İnsanları her yönden irşat eden Kur'an-ı Kerim'in ifadelerinde ise, oniki gezegenin işaretini buluyoruz. "Bir vakit Yûsuf babasına (Yakub'a): Babacağım, ben rüyada on bir yıldızla, Güneş ve Ay'ı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar" dedi. (53) Uzun bir maceradan sonra Yûsuf ve ailesi Mısır'a vardılar. Ve Yûsuf annesi ile babasını taht üzerine çıkarttı. Onların hepsi de (anne ve baba ve onbir kardeş) kendisi için secde ettiler (şükür secdesine kapandılar). Yusuf dedi ki: "Ey babacığım, işte önceden gördüğüm rüyanın tabiridir." (54) Rüyadaki Ay ve Güneş'in Yûsuf peygamberin (a.s) anne ve babası, onbir yıldızın da kardeşleri olduğunu anlıyoruz. Bunlar aynı asıldan bir topluluk, aynı kökden bir sistem manasını akla getirmektedir. Yûsuf (a.s) ile beraber oniki kardeş yıldız akla olduğuna göre, Güneş sisteminde oniki gezegenin bulunduğuna kuvvetli bir işaret vardır... Bilhassa mana gözü açık olanlar, daha da güzel görmüşlerdir. YUKARIYA ÇIKILDIKÇA OKSİJEN AZALIYOR "Allah, sapıklığa düşüreceği bir kimsenin göğsünü, sanki zorla göğe çıkarılıyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar."(55) Bu ayetten anlıyoruz ki, göğe doğru çıkan bir kimsenin göğsü daralıyor. Toriçelli, bu gerçeği 1643'te Floransa'da atmosfer basıncının varlığını ispatlayarak gösterdi. Buna göre, yukarı doğru çıkıldıkça oksijen azalıyor, dolayısıyla nefes alma güçlüğü doğuyor, boğulmalar oluyor. Bunun için, uçaklarda, gereğinde kullanılmak üzere oksijen tertibatı bulunur.
(53)
Yûsuf: 4
(54)
Yûsuf: 100.
(55)
En'am: 125.
Kur'an-ı Kerim, psikolojik bir olayı tarif ederken; "Zindanda boğazı sıkılmış kimse gibi daraltır" ifadesini kullanmıyor da, "Göğe çıkıyormuş gibi daraltır" diyor. Balon sayesinde, Kur'an-ı Kerim'den asırlar sonra, yükseklere çıkma imkanı bulununca havanın azalmasından dolayı ortaya çıkan bir fizyolojik hadise tespit edildi. ATMOSFER TABAKASI "Semayı mahfuz (korunmuş, muhafazalı) bir tavan yaptık." (56) Bu ayet-i kerime, ifade ettiği birçok manalar yanında, bizi Güneş'in zararlı ışınlarından koruyan, meteor vesair şeylerin tehlikelerinden muhafaza eden atmosfer tabakasını da ifade etmektedir. ARZIN DERİNLİKLERİNDEKİ RIZIK "O Allah'tır ki, arzın içinde ne varsa hepsini sizin için yarattı." (57) Ayetin ifade tarzı "ale-1-ard" (arzın üzerinde) şeklinde değil, "fil ard" (arzda) şeklindedir. Dünya'nın nimetlerinin bizim için yaratıldığını ifade eder. Arzın içindeki petrol, maden gibi maddelerin insanların istifadeleri için yaratıldığına ve arzın içinde henüz
(56)
Enbiya: 32.
(57)
Bakara: 29
keşfedilmeyen fakat ileride keşfedilecek unsurların gelecekde geçim sıkıntısına düşecek insanları kurtaracak gıda vs. maddelerin bulunduğuna işaret vardır. Peygamberimiz (s.a.v), bir hadisinde: "Rızkı, arzın derinliklerinde arayınız" buyurmuştur. (Taberani)AŞILAYICI RÜZGARLAR "Aşılayıcı rüzgarlar gönderdik"(58) Bitkilerle rüzgarın yapabileceği bir aşılama yakın zamana kadar bilinmiyordu. "Meyvaların hepsinden erkekli, dişili yaratan Odur." (59) Hakikati, yani bütün bitkilerin çiçeklerinde, erkek, dişi çifti bulunduğunu ve erkeğin dişiyi aşılamasıyla meyvaların meydana geldiği anlaşıldıktan sonradır ki, rüzgarların bir aşılayıcı hizmeti gördükleri öğrenildi. "Bilmez misin ki, Allah bulutları sürer, sonra aralarında bir imtizaç meydana getirir. Sonra da onu üst üste yığar, bir de görürsünüz ki, onların arasından yağmur çıkar. Gökten içinde dolu bulunan dağlar indiririz."(60) ayetinin ifadesinden de bulutlarda elektriklenmenin (pozitif iyonların yere doğru inmesi ve negatif iyonların da yeryüzünden yükselmeye başlamasıyla, yağmur bulutlarının çiftlenmesinden meydana gelen elektriklenmenin) rüzgarlar vasıtasıyla yapıldığını anlıyoruz. Bulutların elektrik yüklü olduğunu 1752 yılında ilk olarak Benjamin Franklin ispat etmiştir. Kur'an'dan asırlar sonra!... HAREKET ENERJİSİ "Nihayet bu rüzgarlar, yüklü yağmur bulutları az ve
(58)
Hicr: 22.
(59)
Ra'd: 3.
(60)
Nur: 43.
hafif bir şey gibi kaldırılıp yüklendiği zaman..." (61) Ağır bulutların kendilerinden daha hafif hava üzerinde duruşları birçok faraziyelerden sonra yeni açıklığa kavuştu. Deniliyordu ki, bulutlar küçük su taneciklerinden meydana gelmiştir. Bunlar sabun köpüğü gibi olup, içleri hava doludur. Bu hava, dışardaki havadan daha sıcak ve hafif olduğunda bulut havada asılı kalabiliyor. Araştırma imkanı bulununca bu taneciklerin boş değil, dolu olduğu anlaşıldı. Sonra bulutları havada tutan kuvvetin rüzgar olduğu anlaşıldı. Çünkü, yeldeğirmenlerini çeviren rüzgar, kum tanelerini yukarı doğru tahrik ettiği gibi bulutları havada tutuyor. İşte hareketin bu ehemmiyetinden istifade ile tahrik kuvveti elde edilerek uçaklar yapılmıştır. Kur'an'ın işaretinden bu kadar asır sonra... RADYASYON TESİRİ Lût Peygamber (a.s) kavminin başına gelen bela anlatılırken sanki atom bombasının çeşitli tesirleri ile karşılaşıyoruz: "Ey Lut! Hemen gecenin bir kısmında ev halkınla çık, git. İçinizden hiçbiri geri dönüp bakmasın. Ancak hanımın müstesna. Çünkü, kavmine isabet edecek azap ona da gelecektir." (62) Bu mesele başka bir ayette şöyle anlatılmaktadır: "Hemen gecenin bir kısmında aileni yürüt (yola çıkar), sen de arkalarından git ve hiç kimse arkalarına bakmasın. Emrolunduğunuz yere geçin gidin." (63) "Ve nihayet onları işrak vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi. Hemen şehirlerin altını üstüne getirdik ve üzerine sert taş
(61)A'raf:57.
(62)
Hûd: 81.
(63)
Hicr: 65.
yağdırdık." (64) Taş yağmadan önce şehrin altını üstüne getiren o hadise neydi? Geriye dönüp bakana, niçin o dokunacaktı? Bunlar, ancak bu günün atom bilgisiyle izah edilebilecek derin hakikatlerdir. Onun için Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinde: "İleride biz onlara hem yeryüzü etrafında, hem de bizzat kendi nefislerinde ayetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine apaçık olacaktır. Rabb'inin her şeye şahit olduğu yetmez mi?" (65) Kur'an'daki bir çok hakikatların daha sonra ilmin ve fennin ilerlemesiyle anlaşılacağına işaret edilmiştir. Şimdi inceleyelim: "Muhakkak ki, nükleer denge belli bir süre sonra değişecek, Güneş'in çekirdeği helyumu kullanmaya başlayacak, sıcaklık artacak, Merkür ve Venüs eriyip boşluğa akacaklar. Yeryüzündeki okyanuslar, buharlaşacak ve okyanuslarla birlikte kayalar da gidecektir. Birgün bu olaylar gerçekleşecektir. Birkaç saat içinde Dünya'mızın bugünkü hacmi kadar küçülecek ve en son helyum yakılınca da bir yanmış kömür artığı halini alacaktır. Bu son, hiç bir şekilde, en gelişmiş bilgilerle bile değiştirilemeyecektir." (Bilim ve Teknik dergisi, Ocak 77, sayı 110, sayfa 45) "Şimdi de ayetlere bakalım: "Denizler kaynadığı za-man..."(66)
Suyun aslı, hidrojen ve oksijen bileşimidir. Yanıcı ve yakıcı bir-iki element, herhangi bir yoldan parçalansa zincirleme parçalanma olacaktır. "Gök yarılıp da, gül gibi kızardığı, yağ gibi eridiği zaman..."(67) "O gün, gök, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış pamuğa dö
(64)
Hicr: 73-74
(65)
Fussilet: 53
(66)
Tekvir: 6.
(67)
Rahman: 37.
ner."(68) "Göğün, insanları bürüyeceği ve bir duman çıkaracağı günü gözetle, işte bu,
can yakıcı bir azaptır." (69)
"Dehşetiyle kalplere çarparak, o kıyametin sana ne olduğunu bildirdi. O gün insanlar,
çırpılıp yayılan kelebekler (pervaneler) gibi olacaklar. Dağlar da atılmış renkli yünler
gibi." (70) "O gün, arz ve dağlar sarsılacak ve dağlar, erimiş kum yığınına dönecek.
(71)
Şimdi burda soralım: Bilim mi daha önde gidiyor, Kur'an mı?
GÜNEŞİN SONU
"Güneşin tekvir edildiği vakit..." (72) Tekvir, esasında tedvir ve toplamak manalarıyla
alakalı, sarık sarar gibi yuvarlamak, dürülüp sarmakla bohçalamak manasınadır. Razi
tefsirinde zikredildiği gibi, bazıları, Hz. Ömer'den rivayet edilmiş olarak, kör etmek,
körletmek manasına olduğunu söylemişlerdir. Buna göre ayetin manası: "Güneş
dürülüp sarıldığı veya devşirilip atıldığı veya körletildiği zaman..." olur.
Lennird Beckel'in dediği gibi, "Güneş, birgün yanmış kömür haline gelecektir."
İlla onlar söyleyince mi inanılır? Allah (c.c) söyleyince niçin inanılmıyor?
ATOMDAN DA KÜÇÜK "Sen herhangi bir işte bulunsan, Kur'an'dan her ne
(68)
Meâric: 8-9 (69)Duhan: 10-11.
(70)
Kâria: 1-2-3-4-5.
(71)
Müzemmil: 14.
(72)
Tekvir: 1.
okusan, sen ve ümmetin herhangi bir amel yapsanız, siz ona dalıp dururken, muhakkak ki, Biz ona şahit oluruz. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabb'inizden gizli kalmaz. Ondan daha küçük ve ondan daha büyük bir şey yoktur ki, Kitab-ı Mübin'de olmasın" (73). Bu ayetteki 'zerre ağırlığınca' ve ondan yani zerreden daha küçük ifadesinden: a) Atom ağırlığını b) Atomdan daha küçük şeylerin varlığını anlıyoruz. HERŞEY ÇİFT YARATILMIŞTIR "Arzın bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah çok yücedir" (74). "Meyvelerin hepsinden erkekli dişili çiftler yaratan O'dur." (75) "Dönüp ibret alsınlar diye herşeyi çift yarattı." (76) Bitkilerin erkek ve dişili olduğu yeni öğrenildi. Asırlardan sonra elektrikte, atomlarda pozitif ve negatiften bahsedildi. Atomun çekirdiği pozitif, elektronları ise negatif yük taşır. Daha da enteresanı, atom çekirdeğinde de proton ve nötron dediğimiz çiftler vardır. Bu hakikat ancak 1938'de bir İngiliz fizikçisi tarafından keşfedilmiştir. Ve bu ayet-i kerimeye, Batı düne kadar gülüyordu. İNSANIN YARATILIŞI 1 — "Onun ayetlerinden biri de, sizi topraktan yaratmasıdır." (77) İlim ispat etmiştir ki, insanın vücudunun aslı oksijen, hidrojen, fosfor, kükürt, azot, kalsiyum, mag
(73)
Yûnus: 61.
(74)
Yasin: 36.
(75)
Rad: 3.
(76)
Zariyat: 46.
(77)
Rum: 20. nezyum, demir, manganez, bakır, iyot, flor, kobalt, çinko, silisyum ve alüminyum gibi toprak unsurlarından meydana gelmiştir. "Bir de şöyle dediler: — Biz kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi, gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz? Ey Resulüm söyle: — İster taş olun, ister demir olun yahut gönlünüzde büyüyen herhangi bir yaratık olun." (78) İnsan vücudunda demir yok mu, kanımızın rengi nereden? Taşlar, toprağın annesi değil mi, vücut topraktan değil mi? 2 — Meni, nutfe, alaka: "İnsanoğlu, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder? Dölyatağına dökülen meninin bir parçasından, bir nutfe değil miydi o insan?" (79) Ayetteki "min meniyyin" ifadesi "Meninin bir parçasında, azıcığında" manasına gelir ki, binlerce spermin bir tanesinden demektir. Demek ki, meninin hepsinden değil, bu da yeni bilinen meselelerden. "O, insanı alaktan yarattı" (80) Alak, "yapışıp ilişmek" anlamındadır. İlişkin ve yapışkan şeye de denir. Rahimdeki duluğa da alaka denmiştir. 3 — Karar-ı mekîn ve ceninin safhaları: "And olsun ki, Biz insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra da nutfeyi kan pıhtısına çevirdik. Kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra başka bir yaratık yaptık. (81) Ayetteki "fi kararın mekîn" yani 'sağlam bir yerde' ifadesi, enteresan bir şekilde ana rahmini anlatmaktadır. Rahmin, ana karnının aşağısındaki emin yerini ve geniş kalın cidarlı o ka
(78)
Isra: 49-50-51.
(79)
Kıyâme: 36-37.
(80)
Alak: 2.
(81)
Mu minun: 12-13-14.
84 85
bı, o geniş yuvarlak zarları, periton içinde bulunan ve onu mesaneye ve kalın bağırsağa bağlayan bu parçaları, ki bunların hepsi rahmin dengesini temin ediyor ve onu sağlamlaştırıyor, eğilmekten ve çocuğu düşmekten koruyor. Hamilelik ilerleyip rahim yükseldikçe bunlar da rahimle beraber uzanıyor ve doğumdan sonra tekrar kısılıp normal vaziyetini alıyor. Tedkik eden ve bu havuz kısmının ve leğen kemiklerinin yaratılış tarzını bilen kimse, "Sonra nutfeyi sağlam bir yere koyduk" ayetinin doğruluğunu açıkça anlar. Ayetteki 'alak', yapışkan bir kan pıhtısı manasını ifade ederek, ana rahmine nasıl tutunduğunu göstermekle beraber, asalak, kurt, sülük manasını da ifade etmekte, sülüğe benzeyen ve burgu gibi kuyruğun itmesiyle hareket eden spermin şeklini de gözümüzün önüne getirmekterdir. 4 — Ana rahmindeki üç karanlık: "Sizi analarınızın karnında üç zulmet içinde hilkatten hilkate yaratıp duruyor." (82) Jinekoloji, senin, ana karnında, su, ışık ve hava geçirmeyen üç sağır perde ile örtülü bulunduğunu söylüyor. Bunlar su geçirmeyen 'Corion' zarlarıdır. Rahim içten dışa doğru üç doku ile yapılmıştır: Parametrium, miomerium, endometrium dokuları... Bu dokular, ışık, ısı ve su geçirmez zarlarla sarılmıştır. Arap dilinde bunlara 'zulmet' denir. Bunlar su geçirmeyen münber, ışık geçirmeyen amenion ve ısı geçirmeyen corion zarlarıdır. (Ey inanmayan doktor! Bütün bunlara nasıl tesadüf dersin?)
(82) Zümer: 6.
86
PARMAK İZLERİ "İnsan, mutlaka bizim onun kemiklerini toplayıp biraraya getiremeyeceğimizi mi zannediyor? Evet, biz parmak uçlarını bile bütün hususiyetleriyle derleyip yeniden yaratmaya kadiriz." (83) Ayet-i kerime, dikkati parmak uçlarındaki çizgilere çekmektedir. Evet, parmak uçlarının özel ayrımları vardır ki, biri diğerininkine hiç benzemez. Parmak çizgilerinin bu özellikleri 18. yüzyıla kadar bilinmez gibiydi. 1884 yılında İngiltere'de, şahısları birbirinden ayırt edip tanıyabilmek için şaşmaz ayırıcı olan parmak izini, resmen kabul ettiler. Bu kıvrımlar hayat boyunca hiç değişmediği için, adli tıpta ipucu olarak kullanılmaktadır. Burada sonsuz bir ilim ve herşeye muktedir bir kudretin ispatı vardır. Görmeyen, kendini düşürmüş olur. Sanatçısını değil! HER ŞEYİ KONUŞTURAN VE HER ŞEYİ TESPİT EDEN Allah "Nihayet ateşe geldikleri zaman, onlar (dünyada) ne yapıyor idiyseler, kulakları, gözleri ve derileri hep aleyhlerine şahitlik edecektir. O kafirler, derilerine (azalarına): Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz, derler. Onlar zulme uğratılmazlar." "Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki, kitab-ı mübin'de (açık veya beyan edici kitap) olmasın." (84) Her şeyi konuşturup söyleten, tespit eden Cenab-ı Hakk'ın, levhi mahfuz ve ilahi ilminin sayfalarından ona misal ve mana alemleri birer kitaptır. İstediği zaman şekillerle, konuşmalarla, herşeyi ortaya döker. Fen ve tekniğin ge
(83)
Kıyamet: 3-4.
(84)
Neml: 87.
87
lişmesiyle, teypler, sesleri kaydeden birer kitap olduğu gibi, naklen veya paket yayın yapan televizyon ve sinemalar da hadiseleri zapteden birer kitap olarak kitab-ı mübinin birer ispatlayıcısı olmuşlardır. Nasıl ki, sadece tabii şuura ait unutulan hatıraların değişimi ve iç şuurdaki hiç unutmayan hafızanın ebediyete kadar dayanışını sağlayan ondaki korunuş ve saklılıktır. Alemde, kimyasal görüntüler (tayf), ışık ve ısı olayları, dalga, uzunluk farkları yüzünden birbirine karışmadan kendi titreşimleriyle kainatta kaydolunurlar. Burada şunu söylemek istiyoruz ki; Allâh-u Teala'nın yapılanları ahirette bize göstereceğine inanmayanlar bilsinler ki, bir film, bir teyp yapılanı çeker de, Allah'ın kudret alemindeki teypleri, filmleri yapılan sevabı, günahı çekemez mi? EŞYANIN AYNEN NAKLİ VEYA RESİMLERİNİN NAKLİ "Hz. Süleyman dedi ki: Ey seçkin topluluk, onlar, (sebe ülkesinden) bana Müslüman olarak gelmeden önce, onun (Belkıs'ın) tahtını hanginiz bana getirir? Kendisinde kitaptan ilim bulunan kimse dedi ki: Ben gözümü kırpmadan önce sana getiririm derken Süleyman tahtı yanında görünce dedi ki ...." (85) ayetleri işaret ediyor ki, uzak mesafelerden aynen veya sureten birşeyi getirmek mümkündür. Süleyman (a.s), masum diliyle istediğine nasıl nail olmuşsa, insanlar da kabiliyetleriyle Cenab-ı Hak'dan isteyerek kanunlarına uygun hareket etseler, onlara da dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek ki, Belkıs'ın tahtı Yemen'de iken, Şam'da aynıyla ve suretiy
(85) Neml: 40.
88
le hazır olmuştur. Elbette, taht etrafındaki adamların suretleri görüldüğü gibi, sesleri de işitilmiştir. "Yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse" ifadesinden bunun tahsil edilecek, okuma yazma ile öğrenilecek bir ilim olduğunu anlıyoruz. Televizyon, görüntünün nakli meselesini ispat etmiştir, ancak eşyanın aynen nakli meçhuldür. Halbuki, "Onun tahtını tanınmaz hale getirin, bakalım tanınacak mı?' (86) ayetinden tahtın televizyonda olduğu gibi, resmin değil de, kendisinin bir anda nakledilmiş olduğunu anlıyoruz. Belkıs'ın tahtının, madde ile gelmesine izin veren Allah, günümüzde maddenin resimle nakline izin vermiştir. Hiç kimse görüntünün ve sesin Allah'ın ilmi dışında olduğunu söyleyemez. KOKULARIN NAKLİ "Mısır'dan kafile ayrılınca, beriden babaları şöyle dedi: Doğrusu Yûsuf un kokusunu alıyorum." (87) Bu ayette 'koku' ifadesi rüzgar manasına gelen 'riyh" kelimesiyle anlatılmıştır. Rüzgardan ise, daha çok ulaştırma manası akla gelir. Halbuki, koku, Hz. Yakub'un vicdanına, rüzgardan daha çabuk gelmiştir. Bu intikalin fiziki surette meydana gelişi, havanın kütle halindeki cereyanı ile değil de, elektrik dalgalarıyla olması muhtemeldir. O halde meseleyi kimya ve atom fiziği takip ederek, ses naklinden daha ince bir kanun ile koku, kuvvet ve hareketinin zaptedilmesinde ve naklinde dahi elektrik cereyanından istifade mümkündür neticesine varılabilir. Bu ise yaratılışta kokunun dahi havadan bir telsiz ile şimşek gibi nakledilmesi ve ulaştırılması hadisesinin ortaya çıkmasının ve gizli bir kanunun varlığını ihtar eder...
(86)
Neml: 41.
(87)
Yûsuf: 94. 89
93