Peygamber efendimizin Miracda bindiği at.
Burak (Arapça: براق), Hz.Muhammed (s.a.v.)'in Miraç'ta kullandığı binek.
Burak, Arapça yıldırım, şimşek, parıldamak, ışıldamak anlamlarına gelen Berk kelimesinden türetilmiştir.
Kur’an’da böyle bir isim geçmemekle beraber, hadis kaynaklarında böyle bir varlığın olduğu yer almaktadır.
Türk toplumunda erkeklere verilen bir isim olarak da kullanılmaktadır.
Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke 'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.
Hadis kaynaklarında
Buhari Salât, 8'de Burak şu şekilde geçmektedir:
« Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte "Burak" isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa'ya geldik. Cebrâîl, Burak'ı, bütün peygamberlerin bineklerini bağladıkları bir halkaya bağladı.
Peygamber efendimiz miracını özetle şöyle anlatıyor:
"Verilen Burak’a binip Beyt-ül-Makdis’e geldim. Onu, önceki peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım, sonra Mescid’e girip orada iki rekât namaz kılıp çıktım. Cebrail bir kap şarap, bir kap da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Cebrail, (Yaratılışa uygun olanı seçtin) dedi. Sonra bizi birinci semaya çıkardı. Gök kapısında, (Sen kimsin?) diye bir ses geldi. (Ben Cebrail’im) dedi. (Yanındaki kim?) dendi. (Muhammed aleyhisselam) dedi. (O, peygamber olarak gönderildi mi?) dendi. Cebrail, (Evet) dedi. Gök kapısı açıldı. Hazret-i Âdem’le karşılaştım. Bana merhaba diyerek hayır dua etti. 2. semaya çıktık. Yine orada da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Burada iki teyze oğlu İsa ve Yahya ile karşılaştım. Onlar da bana, merhaba diyerek dua ettiler. 3. semaya çıktık. Bu kapıda da aynı konuşmalar geçti. Göğün kapısı açıldı. Orada Hazret-i Yusuf’u gördüm. O da dua etti. 4. semaya çıktık. Aynı konuşmalar oldu. Kapı açıldı. Hazret-i İdris’i gördüm. O da dua etti. 5. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti. Kapı açıldı. Hazret-i Harun’u gördüm. O da dua etti. 6. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar oldu ve kapı açıldı. Hazret-i Musa’yı gördüm. Merhaba diyerek dua etti. 7. semaya çıktık. Yine aynı konuşmalar geçti ve kapı açıldı. Arkasını Beyt-ül-Mamur’a dayamış Hazret-i İbrahim’i gördüm. O da dua etti. Beyt-ül-Mamur’u gördüm. Sonra Cebrail beni Sidret-ül-Münteha’ya götürdü. Allah, günde elli vakit namazı farz kıldı. Musa’nın yanına gelip anlattım. (Rabbinden azaltmasını iste! Ümmetin buna güç yetiremez. Tecrübem var.) dedi. Birkaç defa Rabbimle görüşmeye devam ettim. Nihayet Rabbim, (Beş vakit namazı farz kıldım. Her vakit için on sevab vardır. Böylece elli vakit namaz olur) buyurdu." (Müslim)
Mevlid-i Şerif 'te Miraca gitmesi
Dinle miracını o şahın ayan,
Âşıksan aşk ateşine durma yan!
Pazartesi gecesi gerçek haber,
Leyle-i kadirdi o gece meğer.
O mübarek bahtı, o kadri yüce,
Ümmühanin evine vardı gece.
Orda iken nagehan o yüzü ak,
Cebrail Cennete git dedi Hak.
Bir sırmalı taç ve bir hulle kemer,
Hem dahi al bir burak-ı muteber.
Habibime ilet de, ona binsin!
Arşımı seyreylesin, beni görsün!
Cebrail cennete olunca revan,
Gördü ki, kırk Burak otluyor o an.
İçlerinden bir Burak ağlar katı,
Yiyip, içmez, kalmamış hiç takati.
Gözlerinden yaşlar eylemiş revan,
Ciğerini dertle etmiş perişan.
Dedi Cebrail, niçin ağlıyorsun?
Hüzünle ciğerini dağlıyorsun?
Arkadaşların yiyip içip gezer,
Sen inliyorsun, canını ne üzer?
Dedi, kırk bin yıl vardır ki ya emin,
Aşktır bana yemek ve içmek hemin,
Nagehan bir ses işitti kulağım,
O zamandan bilemem sağı solum.
Nedense yüksek sesle bağırdılar,
Ya Muhammed diyerek çağırdılar.
O andan beri bilemem, n’olmuşam,
O adın ismine âşık olmuşam.
Yüreğim içinde eridi yağım,
Âşık oldu görmeden bu kulağım.
Cenneti başıma bu aşk, dar eder,
Gece gündüz işlerimi zâr eder.
Gerçi cennet içinde duruyorum,
Hep cehennem azabı görüyorum.
Hazret-i Cebrail der ki, ey Burak,
Ağlama hep, verdi muradını Hak.
Bir kimsede, aşkın nişanı olur,
Akıbet maşuk, er geç onu görür.
Gel beri maşukuna götüreyim,
Yarana merhem vurup bitireyim.
Aldı Cebrail Burak’ı o zaman,
Resulullaha ulaştırdı o an.
Hak selam etti sana ey Mustafa,
Ki mübarek hatırın bulsun safa.
Buyurdu gelsin misafirim olsun,
Arşımı seyreylesin, beni görsün!
Bu gece zahir olur esrar-ı Hak,
Gösterecektir sana didar-ı Hak.
Zemzemle doldu bütün âlem o an,
Arşa varır dediler Fahr-i Cihan.
Hem sekiz cennet kapısı açtılar,
Âlemin üstüne rahmet saçtılar.
Gel gidelim Hazrete, ya Mustafa!
Şu anda bekliyor eshab-ı safa!
Sana cennetten getirdim bir Burak,
Davet-i Rahmandır edesin idrak.
Çekti o anda Burak’ı Cebrail,
Önüne düştü ona oldu delil.
Göz açıp kapamadan Kudüs’e vardı,
Etrafını bütün nebiler sardı.
Enbiya ervahı karşı geldiler,
Mustafa’ya izzet ikram kıldılar.
Geçerek mihraba O hayr-ül-enam,
Enbiya ervahına oldu imam.
Gece durmadı yola oldu revan,
Bütün göklerden geçip etti seyran.
Her birinde türlü hikmetler gördü,
Cebrail’le varıp Sidre’ye erdi.
Cebrail’in durağıdır o makam,
Yerle gök ta ki tutalıdan nizam.
Gelip Cebrail makamında durdu
Rahmeten lil-âlemin ona sordu:
Bilemem, bu yolları ben nideyim,
Burada garibim, nere gideyim?
Cebrail dedi, sen ki Habibsin,
Sanma bu yerlerde öyle garipsin,
Burada bitti benim seyrangâhım,
İlerisinden dahi yok âgâhım.
Eğer geçsem zerre kadar ileri,
Yanarım hemen ey Hakkın serveri.
Dedi Cebrail’e o şah-ı cihan:
O halde sen yerinde kal bir zaman.
Söyleşirken Cebrail ile kelam,
Geldi Refref önüne, verdi selam.
Aldı o şah-ı cihanı o zaman,
Sidre’ye giderek getirdi heman.
Gördü gök ehli ibadette hepsi,
Her biri bir türlü taatte hepsi.
Hep gök ehli cümle karşı geldiler,
Mustafa’ya izzet ikram kıldılar.
Merhaba ya Muhammed dediler,
Ey şefaat kân-ı Ahmed dediler.
Her biri kutladı miracını,
Dediler giydin saadet tacını.
Yürü artık meydan senin bu gece,
Sultan ile sohbet senin bu gece.
Hepsi ile görüşüp geçti öte,
Varıp erişti O ulu hazrete.
Rabbimiz harfsiz, kelimesiz ve sessiz
Konuştu Mustafa ile şüphesiz.
Dedi ki mahbub-u matlubun benim,
Sevdiğin can ile mabudun benim.
Gece gündüz durmayıp istiyordun,
Bir kez görsem cemalini diyordun.
Gel Habibim sana âşık oldum ben,
Cümle halkı sana köle kıldım ben.
Ne muradın var ise kılam reva,
Eyleyem bir derde bin türlü deva.
Mustafa dedi ya Rabbel-âlemin.
Ey affı ve hediyesi çok kerim,
O zayıf ümmetimin hali ne ola,
Hazretine nice onlar yol bula?
Ya İlahi hazretinden hacetim,
Şu dur ki, ola en makbul ümmetim.
Hak tealadan duyuldu bir nida,
Ya Habibim ben sana kıldım atâ.
Ümmetini sana verdim ey Habib,
Cennetimi onlara kıldım nasib.
Ey Habibim nedir, o ki diledin,
Bir avuç toprağa minnet eyledin.
Zatıma ayna edindim zatını,
Beraber yazdım adımla adını.
Ya Habibim anlıyorum ben seni,
Görmeğe hiç doyamazsın sen beni.
Tez varıp davet et kullarımı,
Ta gelip de göreler didarımı.
Göz açıp kapamadan Fahri cihan,
Ümmühanın evine geldi heman.
Her ne gelmişse Mirac’da başına,
Cümlesin haber verdi eshabına.
Dediler ey kıble-i İslam-ı din,
Kutlu olsun sana Mirac-ı güzin.
Hepimiz kullarız, sen ise şahsın,
Gönlümüzde daim parlayan mahsın.
Bize, ümmet olmak devleti yeter,
Müslüman olmanın izzeti yeter.
Süleyman Çelebi