GİRİŞ
Adamın biri, bir yılanla arkadaşlık kurar; adam yılanı çok sever.
Ona, her gün bir tas süt içirir. Arkadaşlıkları bu şekilde günlerce devam eder.
Fakat, günlerden bir gün, yılan değil mi, yılanlık damarı tutar. A
damın oğlunu sokarak öldürür. Zavallı adam, gelir bir de bakar ki, oğlu ölmüş.
Yılan da biraz ötede. Adam; "Yazıklar olsun!" diyerek yılanın kafasını taş ile ağır bir şekilde yaralar.
Adam, ağlayarak oğlunu kapısının önüne gömer. Aradan yıllar geçer, adam yılana der ki: "Yılan kardeş, gel seninle eskisi gibi yine dost olalım." Yılan, kafasını şöyle bir kaldırarak, "Ah... Ah.." der, "Bu yara benim kafamda, o mezar senin kapındayken seninle artık dost olmamız mümkün değildir."
Adamın akılsızlığı, yılanla dost olmakla başlamıyor mu? Müslümanın emperyalist dinsizle dost olması gibi birşey.
Belki yılanla dost olunur ama kafirle asla dost olunmaz.
Kafir, Müslüman oluncaya kadar bu böyle sürer.
Peki, bugün kafirlere "Dostlar" diye hitap ediliyor.
Bunun sebebi nedir? Kafir, Müslüman mı oldu? Hayır.
Peki, nasıl dostumuz oldu? Hani Kur'an-ı Kerim'de Rabbulâlemin; "Ey iman edenler, kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin Çünkü onlar, size şer ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Hakikat, onların kin ve nef retleri ağızlarından (taşıp) meydana vurmuştur. Göğüslerinde gizlemekte oldukları (düşmanlık) ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi (kati surette) açıkladık, eğer düşünürseniz."(l) diye buyurmuştu. Bize ne oldu? Rabbimizden (hâşâ) daha mı iyi biliyoruz?
Dostumuzmuş, olsun bakalım, nereye kadar gidecek? Günün birinde, bu dostluk Türkiye'yi mezara sokarsa, aklımız başımıza gelir (biiznillah, fırsat vermeyeceğiz, aklımızı başımıza alacağız.) Yılan, 'Biz dost olamayız" demişti. Fakat kafir, yılanın yaptığı fedakarlığı yapmaz, açıkça, "biz dost olamayız," diye söylemez. Kafirle dost olmak, bizi Rabbimiz'den ayırır, Peygamberimizden ayırır, Kur'an'ımızdan ayırır. Böylece, hem dünyamız, hem ahiretimiz harap olur. Dünyamızın harap olması bir şey değil diyelim ama ya ahiretimiz harap olursa ne olur o zaman halimiz?
Altınla satın alamayacağımız kıymetli yıllarımıza, bir paçavra kadar bile de ğer vermiyoruz.
Neticede, Avrupa'nın kilisesine mendil açacak hale geldik. Bat: aşığı Müslüman!
Geri kalmışlığımızı hâlâ dine mal etmeye çalışır aktadırlar. Bu nasıl uyumaktır anlayamadım.
Bu, gerici, yobaz aydın bozuntularının hiç mi akılları ermiyor?
İnsan şöyle bir düşünür: Dün, devlet, Kur'an-ı Kerim, yani Allah'ın ahkamı ile yönetiliyordu, Batı bize muhtaçtı, bugün devlet, insanların ahkamı (kanunları) ile yönetiliyor, biz Batıya muhtacız...
Dün, Kur'an'ın emirleri uygulandığı zaman, ülkede maddî ve manevî bir huzur vardı. Hatta Batı devletlerine para yardımı bile yapılıyordu. İlimde de en ileri gidenler Müslümanlardı.
(1) Âl-i İmran: 118
Galileo'yi, İslâm anlayışı değil, Batı anlayışı ölüme mahkum etmişti.
O zamanlar Batılılar, dünya tepsi gibidir derken, Müslümanlar dünya yuvarlaktır diyorlardı.
Şimdi o Batıya bizi hayran ettiler. Müslümanlar, ayın, güneşin, yıldızların döndüklerini bildiren ayetleri çoktandır okuyorlardı. Kitabın yazılış gayesindeki en önemli mesele,
Allah'ımızı hakkıyle bilmek ve dinsizliği tanımaktır.
Hele doğru söyleyen tarih kitaplarını okuyunca, insan bir tuhaf oluyor.
O Müslümanlar, İslâm'ı nasıl yaşamışlar, İslâm için nasıl durmadan çalışmışlar,
inan tam bu duygularla dolu iken, Allah'ın emirlerini yapmayan,
Ta-ğut'u(2) destekleyen, ona dua eden birinin, ben de Müslümanım, demesi yok mu?
İşte o zaman, "Hadi oradan, sen mi Müslümansın?
Tağutu desteklemekle Allah'a şirk koşuyorsun, bir de Müslüman'ım diyorsun", diyesi geliyor insanın.
Birkaç sene evvel, bir konuşmamdan dolayı komiserin karşısına çıkarılmıştım.
(Sağolsunlar bizi alıştırdılar.)
Komiser Bey soruyordu:
—
Seni buraya niçin getirdiler?
—
Siz bilirsiniz Komiser Bey, ben nereden bileyim,
—
Sen ne anlatıyordun bugün saat 12'de?
—
Rabbimi, peygamberimi (s.a.v) ve emirlerini...— Onlar, bilmiyorlar mı, Rabbini, peygamberini? Sana mı kaldı bunları anlatmak, okulda bunların hepsini öğretiyorlar?
(2) Tağut: Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icat eden her varlık. Bunun, insan olması, put olması, şeytan olması veya bunların dışında her hangi birşey olması mahiyetini değiştirmez.
—
Okulda okutulan bir saatlik din dersi ile, Allah'ın ve peygamberin emirlerini,
peygamberimizin (s.a.v) işlerini öğretemeyiz ki? Hem ben, sadece okulda okuyanlara
vaaz vermiyorum ki, okulda okumayanlara da vaaz veriyorum, bildiğim ne varsa
hepsinden.
—
Aman canım, ne yapmış ki peygamber, bol bol halkın zekâtını toplamış.
—
Komiser Bey! Bakın, siz de peygamberimizin (s.a.v) hayatım okumamışsınız.
Peygamberimiz (s.a.v), zekât almazdı. Allah (c.c.) yasaklamıştı. Buna ne dersiniz
acaba?
—
Neyse, konumuz bu değil. Ama Muhammed bir filozoftu, bunu kabul etmek
gerekir.
—
Bunu kabul etmek, Kur'an-ı Kerim'i reddetmek demektir. Filozof demek, kendi
araştırmaları ile birşeyler bulan, yeni fikirler ileri süren düşünür demektir. Hem
filozofların ileri sürdüğü fikirleri, aynı zaman diliminde veya birkaç asır sonra başka
bir filozof çürütüp başka yeni fikirler ileri sürebiliyor. Halbuki, peygamberimiz (s.a.v)
bir ümmî idi. Yani, okuyup yazması yoktu. Nasıl oluyor da bir ümmîye filozof
diyorsunuz? Peygamberimizin (s.a.v) söylemiş olduğu bütün emirleri, Allah (c.c)
bildirmiştir. O da, biz ümmetine bildirmiştir. Kafirler, peygamberimize (s.a.v) filozof
demekle, Kur'an-ı Kerim'in Allah'tan (c.c) geldiğini saklamak istiyorlar.
—
Sen bunları niçin öğreniyorsun?
—
Bana, yani bir Müslüman'a farz olduğu için.
—
Boşver canım, ne lüzumu var. Kendini bu kadar yormuşsun, gidip bir memur
olsaydın, hiç olmazsa huzurun olurdu.
—
Memurlar, çok mu huzurlu? Sonra ben, elhamdülillah çok huzurluyum, hem
yorulmaktan da zevk alıyorum.
Çünkü, ruhum yorgun değil. Siz devletin memurusunuz, ben de dinimin memuruyum.
Devlete memur lazım da, İslâm'a memur lazım değil mi?
Komiser, konuyu değiştirerek konuşmasını sürdürdü. Ötesini anlatmaya gerek yok.
Bakın, burada dikkatimi çeken bir durum var. İslâm'ın yanlış anlatıldığını, İslâm'ı ben
de bilirim diyenlerin, aslında İslâm'dan hiçbir şey bilmediğini gözlemleyebiliyoruz bu
olayda. Seni hakkıyla anlatamadık, dinini tanıtamadık, bizleri affet Allahım.
Şimdi ne yapmak lâzım? İslâm'ı güzelce öğrenip amel etmek, sonra da İslâm'ı tebliğ
etmek lazım. Üstadımdan duymuştum: "İnsanı eğitmek, hayvanı eğitmekden zordur"
diyordu.
Adam, dağdan ayı tutup getiriyor, onu terbiye ediyor da, biz elimizdeki talebeyi terbiye edemiyoruz. Bu bizim tam eğitici olmadığımızı gösterirken, (hayvanlarda nefis yok) nefs sahibi olan insanoğlunun terbiyesinin çok zor olduğunu da gösterir. Hele bugün, zehir saçan neşriyat içinde bulunan gençliği kurtarmak (eğitmek), deveye hendek atlatmak değil, nerdeyse deveye elma toplatmak kadar zor bir mesele oldu. Niçin?... Ah, bu niçinleri bir anlatabilsek, gerçekleri açık açık beyinlere sokabilsek...
Yâ Rabb, nasip et...
Şuna kesin olarak inanmamız lazım ki, yılanla dost olmak, kafirle dost olmaktan bin
defa daha iyidir. Yılan, adamın evladını soktu öldürdü, böylece çocuk sadece
dünyadan ahirete gitmiş oldu. Fakat kâfir, evladlarımızın beynini zehirlemek yoluyla,
hem dünyasını, hem de ahiretini harap etmiş olur. Nereden türedi bu "İnanmıyorum"
diyen gençlik? Uyanalım, çok düşünüp, çok çalışalım. Kâfir, dinimize küfür ediyor,
niçin duymuyoruz?. Ama Allah'ın izniyle, hesap sormanın zamanı elbette bir gün
gelecektir. Kâfirlerin İslâm'a karşı bir hileleri, tuzakları varsa, Rabbim'in de onlara
karşı bir tuzağı vardır.
"Hani bir zaman, o küfredenler, ya seni tutup bağlamak, ya da seni öldürmek yahut
seni yurdundan zorla çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar, bu tuzağı
kurarlarken, Allah da onlara bir tuzak kurmadaydı. Allah, tuzak kuranlara mukabele
edenlerin en hayırlısıdır." (3) Allah, ayetlerden meâlen böyle seslenirken, kalkıpta
"Allah da hata yapar" diyenler, yılandan milyon kere milyon daha yılan değil midir?
Geçenlerde konuşan cahil bir adam, "Ben hoca çocuğuyum" diye fetvabaşı kesilmişti,
ben de bu şiiri yazmıştım.
Ne söylüyor şu adam, şaşkın şaşkın Kırdığı büyük potlar, binleri aşkın Üstelik çok da cahil, cahilin de cahili Şunu susturmak için, bilmem ki ne yapmalı Kahrımdan ölüyorum, adam, tutup dinimi Suçluyor, yargılıyor, bilmiyor ki, kimi Kim çekiyor hesaba, kimdir küçümsediği Allah ve Resulüdür açıkça söylediği Bu adama yok mudur, hiç haddini bildiren Sabır kardeşim sabır, birazcık daha diren Köpeklere her zaman, bu meydan verilmez ya Her saniye şeklini değiştiriyor dünya.
Gençlik, böyledir işte. Gençliğin heyecanıyla bazen 'ağır' kelimeler sarfeder insan. Ben de öyle yapmışım. Hoşgörmenizi rica ediyorum.
Emine Şenlikoğlu