Her insanın kendine özgü bir inancı vardır. İnsanlar, inanç olarak benimsedikleri değerleri kutsal kabul ederler. Bu yüzden dinleri ve kutsal değerleri konusunda duyarlı davranırlar.
İnançlarımız bizce nasıl kutsal ve değerli ise başkalarının inançları da kendilerince aynı şekilde değerli ve önemlidir. Bizler inançlarımıza saygı gösterilmesini ve inançlarımızın gereği olan uygulamalarımızı rahatça yapmak isteriz. Bu, bizim olduğu kadar başkalarının da hakkıdır.
İslam dini insanların inanç ve yaşayışlarına hoşgörülü olunmasını, inanç konusunda hiç kimseye baskı yapılmamasını istemektedir. İslam dinine göre bir dine inanıp inanmama veya herhangi bir dini seçme, bireyin kendisine bırakılmıştır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: “Dinde hiçbir zorlama yoktur...” Dolayısıyla her insan inanç hürriyetine sahiptir. Hz. Muhammed, İslam dinini kabul ettirmek için insanlara herhangi bir baskı yapmamıştır. Onun daveti iyilik ve güzellikle olmuştur. Türklerin tarih boyunca kurduğu devletlerde farklı din ve mezheplerden insanlar bir arada yaşamıştır. Egemenlikleri altındaki insanlara din ve inançlarından dolayı herhangi bir baskı uygulanmamıştır. Farklı dinlerden topluluklar, Anadolu’da yüzyıllar boyunca birbirlerinin inançlarına ve değerlerine saygı göstererek yaşamışlardır. Farklı din ve inançların bir arada yaşamasının en güzel örneğini oluşturmuşlardır.
Günümüzde iletişim yaygınlaşmış, ülkeler birbirleriyle iyice kaynaşmıştır. Buna bağlı olarak farklı din ve inanç mensuplarının birbirleriyle olan ilişkileri de artmıştır. İnsanların bulundukları ülke ve ortamlarda kendi dinlerini ve inançlarını anlatıp paylaşmaları eskiye oranla daha fazlalaşmıştır.
Bazı inanç mensuplarının kendi dinlerini tanıtma çabaları, bulundukları ülkenin değerlerini aşağılayarak tamamıyla kendi inançlarını yerleştirme mücadelesine dönüşmüştür. Dinlerinin tanıtımını değil âdeta propagandasını yapmaya başlayan bu kişiler, insanların maddi ve manevi zaaflarını kullanmaya, istismar etmeye yönelmişlerdir. Bu davranışlar, dinî hoşgörü ve inançlara saygılı olmaya aykırıdır. Bu tür davranışlara karşı bireyler dikkatli olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Hiçbir yurttaş başka bir yurttaşın dinî inanç ve ibadetlerine karışmaz. Yasal olarak da karışamaz. Çünkü herkes inanç ve ibadetinde özgürdür. Atatürk bu konuda şöyle demektedir: “Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz, düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz.”
İnsanlar din ve inanç hürriyetine sahiptir. Bunun için diğer din örf ve âdetlere saygı göstermek gerekir. Çünkü başkalarının din, örf ve âdetlerine saygı göstermek insanları birbirlerine yaklaştırıp dünya barışına katkı sağlar.
Milletimiz hem kendi değerlerine sahip çıkmış hem de başkalarının değerlerine hoşgörüyle yaklaşmıştır. Onların din, inanç, örf ve âdetlerine daima saygılı ve hoşgörülü olmuştur.
Atatürk milletimizin bu niteliğini şu sözüyle dile getirmiştir: “Hiçbir millet, milletimizden çok yabancı unsurların inanış ve ibadetlerine saygı göstermemiştir. Hatta denilebilir ki diğer din sahiplerinin dinine ve milletine saygılı olan tek millet bizim milletimizdir… İstanbul’un fethinden beri Müslüman olmayanların sahip kılındıkları bu geniş imtiyazlar milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en hoşgörülü ve iyiliksever bir milleti olduğunu kanıtlayan en açık delilidir.”
Atatürk bu konuyla ilgili başka bir sözünde de şunları söylemiştir: “Fatih, İstanbul’da bulduğu dinî ve millî teşkilatı olduğu gibi bıraktı. Rum patriği, Bulgar eksarhı ve Ermeni kategigosu gibi Hristiyan din reisleri imtiyaza sahip oldu. Kendilerine her türlü serbestlik verildi.”