Medine’de kurulan İslam devleti gün geçtikçe büyüyordu. Kavim kavim, kabile kabile Medine’ye akın eden halk, Peygamberimizin sohbetinde bulunuyor, İslamın yüce hakikatlerini dinledikten sonra Müslüman oluyorlardı. Resulullah bir yandan Medine’ye gelen heyetlerle meşgul olurken, diğer yandan da komşu devlet ve hükümdarlara elçiler göndererek onları İslama davet ediyordu. İşte elçi olarak vazifelendirilen bu Sahabilerden birisi de Ala bin Hadrami’dir (r.a.). Peygamberimiz onu Hicretin sekizinci yılında, bugünkü Basra Körfezinin batısında bir sahil ülkesi olan Bahreyn’e gönderdi. Mecüsi olan Bahreyn Hükümdan Münzir bir sava’ya da bir mektup yazdı. Hz. Ebü Hureyre’yi (r.a.) yanına almasını ve yol arkadaşına iyi davranmasını tavsiye etti.’
Hz. Ala bin Hadrami, ilk Müslümanlardandı. Uzun zaman Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş, feyiz almıştı. İyi bir hatipti. İkna kabiliyeti yerinde, yumuşak sözlü bir tabiata sahipti. Muhatabının içinde bulunduğu durumu nazara alarak konuşur, onu kırmamaya, incitmemeye azami gayret gösteririrdi. Zaten peygamberimiz tarafından böyle mühim bir hizmet için vazifelendirilnıesının sebebi de buydu.
Ala bin Hadrami vakit geçirmeden yola çıktı. Bir yandan yol alıyor, bir yandan da düşünüyordu. Zira, yüzlerce insanın İslamiyeti kabul veya reddetmesi kendisinin tebliğine bağlıydı. Diğer taraftan, bir hükümdara gidiyordu. Bu sebeple dikkatli olması gerekiyordu. Gittiği topluluk gerçi Mecusi idi. Allah yerine Allah’ın yarattığı ateşe ibadet ediyorlardı. Ama, muhatap kim olursa olsun, Müslüman “kavl-i leyyin” ile davet etmek zorundaydı. Zira Cenab-ı Hak, bir ayet-i kerimede bu hususta şöyle buyuruyordu: “İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle çağır ve onlarla olan mücadeleni en güzel şekilde yap.”
Nihayet Bahreyn’e ulaştı. Bahreyn hükümdarı Mekke’den bir peygamber çıktığını işitmişti. Fakat İslamiyet hakkında bir bilgiye sahip değildi. Peygamberinizin elçisini hemen huzuruna kabul etti. Böylece Resulullaha değer verildiği elçiye göstermek istiyordu.
Nübüvvet mektebinden ders alan Hz. Ala, gayet olgun bir şekilde içeri girdi. sade, fakat temiz bir elbise giymişti. Peygamberimizin mektubunu hükümdara takdim etti. Hükümdar saygılı bir biçimde mektubu aldı ve tercümanına vererek okumasını istedi. Mektup okunurken Ala bin Hadrami ne konuşacağını düşünüyordu. Etrafına şöyle bir baktı. Hükümdarın ileri gelen adamlarından hemen hepsi oradaydı. O halde onların önünde hükümdarı ve tabi oldukları dini küçültücü ifade kullanmamalıydı. Bilakis, hükümdarın milleti içindeki mevkini de göz önüne alıp ona göre İslamiyete davet etmeliydi. Mektubun okunması bittiken sonra şu mealde bir konuşma yaptı:
“Ey Münzir! Şüphesiz sen düinya işlerinde büyük bir akla sahipsin. Bak, iyi düşün! Hiç yalan söylemeyen bir kimseyi tasdik etmemek, verdiği sözden hiç caymayan kimseye itimad etmemek, inanmamak sana yakışır mı? İşte böyle olan o ümmi Peygamberdir ki, vAllahi aklı başında olan hiç kimse, hiçbir zaman onun emrettiği şeyin yasaklanmasını; onun yasakladığı şeyin de emredilmesi gerekeceğini söyleyemez.”
Münzir gerçekten akıllı bir insandı. Peygamber Efendimizin mektubu ve Ala’nin konuşması üzerine biraz düşündü. Sonra da Hz. Ala’dan İslamiyet hakkında biraz daha bilgi vermesini rica etti. o konuştukça Münzir’in yüzünde iman nuru parlamaya başladı. Nihayet İslam sarayına girmek için daha fazla eklemeyi uygun bulmadı. Düşüncelerini şu şekilde ifade etti:
“Elimdeki saltanata baktım; onu, ahiret dışında, sadece dünyaya yarayacak şekilde buldum. Sizin dininize baktım; onun dünyayı da, ahireti de birlikte mütalaa ettiğini gördüm. Kendisinde dünyada rahat bir şekilde yaşama ve ahirette ebedi bir hayat bulunan böyle bir dini kabuletmeme ne mani var?” dedi ve kelime-i şehadet getirerek Müslüman oldu. Hükümdar Münzir’den sonra Mecusi rahip Sibuht’un da Müslüman olması, halktan bir çok kimsenin daha İslamiyetle müşerref olmasına sebep oldu.
Ala bin Hadrami, Peygamberimize bir mektup yazarak müjdeli haberi arz et Bundan sonra da nasıl hareket etmesi gerektiği hususunda malümat istedi.
Peygamber Efendimiz, bu mektubu alınca çok memnun oldu. Ala bin Hadrami’yi bu başarısından dolayı tebrik ve takdir etti. Bir taltif olarak da, bu bölgenin İslam ülkesi olması üzerine onu Bahreyn valiligine tayin etti. Bir mektup yazarak Bahreynlilere İslamiyeti öğretmesini, zengin Müslümanlardan zekat, gayr-i müslimlerden de cizye (vergi) alarak fakir halka dağıtmasını ve ihtiyaçtan fazlasını Medine’ye göndermesini emretti.
Hz. Ala bin Hadrami hitabet ve tebliğde olduğu gibi, idarecilikte de örnek bu şahsiyetti. İslami, bir hayat nizamı haline getirmek için çok üstün gayret gösterdi. Çok geçmeden Bahreynlilere kendini sevdirdi. Hükümdar Münzir ve rahibin yardımlarıyla İslamiyetin Bahreyn’de kökleşmesini temin etti. Topladığı zekat ve cizyeyi Bahreyn’deki fakirlere dağıttı. Arta kalanını da Medine’ye gönderdi. O sırada Medine’de Müslümanlar maddi bakımdan sıkıntı içerisindeydiler. Hiç ummadıkları bir zamanda bu kadar para gelmesine sevindiler ve bu ikramından dolayı Cenab-ı Hakka şükrettiler.
Ala bin Hadrami Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz Ömer zamanında da aynı vazifeye devam etti. Çünkü Peygamber Efendimizi onu, maharet ve salahatı sebebiyle bu vazifeye getirmişti.
Hz. Ali, aynı zamanda yüksek cesaret ve kahramanlığıyla da tanınmış bir sahabiydi. İyi bir kumandandı. Hz. Ömer onu o bölgenin fethiyle vazifeli olan ordunun başına kumandan tayin etti. Ayrıca şöyle bir mektup yazarak bazı hatırlatmalarda bulundu:
“Cenab-ı Hak insanları ve bu varlığı hangi gaye ile yarattığını bize bildirmiştir. Sen de ne için yaratılmış isen o şeye çalış ve başka şeylerden vazgeç. Çünkı dünya geçicidir, ahiret ise ebedidir. Dünyanın geçici lezzetleri seni ebedi olan ahiret lezzetlerini görmekten alıkoymasın. Allah’ın yasak kıldığı şeyleri işlemekten sakın. İstediği kimseye ilim ve hikmetiyle üstünlük veren Cenabı Hak’tır. Allah bizi de, seni de kendisine itaat etmeye ve azabından kurtulmaya muvaffak eylesin.”
Bu büyük Sahabi kumandanlık vazifesini de başarıyla yerine getirdi.
Cenab-ı Hak katında duası kabul edilen bir Sahabi olarak tanınan Hz. Ala’ dan, bazı kerametler zuhur ettiği de olurdu. Birçok defalar onunla beraber bulunan Hz. Ebü Hüreyre, gördüğü manevi haller sebebiyle ona olan sevgisinin devamlı arttığını söyler.
Ala bin Hadrami’nin kumandasındaki ordu İran topraklarında ilerlerken, mücahitlerin suları tükenmişti. Düşman askerleri Müslümanları halsiz düşürmek için o havalideki bütün kuyuları kapatmışlardı. Su bulmak mümkün değildi. Hava çok sıcaktı. Hz Ala mücahitlerle birlikte iki rekat namaz kıldı. Daha sonra da ellerini dergah-ı ilahiye açarak Cenab-ı Hakka duada bulundu. Hemen sonra yüce Allah’ın yardımı yetişti. Kumların altından su kaynamaya başladı. Mücahitler o sudan içtiler, abdest aldılar, su kaplarını doldurdular ve oradan ayrıldılar. Askerlerden birisi konak yerinde bazı eşyalannı unutmuştu. Almak için döndüğünde biraz evvelki su kaynağının kaybolmuş olduğunu gördü.
Hz. Ebü Hüireyre, liz. Ala ile olan bir diğer hatırasını da şöyle anlatıyor: “Ala ile Basra’ya gitmek üzere yola çıktım. “Liyas” mevkiine vardığımızda Hz. Ala vefat etti. Yanımızda onu yıkayacak kadar su yoktu. Cenab-ı Hak o esnada yağmur yağdırdı. Yağmur suyu ile onu yıkadık. Kılıçlarımızla kabir kazdık ve defnettik. Sonra oradan ayrıldık.”
Allah onlardan razı olsun.