Alm. Immunität, Fr. Immunite, İng. Immunity.
Vücudun kendinden olanı yabancı olandan ayırması ve yabancı madde ve canlılara karşı kendini savunacak maddeleri yapması.
Bağışıklık, Belirli bir mikroorganizmaya karşı vücudun direncidir.
Bağışık kişide mikroplar veya zehirler vücuda girdiklerinde özel maddeler vasıtasıyla hemen etkisizleştirildiklerinden hastalık meydana getiremezler.
Bağışıklık Yanıtında Rol Oynayan Hücreler:makrofajlar ve lenfositler
a) B lenfositler (plazma hücresi)
b) T lenfositler :
T helper/yardımcı/uyarıcı hücre ve T sitotoksik/supresör/baskılayıcı hücre olmak üzere iki çeşittir.
Doğal Öldürücü (natural killer) hücreler
diğer hücreler ise,nötrofiller, eozinofiller, bazofiller ve mast hücreleri, trombositler.
Bağışıklık; “tabii bağışıklık” ve “sonradan kazanılan bağışıklık” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kazanılan bağışıklık da; “aktif bağışıklık” ve “pasif bağışıklık” olarak yine ikiye ayrılır.
Tabii bağışıklık: Doğumdan itibaren vücudun hastalıklara karşı belli bir dirence sahip olmasıdır. Bu bağışıklık belli hastalıklara karşı hasıl olmuş özel bir bağışıklık değildir. Çeşitli faktörler burada rol oynar. Vücut sıcaklığının belli bir seviyede tutulması, bazı mikropların üreme sıcaklığında olmadığından, bu mikroplara karşı kişi dirençli olur. Bunun gibi derideki yağ asitleri, bakterilerin vücuda deri yoluyla girmesine engel olurlar. Dolayısıyla sıhhatli bir deriden vücuda bakterinin girip hastalık yapabilmesi mümkün değildir. Tükrük ve gözyaşının da bakteriler üzerinde öldürücü tesiri vardır. Bronşlarımızda hasıl olan balgamın sayesinde hava yolundan vücuda giren çeşitli parçacıklar, tüylü hücrelerin yutağa doğru olan hareketleriyle dışarı atılır veya yutulur. Midenin asit derecesi o derece fazladır ki, bazı mikroplar dışında (aside dayanıklı mikroplar) mideye giren mikropları hemen öldürür.
Kanda bulunan “komplement ve properdin” maddeleri bakteriler üzerinde öldürücü tesir yaparlar. Kanda bulunan beyaz hücreler (akyuvarlar)den olan parçalı nüveli hücreler, bakterileri “yutarak” (fagositoz ile) içlerine alırlar ve granüllerinde bulunan enzimlerle parçalarlar.
Kazanılmış bağışıklık (Aktif bağışıklık): Vücudun kendi gayretiyle (aktif çalışmasıyla) meydana getirdiği maddelerle meydana gelen bağışıklıktır. Ortaya çıkan maddeler belli mikrop ve maddelere karşı özel olarak hazırlanmış maddelerdir. Aktif bağışıklık herhangi bir bulaşıcı hastalık atlatıldıktan sonra gelişebileceği gibi, zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroplar yahut mikrop maddeleri ile yapılan aşılar verilmek suretiyle de sun’i olarak ortaya çıkarılabilir. Yine mikropların yaptıkları zehirlerin (toksinlerin) etkisizleştirilerek vücuda verilmesiyle de bağışıklık kazanılır. Bu kazanılan bağışıklık mikroba karşı değil, o mikrobun zehrine karşıdır. Mikroplar, aşılar veya toksoidlere (etkisizleştirilmiş zehirlere) karşı vücutta antikor denilen savunma maddeleri yapılır. Aktif bağışıklığın müsbet tarafı vücuda uzun zaman, hatta bazı hastalıklardan sonra ömür boyu direnç sağlamasıdır. Bu tip bağışıklığın menfi olan tarafı ise etkisinin ancak 10-15 gün sonra başlayabilmesidir. Aktif bağışıklık sağlayan aşılar bu sebepten dolayı acil bir tedbir olarak kullanılamazlar. Hemen başlayacak bir direnç için pasif bağışıklama yapmak daha uygundur.
Pasif bağışıklık: Daha önce mikroplar veya toksinler ile karşılaşmış kişinin serumlarının başka bir kimseye zerk edilmesi ile olur. Burada serumu alınan şahıstaki antikorlar, verilen şahısta belli bir müddet için o hastalığa karşı direnç sağlarlar.
Pasif bağışıklık 2-4 hafta kadar devam eder. Başkasının serumu ile verilen antikorları vücut bu süre zarfında etkisiz hale getirmektedir. Pasif bağışıklık hepatitlerde (karaciğer iltihaplarında), difteri ve tetanos hastalıklarında kullanılmaktadır. Pasif bağışıklık, annedeki antikorların çocuğa geçmesi ile de olmaktadır. Sütle geçen bu antikorlar sayesinde bebekler hayatlarının ilk devresinde hastalıklara karşı korunmaktadırlar. Mesela, anne daha önce kızamık geçirmişse, annenin antikorları kızamığa karşı bebeği dört ay boyunca korumaktadır. Anne sütü ile beslenen bir çocuğun dört ay kızamığa yakalanması ihtimali azdır.
Son bilgilere göre aktif bağışıklık şu şekilde gelişmektedir. Vücuda bir antijen girince Makrofajlar (katılgan dokunun Histiosit hücreleri ve kandaki Monositler) bunu tanımakta ve içlerine almaktadırlar. Bu esnada Makrofajlar dışarıya bir madde salgılamaktadırlar. Bu maddeye “Antijen enformasyon maddesi” denilmektedir. Antijen enformasyon maddesinin Ribonükleik asit (RNA) olduğu sanılmaktadır. Bu madde olgunlaşmamış “Retukulum hücreleri” veyahut “B” lenfositleri tarafından alınmakta ve verilen bilgiye (enformasyona) göre antikorlar imal edilmektedirler. Antikor imal eden hücrelere “immünoblast” adı verilmektedir. İmmünoblastlar da plasma hücreleri ve lenfositler olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Plasma hücreleri imal ettikleri antikorları (immünoglobülünleri) katılgan dokuya ve kana boşaltmaktadırlar. Buna, “Hümoral immün sistem” denilmektedir. Vücudun antijenle ikinci bir karşılaşmasında kısa zamanda antijen antikor reaksiyonu meydana gelmektedir. Allerjik durumlarda bu reaksiyon daha kısa zamanda ve daha şiddetli olmaktadır.
Lenfosit hücreleri ise antikorları çeperlerinde (duvarlarında) taşımaktadırlar. Buna da “Hücresel immün sistem” denilmektedir. Burada antijen-antikor reaksiyonları daha uzun sürede hasıl olmaktadır.
Normal olarak vücudun bağışıklık hücreleri ana karnındaki ceninde 4. aydan itibaren faaliyete başlayıp doğumdan sonraki kısa bir devreye kadar gelişimlerini tamamlamaktadırlar. Bu esnada, proteinlerini tanımakta ve antijenlerden vücudun maddelerini ayırt etmesini öğrenmektedirler. Bu gelişim devresinde vücuda yabancı bir madde girerse vücut bunu hoşgörü ile karşılamaktadır.
Otoimmün hastalıklar: Vücudun bağışıklık hücreleri organizmanın kendi maddelerine karşı antikorlar yapmaktadır. Ateşli romatizmada mikrobun maddeleri ile eklemlerdeki bazı maddeler benzerlik gösterdiklerinden, eklemler antikorlar tarafından hastalandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklara örnek olarak Hashimoto Tiroiditi, Lupus ve Romatoid artrit hastalıkları da gösterilebilir. Bazan da anatomik yapıları icabı kan dolaşımı ile karşılaşmamış hücreler kanla temasa geldiklerinde bunlara karşı antikor oluşmakta ve daha sonra bu dokular antikorlar tarafından tahrib edilmektedir. Böyle reaksiyonlar erbezleri (testis) ve tiroid dokusuna karşı gelişebilmektedir.
Hangi vitaminler bağışıklık sistemini destekliyor?Bağışıklık sisteminin desteklenmesinde kullanılan en önemli maddeler A , E, C, B vitaminleri, karotenler, demir, çinko ve selenyumdur.
A vitamini:
Antitümör aktivitesi, savaşçı hücreler (akyuvar) güçlendirilmesi, antikor tepkisinin artırılması dahil pek çok bağışıklık sürecini destekler ve uyarır. Eksikliği olan kişiler özellikle viral enfeksiyonlara daha kolay yakalanır. Süt, balık yağı, yumurta önemli kaynaklarıdır.
Betakaroten: Serbest radikallerin tutulmasını sağlar. Yeşil yapraklı sebzeler, kırmızı, turuncu, koyu sarı renkli sebzeler önemli kaynaklarıdır.
C vitamini:
Antiviral ve antibakteriyal etkisinin yanı sıra bağışıklığı arttırır ve güçlendirir. Turunçgiller, yeşil biber, maydanoz, kiraz, kavun önemli kaynaklarıdır.
E vitamini:
Serbest radikallerin tutulmasına yardımcı olur. Soya, susam, ceviz, badem, fıstık vb yağlı tohumlar önemli kaynaklarıdır.
B6 vitamini: Yetersizliği bağışıklık sisteminin baskılanmasına neden olur.
Folik asit –B12 vitamini: Eksikliği savaşçı hücre sayısının ve enfeksiyona nede olan organizmalarla savaşma yeteneğinin azalmasına neden olur. Folik asit özellikle ıspanak olmak üzere yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller önemli kaynaklarıdır. B12 kırmızı et ,balık, yumurta, tavuk ,süt ve süt ürünleri önemli kaynaklarıdır.
Demir eksikliği: Lenf bezlerinin yapısının bozulması , savaşçı hücrelerin işlevinin azalması gibi bağışıklık sisteminde önemli bozukluklara neden olur. Özellikle kırmızı et, yumurta da hayvansal demir, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzelerde bitkisel kaynaklı demir bulunur. Hayvansal kaynaklı demirin vücuttaki kullanım oranı bitkisel kaynaklı demire göre daha yüksektir.
Çinko: Birçok virüs cinsinin çoğalmasını engeller. Pek çok bağışıklık sistemi reaksiyonunda hayati rolü vardır. Yumurta, et ve sütte yoğun bulunur.
Selenyum: Bağışıklık sisteminin tüm parçaları üzerinde etkisi vardır.
Aşırı vitamin tüketiminin zararlı etkileri olabilir. Yağda eriyen vitaminler (A,D,E,K) vücutta depolandığı için uzun süre yüksek doz alımları durumunda toksik etki görülebilir. Aşırı C vitamini bazı organlarda sorunlara, B6 vitamini geri dönüşsüz sinir sistemi hasarına neden olabilir.
Bağışıklık sisitemini güçlendirmek için hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?İçerdikleri antioksidan maddeler nedeniyle sebze ve meyve tüketimi kansere karşı korunmada oldukça etkin bulunmuştur .
Domates içeriğindeki likopen nedeniyle; prostat, meme, sindirim sistemi, mesane, deri ve serviks kanseri riskini azaltmaktadır.
Turunçgil meyvesinin içeriğindeki karoten nedeniyle kanser önlemedeki önemi büyüktür.
Brokoli, karnabahar ve lahana gibi bitkisel besinlerin içerdikleri glukozinolatlar nedeniyle kanser riskini azalttığı bilinmektedir.
Keten tohumu içeriğindeki lignan dolayısıyla meme ve akciğer tümörüne karşı korumaktadır.
Sarımsak ve soğanda bulunan allilik sülfitler bağışıklık sistemini güçlendirir, serbest radikallerin atılımını arttırır, tümör hücre çoğalmasını engeller, kolesterol düzeyini azaltır. Yapılan bir çalışma mide kanseri gelişme riski ve soğan sarmısak tüketimi arasında ters bir ilişki olduğunu göstermiştir.
Meyve ve sebzeler, çay, kakao içeriğindeki flavonoidler kanser gelişimini, ishali, ülser gelişimini engeller ve enfeksiyonlara karşı korur.
Yapılan bir araştırmaya göre elma ekstreleri tümör hücre çoğalmasını engeller.
Soya içeriğindeki fitoöstrojenler özellikle hormon bağımlı olan kanserlerin kontrol ve önlenmesinde rol oynar. Ayrıca kalp hastalıklarının ve kemik erimesinin önlenmesinde de etkisi vardır.
Omega 3 yağ asitleri en önemli kaynağı balıktır; meme ve akciğer kanserini azalttığını gösteren veriler vardır.
Probiyotikler ise hastalık yapan mikroorganizmaların çoğalmasını engeller, bağırsağın düzenli çalışmasına yardımcı olur. Kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Yoğurt ve kefirde yoğun olarak bulunur. Bu probiyotik bakteriler besin olarak prebiyotikleri (pırasa, enginar, patlıcan, soğan ve sarımsakta bulunan karbonhidratları) kullanır. Bu açıdan beraber tüketildiklerinde daha iyi fayda gösterirler.
Zencefil; enfeksiyon azaltıcı etkisi vardır, kolon kanserine karşı önleyici etkisi olduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır.
Zerdeçal, üzüm çekirdeği, vişne, goji kanserin engellenmesinde rol oynar.
Yeşil çay, siyah çaya göre 3-5 kat daha kuvvetli antioksidan etkisi bulunur. Çeşitli tip kanser gelişimini önlediğine dair çalışmalar vardır.
Nar, kanser üzerinde etkili olabileceği ileri sürülen kısmı çekirdeğidir. Dolayısıyla narı çekirdeğiyle çiğneyerek tüketmek daha etkili olabilir.
Mürver, yapılan ön klinik çalışmalarda siyah meyvelerinin grip virüsü üzerinde etkili olduğu ortaya koyulmaktadır.
Kuşburnu, antioksidan ve antienflamatuar özeliktedir. Osteoartrit, soğuk algınlığı tedavisinde etkinliği çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Ihlamur soğuk algınlığı şikayetlerini hafifletici ve ağrı gidericidir.
Ekinezya, bağışıklık sistemini güçlendirir, doğrudan antiviral aktivite gerçekleştirir ve bakterilerin yayılmasını önler, soğuk algınlığını engeller.
Bitkilerdeki tüm antioksidan bileşenlerin serbest radikaller üzerindeki etkileri aynı değildir. Bu bakımdan antioksidan kullanımında çeşitlilik önemlidir. Mümkün olduğunca farklı kaynaklardan bu tip bileşenleri tüketmek gerekir.
Sebze ve meyvelerde vitamin kaybını önlemek için ne yapmalı?- Yenilebilen kabukların soyulmaması, soyulması gerekiyorsa ince soyulması gerekir. Birçok vitamin ve mineral sebze ve meyvelerin dış yapraklarında bulunur. İç kısımlarında yoğunluk azalır.
-Sebze ve meyvelerin az suda pişirilmesi, yıkarken suda bekletilmemesi gerekir.
-Sebzeleri pişirmeden hemen önce ve büyük parçalar halinde kesilmesi gerekir
-Pişirilirken tencerenin kapağının kapalı tutulması gerekir. Eğer çiğ tüketilebilecekse pişirmeden tüketilmesi önerilir
-Sebzelerin pişme suyunun çorbalara ve yemeklere eklenmesi önerilir
Ayrıca sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketilmesi sağlık açısından çok önemlidir.
Güçlü bir bağışıklık sistemi için neler yapılmalı?-Çeşitli sebze ve meyvelerden günde en az 5 porsiyon tüketilmelidir.
-Domates yaz aylarında her gün mutlaka tüketilmelidir. Hatta yaz domatesleri konserve yapılarak kış aylarında da yemekler, soslar vb. tüketilebilir .-Brokoli, karnabahar vb sebzeler yemek olarak tüketilebildiği gibi et yemeklerinin yanına da garnitür olarak kullanılırsa tüketimleri artırılmış olur. Hatta sarımsakla birlikte tüketilerek iki sebzenin antioksidan etkisinden de faydalanılabilir.
- Nar tüketimi salatalar ve sütlü tatlıların üzerinde kullanılmasıyla arttırılabilir
-Turunçgillerin suyundan ziyade kendisinin tüketimi arttırılmalıdır.
- Kış aylarında çeşitli antioksidanların bir arada alınabilmesi için meyve salataları tüketilebilir.
-Yağlı tohumlar (ceviz, fındık, badem vb.) E vitamini alımı açısından günde 1-2 porsiyon tüketilmelidir
-Kuru baklagiller (kuru fasulye, nohut ,mercimek vb.) haftada 2-3 kez tüketilmelidir. Özellikle kış aylarında çorba olarak tüketilebilir. Salatalarda kullanılmasıyla farklı lezzetler elde edilebilir ve böylece tüketimleri arttırılabilir.
- Günlük veya uzun ömürlü sütlerin probiyotikli yoğurtlarla mayalanmasıyla ev ortamında sağlıklı yoğurtlar elde edilebilir. Her gün 1 su bardağı kefir tüketilmelidir.
-Haftada 2 kez balık tüketilmelidir.
-Günde en az 5-6 porsiyon tam taneli tahıllar (tam buğday , esmer pirinç vb.) tüketilmelidir. Bu nedenle beyaz ekmekten ziyade tahıllı ekmekler tüketilmelidir.
- Vücutta gerçekleşen çoğu reaksiyon için su gereklidir. Bu nedenle günlük 2-2.5 lt su tüketilmelidir.
- Ekinezya, zencefil, ıhlamur, kuşburnu, zerdeçal çayları çok fazla birbiriyle karıştırılmadan günlük olarak tüketilebilir.