Teselli bulmak için mi inanırız?
Bir keresinde, inançsızlığın sillesini yemiş bir öğrencimle inanmak-inanmamak konusunda sohbet ederken, inananlar, inançta teselli buluyor; o yüzden inanıyorlar gibi bir laf etmişti. İlginç bir noktaydı söylediği. Gerçeğin bir kısmını içeriyordu, ama tamamını değil! İnsan teselliye muhtaçtı ve iman elbette ki bu teselliyi hakkıyla veriyordu.
Ama, ima edilenin aksine, iman bir kaçış değildi; tersine, korkaklığı inançsızlık ve cesareti iman barındırıyordu! Bunu dilimin döndüğünce o öğrencime anlattım.
Gelgelelim, varoluşun en yüksek hakikatı olana imana ve bu hakikate erenlere hâlâ atfedilen bir suçlama bu. İnanmanın bir teselli arayışı ve dolayısıyla kolay bir kaçış olduğu
Nur Risalelerinde, iman etmenin mâkul, gerekli ve insanî olduğunu göstermek için dış âlem kadar insanın iç âleminden de deliller getirilir. İnsan âleminden getirilen delillerden birisi ve en çok kullanılanı, imanda manevî bir cennet, küfürde ise manevî bir cehennemn saklı olduğudur. 13. Sözde yer alan şu satırlar bu delilin örneği olarak zikredilebilir:
Eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse; hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü, insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor.
Hususan gayr-i meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletinin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.
İnsan yaratılışındaki hakikate tam tamına uyan bu delilin Risalelerde öne çıkarılmasının hikmetli sebepleri vardır. Sözkonusu delil veya tahlil, öncelikle insanda yaratılışından gelen hakikî lezzet arayışına seslenir. Dahası, Bediüzzaman, Eski Yunann hazcı felsefesinin âhirzamanda tenasuh etmiş ve yaygınlaşmış hedonizmin modern insanı her işinde öncelikle haz ve lezzet arar hale getirmiş olduğunun farkındadır; ve sırf haz arayışı sebebiyle, materyalizmin insanın Yaratıcıyla bağını kopartmaya ve bunu bir hayat tarzı haline dönüştürmeye teşvik ettiğini bilmektedir. Daha özelde ise, bir dünya görüşü ve hayat tarzı olarak haz ve lezzet arayışının özellikle gençlere telkin edildiğini görmektedir.
O yüzden, Bediüzzaman gayet hikmetli bir dille, haz kaynağı zannedilen nefisperestliğin ve Yaratıcıyla bağını kopartmanın zevk ve lezzet değil tam tersine elem ve keder kaynağı olduğunu; Yaratıcıya iman ile bağlanmanın ve O'nun (dinî) emirleri doğrultusunda yaşamanın da hakikî lezzet ve zevke vesile olduğunu defalarca ve ısrarla ifade eder:
Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı [zevkleri] ve envar-ı vücudiyeyi [varlık nurlarını] veriyor.
Alıntı yapılan bahsin başlığı, bir ideoloji ve hayat tarzı olarak hedonizmin özellikle gençlere veya gençlere özenenlere cazip geldiğinin de ispatıdır: Birkaç bîçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır.
Diğer bir ifadeyle, hedonizme sürüklenmiş, zevk peşinde koştuğunu zannederken yokluğun ve fenanın bin bir türlü kederini, elemini ve hüznünü yaşayan, ama bunun farkında olmayan modern insana seslenirken geliştirilmiş hikmetli ve şefkatli bir dildir bu. Ve parçanın son cümlesi de, Hayattaki birincil gayeniz lezzet ve zevk ise, bu da ancak imanla mümkündür şeklinde özetlenebilecek üslûbu dile getirir:
İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Dolayısıyla, imandaki cennet lezzeti delilinin birkaç düzeyde vazife gördüğünü söylemek mümkündür:
* Nefs ve kibrine esir olup inanma cesareti gösteremeyenlere Büyüklenmenizin ve korkaklığınızın bedelini bu dünyada dahi elemle, kederle ve daimî ayrılıkla ödeyeceksiniz korkutucu haberini verir.
* Hazcılığın pençesine düşmüş, ama uyanmak isteyenlere Hakikî lezzeti istiyorsanız iman etmelisiniz, ilâhî emir ve yasaklara uymalısınız emrini tebliğ eder.
* Bir sonraki düzeyde, yaratılışı gereği hiçliğin, fenanın ve ayrılığın elemlerinden ve hüzünlerinden kurtulmak isteyen insanlara Bekâ, daimî varlık ve kavuşma imanla mümkündür müjdesini verir.
* Bir başka düzeyde, lezzet-elem delili bir işaret görevi görür. Hakikat arayıcılarına, İnsan olarak hakikata ve hikmete uyan bir yol arıyorsanız, bu yol ancak iman ve din olabilir. Çünkü, insanın yaratılışına uygun yol odur, başka olamaz delilini dile getirir...
* Ve ihlas ehline de şu dersi verir: Siz istemediğiniz ve gaye edinmediğiniz halde, imanınızla ve takvanız sebebiyle dünyanıza hediye edilen lezzetler için şükredin. Zaten fıtratınızda/yaratılışınızda konulmuş ve göreviniz olan Rabbine imanla ve kullukla bağlan emrine uyduğunuz [uymamazlık etmediğiniz] için fazladan bir ücrete lâyık değilken, Rabbinize iman ve kullukla bağlanmanızın bir meyvesi olarak hem bu dünyada, hem âhirette cennet lezzetleriyle sizi mükâfatlandıran Rabbinizin rahmetinin sonsuzluğunu hissedin ve Ona daha çok bağlanın!
Murat Çiftkaya
Derleyen; Efe S. Akar