Dünyanın medeniyet (!) beşiği Amerika'da, kadına mülk ve tasarruf hakları 20. asırda
verildi. Fransız kadını, bu mevzuda, kocasının izni olmadan harcama yapma hakkına
hâlâ kavuşamamıştır. (144)
(143)
İslâm'ın Etrafındaki Şüpheler - Prof. Dr. Muhammed Kutub.
(144) İslâm Ahlakı Ders Notlan - Yaşar Kandemir. 129 5 — Evlendirilirken fikri bile sorulmayan zavallı kadın, erkeğin tıpkı bir kölesi gibiydi. Bir mal, bir meta gibi alınıp satılıyordu. Kadının şahsiyetine hiç değer vermeyen bu tatbikatı İslâm iptal etti. Resulullah (s.a.v) şöyle buyuruyordu: "Dul kadın, kendisine velisinden daha fazla sahip ve maliktir. Binaenaleyh onun bu mevzudaki kanaati açıkça alınmadan nikah yapılmaz. Evlenmemiş bir kızın da izni sorulmadan nikah kıyılmaz. Fikri sorulduğu zaman onun susması da izni sayılır." (145) Demek ki, kadın, istemediği bir adamla evlendirilmeyecektir. Evlilik gibi hayatî bir mevzuda kabalığın, zorbalığın değil, sevgi, karşılıklı anlayış ve huzurun esas olduğunu Kur'an-ı Kerim şöyle açıklıyordu: "Birden fazla evlenmek isteyenlere "adalet" şartını koştu." Bu, yerine getirilmesi çok zor bir şarttı. Adalet gözetemeyecekse bir hanımla yetinecekti. Çok kimse tarafından yanlış anlaşılan dörde kadar evlilik meselesinden biraz daha bahsedelim. Dinimiz şu ayet-i kerime ile birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmiştir: "Eğer, yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremiyeceğinizden korkarsanız sizin için helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin. Şayet (bu suretle de) adalet yapamayacağınızdan endişe ederseniz o zaman bir tane ile, yahut malik olduğunuz cariye ile iktifa edin. Bu (tek zevce ve cariye), sizin haktan eğrilip sapmamanıza daha yakındır." (146) Birden fazla, iki, üç ve dört kadınla evlenmek mutla
(145) Buhari, Nikah bahsi: 41.
(146) Nisa: 3.
130 ka yapılması gerekli farz, vacip kabilinden bir emir değil, zinadan kaçınma zaruretine bağlı bir müsaadedir. Fakat bu müsaade de adaletle şartlanmıştır. Ayet-i kerime bir tek zevce ile evlenmenin adaleti gözetmeye daha yakın olduğunu beyan etmekle evlenmede asıl olanın bir tek zevce ile yetinmek olduğunu bildirmektedir. İslâm'ın doğuşu zamanında, erkeğin evlendiği kadın sayısı belirsizdi. Fakat İslâm gelince bu meseleye verdiği cevabı şöyle özetleyebiliriz. 1 — Adet tahdidi. En çok dört kadınla evlenilebilir. 2 — Adaleti şart koştu. 3 — Adalet gözetilmeyecekse, bir tane ile yetinmeyi emretti. Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, zevciyat muamelesi, sevgi vs. de gözetilecektir. Şu sevgiyi ele alalım. Acaba psikolojik olarak güzeli, çirkini, genci, ihtiyarı ile birlikte zevceleri müsavi olarak sevmek mümkün mü? Değilse, adalet yok demektir. Adalet olamayınca da, bir tane ile yetinmek gerekir. Bu taktirde taaddüt olamaz. Bu tarz düşünceden yürüyerek, İslâm'da, bir taraftan birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilirken, diğer yönden bunu mümkün kılmayacak şartlar koşularak bu müsaade kaldırılmıştır, diyenler vardır. Halbuki, bu yanlış bir kanaattir. Zaruret halinde birden fazla ve en çok dört zevceyi aynı zamanda saklayacak kimse, yedirme, giydirme, barındırma, hatta geceleri onların yanında bulunma gibi maddî hususlarda aralarında tam eşitlikle muamele ettikten sonra, elinde olmayan gönül işini şu ayete göre yürütecektir: "Kadınlar arasında adalet (ve müsavatı tatbik) etmenize, ne kadar hırs gösterirseniz, 131 asla güç yetiremezseniz. Bari, birine büsbütün meyledip de ötekini (ne dul, ne kocalı bir durumda) askılı gibi bırakmayın. Eğer nefsinizi ıslah eder, haksızlıktan sıkınırsanız, şüphe yok ki, Allah, çok merhametli, çok esirgeyicidir." (147) Peygamber Efendimiz hanımları arasında adaleti tatbik eder ve şöyle derdi: "Allah'ım, bu benim elimden gelen adalettir. Senin sahip olduğun fakat benim malik olmadığım adaletten beni mes'ul tutma." Sadece sevgi gibi elde olmayan hususlar hariç diğer bütün davranışlarında koca, zevcelerine karşı eşitliğe riayet eder. Peygamberimiz buyuruyor ki: "Bir erkeğin nikahında iki kadın bulunur da aralarında adaleti gözetmezse kıyamet gününe bir tarafı düşük, felçli olarak gelir" (148). "Zevcelerden biri gayri müslim olsa, ona da aynı adalet tatbik edilir. (149) Tekrar edelim ki, taaddüd-i zevcat, İslâm'da farz, vacip gibi yapılması mecburi bir emir olmayıp ancak bazı zaruretler karşısında zinadan korunmak ve dolayısıyla cemiyeti ahlaksızlıktan kurtarmak için bir çözüm tarzıdır. İslâm dini, bir taraftan zinaya, idama kadar varan cezalar tertip ederken, diğer yönden ona vesileler bıraksaydı haksızlık olurdu. İslâm alimleri, taaddüd-i zevcatı zaruri kılabilecek bazı sebepleri şöylece sıralamaktadırlar: 1 — Kadının, yaratılıştan cinsi iktidarsızlığa ve iştahsızlığa maruz bulunması. 2 — Zevcelik vazifesini görmesine mani müzmin bir hastalığa yakalanması.
(147) Nisa: 129.
(148) İslâm'da Kadın - Bekir Topaloğlu
(149) Aynı eser.
3 — Kadının çocuk yapmaması.
4 — Kadın, ortalama ayda bir hafta hayız, her doğumdan sonra takriben kırk gün nifas
(lohusalık) hali geçirir. Bu müddetler içinde cinsî münasebette bulunmak İslâm'da
haramdır.
5 — Kadının cinsî kudreti, umumiyetle, erkeğe nisbetle 10-20 yıl evvel zayıflar.
Halbuki, bu zamanlarda ailenin durumuna göre bazen çocuk bile istenebilir... 6 — Başta harp olmak üzere zuhur eden büyük felaketlerde meydana gelecek erkek kıtlığı. Bunun en güzel misali, İkinci Dünya Harbinden sonra Almanya'dır. Alman kadınlar, düştükleri acıklı hal ile hatta "Erkek ithalatı" nı arzu etmişlerdir. " İslâm'daki birden fazla evliliğe hücumlarda bulunan Avrupa, bütün bu saydığımız zaruretleri tek bir şeyle halletmek istedi: "Zinaya göz yummak" Zina, fahişe, nameşru çocuk, meşru nikaha, meşru zevceye, meşru evlada tercih edildi. Bununla beraber Avrupa'da, kadın, erkek sayısındaki bu muvazenesizliği, metreslerin erkek hayatında ve malın güncel hayatta meydana getirdikleri tahribatı, veled-i zinanın çoğalması ile cemiyetlerde çocuk düşürmenin fazlalaştığını gören düşünürler, taaddüd-i zevcat hakkında tasvipkâr davranmaya başlamıştır. (150) Şunu da söyleyelim ki, İslâm hukukunda evlenme akdi yapılırken kadın, kocasının, üzerine evlenmemesi şartını koşabilir. Usulüne göre yapılacak akidde, kocasının üzerine evlenmemesine veya evlendiği takdirde ikinci zevceyi birinci zevcenin kendisi boşama hakkına sahip olabilmesine dair tanzim edilecek mukavele muteberdir. "İfa etmenize en çok layık olan şart, kadınların namusu
(150) Aynı eser.
nu helal edinirken (kadınları nikâhlarken) koştuğunuz şarttır" (151) buyurulmuştur. Bu takdirde, taaddüd-i zevcatta kadının kendisi de rey sahibi olur. Göreceği manevî zararlar, bertaraf edilmiş bulunur. Birden fazla evlilik, dünyanın birçok yerlerinde resmen kaldırılmıştır. Fakat bu realite, o yine de devam etmektedir. Bu yüzden, zaman zaman doğan çocukların nesebini idarî yoldan tashih için, kanunlar çıkarılmıştır. Türkiye'de 30.4.1945 ve 7.2.1950 tarihlerinde çıkarılan kanunlar gibi... Son olarak şunu söyleyelim ki, İslâm dini, bazı zaruretler karşısında birden dörde kadar evlenmeye cevaz vermiştir. İnsanlık, halen, faydalarını hakkıyla takdir edip bunu kabul etmemişse, birçok tecrübeden sonra birgün mutlaka kabul edecektir. Bekir Topaloğlu'nun, İslâm'da Kadın adlı kitabına da aldığı, 1924 yılında aile kanununun hazırlanması münasebetiyle Millet Meclisinde ve matbuatta taaddüd-i zevcat hakkında bir hayli tartışmalar olmuş. Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman'ın bu konuya dair makalelerini, hem tartışmalar hakkında güzel bir özet verdikleri, hem de ihtisası hasebiyle ilmi oldukları için aynen alıyoruz.TAADDÜD-İ ZEVCAT VE TALAK Mazhar Osman. Aile kanunu hazırlanırken birbirinden pek uzak fikirler, Millet Meclisinde, gazetelerde çarpışıyor. Yeni kanuna, şeriate uyarak taaddüt, zevcat ve evlenme hakkında maddeler konulmak isteniyormuş. Yenilik taraftarları, bu yolda kanun yapılırken büyük bir asabiyet gösterdiler. Onbir yaşında erkeklerin, kızların evlenmesinden bahse
(151) Buhari, C. 6, S. 138. 134 derek gülünç olacağını, taaddüd-i zevcata müsaade edebilir kanunla, medenî milletler arasına girilemeyeceğini söylediler, yazdılar. Bir genç mebus, makalesinde, hatta taaddüd-i zevcat ve talak münakaşalarını işitmeye bile bu asrın tahammülü yoktur, diye ateşler püskürüyordu. Yenileşmek mefkuresine bu derece şevk ve cesareti. sarılanları tebrik ederiz. Bizim bildiğimiz, bu memlekette hangi hükümet iş başına gelirse gelsin, bütün hüsn-ü niyetine rağmen taassuba dalkavukluk etmeye mecbur olmasıdır. Cumhuriyetin bu temayülden uzaklaşmak istediğini, tereddüt vehmine kapılmaksızın garp hayat ve medeniyetini kabule koştuğunu görüyoruz. Fevkalade tebrike şayan bir azimdir. Bugünkü zihniyet, Avrupa medeniyetini olduğu gibi almak, faziletleri ve çarnaçar kötülükleriyle Avrupalılaşmaktadır. Garbın akıllara hayret verici medeniyeti hazmedilirken, ister istemez kötülükleri de beraber gelecektir, hatta o şuurlu kötülük, şuursuz iyiliğe tercih edilir, deniliyor. Biz, bir hekim sıfatiyle, siyasetten uzak yaşadığımız kadar, tıbbın dışındaki meselelerde de mütalaa beyan etmekten son derece kaçınırız. Dinî ve içtimaî olan talak ve taaddüt-i zevcat mevzuları, hekimliği de şiddetle alakadar etmemiş olsaydı sükûtu tercih ederdik.. Bir Türk ve Müslüman hekimi sıfatıyla değil, dinden, milletten tecerrüd etmiş, sadece bir hekim şahsiyetiyle bu meselelerde ne düşünülüyorsa, onları söylemekle iktifa edeceğiz. Belki bu söylediklerimizi akide veya umdesine muvafık bulmayanlar vardır.Öyle tahmin ediyoruz ki, mütalaalarımız daha ziyade yenileri düşürecek, canlarını sıkacaktır. Yenilik taraftarları, pek haklı olarak, Müslümanların medeniyette bu kadar geri kalmasından, başka din salik135 lerinin eseri ve madunu yaşamasından müteessir oluyorlar. Kör bir taassubun ellerimizi, ayaklarımızı bağlayarak yükselmemize engel olduğunu, bizi aşağılattığını, takdir ediyorlar. Artık cahilane taassubu ayaklarıyla çiğneyerek, medenî insanların yürümekte olduğu yoldan gitmek istiyorlar. Fakat takdir edemiyorlar ki, bir taassubdan kurtulayım derken daha uğursuzuna, saliklerinin asırlardan beri şikayet ettiği girdaba düşmek, bu yeni taassuba medeniyetin direği diye her şeyden evvel sarılmak gafletinde bulunuyorlar. İşte gençlerimizin taaddüd-i zevcat ve talak meselelerinde benzemek istedikleri Avrupai şekil, garbın bu kadar medeniyete rağmen başından atamadığı bir beladır. Alim ve mütefekkirlerinin hergün şikayet ettiği, pek az ıslah edilebildiği başka bir dinin gereğidir. Gerçek milleti yenilik yolunda yürütmek isteyenler, birçok hurafeleri ve adetleri ayak altında pervasızca ezmek cesaretini göstermelidir. Fakat anlayış ile, şuurla ilerlemek icabeder. Yoksa kadınların çarşafını sokakta yırtan kaba bir gerici ile, bir İslâm kadınını barlarda sarhoş etmek isteyen hoppa bir yenici arasında fark yoktur. İkisinde de taassup başka tarzda tecelli etmiştir. Birincide Asyalılaşmak, diğerinde Avrupalılaşmak taassubu, çirkin ve medeniyete aykırı şeyleri mecburiyet haline getirmiştir... Medeniyet umdelerinden en esaslısı, şüphesiz serbesti ve tahammüldür. Medeniyet namına, iyi, kötü birçok serbestileri istediğimiz ve tahammülleri şiar edindiğimiz halde, niye, daha faideli birçok dinî müsamahalarımıza, kusur saydığımız adetlerimize şimdiki medeniyetin babalarının dininde olmadığı için tahammül edemiyoruz. Hangi din daha serbest ise, elbette medeniyete daha muvafık136 tır. Şu girişten okuyucularım pek iyi anlamışlardır ki, yenilerin şiddetli hücumlarında, bir fen adamı ve medeniyetin pek çılgın aşığı, gayet serbest düşünen bir hekim olarak kendileriyle beraber değilim. Medeniyet yolunda ilk attıkları adımın, en mühim gördükleri taarruzun haksız ve doğru olmadığına kaniim. Medeniyetin, taaddüt-i zevcatta, talakla gerçi evlenmekle bir alâkası yok, hatta Avrupa'nın mecburen baş eğdiği tek zevce ve boşanamama usulleri, kökleşmiş fena bir taassubun enkazıdır. Avrupalılar evlenme kanunlarını ta'dil için asırlardan beri uğraşıyorlar. Zaten medenî hayatın zaruretleri bu kanunu alt üst etmiş ve daha bedbaht bir şekle sokmuştur. Taaddüd-i zevcatın dinimize ne suretle girdiğinden, bu hususta şeriatın kocadan beklediği doğruluklardan bahsedecek değilim. Taaddüd-i zevcattan ve talaktan bahsedenler, sanırız ki, o korkak ve mahcup sesleriyle mecburiyet karşısında kabul edilmiş bir kusur gibi, dini mazur göstermeye çalışıyorlar. Taaddüd-i zevcatın nüfus üzerinde inkâr kabul etmez iyiliklerinden bahsetmek istemem. Ben, herşeyden evvel taaddüd-i zevcatın bir kusur değil, bir kemal eseri olduğuna yürekten inanıyorum. Biliriz ki, taaddüd-i zevcat Müslümanlıkta mecbur değildir. Bugünkü örf ve âdete rağmen, hayatında fevkalade zaruretle karşısında bulunan beşer denilen mahkulatın ikinci bir evlenişi neden bu derece tahammülsüzlükle karşılanıyor? Şüphesiz Avrupa medeniyetini temsil edenler, Hıristiyan olduğu ve binaenaleyh onların dininden olmadığı için değil mi? Avrupa'da tek zevce ile yaşayan kaç erkek var? Avrupa'da zevcesine mecburen veya beşeriyet saikasıyla hiyanet eden bir erke137 ğin hareketi tabiî görülüyor. Metresine servetini yediren, ailesini unutan ve erkeğin iğfal tuzağına düşen kadın, kapatma ve çocuğu her türlü irsiyet haklarından mahrum, piç telakki ediliyor. Rica ederim, bunların hangisi medenîdir. Beşer yaradılışı taaddüd-i zevcat meyilli olduğundan İsviçreli Profesör Forel'in dediği gibi, Avrupa'da tek zevce taraftarlığı bir etiket, riyadan başka birşey değildir. Hilkatin bu zarureti karşısında, Avrupalılar metres hayatını, fühuşu, yarım iffet diye telakki etmeye mecbur olmuştur ki, yükseltmek istediğimiz kadınlık için acı bir vaziyet değil mi bu? Bizde de aynı böyledir. Meşru bir zevce gibi aile hayatına karışmak nerede, bir metres vaziyetinde kalmak nerede?.. Ya o çaresiz çocuklar. Ebeveynin isminden mahrum, ebediyyen hakerete maruz yaşamaya mahrum masumlara acımayan medeniyete ne demeli? Aşk gibi kahredici bir kuvveti de ihmal edelim. Çocuğu olmayan yahut zevcesinde belli bir kusur meydana gelerek zevcelik vazifesini acz gösteren bir zevce ile ebediyen yaşamaya kanun insanı mecbur ederse, tabi ki ferdî ve içtimaî büyük bir zarardır. O halde ayrılmak mı? Kocasını, evini terkederek talihine katlanabilecek birçok kadın çıksa da bir çoğu da bu mecburiyet karşısında birlikte yaşamaya pekala razı olur. Bir doktor olarak ne hazin sahnelere rast geldim. Taaddüd-i zevcata ister istemez boyun eğmeye mecbur olan sadece Müslüman kadınları değil, Müslümanlarla evlenen yabancılardan bile neler gördüm. Hayatta öyle acılar oluyor ki, taaddüd-i zevcat, acıklı bir ameliye olsa da vazgeçilemiyecek yegâne çare teşkil ediyor. Halbuki, ne kanun, ne de medeniyet böyle faciaların önünü alabiliyor. İki misal: Bir Türk erkeği, Avrupa'da tahsilde iken bir kızcağızla evleniyor. Sekiz sene, on sene beraber yaşayıp çocuk yapıyorlar. Sekiz sene sonra vatan138 daşımız diğer bir ecnebi kadını seviyor. Sevdiği kadına, ancak ismini verebilmekle temellük edebileceğini anlıyor. Evvelkini bir sebep bularak boşuyor. İkincisini alıyor. Evvelkinin göz yaşlarını görmeye vicdan dayanamıyordu. Birçare kadın, evladından ayrılmamak, sokakta kalmamak için, beni de nikâhında bulundursun, büsbütün başından atmasın şeriatınız müsaittir, diye ağlıyordu. Tabi, Avrupa medeniyetini temsil etmiş ve yine bir Avrupalı almış Vatandaşımız, taaddüd-i zevcat medeniyetsizliğini irtikab edemezdi. Yine bir vatandaş, Avrupalı bir kızla evlenmişti. Seneler geçirdiler. Saadetlerine herkes gıpta ediyordu. On, onbeş sene sonra, şeytan, bu yuvaya da girdi. Vatandaş diğer bir kıza aşık olur. Hatta mecnun bir anında izdivaç vadederek visaline de kavuşur. İşte faziletli ve izzet-i nefsi yaralanmış bir ilk zevce, namusunu kaybettiği için belki intihar edecek veya başka bir suretle mahvolacak bir genç kız, nihayet, bir dakikalık cinneti saadete, haysiyetine feda etmiş günahkâr ve mahcup bir erkek... O faziletli ecnebi kadın ne yaptı biliyor musunuz? Hemen rakibesini ortak aldı. Ziyaretimizde nasılsa pek aciz zevcinin bir felakete maruz kaldığını, çok şükür Müslümanlığın bunu tamire müsaade ettiğini söylediği vakit, bu büyüklüğün karşısında hürmetle yerlere eğildik. Avrupa'da olsaydı zevcesini bırakacaktı, ikincisi ile kaçacaktı, daha birçok skandallar olacaktı. Gerek Avrupa'da ve gerek bizde, kızlarla erkekler arasında doğum bakımından büyük fark olmasa da askerlik, harp ve diğer hayat mücadeleleri sebebiyle erkeklerin azlığından ve gerek izdivaç hayatının güçlüğünden, adım başına üç çocuklu matmazeller, bakireler görülür. Erkek kadın hayatının başbaşa geçmesi ve ruhlardaki çiftleşme 139 ihtiyacı, bu hali Avrupa'da mubah kılmıştır. Biz de yarın o hayata gireceğiz. Taaddüdi zevcata bu hali mi tercih edelim? Üç kadınlı bir erkek mi, üç çocuklu bir bakire mi?... Anadolu'da, evlerine fahişe getirerek eğlence yapanlar, meşru zevcelerini kahpeye hizmet etmeye mecbur edenler az değildir. Bu mu bir zevcenin izzeti nefsini yaralar, yoksa kendisine eski ortağım diye hürmetle hitap edecek namuslu bir kadın mı? Tek zevcelik şayan-ı temennidir. Her erkeğin bir kadınla kolkola hayatta yürümesi, arzu edilen bir mefkuredir. Fakat maalesef hakikat her zaman temenniye uymaz. Madem ki, taaddüd-i zevcat mecburi değildir. Belki gayet medenî ve hafif bir müsaadedir. Medenî olmak için ilk hücum edilecek kusurumuz bu değildir. Hatta bu pek yüksek bir faziletimizdir. Gençlerimiz emin olsunlar ki, insan, medeniyet kapısından kollarını sallayarak da girebilir, dört kadın ile de... Bugünkü şehir hayatı, taaddüd-i zevcata zaten müsait değildir. Din müsaade etse de örf ve âdet onu men ediyor. İstanbul'da iki zevceli erkekler parmakla gösterilir. Harplerde, askerlikle gençlerini tükettiğimiz Anadolu'da ise, çift çubukla çalışmak için ikinci, üçüncü kadın bir zaruret, bir yardımcıdır. Meselenin fizyolojik ve tıbbî cihetlerini de tafsil etmek istemiyorum. Bu cihetler şüphesiz taaddüd-i zevcata yerden göğe kadar hak verir. Yenilik göstereceğiz, medeniyete lâyık olduğumuzu ispat edeceğiz diye bu kadar hakikata tâbi bir kanunu kaldırmaya çalışmamalıyız. Yalnız zevceye de isterse, boşanmak hakkını bırakmalıyız. Talak için, bu kadar söze de hacet yoktur, sanıyorum.