Fıkh-ı Ekber - İmâm-ı A’zam Ebû Hanife (Rahmetüllahi Aleyh)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Fıkh-ı Ekber PDF olarak okumak için You are not allowed to view links. Register or Login
İndirmek için You are not allowed to view links. Register or Login

FIKH-I EKBER
İMÂM-I A’ZAM EBÛ HANÎFE
“Rahmetüllahi Aleyh”
(İslâm Akâid Esasları)
الفقه الأكبر
للإمام الأعظم أبي حنيفة
رحمة اللّه تعالى عليه
بسم اللّه الرحمان الرحيم


“Tevhid”in aslı, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna; hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi haktır.” demektir.
اصل التوحيد وما يصح الاعتقاد عليه: يجب أن يقول آمنت باللّه وملائكته وكتبه ورسله والبعث بعد الموت والقدر خيره وشره من اللّه تعالى، والحساب والميزان الجنة والنار حق كله.

Yüce Alah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğmamıştır; ona hiç bir şey denk değildir.
واللّه تعالى واحد لا من طريق العدد ولكن من طريق أنه لا شريك له ”قل هو اللّه أحد، اللّه الصمد، لم يلد ولم يولد، ولم يكن له كفوا أحد. “

O yarattıklarından hiç birine benzemez. İsimleri, zâtî ve fiilî sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.
لا يشبه شيئا من خلقه ولا يشبهه شيء من خلقه، لم يزل ولا يزال بأسمائه وصفاته الذاتية والفعلية.

Allahü teâlâ’nın zâtî sıfatları; hayat, kudret, ilim, kelâm, sem’, basar ve irade sıfatlarıdır. Fiilî sıfatlar ise, tahlîk (yaratma), terzîk (rızık verme) inşâ’ (yapma), ibdâ’ (örneksiz yaratma) ve sun’ (san’atlı yaratma) ve diğerleridir.
أما الذاتية: فالحياة والقدرة والعلم  والكلام والسمع والبصر والإرادة. وأما الفعلية: فالتخليق والترزيق والإنشاء والإبداع والصنع وغير ذلك من صفات الفعل
.

Yüce Alah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. Onun isim ve sıfatlarından hiç biri sonradan olma değildir.
O ilmiyle daima bilir, ilim onun ezelde (başlangıcı olmayan sonsuzlukta) sıfatıdır.
O kudretiyle daima kâdirdir, kudret onun ezelde sıaftıdır.
Kelâmı ile konuşur, kelâm onun ezelde sıfatıdır.
Yaratması ile daima hâlıktır, yaratmak onun ezelde sıfatıdır. Fiilî ile daima faildir, fiil onun ezelde sıfatıdır. Fâil, Allah’tır, fiil ise, onun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey, mahlûktur. Yüce Allah’ın fiili ise, mahlûk değildir. Allah’ın ezeldeki sıfatları, mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden ya da şüphe eden kimse, Yüce Allah’ı inkâr etmiş olur.
لم يزل ولا يزال بأسمائه وصفاته لم يحدث له اسم ولا صفة، لم يزل عالما بعلمه والعلم صفة في الأزل، وقادرا بقدرته، والقدرة صفة في الأزل، ومتكلما بكلامه، والكلام صفة في الأزل، وخالقا بتخليقه، والتخليق صفة في الأزل، وفاعلا بفعله. والفعل صفة في الأزل، والفاعل هو اللّه تعالى، والفعل صفة في الأزل، والمفعول مخلوق، وفعل اللّه تعالى غير مخلوق. وصفاته في الأزل غير محدثة ولا مخلوقة، فمن قال أنها مخلوقة أو محدثة، أو وقف أو شك فيها فهو كافر باللّه تعالى.

Kur’ân-ı Kerîm, Allahü taâlâ’nın kelâmı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfûz, dil ile okunur ve Hazret-i Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’ân-ı Kerîm’i telâffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûk (yaratılmış)tur, fakat Kur’ân, mahlûk değildir.
والقرآن كلام اللّه تعالى، في المصاحف مكتوب، وفي القلوب محفوظ، وعلى الألسن مقروء، وعلى النبي عليه الصلاة والسلام منزل، ولفظنا بالقرآن مخلوق، وكتابتنا له مخلوقة، وقرأتنا له مخلوقة، والقرآن غير مخلوق.


Yüce Allah’ın Kur’ân’da belirttiği Hazret-i Mûsa ve diğer peygamberlerden, firavun ve İblis’ten naklen verdiği haberlerin hepsi, Allah kelâmıdır; Cenab-ı Hak, onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelâmı, mahlûk değildir, fakat Hazret-i Mûsa’nın ve diğer yaratılmışların kelâmı mahlûktur. Kur’ân ise, Allah’ın kelâmıdır, kadîm ve ezelî (öncesi ve başlangıcı bulunmayan) dir; onların (yaratıkların) kelâmı ise, bu vasıfta değildir.
وما ذكر اللّه تعالى في القرآن حكاية عن موسى وغيره من الأنبياء عليهم الصلاة والسلام وعن فرعون وإبليس فإن ذلك كله كلام اللّه تعالى، إخبارا عنهم، وكلام اللّه تعالى غير مخلوق، وكلام موسى وغيره من المخلوقين مخلوق، والقرآن كلام اللّه تعالى فهو قديم لا كلامهم.

Allahü teâlâ’nın “Allah, Mûsa’ya hitap etti” âyetinde beyan ettiği gibi, Mûsa aleyhisselâm, Allah’ın kelâmını işitti. Şüphesiz ki Allah, Hazret-i Mûsa ile konuşmasından önce de, kelâm sıfatı ile sıfatlıydı. Yüce Allah, yaratmadan önce de ezelde yaratıcı idi.
وسمع موسى عليه السلام كلام اللّه تعالى كما قال اللّه تعالى:”وكلم اللّه موسى تكليما“وقد كان اللّه تعالى متكلما ولم يكن كلم موسى عليه السلام، وقد كان اللّه تعالى خالقا في الأزل ولم يخلق الخلق.


Allah, Mûsa peygambere hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelâmı ile konuştu. Onun sıfatlarının hepsi, mahlûkların sıfatlarından başkadır. O bilir, fakat bizim bildiğimiz gibi değil. O kâdirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil.
فلما كلم اللّه موسى كلمه بكلامه الذي هو له صفة في الأزل، وصفاته كلها بخلاف صفات المخلوقين، يعلم لا كعلمنا، ويقدر لا كقدرتنا، ويرى لا كرؤيتنا، ويسمع لا كسمعنا، ويتكلم لا ككلامنا.


Biz, organlar ve harflerle konuşuruz. O ise, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahlûktur (yaratılmıştır), fakat Allah’ın kelâmı, mahlûk değildir.
ونحن نتكلم بالآلات والحروف، واللّه تعالى يتكلم بلا آلة ولا حروف، والحروف مخلوقة وكلام اللّه تعالى غير مخلوق.


Yüce Allah, şey (varlık)dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. ]O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. [Onun varlığı, cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. Onun Kur’ân’da zikrettiği gibi yed (el)i, vech (yüz)i ve nefsi vardır. Allah’ın Kur’ân’da zikrettiği el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz (sağ, sol, ön, arka, alt, üst, zaman ve madde gibi fizikî şartlar ve şekiller dışında) sıfatlardır.
وهو شيء لا كالأشياء،[ ليس كمثله شيء] ومعنى الشيء إثباته بلا جسم ولا جوهر ولا عرض، ولا حد له ولا ضد له ولا ند له ولا مثل له. وله يد ووجه ونفس كما ذكره اللّه تعالى في والقرآن، فما ذكر اللّه تعالى في القرآن من ذكر الوجه واليد والنفس فهو له صفات بلا كيف.


Onun eli kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde, sıfat iptal edilmiş/yok sayılmış olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile’nin görüşüdür. Onun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarındandır.
ولا يقال أن يده قدرته أو نعمته، لأن فيه إبطال الصفة، وهو قول أهل القدر والاعتزال، ولكن يده صفته بلا كيف، وغضبه ورضاه صفتان من صفاته تعالى بلا كيف.


Allahü teâlâ, eşyayı (var olan) bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve hükmünü yürütendir. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfûz’daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiç bir şey olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz’daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf (şartlara bağlı) olarak yazılıdır.
خلق اللّه تعالى الأشياء لا من شيء، وكان اللّه تعالى عالما في الأزل بالأشياء قبل كونها، وهو الذي قدر الأشياء وقضاها، لا يكون في الدنيا ولا في الآخرة شيء إلا بمشيئته وعلمه وقضائه وقدره وكتبه في اللوح المحفوظ، ولكن كتبه بالوصف لا بالحكم.

Kaza, kader ve dilemek, onun nasıl olduğu bilinemeyen sıfatlarındandır. Yüce Allah, yok olanı yokluğu hâlinde yok olarak bilir; onu yarattığı zaman, nasıl olacağını bilir. Var olanı, varlığı hâlinde var olarak bilir; onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş hâlini, oturduğu zaman da oturuş hâlini bilir. Butün bu durumlarda yüce Allah’ın ilminde, ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey olur. Değişme ve ihtilâf, yaratılanlarda olur .
والقضاء والقدر والمشيئة صفاته في الأزل بلا كيف، يعلم اللّه تعالى المعدوم في حال عدمه معدوما، ويعلم أنه كيف يكون إذا أوجده، ويعلم اللّه تعالى الموجود في حال وجوده موجودا، ويعلم أنه كيف يكون فناؤه، ويعلم اللّه تعالى القائم في الحال قيامه قائما وإذا قعد علمه قاعدا في حال قعوده من غير أن يتغير علمه أو يحدث له علم، ولكن التغير والاختلاف يحدث في المخلوقين.


Yüce Allah, insanları küfür ve îmandan hâli/boş olarak yaratmış, sonra onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan; kendi fiilîyle, hakkı inkâr ve reddetmesiyle ve Allah’ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiilîyle, ikrarı, tasdiki ve Allah’ın tevfik ve yardımı ile îman etmiştir.
خلق اللّه تعلى الخلق سليما من الكفر والإيمان، ثم خاطبهم وأمرهم ونهاهم، فكفر من كفر بفعله وإنكاره وجحوده القح بخذلان اللّه تعالى إياه، وآمن من آمن بفعله وإقراره وتصديقه بتوفيق اللّه تعالى إياه ونصرته له.


Yüce Allah, Hazret-i Âdem’in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, îmanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların îmanıdır. İşte onlar, bu fıtrat üzere doğarlar. Bundan sonra küfre sapan, bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat etmiş ve devamlılık göstermiş olur.
وأخرج ذرية آدم من صلبه على صور الذر فحملهم عقلاء، فخاطبهم وأمرهم بالإيمان ونهاهم عن الكفر، فأقروا له بالربوبية، فكان ذلك مهم إيمانا، فهم يولدون على تلك الفطرة، ومن كفر بعد ذلك فقد بدل وغير، ومن آمن وصدق فقد ثبت عليه وداوم.

Yüce Allah, kullarının hiç birini îman veya küfre zorlamamış, onları mü’min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür, kulların fiilleridir. Alla
   ولم يجبر أحدا من خلقه على الكفر ولا على الإيمان، لوا خلقهم مؤمنا ولا كافرا، ولكن خلقهم أشخاصا. والإيمان الكفر فعل العباد، ويلم اللّه تعالى من يكفر في حال كفره كافرا، فإذا آمن بعد ذلك علمه مؤمنا في حال إيمانه وأحبه من غير أن يتغير علمه وصفته.

Kulların hareket ve sükûn/hareketsizlik gibi bütün fiilleri, hakikaten kendi kesbleri (kazançları)dir. Onların yaratıcısı ise, Allahü teâlâ’dır. Onların hepsi, Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.
وجميع أفعال العباد من الحركة والسكون كسبهم على الحقيقة، واللّه تعالى خالقها، وهي كلها بمشيئته وعلمه وقضائه قدره.


Tâatlerin (iyilik ve ibadetler) hepsi, Allah’ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Ma’siyetlerin (günahlar, haramlar) hepsi de Allah’ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri ile değildir .
والطاعة كلها كانت واجبة بأمر اللّه تعالى وبمحبته وبرضائه وعلمه ومشيئته وقضائه وتقديره، والمعاصي كلها بعلمه وقضائه وتقديره ومشيئته، لا بمحبته ولا برضائه ولا بأمره.


Peygamberlerin aleyhimüsselâm (salât ve selâm onların üzerine olsun) hepsi de küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hâllerden münezzehtir/uzaktır. Fakat onların sürçme ve hataları olmuştur. Hazret-i Muhammed, Alllah’ın sevgili kulu, resulü, nebîsi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiç bir günah işlememiştir.
والأنبياء عليهم الصلاة والسلام كلهم منزهون عن الصغائر والكبائر والكفر والقبائح، وقد كانت منهم زلات وخطايا. ومحمد عليه الصلاة والسلام حبيبه وعبده ورسوله ونبيه وصفيه ونقيه، ولم يعبد الصنم، ولم يشرك باللّه تعالى طرفة عين قط، ولم يرتكب صغيرة ولا كبيرة قط.


Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer el-Faruk, sonra Zü’n-Nûreyn Osman b. Affân, daha sonra Aliyyü’I-Murtaza’dır. Allahü teâlâ hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Bir müslümanın, hepsine sevgi ve saygı duyması gerekir.
   وأفضل الناس بعد النبين عليهم الصلاة والسلام أبو بكر الصديق، ثم عمر بن الخطاب الفاروق، ثم عثمان بن عفان ذو النورين، ثم علي بن أبي طالب المرتضى رضوان اللّه تعالى عليهم أجمعين، عابدين ثابتين على الحق ومع الحق كما كانوا تولاهم جميعا.


Hazret-i Peygamber’in ashâbının hepsini, sadece hayırla anarız. (Onların hiçbirine asla küfür ve lânet etmediğimiz gibi, hakaret edici ve kötüleyici söz de söylemeyiz.)
ولا نذكر أحدا من أصحاب رسول اللّه إلا بخير.

Bir müslüman, helâl saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemekle kâfir sayılmaz. Bu durumdaki bir kimseden îman ismi kaldırılmaz, ona gerçek anlamda mü’min denir. Bir mü’minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.
ولا نكفر مسلما بذنب من الذنوب وإن كانت كبيرة، إذا لم ستحلها، ولا نزيل عنه اسم الإيمان، ونسميه مؤمنا حقيقة، ويجوز أن يكون مؤمنا فاسقا غير كافر.


Mestler üzerine meshetmek, sünnettir. Ramazan ayı gecelerinde terâvih namazı kılmak sünnettir.
Müslümanlardan her iyi ve fâcir (günahkâr) arkasında namaz kılmak câizdir.
   المسح على الخفين سنة، والتراويح في ليالي شهر رمضان سنة.


Müslümanlardan her iyi ve fâcir (günahkâr) arkasında namaz kılmak câizdir.
والصلاة خلف كل بر وفاجر من المؤمنين جائزة.


“Günahlar, mü’mine zarar vermez.” denilmez. Aynı şekilde “Günah işleyen bir kimse Cehennem’e girmez.” de denilmez. “Dünyadan mü’min olarak ayrılan kimse, fâsık da olsa Cehennem’de ebedî kalacaktır.” denilmez.
ولا نقول لأن المؤمن لا تضره الذنوب، ولا نقول أنه لا يدخل النار، ولا نقول أنه يخلد فيها وان كان فاسقا، بعد أن يخرج من الدنيا مؤمنا.


Mürcie’nin dediği gibi, “İyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir.” denilmez. “Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü’min olarak ayrılırsa, şüphesiz Allahü teâlâ onun amelini zayi etmez, aksine kabul eder ve ondan dolayı sevap verir.” deriz.
   ولا نقول لأن حسناتنا مقبولة وسيئاتنا مغفورة كقول المرجئة، ولكن نقول” :من عمل حسنة بجميع شرائطها خالية عن العيوب المفسدة والمعاني المبطلة ولم يبطلها بالكفر والردة حتى خرج من الدنيا مؤمنا، فإن اللّه تعالى لا يضيعها بل يقبلها منه ويثيبه عليها“.

Allahü teâlâ’ya ortak koşmadan ve küfür dışında büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü’min olarak ölen kimsenin durumu, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap eder, dilerse onu affeder ve hiç azaba uğratmaz.
وما كان من السيئات دون الشرك والكفر ولم يتب عنها صاحبها حتى مات مؤمنا فإنه ومشيئته اللّه تعالى، إن شاء عذبه بالنار، وإن شاء عفا عنه ولم يعذبه بالنار أصلا.


Her hangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yok eder. Aynı şekilde ucb (kendi amelini üstün görmek) de böyledir.
والرياء إذا وقع في عمل من الأعمال فإنه يبطل أجره، وكذلك العجب.


Peygamberlerin aleyhimüsselâm mu’cizeleri ve velilerin kerametleri haktır/gerçektir. Ancak, haberlerde belirtildiği üzere, İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hâllerine mu’cize de, keramet de denilmez. Bu, onların hacetlerini yerine getirmedir. Çünkü Allah, düşmanlarının hacetlerini, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da buna aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.
والآيات ثابتة للأنبياء، والكرامات للأولياء حق. وما التي تكون لأعدائه مثل إبليس وفرعون والدجال مما روى في الأخبار، أنه كان ويكون لهم، لا نسميها آيات ولا كرامات، ولكن نسميها قضاء حاجات لهم، وذلك لأن اللّه تعالى يقضي حاجات أعدائه استدراجا لهم وعقوبة لهم، فيغترون به ويزدادون طغيانا وكفرا، وذلك كله جائز وممكن.

Yüce Allah, yaratmadan önce de yaratıcı, rızıklandırmadan önce de rızık verici idi.
وكان اللّه تعالى خالقا قبل أن يخلق ورازقا قبل أن يرزق.


Allahü teâlâ, ahirette görülecektir. Mü’minler Allah’ı Cennet’te, aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.
واللّه تعالى يرى في الآخرة ويراه المؤمنين وهم في الجنة بأعين رؤوسهم، بلا تشبيه ولا كيفية، ولا يكون بينه وبين خلقه مسافة.


Îman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların îmanı, îman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdîk yönünden artar ve eksilir.
والإيمان هو الإقرار والتصديق. وإيمان أهل السماء والأرض لا يزيد ولا ينقص من جهة المؤمن به، ويزيد وينقص من جهة اليقين والتصديق.


Mü’minler, îman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.
والمؤمنون مستوون في الإيمان والتوحيد، متفاضلون في الأعمال.


İslâm, Allah’ın emirlerine teslim olmak ve itâat etmek demektir. Lügat itibariyle îman ve islâm arasında fark vardır. Fakat islâmsız îman, îmansız islâm da olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.
والإسلام هو التسليم والانقياد لأوامر اللّه تعالى، فمن طريق اللغة فرق بين الإيمان والإسلام، ولكن لا يكون إيمان بلا إسلام، ولا يوجد إسلام بلا إيمان، وهما كالظهر مع البطن.


Din ise, îman, islâm ve şeriatların hepsine birden verilen isimdir.
والدين اسم واقع على الإيمان والإسلام والشرائع كلها.


Biz (Müslümanlar), yüce Alah’ı kendisini kitabında vasıflandırdığı bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiç bir kimse Allah’a, onun şanına lâyık şekilde hakkıyla ibadet etmeye kâdir değildir. Fakat insan, ancak Allah’ın kitabında, Resulünün bildirdiği kadar Allah’a ibadet eder.
نعرف اللّه تعالى حق معرفته كما وصف اللّه نفسه في كتابه بجميع صفاته، وليس يقدر أحد أن يعبد اللّه تعالى حق عبادته كما هو أهل له، ولكنه يعبده بأمره كما أمر بكتابه وسنة رسوله.


Bütün mü’minler; ma’rifet, yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit gibi hususlara îman konusunda birbirlerine eşittirler. Ancak bu konulara birbirlerinden farklıdırlar.
ويستوي المؤمنون كلهم في المعرفة واليقين والتوكل والمحبة والخوف والرجاء والإيمان، ويتفاوتون فيما دون الإيمان في ذلك كله.


Yüce Allah, kullarına karşı lûtufkârdır, âdildir, kulun hakettiği sevabı lûtfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, âdaletinin icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Aynı şekilde kendisinden bir lûtuf olarak da bağışlar.
واللّه تعالى متفضل على عباده، عادل، قد يعطي من الثواب أضعاف ما يستوجبه العبد تفضلا منه، وقد يعاقب على الذنب عدلا منه، وقد يعفو فضلا منه.


Peygamberlerin aleyhimüsselâm (salât ve selâm onların üzerine olsun) şefaati haktır/gerçektir. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın şefaati, günahkâr mü’minler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir.
وشفاعة الأنبياء عليه الصلاة السلام حق، وشفاعة نبينا عليه الصلاة والسلام للمؤمنين المذنبين ولأهل الكبائر منهم المستوجبين العقاب حق ثابت.


Kıyâmet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır/gerçektir. Hazret-i Peygamber’in havzu haktır. Kıyâmet günü hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması hak ve caizdir.
   ووزن الأعمال بالميزان يوم القيامة حق، وحوض النبي عليه الصلاة والسلام حق، والقصاص فيما بين الخصوم بالحسنات يوم القيامة حق، وأن لم تكن لهم الحسنات فطرح السيئات عليهم حق جائز.


Cennet ve cehennem, hâlen yaratılmıştır, ebediyen (sonsuz olarak) de fâni olmayacaklardır. Huriler, sonsuz olarak ölmezler. Yüce Allah’ın cezası da, sevabı da ebedîdir.
والجنة والنار مخلوقتان اليوم، لا تفنيان أبدا، ولا تموت الحور العين أبدا، ولا يفنى عقاب اللّه تعالى وثوابه سرمدا.


Allahü teâlâ, dilediğini kendisinin bir lûtfu olarak hidâyete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allah’ın sapıklığa düşürmesi hızlanıdır. Hızlanın manası ise, Allah’ın razı olacağı şeylerde onu başarılı kılmayıp yardımını kesmesidir. Bu Allah’ın adaleti gereğidir. Aynı şekilde Allah’ın, isyanları sebebiyle günahkârları cezalandırması da adaleti icabıdır.
واللّه تعالى يهدي من يشاء فضلا منه، ويضل من يشاء عدلا منه، وإضلاله خذلانه، وتفسير الخذلان: أن لا يوفق العبد إلى ما يرضاه منه، وهو عدل منه، وكذا عقوبة المخذول على المعصية.


“Şeytan, mü’min kuldan îmanını baskı ve cebirle alır.” demek doğru değildir. “Fakat kul îmanı terkederse, şeytan da onun îmanını alır.” denir.
ولا يجوز أن نقول أن الشيطان يسلب الإيمان من العبد المؤمن قهرا وجبرا ولكن نقول العبد يدع الإيمان فحينئذ يسلبه منه الشيطان.


Kabirde Münker ve Nekîr’in sualleri haktır (gerçektir). Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve âsi mü’minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır/gerçektir.
وسؤال منكر ونكير حق كائن في القبر، وإعادة الروح إلى جسد العبد في قبره حق، وضغطه القبر وعذابه حق كائن للكفار كلهم ولبعض عصاة المؤمنين.


Âlimlerin, Allah’ın sıfatlarını Farsça (Arapçadan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat yed/el kelimesi, Allah’ın sıfatı olarak farsça söylenemez. Fakat farsça olarak, Rû-yi Huda/Allah’ın yüzü demek caizdir.
وكل شيء ذكره العلماء بالفارسية من صفات اللّه تعالى عز اسمه فجائز القول به، سوى اليد بالفارسية. ويجوز أن يقال ”بروى خداى “عز وجل بلا تشبيه ولا كيفية.


Alah’ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değil, kerâmet (lûtuf ve ihsan) ve zillet (lûtuf ve ihsanını kesmek) manasındadır.
وليس قرب اللّه تعالى ولا بعده من طريق طول المسافة وقصرها، ولكن على معنى الكرامة والهوان.


İtâatli olan kul, Allah’a keyfiyetsiz (fizikî şartların dışında) olarak yakındır. Âsi kul ise, keyfiyetsiz olarak Allah’tan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, (mü’min olan) yalvaran kula râcidir (yalvaran kulla ilgili olarak kullanılır). Aynı şekilde Cennet’te komşuluk ve Allah’ın önünde bulunmak da keyfiyetsiz (sağ, sol, ön, arka, alt, üst, zaman ve madde gibi fizikî şartlar dışında) şeylerdir.
والمطيع قريب منه بلا كيف، والعاصي بعيد عنه بلا كيف، والقرب والبعد والإقبال يقع على المناجي. وكذلك جواره في الجنة والوقوف بين يديه بلا كيفية.


Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın Resulüne (Muhammed aleyhisselâm’a) indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır.
والقرآن منزل على رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم وهو في المصاحف مكتوب.


Kelâm manasında Kur’ân âyetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük bakımından birbirine eşittir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti söz konusudur. Âyetü’l-Kürsî buna örnektir. Burada zikredilen Allah’ın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu âyette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti bir araya gelmiştir. Bir kısmında ise, sadece zikir fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu âyetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur; çünkü zikredilenler kâfirlerdir.
وآيات القرآن في معنى الكلام كلها مستوية في الفضيلةوالعظمة إلا أن لبعضها فضيلة الذكر وفضيلة المذكور، مثل آية الكرسي لأن المذكور فيها جلال اللّه تعالى وعظمته وصفاته، فاجتمعت فيها فضيلتان : فضيلة الذكر وفضيلة المذكور، ولبعضها فضيلة الذكر فحسب مثل قصة الكفار وليس للمذكور فيها فضل وهم الكفار،

Aynı şekilde Allah’ın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette eşittir; aralarında farklılık yoktur.
وكذلك الأسماء والصفات كلها مستوية في العظمة والفضل لا تفاوت بينهما.

Hazret-i Peygamber’in anne ve babası, câhiliyye itikâdı üzere (kâfir olarak) ölmemişlerdir.

[Bazı nüshâlarda Arapçada olumsuzluk edatı olan “mâ”nın düştüğü görülmüştür. Bazı âlimlerin açıkça “kâfir olarak ölmüşlerdir” hükmüne karşılık, bazı âlimler bu konuda sükût etmeyi, yani bir şey söylememeyi tercih etmişlerdir. Bazı âlimler ise âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden çeşitli deliller getirerek mü’min olarak vefat ettiklerini ispat etmişlerdir. Bu sahih ve en kuvvetli görüşe göre Peygamber aleyhisselâm’ın anne ve babası:

İbrahim aleyhisselâm’ın dinine bağlı muvahhidler / Allah’ın birliğine inanan mü’minler olarak vefat etmişlerdir.]
و والدا رسول اللّه صلى اللّه تعالى عليه و سلم ]ما[ ماتا على الجاهلية ]كافرين.[


Peygamber aleyhisselâm’ın amcası Ebû Tâlib ise kâfir olarak ölmüştür.
   و ابو طالب عم رسول اللّه صلى اللّه تعالى عليه و سلم مات كافرا.


Kâsım, Tâhir ve İbrâhîm, Resûlüllah’ın “sallAllahü aleyhi ve sellem” oğulları; Fâtıma, Rukıyye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler. Allahü teâlâ hepsinden