Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #20 : 09 Eylül 2015, 12:27:32 »
121. MEKTÛB

MEVZUU : a) Bu Tarikat'ın yedi adım üzere olduğu takarrür ettiğinin; (kararlaştırıldığının)
b) Müridlerinden bazılarının, altıncı adımda vâsıl olduğunun beyanı..

***

NOT : İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mir Muhammed Numan'a yazmıştır.

***

Mir'in hizmeti elbette bilinmektedir.

Bol bol dualar okunduktan sonra., söze başlayalım:

Aradan uzun bir süre geçtiği halde, hallerine ittila olmadı. Bu taraftaki dervişlerin hallerinden dahi haber sorulmadı.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a hamd ü şükürler olsun; buradaki dervişlerin halleri iyidir.

Bunların durumlarından bir mikdar bahsedelim. Şöyle ki:

Ey Muhibb-i Sadık,

Takarrür etti ki, bu tarikat tüm olarak yedi adımdan ibarettir. Ama, kardeşlerden bir topluluk, işlerini yedi adımda toplamaya muvaffak oldular.

Bir başba taife dahi, dört adımda işini bitirdi.

Bir başka taife dahi üç adımda işini tamamladı; bunların her biri kendi değişen derecesine göre elde edeceğini elde etti.

Üç adımda işlerini tamamlayanlar, tarikat yönü ile insanlara faydalı olmaya güçleri yeter. Daha az adımda işlerini tamam edenleri var hesab eyle..

Akıllıya yakışan odur ki, himmeti yüce ola.. Düşük ve Küçük şeylerle iktifa etmeye.. (yetinmeye)

Bundan daha fazla yazmaya vakit müsait değil..

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #21 : 09 Eylül 2015, 12:28:10 »
122. MEKTUP
Bu mektûb, molla Tâhir-i Bedahşîye yazılmışdır. Yüksekleri istemek, elegeçenlerle oyalanmamak lâzım olduğu bildirilmekdedir:

Mevlânâ Muhammed Tâhir, bizi suçlu görmeyiniz! Mevlânâ Yâr Muhammed göç etmenin sebebini bildirecek. Hindistân yolculuğuna karar verince gidip çoluk çocukdan haber alınsın! Geri kalanı kavuşunca konuşuruz. Huzûr üzere olmak ve uygunsuz kimselerle görüşmemek lâzımdır. Çok uğraşmalı! Ele geçenle oyalanmamalıdır. Fârisî beyt tercemesi:

Cihânı parlatan nûra varmak için adım atdık.
Batıyı, yıldızı, lâmbaları arkada bırakdık.

Bu zemân insanların çoğu görünüşe bakmakda ve az birşeyle oyalanmakdadırlar. Bunlarla birlikde bulunmak, kalbi öldürür. Aslandan kaçar gibi bunlardan kaçmalıdır. Bulunduğunuz yolda ilerlemeğe çalışınız! Rü’yâlara o kadar kıymet vermeyiniz! Çünki, rü’yânın yorumlıyacak yerleri pekçokdur. Sakın rü’yâlara, hayâllere bağlanıp kalmayınız! Arabî beyt tercemesi:

Sevgiliye kavuşmak ele geçer mi acabâ?
Yüksek dağlar ve korkunç tehlükeler var arada!

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #22 : 09 Eylül 2015, 12:30:05 »
123. MEKTUP

Bu mektûb, yine molla Tâhir-i Bedahşîye yazılmışdır. Bir farzın elden kaçmasına sebeb olan nâfile ibâdet, hac bile olsa, hiçbirşeye yaramıyacağı bildirilmekdedir:

Akllı kardeşim. İsmi gibi temiz olan molla Tâhirin kıymetli mektûbu geldi. Kardeşim! Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın, bir kulunu sevmemesi, onun fâidesiz şeylerle uğraşmasından anlaşılır) buyuruldu. Bir farzı yapmayıp, bir nâfile ibâdeti yapmak da, boşuna uğraşmakdır. Bunun için, ne ile vakt geçirdiğimizi incelemeliyiz. Ne ile uğraşdığımızı anlamalıyız. Nâfile ibâdet mi, yoksa farz olan ibâdeti mi yapıyoruz? Bir nâfile hac yapmak için bir çok yasaklar, harâmlar işleniyor. İyi düşünmelisiniz! Aklı olana bir işâret yetişir. Size ve arkadaşlarınıza selâm ederim.

[Sabâh nemâzından başka, dört vaktin sünnetlerini kazâ niyyeti ile kılmak lâzım olduğu, bu mektûbdan da anlaşılmakdadır].

Allaha kulluk ederim, tapdığım dergâh bir,
Bir lahza ayrılmadım tevhîdden Allah bir!

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #23 : 09 Eylül 2015, 12:30:35 »
124. MEKTUP

Bu mektûb, yine molla Tâhir-i Bedahşîye yazılmışdır. Yolluk bulunması, haccın vücûbünün şartıdır. Yol parası olmadan hacca gitmek, başka vazîfeler yanında vakt gayb etmek olduğu bildirilmekdedir:

Kardeşim hâce Muhammed Tâhir-i Bedahşînin kıymetli mektûbu geldi. Allahü teâlâya hamd ve şükr olsun ki, fakîrleri sevmekde ve bağlanmakda gevşeklik olmamış. Ayrılık günlerinin uzaması buna yol açmamış. Bu hâliniz büyük se’âdetin alâmetidir. Bizi seven kardeşim! Gitmeğe karâr verdiniz ve izn istediniz. Ayrılırken, belki biz de yolda size kavuşuruz demişdik. Bunu çok istedik. Fekat, istihâreler uygun olmadı. Bu yolculuğumuzun câiz olacağı anlaşılmadı. Bunun için, vaz geçdik. Dahâ önce sizin gitmeniz de uygun görülmemişdi. Fekat, çok istediğiniz düşünülerek, açıkca men’ edilmedi. Yola çıkmak için, yolluk parası bulunması şartdır. Buna gücü olmayanın hacca gitmesi, boş yere vakt geçirmek olur. [Haccın vücûb şartlarından biri, yol parasına mâlik olmakdır. Yol parası olmıyana hacca gitmek farz olmaz. Hacca giderse, nâfile hac yapmış olur. Ömreye gitmek de, zâten farz ve vâcib değildir. Ya’nî nâfile ibâdetdir. Nâfile ibâdeti yapmak, bir farzın terkine veyâ bir harâm işlemeğe sebeb olursa, ibâdet olmakdan çıkar. Günâh işlemek olur. 29. cu mektûba bakınız!] Dahâ lüzûmlu işi bırakıp da, farz olmayan işi yapmak uygun olmaz. Bunları size birkaç mektûbda bildirmişdim. Elinize gelip gelmedikleri bilinmiyor. Bizim sözümüz, bu kadardır. Ötesini siz bilirsiniz. Vesselâm. [İkiyüzellinci (250) mektûbun sonunda da, hac üzerinde bilgi vardır.]

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Mektubat-ı Rabbani - Mektûbat Tercemesi - 101 - 150 Mektup
« Yanıtla #24 : 09 Eylül 2015, 12:31:07 »
125. MEKTUP

Bu mektûb, Nişâpûrlu mîr Sâlih adına yazılmışdır. Âlem-i sagîr ve âlem-i kebîrin, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının görünüşü olduğunu ve Allahü teâlânın kendisi ile hiçbir münâsebeti bulunmadığını ve yalnız Onun mahlûku olduklarını bildirmekdedir:

Yâ Rabbî! Maddenin, basît ve bileşik cismlerin, küçük âlem denilen insanın ve büyük âlem denilen diğer varlıkların yapısını, hakîkatlerini, doğru olarak bize bildir! Küçük âlem ve büyük âlem, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının aynalarıdır. Onun zâtında bulunan şü’ûn ve kemâllerin görünüşleridir. Bu âlemler, kapalı bir hazîne ve örtülmüş bir sır idi. Bunları meydâna çıkarmak istedi. İcmâlden tafsîle getirdi. Ya’nî, bir ağacın her parçası, çekirdekde sıkışık olarak bulunurken, hepsinin ağaç üzerinde ayrı ayrı meydâna gelmesi gibi, her şeyi, ayrı ayrı yaratdı. Kendisine ve sıfatlarına alâmet olacak şeklde yaratdı. Ya’nî âlemin, hiçbir parçasının, Allahü teâlâ ile, hiçbir nisbeti, benzerliği yokdur. Yalnız, Onun mahlûkudurlar. İsmlerini, şü’ûnlarını göstermekdedirler. Âlemin Allahü teâlâ ile birleşmiş olduğunu, Onun aynı, benzeri olduğunu, âlemi çevirmiş, âleme sirâyet etmiş, her zerreye girmiş, herşeyle berâber olduğunu zan etmek, Ona olan sevginin, tesavvuf serhoşluğunun taşkınlığını gösterir. Hâlleri, görüşleri doğru olan tesavvuf büyükleri, ayılmış olduklarından, Allahü teâlânın, hiçbir bakımdan, bu âleme benzemediğini, yalnız Onun mahlûku olduklarını söyler. Yalnız ilminin, ihâta ve sirâyet etdiğini ve herşeyle berâber olduğunu bilirler. Ehl-i sünnet âlimleri de, böyle söylemekdedir. Allahü teâlâ, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükâfatlandırsın! Sôfiyye-i aliyyeden ba’zısı, Allahü teâlânın Zâtı, kendisi, bu âlemi kaplamışdır. Bu âlemle berâberdir gibi şeyler söyliyerek, Zât-ı ilâhîyi mahlûklara benzetiyor. Hâlbuki, Zât-ı ilâhînin hiçbirşeye benzemediğine, hattâ zâtında, sıfat bile bulunmadığına inanmakdadırlar. Bunlara çok şaşılır. Sözleri birbirini tutmuyor. Sözlerinin arasını bulmak için, Zât-i ilâhîde mertebeler ayırmak, fâide vermez. Eski felsefecilerin, bozuk fikrlerini, yanlış yollardan isbâta kalkışmalarına benzer. Keşfi doğru olan büyükler “kaddesAllahü teâlâ esrârehümül’azîz”, Zât-ı ilâhîyi, hiçbir bakımdan, başkalık göstermeyen (Basît-i hakîkî) olarak bilir. Bundan fazla olanları, ism ve sıfat sayarlar. Fârisî beyt tercemesi:

Sevgilinin ayrılığı, az da olsa, çok acıdır,
Ufak bir kıl bile kaçsa, nâzik gözü pek acıtır.

Yukarıda bildirilenlerin iyi anlaşılması için, şu misâli yazmağı uygun görüyorum: Büyük bir fen adamı, senelerle yapdığı tecribelerden elde etdiği, kıymetli bilgileri anlatmak için, harf ve sesleri kullanır. Bu harflerin ve seslerin, anlatılan bilgi ve ma’nâlarla hiçbir benzerliği ve berâberliği yokdur. Yalnız onların aynası gibidirler. O kıymetli bilgiler, bunlarla meydâna çıkmakdadır. Bu harfler ve sesler, bu ma’nâların kendileridir demek yanlışdır. Burada ihâta, ma’ıyyet yokdur. Ma’nâlar, saflıkları üzere kalmış, hiç değişikliğe uğramamışdır. Fekat, bu ma’nâlar ile, harf ve sesler arasında, göstermek ve gösterilmek, anlatmak ve anlatılmak bakımından bir bağlılık vardır. Bu bağlılık, ba’zı kimselerin hayâlinde büyüyerek, başka benzerlikler hâtıra gelir. Hakîkatde ise, hiçbir benzerlik yokdur. İşte, bu mes’elede, bu fakîrin anladığı da böyledir. Mahlûkların ayna gibi olduğunu göstermek için, Allahü teâlâ, bu âlem ile birleşmişdir, berâberdir, aynıdır ve âlemi kaplamışdır gibi şeyler söylemek, tesavvuf serhoşluğundandır. Zât-ı ilâhînin bu âlemle hiçbir bağlılığı, benzerliği yokdur. Onun sıfatlarını gösterdiği için (Vahdet-i vücûd) desinler veyâ demesinler, varlık ikidir: Birisi, hakîkatde var olan Hak teâlâdır. İkincisi, zıl, gölge gibi olan mahlûklardır. Eski Yunan felsefecilerinden Sofistâiyye [sophiste]lerin sandığı gibi, var olan birdir. Ondan başkası, hep vehm ve hayâldir demek yanlışdır. Fârisî iki beyt tercemesi:

Onu önceden anlayınca sen,
kendini o yana tâm bağlarsın.

Kimin zılli olduğunu bilsen,
gam yimezsin, kalsan veyâ ölsen!