Gençliğin imanını sorularla çaldılar

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #20 : 28 Ekim 2009, 17:38:21 »
Sebepsiz veya küçük vesile ile zevcesini boşamak hayvanlığında 140 bulunanlar talak olmasa da, zevcelerini ve ailelerini başka tarzda terk edeceklerdir. Ayrılmanın çeşitli nevilerine, Avrupa hayatında eşlerden biri veya her ikisi hakkında çekilmez bir ızdırap olduğu halde talaka sarılmak, mahdut hayat-ı beşer namına en büyük bir hamakattır. Talak, güç olduğu içindir ki, Avrupalılar meşru ve pek zorlukla, pek geç gidiyor. İsviçreli alim Farel, bana demişti ki; "Müslümanlıkta iki şey pek hoşuma gidiyor: Alkol yasağı ile talak." Biz, medenileşeceğiz diye ilk adımda bu iki büyük içtimaî faziletimize saldırıyoruz. Genç veya genç evlenmek meselelerinde de fazla telaş görüyoruz. Sıcak memleketlerde tenasül hayatının pek erken başlaması bu hukukî imkanı gerektirmiştir. Gerçi şimdiki memleketimizde bu kadar erken inkişaf eden tenasül hissi, umumî değildir. Fakat, bu da bir müsaade ve müsamahadan ibarettir. Yoksa cebir değildir. Avrupa'nın bazı şehirlerinde, 12 yaşlarında mektep kızlarının bekaretlerini kaybettikleri duyulur. Tabi ki failler, kendi akranı erkeklerdir. Bu vakitsiz açılan çiçeklerin izdivaç tasavvuru hiç olmazsa bir engel teşkil eder. Yahut böyle erken ve zaruri izdivaç bir çok gençlerin fuhuşa sürüklenmesine mani olur. Bu gibi meselelerde, terbiye ve tıpla müşavere en iyi kanundur. Bir tabib, 15 yaşında bir izdivaca bazı şartlar altında müsaade eder de diğer taraftan 30 yaşındakinin şiddetle evlenmesini men eder. Halbuki bu 'şekil memnuniyeti, kanun ve örf tesbite muktedir değildir. Hülasa, taaddüd-i zevcat, talak ve erken evlenmeler mecburiyet değildir. Şer'î ve kanunî bir müsaade şeklinde kaldıkça, fuhuşun genişlemesine mani olacak içtimaî kaidelerdir. Fuhuş ise, ne kadar cazip ve medenî şekilde 141
olursa olsun içtimaî hastalıkların en büyüğüdür. (152) Metrese evet, ikinci evliliğe hayır diyenler biliniz ki, kadını düşündüğü için itiraz etmiyorlar. İslâm'a inat için itiraz ediyorlar.YİNE TAADDÜD-İ ZEVCAT Mazhar Osman Geçen nüshamızın bir köşesine sığınan taaddüd-i zevcat bahsi matbaatta büyük gürültüye sebep oldu. Ancak birkaç yüz okuyucu için "Sıhhî Sahifeler"de neşredilen bu ilmî makale, tevhid-i efkarat tarafından iktibas edilmiştir. Bu sayede on bine yakın okuyucumuzun tenkitkâr ve taktirkâr nazarlarına maruz kaldı. Mevzu herkesi alâkadar etti. İstiklâl mahkemesinden sonra sermaye bulamayan gazeteciler için, bu bahsin beklenmedik bir ni, met olduğunu söylemeye lüzum var mı? Her gazete bu işe karıştı, kimi anketler açtı, kimi meşhur hekimlerle, hocalarla erkeklerle, kadınlarla konuşma yaptı, öyle mevzu ki, tıpkı siyaset gibi... Aklı eren de, ermeyen de bu işin bir mütehassısı selahiyeti ile görüşler beyan etti. Mevzu gayet naziktir. Doktor olduğum için kadınları incitmemek ve bilhassa, kadınlardan ziyade kadın haklan müdafii görünen gençleri gücendirmemek istiyordum. Hele taarruzkâr tenkitlere fırsat vermemek emeliyle fikrimi pek açık ifade ve mutedil bir üslûpla yazmıştım. Sekiz sene evvel, "Sıhhî Hitabeler" adlı eserimde aynı mütalaaları kısaca ve kapalı yazdığım halde bile, serzenişten kurtulamamıştım. İki-üç sene evvel, günlük gazetelerde yine taaddüd-i zevcata dair yapılan münakaşalara karışmaya mesleğimin nezaketi müsaade etmemişti. Fakat bu defa
(152) İslâm'da Kadın - Bekir Topaloğlu. 142 bu makaleyi yazdıran mühim bir sebep vardı: Hukuk-î aile kanunu yapılıyordu. Yenilik taraftarları, ilk adımda hayati bir meselede büyük bir gaflet gösteriyorlardı. Karşımda geniş bir hüsnü niyetle, fakat vukufsuzlukla atılmak istenilen hatalı bir adım vardı. Bu yanlış, hem memleket için zararlı idi, hem de yenilik için çalışanlar daha başlangıçta manevî nüfuzumuzu azaltacaktı. İlim ve ihtisasım, bu vaziyet karşısında sükûtuma müsaade etmedi. Ne siyaset, ne edebiyat... Mesleğimden başka bir şeyle uğraşmayı mesleksizlik sayanlardanım. Bu güne kadar, ne görenek, ne örnek meslek, harici şeylere beni çekmedi. Hatta Yeşilay ile meşguliyetim de sırf ihtisasıma ait olduğu içindir. Her yerde ruh hastalıkları mütehassısları, bu tereddiye âmilen düşman olanların başına geçer. Tenasül meseleleri ve taaddüd-i zevcat meselesi de mütehassısı bulunduğum tababet-i ruhiyenin bir sahifesidir. Tabi bu hususta senelerden beri birikmiş bilgilerim, görgülerim ve mekanî aletlerim vardı. Muarızlarımın sanat ve ihtisasıma ait itimatları kadar bu bahisdeki malûmatıma da hürmet edeceklerini ümit ederdim. Maalesef bu ciheti az çok takdir edemeyenler oldu. Ne gariptir, makalemi, garaibperest, içtimaî irticaî eksantriktik, mantıksızlık hatta selahiyetsizlik telakki edenler, ilme ve ihtisasa hürmetin lüzumunu bilenlerdir. Adetâ bu bahis için yazdıklarımı siyasî dedikodulara karışma nevinden saymışlardı. Öyle olmasaydı bu kadar haksızca, sırf hissiyata kapılarak ve bilgiye istinad etmeyerek hüküm vermekte acele etmezlerdi. Bazı muhterem meslektaşlar, bu bahse dair ömründe bir kitap okumamış, belki düşünmeye lüzum görmemiş olsalar bile tıp, onlara hakikati gösterecekti. Meslek nezaketiyle tıbbî kanaatlerine aykırı mütalaalarda bulunmaları, bu bahiste fikirden ziyade hisse kapıldıklarına alâmettir. Münazaralarda fi143 kir adamına yakışır tarzda nezaket gösterenlere teşekkür ederim. Bana yukarıda saydığım sıfatları nisbet edenlere de bir akıl hastalıkları mütehassısı olarak manidar bir tebessümü kâfi görürüm. Yine aynı mevzua döneceğim. İlmî yönden istenen izahlara aklımın yettiği ve öğrenebildiğim kadar cevap vermek borcumdur. Bu münakaşaların günlük gazete sütunlarında olmamasını temenni ederim. "Sıhhi Sahifeler" fikrimize muhalif tenkitleri de iftiharla sütunlarına alır. Elverir, ki münazara âdabına muvafık olsun. Taaddüd-i zevcat hakkında yazdıklarım, yeni neslin kanaatine bütün bütün zıttı. Halbuki, gençlere bu kanaati veren asrın sürekli tenkiti idi. Garbın her şeyi kemal sayıldığı için aksini düşünmek, medeniyete küfür telakki olunuyor. Onun için bir fen adamının, taaddüd-i zevcatın, güya Avrupalılara bizi maskara eden içtimaî bir kusurun lehine yazı yazacağı kimsenin hatırına gelmiyordu. Böyle bir tezat karşısında
pek haklı olarak bir.kısım okuyucum müteessir oldu. Yine aynı zihniyet bir çok mütefekkire de bir sürpriz zevki verdi. Okuyucular biliyorlardı ki, tababet-i ruhiye mütehassısı bir sofu değildi. Avama yarayacak bir mürai de değildi. Ruh ilmiyle, ruh hastalıklarını teşhis ve tedavi ile ömrünü geçiren hür fikirli, müstakil yaşayan bir hekimdi. Daha menfaatperestlikle hareket etseydim, düşündüklerimi böylece dürüstçe söyleyemezdim, kadın okuyucularımın, asrî düşünceli gençlerin arzularına yaklaşmaya çalışırdım. Binaenaleyh, makalemin hiç bir meziyeti olmasa bile, samimiliği şayan-ı tereddüt değildi. Ben taaddüd-i zevcata taraftar değildim. Tek zevceliği bir mefkure addettiğimi, hayatta bir zevcle, bir zevcenin başbaşa yaşamasını şayan-ı temenni bulduğumu yazmıştım. Maamafih taaddüt-i zevcata ilişilmemesini, içtimaî 144 faziletlerini ve hayatta çok defa vazgeçilemeyen bir çare olduğunu ilave etmiştim. Bu kadar mutedil ve makûl bir temenniye tahammül edemeyenler, bu defa nakledeceğim taaddüd-i zevcat taraflarının mütaâlalan karşısında bilmem ne yapacaklardır? Taaddüd-i zevcat lehine düşünen dünya yüzünde yalnız ben olsaydım, şüphesiz bu kadar cesûrâne öne atılamazdım. Nitekim, makalemin yayınlanmasından sonra kendimi müdafaa için bazı kitapları karıştırdım. O kadar büyük adamları fikir arkadaşı buldum ki, ne eksantriklikle, ne irtica ile mahkûm olmaktan korkmaksızın ikinci bir makale neşr ediyordum. Biz burada taaddüd-i zevcat, talak ve gençlerin evlenme yaşı meselelerinde dinden mülhem konumuzu yenilik namına baltalamak isterken, Avrupa'da bir mütefekkir zümresi, içtimaî seviyeleri fevkalade yüksek bir çok âlim ve sosyolog, taaddüd-i zevcat lehine propagandalarda bulunuyor. Resmî makamlara müracaatla konunun bir an evvel ıslah ve tadilini istiyor. Mesela, Anquetil: "Ta'dil için tereddüt edilecek bir nokta yoktur. Geçen her saat içtimaî bir cürümdür." diye haykırıyor. Bu adamların fikirleri, 1923 senedir monogam olan memlekette hiç hayret uyandırmıyor. Poligaminin nüfûs çoğalmasına yaradığını söylemeye lüzum görmem, demiştim. Muarızlarımın çoğu bermutad aksini iddia ediyor ve pek malum olan misalleri sayıyor. Avrupa, monogam olduğu halde nüfus çok, biz poligam olduğumuz halde azmışız. Vakıa nüfus artmasında hıfz-ı sıhha, iktisat, uzun bir sulh gibi büyük ve pek mühim amiller daha vardır. Fakat poligaminin tesirini inkâr etmekte doğru olmaz. Avrupa nüfusunun artmasında taaddüd-i zevcatın rolü pek ziyade olmuştur. Vakıa Avrupa'da taaddüd-i zevcat memnudur. Herkesin resmen bir karısı 145 vardır. Fakat gayri meşru zevceler ve metres hayatı, nüfusu dehşetli şekilde kabartmaktadır. Napolyon'un bir meydan muharebesini müteakip ölüleri seyrederken söylediği gibi; "Bütün bu zaiyâtı bir karnaval gecesi ile telafi ederiz." Ana ismini taşıyanlar, o memleketin sayı bakımından nüfusunu kabartmakla kalmaz, garp irfanının pek büyük hizmetçilerini deyetiştirir. Bizde ise, taaddüd-i zevcat sözde vardır. Örf ve âdet, hayat pahalılığı bu müsadeyi kendiliğinden kaldırmış, pek mahdut zevata hasretmiştir. Yoksa, taaddüd-i zevcat, nüfusun emniyet ve keyfiyet bakımından artmasına en müessir bir çaredir. Hele Anadolu gibi harp ve ihtilallerle 18 yaşında askere alıp, kırk beşinde malûl ve çaresiz bir şekilde onda birini memleketlerine iade ettiğimiz bir kıt'ada taaddüd-i zevcata müsaade etmemeli, âdeta teşvik etmelidir. Doktor arkadaşlarımdan işitmişimdir ki, çok defa bir köyde cenazeyi defn edecek erkek bulamadıkları için, birkaç gün beklettikten sonra çok naçar kadınlar defnetmişlerdir. Şehirlerde, taaddüd-i zevcata iktisat müsade etmiyorsa, köylerde fazla çalışan kaç ailenin refah ve saadetini temin eder. Oralarda taaddüd-i zevcat iktisâden mecburidir. Her köyde, yedi-sekiz kadına bir erkek düştüğünü, kız-erkek doğumu müsavi olsa da, erkekler harcandığı için kızların fazla kaldığını Anadolu'yu bilenlerin hepsi söylüyor. Anadolu'da kız bulamayan hiç erkek yokmuş, fakat erkek bulamayan bekar kızlar günden güne çoğalıyormuş, bu kızlar
ne olacak? Meşhur edip Victor Marqveritte, umumî harpten sonra Fransa'nın uğradığı nüfus kıtlığına parlamentonun nazar-ı dikkatini celbederken diyor ki: "Onsekiz milyon Avrupalı kadın, eşleri öldüğü için tek zevcelik usulünün 146 hodbinliğine kurban olarak bekar hayatının iktisadî ve ahlaki sefaletine mahkûm oluyorlar." Ayandan Gogslero: "Resmî tedkikata göre, bu sene Fransa'da dört hanım kıza muaddil evlenecek bir erkek düşüyor. Binaenaleyh, taaddüd-i zevcatı men eden Fransa ceza kanununun 340. maddesi değiştirilmeli" diyor. Dörtte biriyle evlenince üçüne ne olacak? Biri, bütün manasıyla izdivaç kanunlarının faydalarından nimetlenecek, diğer üçü ahlâk zabıtasının takibatı altında erkeklerin birer gecelik eğlencesi, fuhuşun meşakkatli hizmetine mahkûm olacak. Çocuklardan kimi, anasını papazın duasıyla evlendiği için meşru olacak, babasının mirasına konacak, aile ismi taşıyacak, diğeri piç sayılacak, mirastan, pederin isminden mahrum kalacak, ona göre refah ve terbiye de göremeyecek, hülasa, memleketin başına bela bir serseri yetişecek... Hele bekar hayatının, zührevî hastalıkların genişlemesindeki tesirini kim inkar edebilir? Doktor Ravolt'un dediği gibi, beşerin ölümüne en çok sebep olan kesbî ve irsî hastalıklardır. Bu hastalıklar ise taaddüd-i zevcatla ve erken evlenmekle az yayılır. Victor Gambon: "Revve Comtemporaine" nüshalarının birinde yazıyor ki: "Çeyrek asır sonra 40 milyonluk Fransa'nın 25 milyona ineceği riyazi yollarla anlaşılıyor." Yine fizyoloji âlimi Charles Richet, "Progressifin" de: "Fransa'nın nüfusu günden güne azalıyor. İkiyüz sene sonra tek bir Fransız kalmayacaktır" diye hayıflanıyor. Taaddüd-i zevcatın nüfusun çoğalmasına hizmet edeceğini anlayan bu âlimler, Fransa'nın refah ve kurtuluşu için taaddüd-i zevcatın resmen kabullenmesine çalışıyorlar. Tek Zevceliği, bir kadına hoş görünmek için yalancılık, riyakarlık diye vasıflandırıyorlar.


Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #21 : 28 Ekim 2009, 17:38:50 »
Taaddüd-i zevcat fuhuşun önünü alır mı? Fuhuşun iktisadî, içtimaî ve ruhî birçok amillerin doğurduğu bir 147 âfet olduğunu bilen bir adam, taaddüd-i zevcat sayesinde fuhuş küre-i arzdan kalkar, iddiasında bulunmaz. Hiçbir vakit içtimaî dertlerin, gayri tabiî tenasülün yegâne ilacı taaddüd-i zevcattır, demedik. Belki fuhuşu tahdit eder dedik. Yani iddiamızda ısrar ediyoruz. Pek kolaylıkla iki, üç zevceye sahip olabilen erkek, fuhuştan daha kolay nefsini men eder. Poligam olan Morman mezhebi salikleri arasında fuhuş, diğer mezheplerden olan hemşehrilerine nisbetle pek az olduğunu her müellif yazıyor. Ondan başka her Morman erkeğine yedi çocuk düşüyormuş. İçtimaî hastalıkların en mühimi olan fuhuşu azaltan, çocuk doğumunu çoğaltan böyle bir örf ve âdeti kaldırmak nasıl isabetli olur? Hele, evvelce de tekrar ettiğimiz gibi bu bir kanunî ve dinî meseleden ibaretse, işin içinde cebir yoksa... Bir zevceyle kanaat edemeyecek bünye ve mizaçta, kabiliyette veya mecburiyette olan bir erkeğin, hanesi haricinde ahlâk düşkünü fahişelerle ömür geçireceğine, servetini sefahat yolunda bitireceğine, kötü kadınlarda eksik olmayan zührevî hastalıkları aile ocağına getireceğine, temiz bir kadınla evlenirse servetini meşru ve namuskâr bir aile teşkiline sarfeder. Zevcelerinin her ikisi de fena hastalıklara kurban olmaz. Charles Richet ve Binet Sanglet gibi meşhur doktorlar diyorlar ki: "Taaddüd-i zevcat, nüfusun sayı bakımından olduğu kadar kalite yönünden de kemale ermesine yardımcı olur. İlk zevcenin hastalıklı ve kusurlu olması, ikinci zevcenin daha itinalı seçilmesi, neslin temizlenmesine yardım eder. Hangi zevce daha sağlam ve hastalıktan salim ise onunla neslin üretilmesi temin edilir. Bir erkeğin sulbünde her zaman işe yarayan güçlü, kuvvetli hayvancıklar vardır. Halbuki her kadın, her yumurtlamada aynı olgunlukla yumurtlamaya haiz olmaz. Nitekim bir kadın senelerce gebe kalmazsa, ne yapılırsa yapılsın 148 aşı yapılamaz. Âdeta meni hayvancağı yumurtayı beğenmez. Halbuki aynı erkek o
müddet zarfında olgun yumurtalı bir çok kadınları aşılayabilir. Diğer taraftan kadın için de kâr vardır. Bir rahim ne kadar dinlenirse yumurtaları o derece kemale erer. Binaenaleyh, bir kadının dinlene dinlene gebe kalması doğacak çocuğun kuvvetini temin eder. Diğer taraftan bir kadın ne kadar az cinsî münasebette bulunursa, rahim, o yumurtalık hastalıklarından o kadar salim kalır. Binaenaleyh, ortaklı kadınların gebelik, hayız ve rahatsızlık zamanlarında değil, alâlâde vakitte bile rahimleri dinlenmeye vakit bulur. Poligamların zevcelerinde kadın hastalıkları az olur... Bir kadınla dokuz ay gebelik ve bir sene emzirme müddetinde münasebette bulunmak bir gayeye matuf değildir. Hilkatin erkeği kadına yaklaştırmasından maksadı, çocuk yapmaları içindir. Takriben iki sene zarfında kadın yeni çocuk yapamaz. Belki rahmindekinin sıhhati bozulur. Kendi mevcudiyeti sarsılır. Fakat erkek her zaman çocuk yapabilir. Bu da fizyolojik ciheti... Tababet-i ruhiyyenin büyük üstadı Forel'in dediği gibi, erkekler, yaratılıştan taaddüd-i zevcata meyillidir. Pek sevdiği karısına karşı hissettiği muhabbete zarar vermeksizin, her gördüğü güzel kadını sevmeye, arzu duymaya erkeğin ruhî kabiliyeti vardır. Halbuki soysuz ve hasta ruhlu kadınlar müstesna olmak üzere kadınların çoğu monogamdır. Fuhuş yoluna sapmış kadınların bile hayatta yalnız bir erkek sevdiklerini itiraf ettikleri duyulur. Onun için kürre-i arz üzerinde meşru veya gayri meşru poligami artmaktadır. Halbuki Poliandri (yani kadınları az olduğu için birkaç erkek bir kadınla izdivaçtan ibaret Avustralya'da mahdut bazı kabilelerde görülen usûl) günden güne yok 149 olmaya yüz tutmaktadır. Kuzey Amerika gibi taaddüd-i zevcatın resmen düşmanı olan, iki zevcelileri bile hariçten memleketine sokmayan memleketin sinesinde, yarım asır içinde çok zevceli mormanların adedi milyonları geçmiştir. Bu da psikolojik ciheti... Taaddüd-i zevcatın aleyhinde belli başlı inanılabilir bir sebep vardır. O da, kıskançlık ve yine aynı hissin ortağı olan gurur... Biz, öyle düşünmek istemiyoruz. Bu hisse hürmet ederiz. Fakat kıskançlık nisbî ve alışkanlığa bağlıdır. Bir şarklı, kadının sesini bile başkasının işitmesine tahammül edemez. Bir garplı, zevcesine gözü önünde yapılan şakalaşmalara lakayt kalır. İlk günlerinde kocasını köpeğinden bile kıskanan zevce, yavaş yavaş metreslerine ait tafsilatı işitmeyi pek tabiî bulur. Anadolu'da kadın, kocasına ortak aramak için kapı kapı görücü dolaşır. İstanbullu hanım, kocasının metreslerine servetini yedirmesine göz yumar da, kendisinden daha çirkin, kendisinden daha yaşlı, belki de parası için alınmış bir ortağı olmak ihtimaline bile katlanamaz. Nice eski hanımefendiler bilirim ki, paşalarını hayır ve rahmet ile yadeder ve ortak hayatından şikayet etmezler. Halbuki, bugünün hanımefendileri, kadınlığı ihtilale teşvik eden Feministlerin namütenahi telkinleriyle zehirlenmişlerdir. Evlerinin yegâne hakimesi iken, bedbahtlıklardan, kuzu gibi erkeklerinin gaddarlığından şikayet ederler. Hakikaten, berikiler, ötekilerden çok bedbahttır. Bunu, kadınlığın uyanıklığına atfedersek çok aldanırız. Asrî terbiyemiz kadınları yükseltmemiş, mesut etmemiştir. Belki dejenere etmiş, bir dezanşahte yapmıştır. Bu da, işin içtimaî ciheti... Niçin çok zevkli erkek oluyor da, çok kocalı kadın olmuyor? Bu tabiî fizyolojinin icaplarındandır. Tabiatın iz150 divaçtan maksadı çocuk yapmakdır. Bir kadın, on erkekle münasebette bulunsa ancak birinden gebe kalır, bir erkekse bir çok kadınları hamile bırakır. Müteaddit kocalı kadınlardan dünyaya gelen çocuğun sahibi belli olmaz. Gerçi her erkek, bir horoz gibi zevcelerinin" adeti ile mağrur olmaz. Hatta terbiye kuvvetiyle, cismen ve ruhen tek zevceli kalmış erkekler pek çoktur. Fakat her erkeği de leylek gibi sağlığında bir zevcesine tapan, ölünce onun hatırasıyla münzeviyâne yaşamaya mecbur görmemekliğimiz daha tabiîdir. Talak meselesine biraz itiraz edenler pek az bulunuyor. İzdivaç gibi kumar işine atılıp da talihsiz çıkanların, bütün ızdıraplarıyle bu izdivaç hayatını sürüklemesi büyük bir ahmaklıktır. Balzac'ın dediği gibi, iyi bir ev kurulacağı, ilk geceden belli olur. Geleceğe ümit bağlayarak gençliği geçirmek, hayatını zehirlemek akıl kârı değildir. İzdivaç, iki kişi arasında bir kontratodur. Bu akidden mutazarrır olduğunu anlayan, fesih hakkını kullanabilmelidir. Her akdin feshi, manevî ve maddî tazminat gerektirdiği için, talakda bir tarafın büsbütün bedbahtlığına meydan bırakmamalıdır. Evlenmede yaş tahdidi... İstanbul kulüplerinde düşünenlerin, hissiyat kalantorluğuyle kanun yapmak isteyenlerin dediği olursa, o zaman bu memleketin mezarı kazılmış olur. Erkek 20 yaşından, kız 18 yaşından önce evlenemeyecekmiş... Anadolu, bu erken evlenme sayesinde harplerin, ihtilallerin, Yemenlerin öldürdüğü gençliğin yerini kısmen doldurabildi. Yirmi üç yaşına kadar, iki üç çocuk sahibi olur. İhtiyar valide ve pederine gelini yardımcı bırakır. Gittiği yerde, zevce ve çocuklarının hayatıyla afif yaşar. Askerlikten onüç, ondört sene sonra dönüşünde, boyunca evladı, askerlikte, çürüyen el ve ayakları151 nın işini görecek oğullar etrafını alır. Anadolu'nun nüfusunu azaltmakta, ahlaksızlığın ve fuhuşun önünü almakta, gençlerin şehirliler gibi suistimalde bulunmalarına mani olmakta çok faydası dokunur. (153) 7 — Cahiliye halkının pek keyfî bir şekilde kullandığı "boşanma" âdetini, kadına karşı yapılan bir zulüm, bir haksızlık olmaktan çıkarttı, kayıt ve şartlara bağladı. Kadınlarla güzel geçinmeyi tavsiye etti... "Onlardan hoşlanmıyorsanız sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir." (154) diyerek erkekleri daha mutedil olmaya davet etti. Yine; "Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın" (155) buyurarak erkekleri frenledi. Hz. Peygamber (s.a.v) de, "Evleniniz fakat boşanmayınız. Çünkü Allah, (c.c) zevkine düşkün erkeklerle zevkine düşkün kadınları sevmez" (156) "Allah katında en sevimsiz mübah, boşanmaktır" (157) buyurmak suretiyle boşanmanın, gerektiğinde alınabilecek zehirli bir ilaç gibi kullanılmasını öğütlemiştir. Ayrıca erkeğe verilen boşanma selahiyetinin zevcenin aleyhine kullanılmasını önlemek için, İslâm hukukunda tedbirler alınmış, boşanmayı keyfilikten kurtarmak için ciddi şartlar konmuştur. Bunlardan başka İslâm, ana olarak, evlat olarak, zevce olarak kadının haklarına riayet etmeyi devamlı surette tekrarlamış, onların hukukunu sağlam kaidelerle garanti altına almıştır.
(153) İslâm'da Kadın - Bekir Topaloğlu.
(154) Nisa: 19.
(155) Nisa: 35.
(156) Feyzul Kadir, III, 242.
(157) Aynı eser.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #22 : 28 Ekim 2009, 17:39:21 »
Biraz da, şahitlikte iki kadının bir erkek yerine geçmesinden bahsedelim.
Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "Kadınlardan biri unutursa, diğeri
ona hatırlatır." (158) Demek ki, şahitlikte, kadının erkekten farklı bir durumu olduğu
anlaşılmaktadır. Kadınların kendilerine mahsus bir halet-i ruhiyeye sahip oldukları bir
hakikattir. Bu konuda ruh doktoru Ord. Prof. Mazhar Osman şöyle der:
"Kadınla erkeğin tabiat farkı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvela, kadının
esas mizacı heyecanlılıktır. Bütün kadın psikozlarında bunun izleri görülür.
Heyecanın hakim olduğu psikozlar, meselâ, cinnet-i inhitatiye kadınlarda daha çoktur.
Şüphesiz isteri, asıl faaliyet sahasını kadınlarda buluyor. Vahşi kavimlerden, en yüksek medenî milletlerin kadınlarına, pek asrî terbiye görmüş mini mini hanımlara, hudainabit bir köy kızına varıncaya kadar kadınlığın müşterek hisleri, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın ayın yarısını hazırlanma, âdet, âdetten sonra gayri tabiîlikle, adeta yarısı hasta olarak geçirir. Kadın, aşkın mahsulünü dokuz ay karnında, iki sene göğsünda taşır. Hamil, viladet ve nifasiyete ait bir çok ruhî tegayürler, tabiî ve mûtad sayılan asabiyetler gösterir. Erkekle kadın birbirine nasıl müsavi olur? Ruh tıbbında tetkikle ilerledikçe, ruhiyet ve zihniyetler arasındaki farkı daha vazıh göreceğiz. Kadın, heyecanı ile yaşar, erkek, muhakeme ile temayüz eder." (159) Fikirler, kadıların dimağına değil, kalbine işlerler. Ve bu yoldan onlara tesir ederler. Tarafsız olmamak, teessür
(158) Bakara: 282.
(159) İslâm'da Kadın - Bekir Topaloğlu. 153 den hoşlanmak, muhakemeden ziyade duygu ile hareket etmek, rekabetin bütün amelî ve ahlakî aksiyonlarına, nihayet sezişe dayanan bir istikamet verir... Kadın, dikkat edeceği mevzularda kendi fikrini ve hatta hassasiyetini ilgileyen bir nokta arar. Erkek, menfaati olmayan yerde yalan söylemez. Kadın, muhayyilesinin realiteyi değiştirici olan hassası yüzündendir ki, daha vesveseli, daha kuruntuludur. Bu izahlardan sonra diyebiliriz ki, İslâm hukukunda bazı mevzularda, ancak iki kadının bir erkek şahit yerine geçebilmesi, kadınların erkeklerin yarısı gibi bir yaratık olarak kabul edilmesinden değil, kendi fizyolojik ve dolayısıyla psikolojik özelliklerinden ötürüdür. Kadınların erkeklerden üstün olduğu yerler: ANA olarak: 1 — Hz. Havva, bütün insanların anasıdır. Bütün peygamberler, anneleri olan kadınların şerefli yerini belirtmişlerdir. 2 — İslâm'a göre, ana hakkı babanınkinden fazladır. Peygamberimize sordular: "Ya Rasulullah, ihsan ve ikrama en layık olan kimdir? Anan'dır buyurdular. Aynı sual üç defa tekrarlanıp; sonra kimdir suallerine, hep anandır cevabını verdiler... Ancak dördüncü sorudan sonra babandır cevabını verdiler." 3 — Peygamberimiz (s.a.v), "Cennet anaların ayakları altındadır" veciz ifadesi ile ana olarak kadının üstün derecesini belirtmişlerdir. Erkeklerin kadınlardan üstün oldukları yerler: 154 Erkekler, fizik ve anatomik yönleri ile bütün canlılarda olduğu gibi üstün ve kuvvetli yaratılmışlardır. Güçlüklere tahammül, irade, cesaret, azim ve bazı psikolojik özellikleri ile de kadınlardan farklıdırlar. İslâm hukuku, erkeği ailede reis durumuna getirmiş, kadını onun en yakın yardımcısı, müşaviri kabul etmiştir. Her üstünlük ve mevki beraberinde o nisbette mesuliyeti gerektirir. Kadının, neslin devamını hususunda yüklendiği fitrî vazife ve bünyesindeki muayyen biyolojik değişiklikler göz önüne alınırsa, onun reisliğin ağır mesuliyetine talip olamayacağı açıkça anlaşılır. Aile içindeki iş bölümünde, payına düşen zaten ona yetmez mi? Hakikatte, kadının şikayetçi olduğu mesele, erkeklere eşit olmaması değil, ezilmesi, sömürülmesi,horlanması, veya satılık mal gibi vücudunun, kadınlığının istismarıdır. Özgürlük aşkına onu temiz yaratılışının dışına iten, evinden sokağa sürükleyip meydana gelen kötü neticeleri yine kadına ödetenler artık, kirli ellerini ondan çekmelidirler. Erkeklerin yaratılış farkı, ailenin geçimini yüklenmiş olmaları üstünlüktür ama tahakküm değildir. Her topluluk üstün gördüğü şahıslardan "Başkan" seçer. Ama başkan istişaresiz iş yapmaz. Nihaî kararlarına kanuna uygun olduğu sürece, itaat gerekir. Fertler üzerinde, sevgi, saygı, adalet, anlayış havası içinde yüzen, huzur, güven vardır. Erkeğin aile içinde durumu, İslâm'a göre budur. Münakaşası yapılacak olan husus, açık olan yaratılış üstünlüğünü reddederek "Erkeklerle eşitlik" mücadelesini sürdürmek değildir. Mühim olan, ilahî vazife taksiminden insan olarak eşitliğimiz, ana olarak üstünlüğümüz ve o nisbette evlatlarımızdan sorumlu olmamız, zevce olarak da 155 erkeğimizin en büyük yardımcısı aile düzeninin koruyucusu bulunduğumuzun şuuruna ermektir. Hak yoldaki bütün emirlere uymakla erkeklerimizin şahsında Allah'a itaat ettiğimiz düşüncesi, aileye, savaş yerine barış, çocuklarımıza ve halkımıza huzur getirecektir. Kadını, zayıf, aşağı ve ezilecek mahluk sayan kaba kuvvet, İslâm'ın ruhlardaki inkılâbı ile yumuşamış, kadın, cemiyet ve ailedeki hürmet telkin eden yerini bundan sonra kazanmıştır. Kaçıncı asır, hangi toplum olursa olsun, gönüllerinden İslâm'ı uzaklaştırırsanız, kadın haklarını elde etmek için büyük bir mücadeleye iter, yanlış yollara teşvik edersiniz... Batılı kadının özgürlük, eşitlik yarışma çıkışı ve başıboş gidişi bir noktada mazur görülebilir. Zira Hristiyanlar, kadının ruhu var mı? diye düşünecek kadar onu küçük görmüş, uğursuz ve köle addetmiştir. Biraz da bazı garp âlimlerinin İslâm'da kadın haklarına dair sözlerinden bahsedelim: Satnley Lane - Poole der ki: "Muhammed'in kadınlara ait hususlarda yaptığı mühim derecedeki değişiklikleri, hiçbir büyük kanun vaizi yapmamıştır." "Kadınlara ait hükümler, herhalde Kur'an'ın en ince noktalarına kadar tedvin edilmiş olan ahkâmdır. Muhammed'in başlıca ıslahatı, işte bu noktadadır. Bu ıslahat, Arap kadınlarının tabî oldukları eski şeriatla mukayese edilince, bir Avrupalıya ne kadar ehemmiyetsiz gibi gelebilse de hakikatte çok muazzamdır. Taaddüd-i zevcatın tahdidi, tek zevce usûlünün tavsiye edilmesi, ve iştirak usûlü yerine tahrim derecelerinin ikamesi, talakın tahdidlere tabi tutulması, boşanan kadınların bir müddet es156 ki kocaları tarafından iaşe ve infakı hakkında çok şiddetli hükümler vaz'ı, çocukların iaşesi için kadınların erkeklere nazaran yarı nisbetle olmakla beraber kanunu varis olmalarım temin eden yeniliğin ihdası ve dul kadını kocasının malî mevrusu vaziyetinde bırakan örf ve âdetin ilgası çok esaslı tadilat ve ıslahattan mürekkep büyük bir cetvel teşkil etmektedir." (160) Yine kadın haklan mevzuunda Will Durant şöyle yazar: "Muhammed, Arapların kız çocukları öldürmelerine nihayet verdi. Hukuk davaları ile malî mevzularda kadını erkekle müsavi vaziyete getirdi. Kadın, her meşru mesleğe intisab edebilir. Kazancını kendine alıkoyabilir, mal ve mülke varis olabilir ve servetini istediği gibi tasarruf edebilirdi. Muhammed, kadınların miras şeklinde babadan oğula intikalini temin eden Arap örf ve âdetini de ilga etti... Erkek varislere nazaran yan nisbetinde kadınlara da miras hakkı verildi." (161) Kadın - erkek müsavatı hakkında İslâm enstitüsü Prof.lanndan Jacques C. Reisler de der ki: "Hukuk davalarında kadın, erkeğe tamamıyle müsavi bir dereceye yükseltildi. O tarihten itibaren, kadın da artık veraset, vasiyet ve meşru bir mesleğe intisab hususunda hürriyet haklarına malik oldu." (162)
Kadın hukuku bakımından, İslâm hukukunun bugünkü Avrupa kanunlarından daha
üstün olduğu kanaatinde olan Gaudefroy Demombynes şöyle der:
"Kadının son derece lehinde olan Kur'an ahkâmı,
(160) Ahmet Gürkan, İslâm Kültürünün Garbı Medenileştirmesi.
(161) Aynı eser.
(162) Aynı eser. 157 nazarî şekilde bile olsa, ona şimdiki Avrupa kanunlarının temin ettiği şeriatten daha müsait bir vaziyet bahsetmiştir. İslâm'da kadın, para işlerinde servet ayrılığı hukukuna maliktir. Aldığı ağırlığa, hibe ve miras şekillerinde intikal edebilecek mallarına ve kendi mesaisinin mahsullerine , ömrünün sonuna kadar sahiptir. Fiiliyatta haklarından istifade etmesi müşkül olmakla beraber, mevki ve seviyesine göre iaşesi, ibatesi ve hizmetleri müemmendir." (163) Fransız filozofu Voltaire diyor ki: "Türk kardeşime diyeceğim ki, senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor. Bir tek Tanrı'ya ibadet ediyorsun. Her yıl gelirinin kırkta birini zekat vermek, bayram gününde düşmanlarınla barışmak mecburiyetindesin. Bütün dünyaya iftira eden bizim yobazlar (papazlar), senin dininin tamamıyle zevke hitap eden bir din olduğu için tutunduğunu belki bin defa söylediler. Hepsi de yalan söylemiş bu zavallıların, senin dinin çok asil" (164) Aynı filozof İslâm'daki birden fazla kadınla olan evlenmelere karşı da şöyle diyor: "Keşiflerimizin asıl zoru Müslüman olan Türkler'e idi. İstanbul'un Fatihlerine başka türlü karşı konulamayınca, onlar aleyhine sürü sürü kitaplar yazıp durdular... Sayıca yeniçerilerden üstün olan yazarlarımız, kadınları partilerine kazandırmaya çalıştılar. Güya Muhammed, kadınları akıllı yaratıklardan saymazmış. Kur'an'ın hükümlerine göre hepsi köle imiş. Bu dünyada hiç bir varlıkları olmadığı gibi, cennette de yerleri yokmuş. "Baştan başa bütün yalan olan bunlara kuvvetle ina
(163) Aynı eser.
(164) Aynı eser. 158 nılmıştır. Halbuki inanmayı değiştirmenin tek çaresi, Kur'an'ın ikinci ve dördüncü surelerini okumaktır." (165) Mevzumuza son verirken, Peygamber Efendimizin (s.a.v) veda haccında 120 bini aşkın Müslüman'a irad ettikleri hutbeden bahsimizle ilgili kısmını nakledelim. İslâm'ın insan hakları beyannamesi demek olan Veda Hutbesi'nde Resul-i Ekrem (s.a.v), kadın hakkında şöyle buyuruyor: "İnsanlar, kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları, Allah (c.c) emaneti olarak aldınız, onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerinizde hakkınız, onların, aile yuvasını, sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvasına alırlarsa, onları hafifçe dövüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir."
(165) Aynı eser.
159

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #23 : 28 Ekim 2009, 17:39:56 »
SORU: Peygamber bu zamana kadar yaşasaydı, ona inanır ve tabi olurdum, niçin
öldü?
CEVAP: Eşhedü enlâ ilahe illAllah ve eşhedü enne Mühammeden abdühu verasuluh demek: Ben şehadet ederim ki, ilah yoktur, (yani kanun koyucu, tapılacak put, tağut yoktur), ancak Allah vardır, (yani kanun koyucu olarak ancak Allah vardır) Ve ben yine şehadet eder inanırım ki, Muhammed (s.a.v) insandır ve Allah'ın (c.c) insanlar arasındaki elçisidir. İnsan olduğuna göre, mutlaka ölecekti ve öldü de. 'Görseydim inanırdım' sözüne gelince: Sanki görenlerin hepsi Peygamberimize inandılar mı? Hem de mucizelerini gördükleri halde yine inanmadılar. Sonra Peygamberimiz (s.a.v), bugüne kadar yaşasaydı o zaman da; "O, peygamber hem de 1400 senedir yaşıyor, elbette Allah'ın emirlerini yerine getirir. Ben 60-70 yıl ancak yaşarım, Allah o uzun ömrü bana verse, ben de çok ibadet eder, Allah'ın bütün emirlerini yerine getirirdim. Şimdi ise bu kısa ömrümü veremem" diyeceksin. Çünkü, inanmak istemiyorsun. Bugün birçok bahaneler bulduğun gibi, Allah (c.c.) 1400 sene ömür verse idi, o zaman da birçok bahaneler bulacaktın. Çünkü, Allah'a yönelmek zor geliyor. Halbuki bir bilebilsen, ne güzeldir İslâm'a yönelmek. Dünyada ve ahirette mutlu olmanın yolu İslâm'a (şeriate) sarılmaktadır ama bir idrak edip dönebilsen... 160 SORU: Peygamberlere ne lüzum vardı? CEVAP: Allah'ın (c.c) yapmış olduğu bütün işler düzenlidir. Onun yapmış olduğu işlerde asla düzensizlik yoktur. Eğer Allah-u Tealâ, peygamberleri dolayısı ile Peygamberimizi (s.a.v) göndermese idi, insanlarla yani kulları ile kendisi arasında elçi yapmasa idi, bizler, Allah'a nasıl ibadet edeceğimizi nereden bilebilirdik. Allah-u Tealâ: "Peygambere tâbi olan bana tâbi olur, yani onun emirlerini sözlerini yerine getiren, benim emir ve sözlerimi yerine getirmiş olur. Allah'ın Resulü, sizler için güzel örnektir; Peygamber size neyi emretmişse onu alın, neyi nehyetmiş ise onu almayın. Peygamberler benim, yeryüzünde halifelerimdir, vekillerimdir" buyurmaktadır. Biz de bütün hareket ve davranışlarımızı Peygamberimize benzetmek sureti ile, Allah'ın emirlerini yerine getirmiş oluyoruz. Misal verecek olursak: Allah-u Tealâ, Kur'an-ı Kerim'inde, "Beş vakit namazı kılın" buyurmaktadır. Fakat nasıl kılınacağı, kaçar rekat olduğunu bildirmemektedir. İşte bunları Peygamberimiz bildirmektedir. Meselâ, yine Kur'an-ı Kerim'de, "Zekat veriniz" buyur161 maktadır. Fakat kaçta kaç verilecek, sığırda, devede, davarlarda durum nasıl, altında gümüşte kaç gram verilecek, bütün bunların teferruatını Peygamberimiz bildirmektedir. Şunu da söyleyelim: Peygamberimiz kendi nefsinden değil, ancak vahye dayalı olarak konuşur. Sonuç olarak: Allah-u Tealâ, peygamberleri, emirlerini kullarına bildirmesi için, kendisi ile kulları arasında elçi olarak yaratmıştır. Eğer peygamberler olmasa idi, biz Allah'ın emirlerini nereden öğrenecektik? 162 SORU: Peygamberimiz niçin ve neden çok evlendi? Çok evlenmesi nefsine olan düşkünlüğünü göstermez mi?
CEVAP: Peygamberimiz ( s.a.v) niçin evlenmesin? O da insan değil miydi? Elbette, o da bir insan olduğuna göre evlenecekti. Gelelim Peygamberimizin (s.a.v) çok evlenmesine. Peygamber (s.a.v) zamanında çok kadınla evlenmekte sınır yoktu. Herkes, maddî durumuna göre istediği kadar kadın alabiliyordu. İşte Peygamberimiz böyle bir zamanda ilk evliliğini 25 yaşında, kendisinden 15 yaş büyük olan 40 yaşındaki Hazreti Hatice validemizle yaptı. Ve 25 yıl Hatice validemizle beraber yaşadı. Hatice validemiz, 65 yaşında vefat etti. Hatice validemizin vefatından sonra üç sene dahaevlenmedi. Üç seneden sonra, Allahu Teala'nın emri ile evlendi. Peygamberimiz (s.a.v), Hatice validemizin (r.a) vefatından üç sene sonra evlenirken şöyle demiştir: "Beni affet Hatice'm, Allah'ın emri olmasaydı evlenmezdim." Evet Peygamberimiz, Hatice validemizin vefatından üç sene sonra Allah'ın emri ile evlenmeye başlamıştır. Hatta Hatice validemiz ihtiyarlayınca Peygamber Efendimize; "Ya Resulullah, ben ihtiyarladım, sen daha gençsin, evlen" dediği zaman, Peygamberimiz (s.a.v); 163
"Ya Hatice bir daha böyle konuşursan sana gücenirim" demiştir. Şimdi tarafsız olarak ve akl-ı selimle düşünecek olursak, Peygamberimiz (s.a.v), Mekke şehrinde hatta bütün dünyada en güzel, yani yakışıklı iken, bütün halk tarafından "el-emin" yani en güvenilir insan olarak telakki edilirken, niçin kendisinden onbeş yaş büyük, hatta iki defa evlilik geçirmiş bir kadın olan Hatice validemizle evlendi? Eğer "Hazret-i Hatice zengindi de ondan evlendi" denilirse, biz de deriz ki: Hatice validemizle (r.a) evlendikten kısa bir zaman sonra bütün mallarını fakirlere dağıtmışlardı. Zenginliği için evlenen malların hepsini dağıtır mıydı? Nefsi için evlense, kendisinden onbeş yaş büyük olan Hatice validemizle evlenir miydi? Peygamberimiz (s.a.v), kırk yaşında nübüvvet devri başlayıp Allah'ın emirlerini anlatmaya başlayınca, müşrikler: "Gel bu peygamberlik davasından vazgeç, eğer başkan olmak istiyorsan seni başımıza başkan yapalım. Eğer güzel kızlarla evlenmek istiyorsan, sana istediğin kadar güzel kız verelim. Yeter ki bu peygamberlik davasından, atalarımızın dinine hakaret etmekten vazgeç." dedikleri zaman Peygamberimiz (s.a.v.): "Bir elime güneşi, bir elime ayı koysanız, vAllahi ben davamdan vazgeçmem" buyurmuşlardır. Ve Peygamberimiz bu sözleri söylediği zaman da, Hatice validemiz Altmış yaşındaydı. "Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen" dediği halde niçin Peygamberimiz evlenmedi? Evet... "Peygamber, nefsine düşkün olduğu için çok evlendi" diyenler, size soruyorum: Müşrikler, "Şehrin en güzel kızlarından istediğin kadar verelim" dedikleri halde, Hatice validemiz, "Ben ihtiyarladım sen daha gençsin, evlen" dediği halde niçin evlenmedi? Nefsine düşkün olsa idi evlenmez miydi? Elbette evlenirdi? Hem de Peygamberimiz (s.a.v): "Allahu Tealâ, bana, cinsî yönden 40 erkek kudreti 164 vermiştir" dediği halde. Peygamberimiz (s.a.v), Hatice validemizin vefatından üç sene gibi uzun bir zamandan sonra çok kadınla evlenmiştir. Ama sebepleri vardır. Bir defa nefsi için evlense idi, gençlik devresinde evlenirdi. Elli küsur yaşından sonra çok kadınla evlenmezdi. Elli küsur yaşından sonrada evlenmesi, nefsi için evlenmediğini göstermez mi? "Peki niçin elli küsur yaşındım sonra çok evlendi?" denilecek olursa: 1 Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah'ın emri ile yeni bir din getirmişti. Bu dinin emirlerinin içinde kadınların mahrem işleri ile ilgili hükümler de vardı. Lohusalık, aybaşı ve diğer mahrem konular gibi. İşte bu halleri, Peygamberimiz, kadınlara en teferruatı ile anlatamayacağından ve onlara da mutlaka anlatması gerektiğinden ve bunu da kadınlar yapacağından Allah'ın emri ile Peygamberimiz (s.a.v) çok evlendi. 2 _ Peygamberimiz (s.a.v), Allah'ın (c.c.) emri ile dini yaymaya başladığı zaman, Müslüman olanlarla beraber müşriklerden çok eziyet görüyordu. İslâmiyet, yeni yayılmaya başladığından müşriklerden bazısının babası iman ediyor, evladı etmiyor, bazısının evladı ediyor, babası etmiyordu. Kardeşi iman ediyor, kendisi etmiyor. Kadın iman ediyor, kocası etmiyordu. Bazen karı-koca beraber iman edenler de oluyordu. Müslüman olanlar, müşriklerden çok eziyet gördüklerinden, bazı Müslüman evli erkekler öldüğü zaman Müslüman karısı yalnız başına himayesiz kalıyordu. Babasının veya akrabasının yanına gitse derhal öldürüleceklerdi, işte böyle kadınları, Peygamber Efendimiz (s.a.v) himaye etmek gayesi ile kadının isteğine bağlı olarak bazen kendisi, bazen de ashabına nikahlardı. Yine aynen bunun gibi bazı müşriklerin hanımlarını veya kızları . 165 Müslüman oluyor. Müslüman oldu diye babası veya kocası onu dayanılmaz işkencelere sokuyorlardı. Fırsatını bulup bu işkenceden kaçan himayesiz kadınları, Peygamberimiz, kadınların isteğine bağlı olarak ya kendisine veya ashabından birine nikahlıyordu. Hemen şunu da söyleyelim: Bu hadiseler olurken, Arabistan'da herkes maddî ve manevî durumuna göre birçok kadınla evleniyordu. İslâm dini, kadınla evlenmeyi birden dörde çıkarmış değil, çoktan dörde indirmiştir. Sadece dörtten fazla evlenmek yukarıda bir kısmını saydığımız sebeplerden dolayı Peygamberimize aittir. Ve Peygamberimiz: "Cinsî yönden Allah'ım beni 40 erkek kudretinde yarattı" dediğini unutmamak gerekir. Buna rağmen yine 'de Allah Rasulü: "Adaleti maddî ve manevî yönden tatbik etmemde bana yardım et" diye Allah'a (cc.) dua etmiştir. 3 — Zevcelerin her birinin çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvelâ o kabileler arasında, sonra da muazzez şahsiyetiyle akrabalık tesis buyurduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alâkaya yol açıyordu. Her kabile onu kendinden biliyor, din hissinin yanında yaratılıştan, fıtrattan olan bir tutkunlukla ona karşı derin bir bağımlılık hissediyordu. Her kabileden aldığı kadın, onun hayatında ve vefatından sonra kendi cemaatı arasında çok ciddi dinî hizmete vesile olabiliyordu. Uzak, yakın bütün akrabalarına İslâmiyet'i anlatıyordu. Bu sayede onun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu. Bu evlilikler vasıtasıyla, tek önderimiz, âdeta, bütün Araplarla yakınlık kurmuş gibi her hanenin teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla Efendimize yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini görme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda, bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, kendini ona yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu. 166 Mahzunoğulları, Ümmü Seleme (r.a) vasıtasıyla, Emeviler, Ümmü Habibe (r.a) vasıtasıyla, Hâşimîler, Zeynep bint-i Cahş (r.a) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı. Şu kısacık anlatmamız, iyi niyetli olanları, Peygamber Efendimizin çok kadınla evlenmesinin nefsî yönünden olmadığını anlatması bakımından yeter de artar bile... Meselenin özü, "Peygamberimiz hiç evlenmeseydi, Hazreti İsa'yı taklit edip evlenmeyen papazlar gibi, bizde de evlenmek haram noktaya kadar gelirdi."

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Ynt: Gençliğin imanını sorularla çaldılar
« Yanıtla #24 : 28 Ekim 2009, 17:40:31 »
167 BİTMEYEN SORULAR SORU: Kur'an-ı Kerimde modern ilme yer var, yani modern ilimle ilgili meseleler var, diyorsunuz. O halde, atmosfer tabakasına işaret eden bir ayet var mıdır?
CEVAP: Elbette var. Fakat farzedelim ki, atmosfer tabakası ile ilgili ayet yok. Atmosfer tabakası ile ilgili ayet-i kerime olmasaydı, sen Kur'an-ı Kerim'in mucize olduğunu kabul etmeyecek miydin? Bakarsın ki, Kur'an'da olmayan bir fizik kanunu vardır. Fakat bu kanun, Allah'ın Kâinat kitabından olan bu dünyanın dışında mı kalıyor? Kâinat, Allah'ın göze hitap ettiği kitabıdır. Kur'an ise, Allah (c.c) ile kul arasının nasıl olacağını bildiren kitabıdır. Şunu da unutma, Kur'an fizik veya kimya gibi ders kitabı değil. Allah o işleri beynimizdeki kitaba vermiştir. Kâinatta herşey onundur. Dilediğini Kur'an'ında bildirir, dilediğini göz önüne koyarak bildirir. Kur'an'da, zürafanın boyunun uzunluğundan bahis yoktur, fakat zürafa göz önündedir ve zürafayı görebilecek göz ve akıl da verilmiştir. Buna kıyas ederek diğer konulan da idrak etmek mümkündür. 168 Soruya girmeden önce, "Modern ilim" konusundan biraz bahsedelim. Modern ilimden kasıt, yeni buluşlardır. Yalnız benim kısa aklım diyor ki, bindörtyüz yıl önce İslâm'ın bildirip de bilim adamlarının yeni bulduğu konular var. Şimdi... Modern ilim diye hangisine diyeceğiz? Yeni bulunan buluşa mı modern ilim diyeceğiz, yoksa yeni bulunan buluşu bindörtyüz sene önce bildiren Kur'an ilmine mi modern ilim diyeceğiz? Gelelim "Kur'an'da atmosfer tabakasına işaret var mı?" sorusuna. Var demiştik. İşte ayet-i kerime: "Semayı koruyucu bir tavan yaptık" (166) Şimdi düşünelim. Semayı, koruyucu bir tavan yaptık derken, bindörtyüz yıl öncesine gidelim. Gökyüzünden ne gibi bir zarar düşünebilir insan? Evimizin tavanı, dışarıdan evimizin içine girecek yabancı maddeleri engellemek içindir. Peki, dünya denilen evimize nereden yabancı bir madde gelebilir? Ve bunu bindörtyüz sene evvel kim biliyordu? Allah bildiği için, atmosfer denen tavan kanununu koydu ve bize bildirdi. Nedir" atmosfer? Atmosfer, çok sert bir hava tabakasıdır. O kadar sert ki, beton onun yanında pamuk hükmündedir. Sert olması lazımdı ve Allah da sert yarattı. Atmosfer tabakasının çok önemli vazifeleri vardır. Bir fabrika sahibinin kapıya bekçi koyup, "İçeriye yabancı alma" emri verdiği gibi, Allah da dünyamızın çevresine atmosfer denilen bekçiyi koyarak Dünyanın içine tecavüz eden yabancıları içeri almamasını emretmiştir. Zararlı olanı atıyor, lazım olanı alıyor. Dünyamıza, yılda yaklaşık olarak 260 milyon meteor denilen gök cisimleri düşmekte, ancak, ilahî kanun, taşlar
(166) Enbiya: 32. 169 ne kadar büyüklükte olursa olun, taşları, binlerce parçaya bölerek uzayın boşluklarına doğru göndermektedir. Nasıl karpuzun içinin muhafazası için bir kabuk yarattı ise Dünya'mızın muhafazası için de atmosfer tabakasını yaratmıştır. Bu tabaka, Güneş enerjisini olduğu gibi Dünya'ya göndermiş olsa saniye tutmaz kül oluruz. Bunun için bize lâzım olduğu kadarını gönderiyor. Çünkü, bu kanunu koyan Allah, (c.c) böyle ayarlamış.
Ey kudretine kurban olduğum Seni anlayamadık affeyle bizi Arayıp arayıp Sende bulduğum Kurbanın olayım bağışla bizi
Zannederim bu kadar yeterlidir. Allah (c.c), kanun koyucudur. İnsan, Allah'ın koymuş olduğu o kanunu bulandır. Ne acıdır ki, insanlar, kanunu koyanı takdir etmez, kanunu bulanı takdireder. 'Milli gazete'de şöyle bir olay okumuştum: Felsefeci bir öğretmen, övüne övüne yeni buluşları anlatıyordu. Edison'dan başlayarak, Galileo'yu ve yer çekimini bulan Newton'u anlatıyordu. Bu arada, sanatı bulandan çok, o sanatı yapan sanatkardan bahsedilmesini isteyen bir talebe sorar:

Hocam, Newton yer çekimini bulmadan önce biz nasıl düşmeden yaşıyorduk?
Öğretmen şaşırır:

Newton yer çekimini bulmadan önce de yer çekimi vardı oğlum.

Peki, o zaman kim koymuş o yer çekimini? O yer çekimi çok muazzam bir şey ki,
bulmak bile kişiye ün ka170
zandırmış. Peki, o yer çekimini koyana hiçbir şey kazandırmamış mı?

Çocuklar, vakit bitiyor, konuyu değiştiriyoruz.
Elbette... Konuyu değiştireceksin, işine gelmedi değil mi? İşine gelse idi, inanman
lazımdı.
Ah gerçekler... Saklanmayın, çıkın artık, çömlek patlayalı yıllar oldu...
İşte böyle bir dünyada yaşıyoruz ki: Kanunları bulan övülüyor o kanunu kurana ise
sövülüyor. Fakat, artık sövemeyecekler, gerçekleri saklayamayacaklar. Çünkü, İslâm'a
sahip çıkan bir gençlik var. Öğreniyor, öğretiyor, yaşıyor... En azından, yaşamasa da,
yaşayamadığını biliyor ve üzülüyor. Velev ki bu gençleri;
Atsalar zindanlara Tıksalar çamurlara Gençlerin hesabı var Soracaklar onlara...
Ne demiş atalarımız: "Sessiz atın tekmesi pektir."