İyi ile Esinti, çocukları Güzel ile birlikte bir restoranın terasında kahvaltı ediyordu. Terasın korkuluk demirlerine konmuş elli kadar serçe vardı.
Esinti, bir miktar ekmek kırıntısını yere attı. Hemen ardından serçeler de karınlarını doyurmak için yerdeki kırıntılara hücum ettiler. Ancak bu durumdan hoşlanmayan garson geldi ve ?Efendim, yerlere ekmek kırıntısı atmak yasak, lütfen yerlere kırıntı atmayalım.? dedi. Münakaşa etmek istemeyen İyi ve Esinti yere kırıntı atmayı bıraktılar. Esinti bu sefer ekmekleri ufalayıp ufalayıp masanın üstüne atmaya başladı. Serçeler masanın üstündeki kırıntıları gördüler; ama insanlardan zarar gelir diye masaya konmadılar. Aradan birkaç dakika geçti ki, bir serçe masaya hızlıca kondu, kırıntılardan birini aldı ve uçtu. Kısa bir süre sonra bir tane daha serçe kondu o da bir kırıntı kaptığı gibi uçtu. İyi ile Esinti'nin kahvaltılarının sonuna kadar on kadar serçe kırıntılardan kapmaya devam etti. Kahvaltı biterken İyi, kızı Güzel'e kısa bir konuşma yaptı: ?Güzel, bak; elliden fazla serçe var bu terasta. Ancak kahvaltımız boyunca masaya konup kendini doyurabilen serçelerin sayısı on taneyi geçmez. Demek ki, bu dünyada başarılı olabilmek için deneme cesareti gerekiyor. İlk serçe, masasına konduğu kocaman yaratıklar olan insanlardan korkmasına rağmen korkusunu bir kenara bırakıp masaya kondu ve ilk kırıntıyı kaptı. Eğer birisi ilk hareketi yapmasaydı, belki diğer serçeler de konmaya cesaret edemeyecekti. Buna rağmen elli kadar serçeden sadece on tanesi karnını doyurabildi. Demek ki, başarının sırrı cesur olmaktan ve denemekten korkmamaktan geçiyor.?
***
Nazik, komşusunu ziyaret ettiğinde oğulları Çözüm'e bir akvaryum aldıklarını gördü. Acıyla akvaryuma baktı. Çözüm, Nazik Hanım'ın yüzündeki acı dolu bakışı kaçırmadı: ?Hayırdır, Nazik teyze, neden üzüldün?? Nazik Hanım cevap verdi: ?Evladım, on altıncı yüzyıldan itibaren Amerika'ya Afrika'dan köleler götürdüler. Bu insanların çocukları, köle olarak doğdular ve özgürlüğü hiç tatmadan köle olarak öldüler. Akvaryum balıkları da böyledir. Bir akvaryumda doğarlar ve özgürlüğü hiç tatmadan insanların seyir kölesi olarak ölürler; akvaryum onlar için tıpkı bir müebbet hapsidir. Ona üzülüyorum.?
***
Yusuf Bey, Kuşadası'ndaki yazlığına bir hafta için de olsa gidebildiğine çok mutluydu. Ancak sitenin içindeki market kapanmıştı, biraz daha uzaktaki bir sitedeki markete gitmek gerekiyordu. Uzaktaki markete ulaşmak için toprak ve bakımsız bir araziden geçmek gerekiyordu. O araziyi de iki köpek mesken edinmişti. ?ehir hayatında köpeklere olan yakınlığını ve sevgisini kaybetmiş olan yazlıkçıların birçoğu köpeklerden korkuyordu. Köpeklerden bir tanesi de yavrulamıştı. Anne köpek, yavrularını koruma içgüdüsüyle bu araziden geçenlere havlıyordu. Site sakinlerinin bazıları da artık önlem alarak markete gidiyor ve yazlıklarının bahçesinden taşlar alıyor ve köpeklerin olduğu araziden geçerken köpeklere taş atıyorlardı. Zavallı hayvancıklar kafalarına ve vücutlarına gelen taş darbeleriyle acıyla havlıyordu. Yusuf Bey de markete giderken aynı arsadan geçiyordu; komşularının bu köpeklere taş attığını da kaç kez görmüştü. O da evden çıkarken kendini korumak için hazırlık yapıyordu. Evin mutfağından bıçağı alıp birkaç dilim ekmek kesiyor ve arsadan geçerken köpeklere taş yerine ekmek atıyordu. Köpekler, artık ne zaman Yusuf Bey oradan geçse ona sevgiyle kuyruk sallıyor ve sadece selam vermek için havlıyordu. Köpekler, onlara sevgiyle yaklaşan Yusuf Bey için kesinlikle bir tehdit değildi. Bir gün Yusuf Bey, yine arsadan geçerken cebinden ekmekleri çıkardı; ama köpekler ortada yoktu. Akşam yazlığın kafeteryasında komşularından köpeklerin site yönetimince zehirletilerek öldürüldüğünü öğrendi. İçi buruldu, boğazı düğümlendi. Kendisini toparlayınca ağzından kimsenin duymadığı bir söz döküldü
Melih Arat / Zaman