7.Sınıf Sosyal Bilgiler - 3. Ünite: Türk Tarihinde Yolculuk - Konu Anlatımı

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
Danişmentliler ne zaman kuruldu? Danişmentliler kim kurdu, kim yıktı?

Danişmentliler (1080-1178):
Beylik, Melikşah’ın komutanlarından Danişmentoğlu Ahmet Gazi tarafından Sivas başkent olmak üzere kuruldu. Beyliğin sınırları kısa zamanda Tokat, Amasya, Çankırı, Kayseri ve Malatya’ya kadar genişledi. Danişmentliler Haçlı, Bizans ve Ermenilerle savaşarak Anadolu’nun Türk yurdu olarak kalmasına hizmet ettiler. Yaptıkları eserlerle Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulundular.
Emir Gazi Kümbeti, Kayseri Ulu Cami, Tokat ve Niksar Yağıbasan medreseleri en önemli eserleridir.
Tokat’ın Niksar ilçesinde bulunan ve Anadolu’daki ilk medrese olan Yağıbasan Medresesi Danişmentliler tarafından yaptırılmıştır. Bu eser Danişmentlilerin eğitime verdikleri önemin en önemli göstergesidir. Danişmentliler ilk kubbeli medreseleri yaptırarak Türk mimarisine yepyeni bir tarz kazandırmışlardır.


Mengücekliler ne zaman kuruldu? Mengücekliler kim kurdu, Mengüceklileri kim yıktı?

Mengücekliler (1080-1228):
Beylik Alparslan’ın komutanlarından Mengücek (Ahmet Gazi) tarafından kurulmuştur. Beylik kısa sürede Erzincan, Kemah, Divriği ve fiebinkarahisar’ı da içine alacak şekilde genişlemiştir. Mengücekliler, Rumlar ve Gürcülerle mücadele etmişlerdir.
Mengücekliler Döneminde, Divriği önemli bir kültür ve sanat merkezi hâline geldi. Kale Cami, Ulu Cami, Kayıtbay Cami en önemli eserleridir. Moğol istilası ve bölgede sık sık yaşanan depremler, Mengücek eserlerinin çok azının günümüze ulaşması na neden olmuştur.
1228 yılında Mengücekliler tarafından yaptırılan Divriği  Ulu Camisi, yalnız 13. yüzyılın değil, tüm Anadolu Türk mimarisinin en önemli anıtlarından birisidir. Cami taş işçiliği açısından oldukça zengindir. Sayıları dörde ulaşan farklı üsluptaki portalleri (kapı) ise Anadolu Türk mimarisinde özel bir yere sahiptir.

Saltukluları kim kurdu? Saltuklular kim ne zaman yıktı?

Saltuklular (1072-1202):
Beylik, Ebulkasım Saltuk tarafından Erzurum ve çevresinde kurulmuştur. Beyliğin sınırları zaman içinde Bayburt, Kars, Tercan, Oltu, İspir ve Trabzon civarına kadar genişlemiştir. Mengücekliler Danişmentlilerle ittifak içinde Haçlılara karşı mücadele etmiştir. Gürcülere karşı Anadolu’yu korumuşlardır. Doğu Anadolu’da kurulan ilk Türk beyliklerinden olan Mengücekliler Beyliği, Moğol istilasından kaçan Türkmenlerin ilk uğrak yeri olmuştur. Erzurum
Mengücekliler Döneminde önemli bir kültür ve ticaret merkezi hâline gelmiştir. İran veTürkistan’dan çıkıp Akdeniz ve Karadeniz limanlarına ulaşan ticaret yolları üzerinde bulunan Erzurum’da ticaret oldukça gelişmiştir. Bunun yanında geniş otlaklara sahip olan bölgede hayvancılık da önemli bir ekonomik faaliyet hâline gelmiştir. Saltuklular Döneminde kültür ve sanata da çok önem verilmiştir. Bu dönemden günümüze çok sayıda eser ulaşmıştır. Tepsi Minare, Kale Cami, Mamahatun Kervansarayı ve Kümbeti, Ulu Cami, Micingerd Kalesi bunlar arasında sayılabilir.

Artuklular ne zaman nerede kim kurdu?

Artuklular (1102-1409):
Beylik, Sultan Alparslan’la birlikte Malazgirt Savaşı’na katılan ve Anadolu’nun fethinde büyük yararlılıklar gösteren Artuk Bey’in oğulları tarafından kuruldu. Artuklu Beyliği Hasankeyf, Harput ve Mardin Artukluları olarak üç kol hâlinde gelişti. Artuklular bulundukları bölgede yaşayan farklı milletleri hoşgörü içinde yönettiler. Yaşadıkları bölgeleri önemli birer kültür ve sanat merkezi hâline getirdiler. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tarihî ve mimari dokusunda önemli bir yere sahip oldular. Pek çok medrese, cami, saray, türbe, çarşı, köprü, kale ve imaret
yaptırdılar. Diyarbakır’daki Artuklu Sarayı, Batman Çayı üzerindeki Malabadi Köprüsü, Mardin Ulu Cami, Evli Beden Burcu, Yedi Kardeş Burcu bu dönemde yapılan eserlerden bazılarıdır.
Artuklu hükümdarları bilim adamlarınını koruyup desteklediler. Artuklu medreselerinde dönemin bilim hayatına yön veren önemli bilim adamları yetişti. Artuklular, 1106 yılında Mardin’i fethettiklerinde şehir ekonomik ve kültürel açıdan oldukça geriydi. Artuklular İpek Yolu güzergâhı dışında olan şehri canlandırmak için cami, köprü, han, hamam yaptırdılar. Mardin’de ilk 25 senede inşa ettirilen medrese sayısı 7 idi. Bu sayede Mardin otuz yıl gibi kısa bir sürede önemli bir ticaret
ve kültür merkezi hâline geldi.


Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
Türkiye Selçuklu Devletinin kuruluşu ve yıkılışı

Türkiye Selçuklu Devleti (1077-1308):
Malazgirt Zaferi’nden sonra Selçuklu komutanlarından Kutalmışoğlu Süleymanşah, Bizanslılardan İznik’i alarak kendisine başkent yaptı. Böylece Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olarak Türkiye Selçuklu Devleti kurulmuş oldu (1077). Süleymanşah kısa sürede Bizans topraklarını ele geçirerek İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasından, Suriye’ye kadar uzanan topraklarda güçlü bir devlet kurdu. Bu topraklara göç etmiş olan Türkmenleri birleştirdi. Türkmenlerin büyük kitleler hâlinde Anadolu’ya gelmelerine imkân sağladı. Böylece Anadolu’nun Türkleşmesi hızlandı. Anadolu’da Bizans’ın baskıcı yönetiminden bıkan Ermeniler ve Süryaniler de din özgürlüğünü ve rahatlığı Türkiye Selçukluları yönetiminde buldular. Süleymanşah’tan sonraki yıllarda Türkiye Selçukluları Bizans’la mücadele etmeye devam etti. Bir ara Batı Anadolu’yu terk etmek zorunda kalan Türkler, yeniden Bizans’a karşı sınırlarını genişlettiler. Bu dönemde Türkler için Anadolu’daki yeni bir tehdit Haçlılardı. Bizans’la anlaşan Haçlılar I. Kılıçarslan döneminde Türkiye Selçuklularını Konya’ya çekilmek zorunda bıraktı. Buna rağmen Türkiye Selçukluları Danişmentlilerle birleşerek Haçlılara karşı başarılı mücadeleler verdi. Zaman zaman taht kavgaları nedeniyle zayışayan Türkiye Selçukluları yeniden güçlenmeyi başardılar.

Türkiye Selçuklularının Anadolu’daki başarıları ve Türkmenlerin Bizans’a karşı akınlarının devam etmesi Bizans’ı yeniden harekete geçirdi. Bizanslılar, Türkleri Anadolu’dan atmak ve tekrar Anadolu’ya egemen olmak amacıyla büyük bir ordu hazırladılar. Türkiye Selçuklu ordusu ile Bizans kuvvetleri Miryokefalon (Kumdanlı)’da karşı karşıya geldiler. II. Kılıçarslan Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı (1176). Bu zafer Bizans’ın Anadolu’yu Türklerden geri alma ümitlerini tamamen ortadan kaldırdı. Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu ve Türklerden geri alınamayacağı tüm dünyaya kanıtlandı.
Türkiye Selçuklu sultanlarının amaçlarından biri de diğer Türk beyliklerini egemenlik altına alarak Anadolu’daki siyasi birliği kurmaya çalışmalarıdır. Miryokefalon Savaşı’ndan sonra II. Kılıçarslan Anadolu’daki Türk beyliklerinin üzerine yürüyerek Türk siyasi birliğini büyük ölçüde gerçekleştirdi. Büyük Selçuklu Devleti’nin 1157 yılında yıkılmasından sonra Türkiye Selçukluları, bağımsız bir devlet hâline gelmişti. II. Kılıçarslan ülkede büyük bir bayındırlık hareketine girişti.

Türkistan’dan gelen binlerce Türkmen Anadolu’ya yerleştirildi. Bu dönemdeki güçlü, adil ve başarılı yönetim sadece Türkleri değil, Türkiye Selçukluları yönetimindeki Hristiyanları da rahat ve huzura kavuşturdu. Selçukluları Akdeniz’e inmiş oldular. I. Gıyaseddin Keyhüsrev şehri ithalat ve ihracat merkezi hâline getirdi. Uluslararası ticareti korumak ve teşvik etmek amacıyla Venediklilerle ilk defa ticaret antlaşması yaptı. Burada donanma kurarak ilk defa denizcilik alanında faaliyet gösterdi. Böylece Türkiye uluslararası ticaret yollarının merkezi hâline geldi. I. İzzeddin Keykavus’un Sinop’u fethetmesiyle de Türkiye Selçukluları Karadeniz’e ulaşmış oldular. I. Alaeddin Keykubat döneminde Türkiye Selçukluları siyasi, ekonomik ve kültürel yönden en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde güneyde Kalanoros Kalesi fethedildi. Buraya Alaiye (Alanya) adı verilerek bir tersane yaptırıldı. I. Alaeddin Keykubat doğuda beliren Moğol tehlikesine karşı önlemler aldı, ittifaklar yaptı. Kırım’ın önemli ticaret limanlarından biri olan Suğdak ele geçirildi. I. Alaeddin Keykubat kuzey ve güneyde fetihlerini tamamladıktan sonra Doğu Anadolu’daki Harzemşahlar üzerine yürüdü. 1230 yılında Yassı Çimen Savaşı’nda Harzemşahları yenilgiye uğrattı.

I. Alaeddin Keykubat’ın ölümünden sonra devlet eski gücünü koruyamadı. Tahtmücadeleleri devleti iyice zayışattı. Anadolu’da isyanlar çıktı. Bu sıralarda Moğollar da Anadolu’ya yönelerek Türk şehirlerini ele geçirmeye başladılar. Türkiye Selçukluları ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ Savaşı’nda Türkiye Selçukluları ağır bir yenilgi aldı (1243). Moğollar Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu baskı altına aldı. Selçuklu sultanları Moğollar tarafından atanmaya başladı. Devletin siyasi gücü azaldı. Selçuklulara bağlı beylikler kendi başına hareket etmeye başladılar. Anadolu’nun ekonomisi ve ticareti büyük ölçüde zarar gördü. Türkiye Selçuklu Devleti, Moğol hâkimiyetinde geçen uzun yıllardan sonra 1308 yılında yıkıldı.
Türkiye Selçukluları yaptıkları siyasi ve kültürel faaliyetlerle Anadolu’nunTürkleşmesine büyük katkı sağladılar. 12. yüzyılın ortalarından itibaren ülkede huzur ortamı sağlandı. Ülkedeki Türkler ve Hristiyanlar (Rum, Ermeni, Süryani) yan yana, uyum içinde yaşamlarını sürdürdüler.

Selçuklularda halk şehirlerde ve köylerde yaşardı. Şehirlerde yaşayan halk devlet memuru, ayanlar (şehrin ileri gelenleri) ve bilim adamlarından (medrese hocaları, kadılar, medrese öğrencileri) oluşuyordu. Ahilik teşkilatı şehirlerde önemli bir işlevi yerine getiriyordu. Ahilik esnaşarın birleşerek kurdukları dinî ve ekonomik özellikler taşıyan bir teşkilattı. Selçuklular Döneminde dericilik, kuyumculuk gibi herhangi bir meslek yapan herkes bir loncanın üyesi idi. Her loncada sıkı bir meslek dayanışması ve karşılıklı denetim vardı. Selçuklu sultanları Türkistan, Maveraünnehir ve Horosan’dan gelen göçebe Türkmenleri Anadolu’ya ve sınır bölgelerine (uc) yerleştirmişlerdir. Selçuklu sultanları Anadolu’ya yerleştirdikleri Türkmenlerin yerleşik hayata geçmesi için gerekli önlemleri almışlardır. Onları küçük topluluklara ayırarak yerleştirmişler, böylelikle hem onları toprağa bağlamışlar hem de eski boy geleneklerinin ortadan kalkmasını sağlamışlardır. Yerleşik hayata geçen bu Türkmenler, devletin belirlediği toprakları işleyerek yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Uclardaki Türkmenler ise aşiret ve oymaklar hâlinde yerleştirilmiş ve başlarına da bir bey atanmıştır. Yarı bağımsız olan bu beyler Bizans’la savaşarak fetihlerde bulundular. Uclarda yaşayan Türkmenlerle komşuları olan Rumlar arasında canlı bir sosyal ve ekonomik hayat vardı.

Türkler Bizans şehirlerindeki Rumların tarım ürünlerini alırken kendi ürettikleri hayvancılığa dayalı ürünleri satıyorlardı. I. Alaeddin Keykubat döneminde merkezî yönetime bağlanan uc beyleri, Kösedağ Savaşı’ndan sonra yeniden bağımsız hâle geldiler. Moğol istilası sonucu Anadolu’ya gelen Türkmenler uc beylerine sığınıyordu. Bu da uc beylerini daha güçlü hâle getirdi. Zamanla daha da güçlenen bu beyler, bağımsız beylikler kurarak Moğollara ve Bizans’a karşı savaştılar. Selçuklu sultanları izledikleri politikalarla Türkiye’yi önemli bir ticaret merkezi hâline getirmeyi başardılar. Sinop, Alanya, Antalya ve Suğdak limanlarının ele geçirilmesi, Türkiye’yi Akdeniz ve Karadeniz ticaretinde önemli noktalara taşıdı. Ele geçirilen bu limanlar geliştirildi. Buralara Türk tüccarlar yerleştirildi. Ticareti geliştirmek için yabancı tüccarlarla ticaret antlaşmaları yapıldı. Denizlerde korsanların tüccarlara verdikleri zararların devlet tarafından karşılanması benimsendi. Böylece bir çeşit devlet sigortası sağlandı.

Türkiye Selçukluları Döneminde Türkiye doğu-batı, kuzey-güney yönünde yapılan uluslararası ticaret merkezi hâline getirildi. Selçuklu sultanları tüccarların mal ve can güvenliğini sağlayıcı önlemler aldılar. Ticareti geliştirmek için yollar üzerinde kervansaraylar, bu yolların geçtiği şehir merkezlerinde de büyük hanlar yaptırdılar. İlk kervansaraylar II. Kılıçarslan zamanında yapıldı. Vakıf olarak kurulan kervansaraylarda yerli ve yabancı tüccarlar ve yolcular konaklıyorlardı. Bu tüccarlara parasız yiyecek, yatak, hamam, sağlık ve hayvanlarına ahır hizmetleri sunuluyordu. Selçuklular Döneminde Anadolu’daki kültür hayatı oldukça canlı idi. Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’yu yurt edinen Türkler, Türk dili ve edebiyatının gelişmesine büyük katkılar sağladılar. Türkçe zamanla devlet dili olarak yerleşip gelişti. Bu konuda Türkmen beylerinin büyük rolü oldu. Karamanoğlu Mehmet Bey 1227 yılında Konya’da yayımladığı fermanda “Bu günden sonra divanda, dergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” diyerek Türkçeyi resmî dil ilan etti. Moğollardan kaçıp Anadolu’ya gelen Türk bilim adamı, yazar ve şairlerin de Türkçenin gelişmesine büyük katkıları oldu.

Selçuklular Döneminde yaşayan fieyh Ahmet Gülşehrî, Aşık Paşa, Mevlâna Celâleddin Rûmî, Yunus Emre gibi şairler, yazdıkları eserlerle Türkçenin ve Türk kültürünün gelişmesine büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. 12 ve 13. yüzyıllarda Battalgazi Destanı, Danişmentlilerin ülkesinde söylenen ve yazıya geçirilen Türkçe bir destandır. Danişmendname, Danişmentli büyüklerin kahramanlıklarını anlatan başka bir Türk destanıdır. Dede Korkut Hikâyeleri ise Oğuz Türklerinin yaşayış biçimlerini, aile ve kardeş sevgisini, kahramanlıkları konu alan halk hikâyeleridir. Bektaşî ve Nasrettin Hoca fıkraları da o dönemden günümüze ulaşan önemli halk edebiyatı ürünleridir. Selçuklu sultanları siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi bilim ve sanata da önem
vermişlerdir. Bu dönemde Anadolu’nun hemen her ilinde bir ya da daha fazla medrese kurulmuştur. Vakıf kuruluşu olan medreselerde her türlü bilimler okutulmuştur. Bu medreselerde çok sayıda bilim adamı yetişmiştir.

Türkiye Selçukluları, Haçlı Seferleri ve Moğol istilasına rağmen Anadolu’nun her yanını sanat eserleriyle donatmışlardır. Bu eserler arasında camiler, mescitler, medreseler, kümbetler, külliyeler, saraylar, köşkler, darüşşifalar, kervansaraylar, kaleler, surlar, köprüler sayılabilir.
Çifte Minareli Medrese (Erzurum), Gök Medrese (Sivas),
Hunat Hatun Külliyesi (Kayseri), Döner Kümbet (Kayseri), Kubadabad Sarayı (Beyşehir), Sultan Hanı (Konya-Aksaray arası) bunlardan sadece bazılarıdır.

Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
Haçlı Seferlerinin özellikleri, kaç tane haçlı seferi olmuştur?

Orta Çağda Avrupalıların Müslümanların elinde bulunan ve Hristiyanlarca kutsal ayılan Kudüs ve çevresini geri almak için düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilmektedir.

İlk olarak 27 Kasım 1095’te Papa II. Urbanus (Urban), Clermont (Klermon) Konsili esnasında din adamlarını ve halkı Haçlı Seferlerine katılmaya çağırdı. Papa bu konuşmasında halka; Doğu Hristiyanlarının yardıma ihtiyacı olduğunu, onların Türklerin zulmüne maruz kaldığını anlattı. Türklerin İstanbul için büyük bir tehlike oluşturduğunu ve din kardeşliği adına savaşa katılmanın din açısından çok şereşi olduğunu söyleyerek mücadelenin kutsallığından söz etti. Ayrıca bu çağrı konuşmasında papa sefere katılacak olanların günahlarının affolunacağını, bu seferin bir hac niteliği taşıdığını ve hacılara daha önceden kilise tarafından sağlanan güvencenin de geçerli olduğunu söylüyordu. Bu yolculuğa keşiş, ihtiyar, hasta ve kadınların da katılmalarını istiyordu. Dinî nedenler dışında Haçlı Seferlerinin düzenlenmesinin önemli siyasi ve ekonomik nedenleri de vardır. Malazgirt Zaferi’nden sonra Türklerin Anadolu’da ilerleyerek İstanbul önlerine kadar ilerlemeleri Bizans’ı olduğu kadar Avrupa devletlerini de telaşlandırmıştı.

Bizans, Türklere karşı Avrupalıları yardıma çağırdı. Türklerin Anadolu’yu almalarından sonra Avrupa’ya da egemen olabilecekleri düşüncesi, Avrupalı devletleri kaygılandırdı. Ayrıca Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve çevresi de Müslümanların elindeydi. Bu nedenlerle Türklerin Balkanlara geçmesini önlemek, onları Anadolu, Suriye ve Filistin’den atmak gerekiyordu. 11. yüzyılda Avrupa yoksulluk ve sefalet içindeydi. Buna karşın doğu ülkelerinde yaşayan insanlar rahat ve zengin bir yaşam sürüyordu. Müslümanlar dünya deniz ticaretini elinde bulunduruyor, ticaretten önemli bir gelir sağlıyordu. Avrupalılar doğu ülkelerinin bu zenginliklerini ele geçirmek istiyordu. İşte bu nedenlerle 1096 yılından 1270 yılına kadar aralıklarla sekiz Haçlı Seferi gerçekleştirildi. Bunların ilk dördü Türkiye ve Türkiye Selçuklularını ilgilendirmektedir.
İlk Haçlı Seferi, Bizans imparatorunun acil yardım istemesi üzerine düzenlendi. İstanbul’a gelen ilk grubun başında Papaz Piyer Lermit bulunuyordu. Bu kafile işsiz ve yoksullardan oluşan başıboş ve düzensiz bir gruptu.


İznik’e gelen bu ilk grup I. Kılıçarslan tarafından kuşatılarak etkisiz hâle getirildi. Hemen ardından düzenli Haçlı orduları İstanbul’a geldi. Bu düzenli Haçlı orduları karşısında I. Kılıçarslan İznik’i bırakarak Konya’ya kadar çekilmek zorunda kaldı. Ancak Haçlıların peşini bırakmadı. Haçlılar büyük kayıplar vererek Antakya’ya geldiler. 1098’de de burayı işgal ettiler. Haçlılar, çok az bir kuvvetle Kudüs’e vardılar. Kudüs’te bir Latin krallığı kurdular.
Kudüs’ün elden çıkması üzerine İslam dünyasında bu toprakların geri alınması için hazırlıklar başladı. Musul atabeylerinden İmadeddin Zengi Haçlılarla çarpışarak kaybedilen yerleri birer birer geri aldı. Zor durumda kalan Kudüs Krallığı papadan yardım istemek zorunda kaldı.

II. Haçlı ordusu da Anadolu’dan Kudüs’e ulaşmaya çalıştı. Konya Ovası’nda Sultan I. Mesut Haçlıları ağır bir yenilgiye uğrattı. Suriye’ye ulaşabilen Haçlılar, hiçbir başarı elde edemeden ülkelerine geri dönmek zorunda kaldılar. Mısır’da kurulan bir Türk devleti olan Eyyubilerin sultanı Selahaddin Eyyûbi, 1187’de Hıttin’de yaptığı savaşı kazanarak Kudüs’ü Haçlılardan geri aldı. Bunun üzerine III. Haçlı Seferi düzenlendi. Anadolu üzerinden Kudüs’e ulaşmaya çalışan Haçlıları II. Kılıçarslan bozguna uğrattı. Suriye üzerinden Kudüs’e ulaşmaya çalışan Haçlı orduları ise Selahaddin Eyyûbi ile çarpıştılar. Ancak Kudüs’ü geri alamayarak ülkelerine dönmek zorunda kaldılar. Eyyubilerin Filistin ve Akdeniz kıyılarındaki bazı kale ve şehirleri Haçlıların elinden alması üzerine IV. Haçlı Seferi düzenlendi. Bu sırada Bizans’ta imparator olmak isteyen Aleksios (Aleksi) Haçlıları İstanbul’a davet etti. Haçlılar İstanbul’a gelerek burayı işgal ettiler ve burada bir Latin Krallığı kurdular (1204). 1270 yılına kadar dört sefer daha yapıldı. Ancak bu seferlerin hiçbirinde Haçlılar başarıya ulaşamadılar.

Haçlı Seferlerinin Sonuçları nelerdir?
Aralıklarla yaklaşık 200 yıl süren Haçlı Seferleri sonucunda Hristiyan ve üslümanlardan binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Türklerin Anadolu’daki ilerleyişi bir süre durmuştur. Buna rağmen Türklerin Haçlılardan destek alan Bizans’a karşı kazandığı Miryokefalon Savaşı, Anadolu’nun Türklerin kesin yurdu olduğunu ispatlamıştır. Haçlı Seferlerinin dinî, siyasi, ekonomik ve sosyal pek çok sonucu olmuştur. Haçlı Seferlerinin düzenlenmesinde papaların ve din adamlarının rolü büyük oldu. Ancak Haçlı Seferleri amacına ulaşamadı. Kudüs’ün ele geçirilememesi inançlarının
zayışamasına ve din adamlarının ve kilisenin nüfuzlarının azalmasına neden oldu. Seferlere katılan birçok derebeyi geri dönemediği için Avrupa’da derebeylik zayıfladı; krallar güç kazanmaya başladı. Halk arasındaki sınıf farkları büyük ölçüde ortadan kalktı ve sosyal yapıda önemli gelişmeler başladı.
Haçlıların bir bölümü deniz yoluyla Kudüs’e ulaşmaya çalışmıştı. Bu durum, gemi yapımcılığını ve deniz ticaretini geliştirdi. Cenova, Venedik, Marsilya gibi Akdeniz limanlarının önemi arttı. Akdeniz ülkeleri doğu-batı ticaretinden büyük gelirler elde ederek zenginleşti.
Haçlı Seferleri doğu ile batı arasındaki kültürel etkileşimi hızlandırdı. Avrupalılar bu seferler sonunda doğunun bilimsel ve teknolojik üstünlüğünü tanıdılar. Avrupalılar Müslümanlardan öğrendikleri pusula, kâğıt, top, barut, matbaa gibi buluşları Avrupa’ya götürdüler. Bu buluşlar daha sonraki yüzyıllarda Avrupa’da meydana gelecek gelişmelerde önemli roller oynadı.

Çevrimdışı Uyanan Gençlik

  • ******
  • Join Date: Kas 2010
  • Yer: HATAY
  • 7462
  • +547/-0
  • Cinsiyet: Bay
Şehzadeler şehri neresidir?

ŞEHZADELER ŞEHRİ: MANİSA

Kültür nesilden nesile aktarılan, aktarılırken değişen ve zenginleşen bir unsurdur. Değişim ve süreklilik kültürün en önemli özelliğidir. Türk kültürünün temelleri, Türk tarihine dayanmaktadır. Binlerce yıl süren tarihî yolculuk içinde kültürümüz değişmiş ve zenginleşmiştir. Manisa örneğinden yola çıkarak bu değişim ve sürekliliği anlamaya çalışalım.

Bundan üç yüz yıl kadar önce Evliya Çelebi Manisa’yı şöyle anlatıyor:
“Manisa Puslu Dağ’ın altında, Duman Dağı eteğinde kurulu bir şehirdir. Manisa, 60 mahallesi, 6660 evi, 105 cami ve mescidi, 3040 çeşmesi, 3360 dükkânı, hanları, hamamları, medreseleri, köşkleri, konakları ile mamur (imar edilmiş, gelişmiş, bakımlı) bir şehirdir. Uçsuz, bucaksız ovası reyhan ve güllerle süslü köylerle doludur. Burada bilgili ve efendi kişilerin toplandığı altlı, üstlü kahvehaneler vardır. Bu kahvehanelerin her birine dört mahfil (toplantı yeri) yapılmış, birinde hanende (şarkıcı) ve sazendeler (sazcı), birinde rakkaseler (dansçı), birinde hikâyeciler ve meddahlar, birinde de gazelhanlar (gazel okuyan kimseler) bulunur. Karaköy’deki kahvehanelerden daha latifi (hoş) cihanda yoktur. Burada günde bir kantar kahve sarf edilir. Her gün beş yüz kişi hizmet eder. Dört yönü gül-gülistan, irem bağı gibidir. Güzel sesli kuşların
birbiriyle yarış etmesi insanı sarhoş eder. Manisa’nın şehir halkı çok temiz ve zarif kişiler olduklarından, çarşı ve sokaklarını temizler, sularlar. fiehri kavak, çınar, söğüt ağaçları ve asma dalları gölgeler. Manisa halkı ince duygulu ve şair ruhludur. 17 divan sahibi şair şehirde yaşar. Halk, tezgâhlarında Manisa alacası dokuyup satar. Beyaz nohut çöreği, baharlı mekik böreği, karlı vişne hoşafı, üzüm şerbeti, üstü bademli tatlısı, has beyaz ekmeği ile Manisa bir bolluk şehridir. Manisa mesire yerleri ile de doludur. Uluca Pınar, Uluca Çınar, Ağa Bahçesi, Mevlevihane Bağı, Tabakhane Köşkü ve en önemlisi olarak Hünkâr Bahçesi bu mesire yerleridir. Manisa şadırvanları, fıskiyeleri, havuzları ve çiçekleri ile cennete benzer       
                                                                                                   
Manisa 1313’de Saruhan Bey tarafından fethedilmiş ve Saruhanoğulları Beyliği’nin merkezi hâline getirilmiştir. 1391 yılında Yıldırım Bayezit tarafından Osmanlı topraklarına katılmış, ancak Ankara Savaşı sonrası Timur bölgeyi yeniden Saruhanoğullarına vermiştir. 1412 yılında ise Çelebi Mehmet kesin olarak Manisa’yı Osmanlı egemenliği altına almış ve Saruhan Sancağı adıyla idari bir birim hâline getirmiştir. Manisa 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandıkları önemli siyasi merkezlerinden biri hâline gelmiştir. II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi padişahların da içinde bulunduğu 16 şehzade, Manisa’da sancakbeyliği yapmıştır. fiehzadeler Manisa’da cami, medrese, han, hamam, imaret, çeşme, hastane, köprü ve kütüphane gibi birçok eser yaptırmışlardır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Yunan işgaline uğrayan şehir, halkın kurduğu kuvayımilliye birlikleri ve cemiyetlerle işgale karşı mücadele etmiştir.

Şehir 8 Eylül 1922’de işgalden kurtarılmıştır. Manisa, Ege Bölgesi’nde bulunan önemli şehirlerimizden biridir. Son yıllarda şehirleşme artmış, sanayi gelişmiştir. Bugün Manisa’da ülkemizin diğer şehirlerinde olduğu gibi yoğun bir yapılaşma vardır. Betonarme çok katlı yapılarda estetik anlayışının da oldukça değişmiş olduğu gözlenmektedir. fiehirleşme ve sanayileşme şehirlerin çehresini olduğu kadar insan yaşamını da etkilemektedir. Manisa’da Evliya Çelebi’nin saydığı tarihî eserler önemli ölçüde korunmuştur. Ancak Ağa Bahçesi, Mevlevihane Bağı, Tabakhane Köşkü günümüze kadar ulaşamamıştır. 1474 yılında Fatih Sultan Mehmet’in azatlı kölesi Çeşnigir Sinan tarafından yaptırılan Çeşnigir Camisi günümüzde bütün ihtişamıyla ayakta durmaktadır. Enine dikdörtgen planlı, kesme taştan yapılmış, ortada bir büyük, köşelerde ise dört küçük eliptik kubbe ile örtülmüştür. 1831 yılında Karaosmanoğullarından Hacı Sabri Ağa tarafından yanına kare planlı kütüphane yaptırılmıştır.

Mesir Macunu nedir? Mesir Macunu ilk ne zaman yapılmıştır?
Yavuz Sultan Selim'in annesi ve Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hafza Sultan hastalanır ve saray doktorları tarafından derdine çare bulunamaz. Valide sultan, Sultan Külliyesi’ne ait darüşşifanın yöneticisi Merkez Efendi tarafından hazırlanan macun sayesinde şifa bulur. Başlangıçta Hafza Sultan'ın emriyle sadece darüşşifadaki hastalara verilmekte olan ve “mesir “adı verilen macun, halk arasında rağbet görür ve talebin büyük boyutlara ulaşmasıyla halka da dağıtılmaya başlanır. Zamanla talebin karşılanamaz hâle gelmesi ve şikâyetlerin artması nedeniyle Sultan Camisi kubbe ve minarelerinden halka saçılmasına karar verilir. Mesir macununun ününün giderek yaygınlaşması, bölge, hatta ülke çapında talep edilir hâle gelmesine paralel olarak halka saçım işi törenselleşmiş ve bir şenlik hâline gelerek günümüze kadar ulaşmıştır. Çoğu baharat olmak üzere 41 çeşit maddeden yapılan mesir macunun yapımına nevruz günü Sultan Külliyesi’nde düzenlenen dua töreni ile başlanır. Mesir şenlikleri nisan ayı boyunca sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlerle kutlanır. Nisan ayının üçüncü ya da dördüncü pazar gününe rastlayan saçım töreninde halka saçılır.

Takvim-i Vekayi nedir? Takvim-i Vekayi ne zaman yayınlaşmıştır?
İlk telgraf müdürlüğü ne zaman kuruldu?

II. Mahmut döneminde, 1831 yılında ilk Resmi Gazete diyebileceğimiz Takvim-i Vekayi yayına başladı. Amacı, devlet görevlileri ve aydınlar başta olmak üzere, Osmanlı toplumuna olayları resmî ağızdan duyurmak ve devlet işleriyle ilgili duyurularda (atamalar, mahkeme kararları vb.) bulunmaktı. Takvim-i Vekayi, Kasım 1922’ye kadar yayınını sürdürdü.

İlk resmî gazete, devletle halk arasındaki iletişimi artırması açısından önemlidir.
İstanbul'da ilk Türkçe özel gazete William Churchil (Vilyım Çörçil) adlı bir İngiliz tarafından çıkarıldı. 3 Temmuz 1840'tan itibaren yayımlanmaya başlanan bu gazetenin adı Ceride-i Havâdis'ti (Haberlerin gazetesi). Gazetenin ilk yıllardaki tirajı 300 dolayında iken, Kırım Savaşı sırasında, 10.000 dolaylarına ulaştı. 21 Ekim 1860’ta Osmanlı yurttaşı Türkler tarafından Tercüman-ı Ahval
(durumların yansıtıcısı, 27 Haziran 1862'den itibaren de fiinasi’nin Tasvir-i Efkâr (düşünlerin betimi) gazetesi yayın hayatına başladı.
1855’te Telgraf Müdürlüğü kuruldu ve ilk telgraf Kırım Savaşı sırasında kullanıldı.