü iş, evvela zihinde tasarlanır. İkinci bir düşünme ile planlaştırılır ve daha sonra da azim ve kararlılıkla meydana getirilir. Bu ilk düşünme ve plan olmadan, herhangi bir işe başlamak neticesiz olacağı gibi, irade ve azim görmeyen her tasarı ve plan da neticesiz kalacaktır.