Reenkarnasyon: Göğü yerde aramak
Mücahit Bilici
İnsanlar neden reenkarnasyona inanırlar?
Zamanın eli, ruhu tutamaz, ama bedeni pekâlâ eskitir. Bir hayat boyu ruhunu bedeniyle sınırlayanlar da bedenin yıkılışı karşısında tekrar ruha sarılırlar. Varlığını bedeniyle sınırlayanlar için ruhun varlığı bir çıkış yolu olabilir. Ne var ki, asıl problem, ruhun sonsuzluk arzusuna bulunacak cevaptır. Böylesi bir ihtiyacın bütün insanlar için geçerli olduğuna hiç şüphem yok. Ancak herkesin aynı cevabı verebildiğini söylemek de mümkün değil.
Ahirete inanmasalar bile, bütün insanlar ölümün bir son olmaktan çıkmasını isterler. Ölümü gecinden istemenin biricik sebebi ölümü istememenin karşılıksız kalışı değil midir? Peki ya bütün hastaneleri dolduran şey hayatın cazibesi değil midir?
Hiç kimse ölümü istemez, ama ölümü istememek onu yaşamamak için yeterli değildir. Hepimiz, bir sonumuzun olduğunu biliyoruz. Ne ki, bununla kalmıyor, sonumuzun sonsuzluk olmasını istiyoruz. Reenkarnasyon, ahirete inanmadığı halde ölümü son olmaktan çıkarmak isteyen insanların inanma eğilimi gösterdiği bir kurgudur. Ruhu açık havada yürümenin özlemiyle dolu bir insan, ölümün soğuk duvarının çevrelediği bu dünya odasında mahpus durumdaysa yapabileceği tek şey vardır: volta atmak. Doğrusu volta atmak, sokağı içeri almaktır. Dışarı çıkamayan bir insanın dışarıyı içeride gerçekleştirme teşebbüsüdür, volta atmak. Reenkarnasyon böylesi bir yanılsamadır. Ahirete inanmayan ama ahiretsiz de yapamayanların doğal olarak içine girdikleri bir arayış söz konusudur.
Ne var ki, fıtrî olan sonsuzluk arzusunun izini süren bu arayış için gidilen adres yanlıştır. Yine de seçilmiş her yanlış bir doğruyu anlatır: sorunun varlığını. Bu açıdan bakıldığında reenkarnasyon bize birşeyler söylemektedir.
İnsan fıtratı, sonsuz bir hayatın varlığına işaret eden köklü bir sonsuzluk arayışı içindedir. Bu arayışın haber verdiği ebedî hayata inanmasalar da, insanlar, bu arayışa bir cevap bulmak zorundadırlar. Mü’min bir insan için ahiretin varlığı, dünyayı bir kayıt olmaktan çıkarmıştır. Bu noktada sun’i bir çözüme ihtiyaç olmadığı gibi, ahireti dünyaya sığdırma girişimlerine İslâmî bir temel aramanın imkanı da yoktur. Evvela, İslam’da ruhların tenasuhu gibi bir durum söz konusu olsaydı, bu öyle basit ve marjinal bir konu olarak kalmayacak, merkezî bir vurgu kazanacaktı. Reenkarnasyonun varlığına ilişkin işaretler de, var iseler, öyle zımnî kalmayacaklar, sarih olacaklardı.
İkinci olarak, eğer ruhların başka bedenlerde sirkülasyonu gibi bir durum varsa, bunun bütün ruhları kapsaması gerekir. Böyle bir durumda da sınırlı sayıda ruh olacak ve bütün bedenleri dolaşıyor olacaktı. Ne var ki, o zaman da ‘bir’ ruhun ‘başka’ bir bedene geçmesinden söz edemeyecektik. Çünkü başka bir beden olmuş olmayacaktı. Reenkarnasyon iddiası, kendi yokluğundan beslenen bir parazit gibidir. Eğer reenkarnasyon varsa, bilinsin ki bu onun yokluğudur.
Reenkarnasyona inananların, reenkarnasyon gibi iptidaî ve muğlak bir sonsuzluk tatminine ihtiyaç bırakmayacak şekilde yeterince tanımlanmış ve bütün bir insanlık tarihi boyunca kabule mazhar olmuş dinlerin ve özellikle de İslâmiyet’in vazettiği ebedî bir hayatın varlığına inanmamaları için hangi geçerli neden vardır?
Tekliften kaçan ama ebedî yaşama arzusunu bir türlü dindiremeyen bir insan için reenkarnasyon çok az inandırıcı olsa da son derece fonksiyoneldir. Çünkü temel bir ihtiyaca cevap vermektedir. İnsanların mutlu olabilmeleri için bazan kurgular da iş görebilir. Ne var ki, bu mutluluklar söz konusu hayallerin tükendiği yerde biterler. Göğü yerde aramaktansa, göğe çıkmanın yollarını aramalıdır insan