Sayın Cumhurbaşkanı İran seyahatinde, “Beni ne Şia ilgilendirir ne Sünni ilgilendirir. Benim Sünnilik diye bir dinim yok” demişti.
Bazı kimselerin, Cumhurbaşkanı’nın bu sözünden güç alarak mezheblerin aleyhinde konuşmaya başlayacaklarını bekliyorduk.
Nitekim aleyhinde konuşulacak başka şey yokmuş gibi, “Mezheblerin lüzumsuz olduğu” konuşulmaya başlandı.
Böyle konuşanlara cevap vermesi gereken ilk şahıs Diyanet İşleri Başkanı olması icap ederken, onun, “Kur’an’da ne sünnîlik var ne şiîlik var. Kur’an’da sadece Müslüman olduğumuz var” demesi anlaşılır gibi değil.
Bu söz ilmî yetersizlikten söylenen bir söz değil. İslam âlimi olmayan Sayın Cumhurbaşkanı’nın, mezheb meselesini derinliğine bilememesi normal. Ama bir Diyanet İşleri Başkanı, ilmi ne kadar zayıf olursa olsun, avamın bir mezhebe bağlanmadan ibâdet etmesinin mümkün olamayacağını bilir.
Öyleyse bu sözle hedeflenen ne?
***
Dînî ilimler ayrı, siyâset ayrıdır. Dinî meselelerde söz söylemek isteyen siyâsîler de dikkatli konuşmalıdırlar.
“Mezheb” gibi ihtisas isteyen derin meselelere hiç dalmamalılar.
Dalarlarsa, ilk adımda tökezler, o derinlikte boğulurlar.
Misali ortada:
Manisa’da 4/5/2015’te görüldü ki imam-hatip mezunu olmak bile, İstanbul’un fethini haber veren ve herkesçe bilinen “Letühtehanne…” hadisi şerifinin i’rabını doğru okumaya bile yetmiyor. Nerde kaldı mezhebler hakkında konuşmak.
Erbabının bildiği bir kaide:
Bahse konu hadis-i şerifin yukarıda yazdığımız birinci kelimesi mechul fiildir. İkinci kelimesi olan “el-Kostantîniyye” ise nâib-i fâildir. Nâib-i fâiller nasb değil rafi’dir.
Hadis-i şerifin Arapça aslını okumaya kalkışan bir kimse, ‘raf’ okunması icap eden nâib-i fâili, “KostantîniyyeTE” diye nasb okursa, bu kaideyi bilenleri gülümsetir.
En iyisi mi bilmediğimiz yerlere yelken açmayalım…
Fıkra bu ya, câmisi minaresi olmayan, haliyle ezan da okunmayan bir köyde doğup büyüyen bir genç, hayatında ilk defa kasabaya inmiş. O sırada müezzin minarede ezan okuyormuş.
Hayatında ezan duymayan bu genç, müezzine dönüp şöyle demiş:
Ne bağırıyorsun, inemeyeceğin yere çıkmasaydın.
Onun gibi, herkes ilmî seviyesini bilmeli, inemeyeceği yere çıkmamalı…
Sayın Başkan’ımıza gelince.
Kendileri, 75 milyonun Diyanet İşleri Başkanı olup saygı duyulması gereken bir zattır. Ona ne desem acaba?
Ama konuşmam lâzım, konuşacağım.
Sayın Başkan!
Irak Şiî Vakfı Divan Başkanı Alla Abdüssâhib Hüseyin el-Müsâvî ve beraberindeki heyeti makamınızda kabul ettiğinizde, “Mezhebe olan mensûbiyetimizi, İslama olan mensûbiyetimizin önüne geçirdiğimizde en büyük fitneyle karşı karşıya kalırız” demişsiniz.
İslam ayrı, mezheb ayrı mıdır? Mezheb İslam’a zıt mıdır ki böyle konuştunuz?
Esas üzerinde durulacak cümleniz ise şu:
“Kur’an’da ne sünnîlik var ne şiîlik var. Kur’an’da sadece Müslüman olduğumuz var.”
Yani?
“Sünnîlik Kur’an’da olmayan bir şey, atın gitsin” mi demek istiyorsunuz?
Mezheb imamları olan İmam-ı Âzamlar, İmam Şâfiîler, İmam Ahmed b. Hanbeller, İmam Mâlikler, Müslümanların önüne Kur’an’da olmayan bir yol mu koymuşlar?
Müslümanlar bu imamlardan birine yani bir mezhebe uyduklarına göre, Kur’an’da olmayan ve asırlardır Kur’an’a zıt bir yolda mı gidiyorlar?
Hangi Diyanet İşleri Başkanı, mezheb imamlarından daha âlim olduğunu söyleyebilir!
Kaldı ki zamanımıza göre büyük âlim de olsa, İmam-ı Âzamları tenkit edecek basamağa çıkamaz…
Makam insanın ilmini artırmaz. O makama gelmeden önce ilmi ne kadarsa, geldikten sonra da aynıdır.
Câmi ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur.
Sayın Başkan!
Bu millet mezhebli olmaktan memnun. “Mezhebsiz” olmak istemiyor.
Böyle bir milletin Diyanet İşleri Başkanı olmanız hasebiyle dilinizi mezheblerin üzerinden çekmeniz gerekmez mi?
Ya çekin veya “Kur’an’da ne sünnîlik var ne şiîlik var” sözünüzün izahını yapın ki bu millet mezheblerin zararlarını(!) da mezhebsizliğin faydalarını(!) da anlasın.
“Ben onu demek istemedim” diyorsanız, ne demek istediğinizi açıklayın ki millet anlasın.
“Ramazan bizi değiştirmeli” diyorsunuz.
Umarız ki Ramazan sizin mezhebler hakkındaki söz ve kanaatınızı da değiştirir…
Ali Eren Hocaefendi