Bir hoşluğu olmak: Rahatsız, neşesiz olmak."O şiddetli kazayı görünce bir hoş oldum."
Bir kalemde: Birden ve toptan, bir işlem ile."Bir kalemde öde de kapat şu hesabı."
Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak, aynı neticeyi vermek."Ha sen söylemişsin ha ben, bir kapıya çıkmaz mı?"
Bir kaşık suda boğmak: Bir kişiye çok fazla kızmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek."Şu yalancı herifi her söz söyleyişinde bir kaşık suda boğasım geliyor!"
Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telâş olmak."Alevler bacayı sarınca bir kıyamettir koptu sokakta."
Bir Köroğlu bir Ayvaz: Bir karı kocanın çocuğunun olmaması yahut yakınlarının yanlarında bulunmaması."Bir Köroğlu bir Ayvaz olmasak bu maaşın bize yeteceği yok."
Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak."Söylediğim söz bir kulağından girip öbür kulağından çıkarsa anlamazsın elbet!"
Bir pula satmak: Bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak."Parayı görünce adam bizi bir pula satıverdi."
Bir sözünü iki etmemek: Birinin her istediğini hemen yerine getirmek."Ah benim tatlı çocuğum, bir sözümü iki etmez, hemen yapıverir."
Bir şeye benzememek: İşe yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak."Bu kadar emekten sonra bari bir şeye benzemiş olsaydı şu kapı."
Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla iki veya birden çok yararlı sonuç elde etmek, bir girişimle iki iş yapmak."Anladım amacını, bir taşla iki kuş vurmak."
Bir tutmak: Eşit görmek, eşit saymak, farklı muamelede bulunmamak."Öğretmen, sınıftaki öğrencilerin hepsini bir tutmalıdır."
Bir yastığa baş koymak: Evli bulunmak, acı ve tatlı günlerde birbirini desteklemiş olmak."Biz kırk yıl bir yastığa baş koyduk, nasıl unuturum onu?"
Bir yastıkta kocamak: Karı ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek."Bir yastıkta kocarsınız inşaAllah."
Bir yaşına daha girmek: Şaşılacak bir durumla, yeni bir şeyle karşılaşmak."Aman yarabbim, onu o kılıkta görünce bir yaşıma daha girdim."
Bit yeniği: Kuşkulu bir nokta, işin gizli kalmış, kötü ve aksak yönü."Bir bit yeniği var gibime geliyor bu işte, haydi hayırlısı."
Bize de mi lolo!: "Senin ne mal olduğunu biliyoruz, bize yutturamazsın ya; seni yeterince tanıyoruz, herkesi aldatabilirsin ama bizi asla" anlamında kullanılır.
Boğaz boğaza gelmek: Zorlu bir kavgaya tutuşmak, ya da kavga edecek hâle gelmek."Senin o dilin yüzünden adamla boğaz boğaza geldik."
Boğaz derdi: 1. Yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları. 2. Geçim için uğraşma, kazanç sağlama kaygısı."Boğaz derdi, bence dertlerin en büyüğüdür."
Boğaz kavgası: Yaşamak için, geçinebilmek için yapılan didinme, uğraş."Hemen bütün insanlar boğaz kavgasının içinde kaybolmuş durumdalar."
Boğazı kurumak: Çok susamak, çok konuşmaktan ve bağırmaktan ötürü sesi çıkmaz olmak."Boğazım kurudu, bir şeyler içelim de öyle gidelim."
Boğazına dizilmek: Bir üzüntüden dolayı iştahı kesilmek, isteksiz ve zorla yemek."Annemin o hasta hâli gözümün önüne geldikçe lokmalar boğazıma diziliyor."
Boğuntuya getirmek: Birini bunaltıp şaşırtma yolu ile kendisinden bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.
Bohçasını koltuğuna vermek: İşine son vermek, kovmak, başından defetmek."Hiç sebepsiz yere bohçasını koltuğuna verip fabrikadan uzaklaştırdılar onu."
Bol keseden: Ölçüsüz, çok fazla, bol bol."Bol keseden atıp tutmaya bayılır bizim çocuk."
Borç harç: Borç alarak ya da benzer yollara başvurarak (bir şeyi sağlamak)."Borç harç nihayet yaptırdık evin çatısını."
Borusunu çalmak: Çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek."O, yıllardan beri Tophane kabadayılarının borusunu çalar."
Borusu ötmek: Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak."Bizim sokakta Hasan amcanın borusu öter."
Bostan korkuluğu: 1. Kuşları ve diğer yabani hayvanları ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse."Müdür tam bir bostan korkuluğu, memurlar ne iş yapıyor ne güç."
Boşa çıkmak: Umulan gerçekleşmemek, sonuç vermemek, elde edilememek."Bütün emeklerimiz boşa çıktı desenize."
Boş atıp dolu tutmak: Umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek; doğruluğuna inanmadan söylediği söz gerçek çıkmak."Hayatımızın boş atıp dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz."
Boş bulunmak: 1. Dalgın ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sakıncalı bir sözü, işin sonunu düşünmeden söyleyivermek."Boş bulunup da sakın söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün değil."
Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz, aylak, boş gezip dolaşan kimse."Adam boş gezenin boş kalfası, bir de işsizlikten yakınıyor."
Boş vermek: Önem vermemek, aldırmamak, ilgisiz davranmak."Boş ver, bu hayat böyle gelmiş, böyle gider."
Boy atmak: Boyu uzamak, gelişmek, boylanmak."Çok çabuk boy attı sizin çocuk; maşAllah, delikanlı gibi olmuş."
Boy göstermek: 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteriş yapmak."Onun gelip gitmesinin ardından olaylar boy gösterdi."
Boy ölçüşmek: Yarışmak, değer yarışına girmek."Benimle boy ölçüşecek adam daha anasından doğmadı."
Boynu bükük: Yardım bekleyen; acınacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan."Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar."
Boynu eğri: Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan."O adamdan borç para aldığı için boynu eğri, bu yüzden yaptığı kötülüklere ses çıkaramıyor."
Boynu kıldan ince olmak: Adaletli yargı karşısında verilecek her cezaya razı olmak."Gerçek adaletin karşısında boynum kıldan incedir."
Boynunun borcu: Yapılması gerekli olan ödev."Seni sevindirmek boynumun borcu oldu artık."
Boynunu vurmak: Başını keserek öldürmek."Boynunun vurulmasına ramak kala hakkındaki hükmün kaldırıldığını öğrendi ve yer gök onun oldu sanki"
Boyunduruk altına girmek: Başkasının egemenliği altına girmek, tutsak olmak, emir ve baskı altında yaşamak."Türk milleti için boyunduruk altına girmek, ölüm demektir."
Boyunun ölçüsünü almak: 1. İddia üzerine giriştiği bir işi başaramayıp yetersizliğini anlamak. 2. Biri tarafından haddi bildirilmek. 3. Beklediği yakınlığı görememek."Boynunun ölçüsünü aldı, böyle bir işe bir daha giremez."
Bozuk çalmak: Bir şey yüzünden canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak, sinirli davranışlarda bulunmak."Biraz hasta oldu diye sağa sola bozuk çalıp duruyor."
Bozuk düzen: 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanlış kurallar dizgesi."Bu bozuk düzenden hangi görüş ve anlayış biçimi kurtaracak milleti, onu öğrenmeye çalışıyorum."
Bozum etmek: Bir kimseyi bekmediği bir davranış karşısında bırakarak utandırmak, mahçup etmek."Adamı bozum etmeye bayılır bu ihtiyar, ona karşı dikkatli ol."
Bozum olmak: Bir sözü ya da davranışı iyi karşılanmadığı için utanmak, utanacak duruma düşmek."Onun düşüncesinin hiç de doğru olmadığını söylediğim zaman amma da bozum oldu kadın."
Bozuntuya vermemek: Hataya düştüğünü anladığında veya hoşlanmadığı bir durumla karşılaştığında farketmemiş gibi davranmak, oralı olmamak."Hiç bozuntuya vermeden misafirlere hoş geldin demeye devam etti."
Bulanık suda balık avlamak: Karışık durumlardan yararlanarak kendi çıkarını sağlamak."Bulanık suda balık avlamayı kural hâline getirmiş."
Buldukça bunamak: Bulduğundan daha çoğunu isteyip şükretmemek, daha iyisini istemek."Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdiğini görmez misin sen?"
Buluttan nem kapmak: Çok alıngan olmak, en küçük şeylerden bile alınmak."Seninle konuşmak imkânsız, buluttan nem kapıyorsun çünkü."
Bunda bir iş var: "Bir olayın şimdilik bilinmeyen bir yönünün bulunması, anlaşılamayan bir sebebin aranması" durumunu anlatmak için kullanılır."Polis, bunda bir iş var diyerek olayın üzerine tekrar gitti."
Bundan iyisi can sağlığı: "Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz" anlamında kullanılır."Bundan iyisi can sağlığı, haydi oturun bakalım sofraya."
Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu: Bir ilke benimsediği hâlde, benimsediği bu ilkenin tersine davranışlarda bulunanlar için söylenir.
Burnu bile kanamamak: Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak."On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan çıktı, şaşılacak şey doğrusu."
Burnu büyümek: Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek."Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konuşmaz oldu, burnu büyüdü birden."
Burnu havada (olmak): Kendini çok beğenmiş, kibirli (olmak)."Burnu havada gezenlerden hiç hoşlanmam."
Burnu Kaf dağında (olmak): Çok fazla kibirli, herkese yukarıdan bakar (olmak)."İyi ki bir araba aldı, burnu Kaf dağında bir adam olup çıktı."
Burnundan (fitil fitil) gelmek: Hoş bir durum, elde ettiği güzel bir şey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak."Yediğimiz yemeği burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus artık!"
Burnundan düşen bin parça (olmak): Suratı çok asık (olmak)."Ne olmuş bir cam kırılmışsa, iki gündür burnundan düşen bin parça."
Burnundan kıl aldırmamak: Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin eleştirilmesine fırsat tanımamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek."Amma da burnundan kıl aldırmaz bir adammışsın; söylesene, nasıl konuşacağız seninle?"
Burnundan solumak: İşi başından aşkın olduğu için gözü hiçbir şey görmemek, çok öfkelenmiş olmak."Adam burnundan soluyor, sakın üstüne gitme, yoksa konuştuğuna pişman olursun."
Burnunu çekmek: 1. Nefesini kullanarak sümüğünü burnunun yukarısına, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umduğunu bulamamak, istediğini elde edememek, gayesine ulaşamamak."Müdürün yanına alınmayınca burnunu çekip gitti."
Burnunun dikine gitmek: Kendisine verilen öğütlere kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak, istediğini yapmak."Burnunun dikine gidersen, işte böyle eline yüzüne bulaştırırsın işi."
Burnunun direği sızlamak: 1. Çok acı duymak (maddî). 2. Çok üzülmek."Soğuktan burnumun direği sızladı."
Burnunun ucunu görmemek: 1. İleriyi görememek, meydana geleceği açık olanı görememek. 2. Çok sarhoş olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalgın olmak."Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adamsın, seninle nasıl iş yapabilirim ben."
Burnunu sokmak: Üzerine vazife olmadığı, gerekmediği hâlde her işe karışmak."Sen de her işe burnunu sokmaktan geri durmazsın!"
Burnu sürtülmek: Ilımlı bir yol seçip gururundan vazgeçmek, sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek."Onun da burnunun sürtülmesine az kaldı, kısa zamanda dikbaşlılığı bırakacak."
Burun buruna gelmek: 1. Ansızın karşılaşmak, karşı karşıya gelmek. 2. Birbirine çok yaklaşmak, birine çok sokulmak."Kapıdan çıkar çıkmaz öğretmenimle burun buruna geldim."
Burun kıvırmak: Önem ve değer vermemek, küçümsemek, beğenmemek."Önüne konan yemeklere burun kıvırıp sofradan kalktı."
Buyur etmek: Misafiri karşılayarak içeri almak, "buyurun" diyerek saygı ile yer göstermek ya da sofraya çağırmak."Misafirleri büyük bir şevkle buyur etti."
Buyurun cenaze namazına: Hiç beklemedik kötü bir durum karşısında şaka yollu üzüntü belirtmek için "ne yazık ki" anlamında kullanılır."Şunun yaptığına bakın, buyurun cenaze namazına!"
Buz kesilmek: 1. Çok üşümek, donmak. 2. Buz gibi soğumak, buz durumuna gelmek. 3. Endişe, korku ve üzüntü veren bir durum karşısında donakalmak."Öldürdüğünü sandığı adamı karşısında görünce buz kesildi."
Buzlar çözülmek: 1. Buzların erimeye ve kırılmaya, su hâline gelmeye başlaması. 2. Kişiler arasındaki dargınlığın, soğukluğun, kırgınlığın ve gerginliğin ortadan kalkmaya başlaması."İki kardeşin arasındaki buzlar çözülmeye başlayınca aileye neşe geldi."
Buz tutmak: Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak."Göl buz tuttu."
Buz üstüne yazı yazmak: 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok kısa olan bir iş yapmak."Evet çocuklar, beni buz üstüne yazı yazan bir adam konumuna getirmeyin!"
Büyük oynamak: 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir işe girişmek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak."Büyük oynadım, ya kaybedeceğim, ya da kazanacağım."
Büyük (söz) söylemek: Başkasının düştüğü kötü duruma düşmeyeceğini söyleyerek övünmek."Ne demiş atalarımız, büyük lokma ye, büyük söz söyleme."
Büyük sözüme tövbe!: Bir konuda kesin konuşulduğunda ya da bir başkasının düştüğü kötü dur ama düşmeme iddiasında bulunulduğunda Cenab-ı Allah`tan böyle bir duruma düşürmemesini dileme."Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!"
Büyüklük göstermek: Elinde her imkân varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak."İstese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazdı, erkek adammış."
Büyümüş de küçülmüş: Davranışları, konuşması yaşının üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk."Aman yarabbim, şunun söylediği sözlere bakın hele, büyümüş de küçülmüş sanki!"