KeLimeLer Ya da İçLerine GizLenen Niyet'Ler
İNSAN YARATILDIĞI ilk andan itibaren çevresinde gördüklerini tanımaya çalışmış, tanıdıkça da onlar hakkında bilgi sahibi olaya başlamıştır. İnsanoğlu bilgi sahibi oldukça diğer insanlarla iletişim kurmak için herkesin üzerinde ittifak ettiği kelimeler türetmiş ve böylece insanın kâinata gönderiliş gayesine uygun olarak yaşamasının yolu açılmıştır.
Aslında insanı insan yapan, kelimelere yüklediği anlam ve bu anlama uygun olarak içini ibadetle süslediği zamanlardır. Bizler zamana hep kelimelerle hayat kazandırmaya çalışmışızdır. Allah(celle celalüh)’ın yarattığı zaman insanoğlunun kelimeler üzerinden yürüttüğü iletişimle hayat kazanmıştır.
Hazreti Âdem yaratılışı esnasında çevresinde gördüğü yaratıkları, yine Allah(celle celalüh)’ın öğrettiği isimlerle tanımlamıştır; ve, meleklerin secde etmesi ve şeytanın da apaçık düşmanlığı ile başlayan bu süreç kıyamete kadar sürecektir. Hazreti Âdem yaratıldığı ilk andan itibaren sözün gücüyle tabi tutulduğu imtihanı kazanmış ve varlık âlemindeki yolculuğuna başlamıştır. Belki de atamız Âdem’den bize ilk miras da, kelimelerdir.
Her asırda insanlık iyi-kötü denklemi üzerindeki savaşını kelimeler üzerinden yürütmüş ve insanlık tarihi kelimeler üzerine yüklenen anlamlarla yol almıştır. “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” özdeyişi, kelimeler üzerinden yürütülen bu savaşı en iyi ifade eden cümlelerden biridir.
Doğum ile ölüm her insan için kaçınılmaz bir kaderdir ve insan bu ikisinin arasını çok iyi değerlendirmeye çalışmalıdır. Doğan her insanın öleceği bu dünyada ölüm anında söyleyeceğimiz kelimeler bile ebedî âlemin kapısını açacak anahtar hükmündedir. Düşüncelerimizi diğer insanlara kelimeler üzerinden anlatır ve böylece yaşamaya çalışırız. İnsan eğer meyveli bir ağaca benzetilecekse, kelimeler onun meyvesidir.
Her inanç sistemi kelimeler üzerinden kendi değer yargısını inşa eder. Bu değer yargıları, kendi müntesiplerini hem bu dünyada hem de ahirette mesul durumuna getirir. Bu yüzden İslam ümmeti, her dönemde ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmiş ve ağzından dökülen kelimelerin kendisini bağladığının bilinciyle yaşamıştır.
İster barış halinde olsunlar ister savaş halinde, Müslümanlar ağızdan çıkan kelimelerin anlamını değiştirip muğlâklaştırmamış, onların arkasında durmayı namus olarak telakki etmiştir. Muğlâklaşmadığı için değersizleşmeyen kelimeler birçok yerin savaş bile yapılmadan Müslümanlarca fethini kolaylaştırmıştır. İslam tarihi sözün gücüne inananların nasıl kolayca en sert görülen kalpleri bile yumuşattığının, en çorak gönülleri bile yeşerttiğinin canlı şahididir.
Bugün yapacağımız her işte, atacağımız her adımda bize yol gösterecek en önemli kıstas, atalarımızdan bize kalan bu büyük mirastır. İnsanlık tarihiyle yaşıt bu mirasa sırtımızı dönmek Müslüman olan bizleri her devirde zillete düçar eder ve koca âlemde yolumuzu şaşırmamıza neden olur. Aslında mutluluk biraz da kelimelerin arkasına gizlenen anlamlarda saklıdır. Umutlar, kızgınlıklar, herşey kelimeler üzerinden ifade edilir.
Yaşadıklarıyla bu kadar değerli bir hazine bırakan atalarımızın aksine, bugün bizler bize ait olmayan kelimelerle konuşmakta ya da konjonktür denilen canavarı doyurmak için icat ettiğimiz kavramların içini boşaltmakta çok mahiriz. Neyin ne olduğu üzerinde ittifak etmeden herkese göre değişen kavramlarla yaşantımızı sürdürmeyi kâr sayıyoruz.Ve belki de ilk defa kelimeler üzerinden yapılan savaşta bu kadar acımasız oluyoruz da bunun bile farkında değiliz.
En değerli sözler ağızdan çıktığında insanlara güven telkin edeceği yerde,onları tedirginliğe ve korkuya sevk ediyor. Bizler için en değerli olması gerekenler yine bizim yüzümüzden başkalarına kâbus yaşatıyor. En olmadık şeyleri en olmayacak şekilde kelimeler arkasına saklayarak niyetlerimizi gizliyoruz. Gizlediğimiz gerçek niyetler yüzünden diğer insanların güvenini kaybediyor ve altımızdaki zeminin hem dünyamız hem de ahiretimiz adına kaydığının bile farkına varamıyoruz. Yaşadığımız asrın hızlı değişimi karşısında bize ait değerleri her geçen gün daha da hırpalıyoruz.
Dinimizde en önemli hak anne ve baba hakkı; bunu hepimiz biliyor, asla inkâr etmiyoruz. Ama nedense onları ne arıyor, ne soruyoruz. Bayramlarda yanlarına bile gitmiyoruz. Bahanemiz hazır: “Abi, hizmet.” Çocuklarımız ilgi bekliyor, sıkıntılarını anlatacak birilerini arıyor. Her gün bizden tebessüm bekliyor. Şu sıkıntılı dünyada Allah(celle celalüh)’ın bize en büyük emaneti yavrularımız, sığınacak liman arıyor. Yine aynı bahane: “Evlat, hizmet.” Eşimiz bizden tebessüm bekliyor. İlgi bekliyor. Ne işe yaradığı belli olmayan ve niye olduğu bile belli olmayan yoğunluktan bıkkınlık gelmiş ruh haletiyle yorgun ve suratsız bir şekilde ona da aynı şeyi söylüyoruz: “Ne yapalım, hizmet.” Evlilikler çatırdıyormuş, huzur ve saadet üretmesi gereken yuvalarımız yangın yerine dönmüş, kimin umurunda? Hizmet ediyoruz ya.
Kim olduğu bile meçhul yukarısının verdiği emirlerle eşlerimiz gecenin bir vaktinde, o sokak senin bu sokak benim ev ziyaretlerinde yorgunluktan tükenmiş bir şekilde geziyor. Hiç tanımadığı bir taksinin şoförünün kullandığı araç içinde korku ve endişeyle evine ulaşmaya çalışıyor. Bu saatte nerede olduğunu soran beyine yine aynı bahane: “Ne yapalım, hizmet.”
Yorgunluktan namazını uyuyan gözlerle eda etmeye çalışıyor. Tam yatmak üzere ki, aklına geliyor, takip edilecek çetelesini doldurması lâzım. Okulunda yaşadıklarını anlatmak için annesini bekleyen yavru, ondan alacağı cevabı biliyor. Küçücük aklı her zaman duyduğu hizmet lafını anlamaya çalışıyor. Ve her geçen gün “hizmet amca”ya daha da çok kızıyor.
Dostluk ve arkadaşlık ne demek? Bu kelimeler bize ne anlatıyor? En son ne zaman bir dostumuzu hiçbir şey istemek için aramadan sadece sevdiğimiz için aradık?
Hizmet kardeşliği ne demek? Hiç enine boyuna düşündük mü? Yoksa hizmet etmediğine inandığımız için onlara dünyayı dar mı ettik? Ondan hiçbir şey yapmasını istemeden aynı dine inanmanın verdiği zevkle “Allah(celle celalüh) için, seni seviyorum” diyebildik mi? Yoksa takip çetelelerinin altında hiç olmaya mı mahkûm ettik onları? Kendi kişisel başarılarımız adına hizmet kavramını bu kadar itici hale getirmenin vebalini varsa vicdanlarımız nasıl kaldırıyor? Gece uykularımız kaçıyor mu? Yoksa rahat rahat uyuyabiliyor muyuz?
İnşaAllah diyen birinin bu sözünün arkasından “Bu iş inşaAllahla maşaAllahla olmaz” diyenlere verecek cevabımız var mı?
Hadi kelimelere bu kadar haksızlık ettik. Kendimize ve bize inanan dostlarımıza yaptığımız haksızlıkları ne zaman düşüneceğiz? Onların ahirette hak istemeleri karşısında yüzümüz mü kızaracak, yoksa yine aynı pişkinlikle “Ne yapalım, hizmet” mi diyeceğiz?
Benim ilk bakışta aklıma gelen muğlâklaşmış, muğlâklaştığı ölçüde de acımasız hale gelen kelimeler bunlar.
Haydi düşünelim: Niyetlerimizi hangi kelimeler arkasına gizledik de, bugüne kadar kaç kişinin canını yaktık? Var mısınız bu düşünmeye? Var mısınız önyargı bataklığına düşmeden, kızmadan yeniden kelimeleri düşünmeye?
Unutmayalım; kâinatta, Allah(celle celalüh) yokmuş gibi konuşmak günahtır.
Ali Dedeoğlu