Resulullah efendimizin, hicretin onbirinci yılı, Safer ayının yirmi yedinci günü, mübarek başı ağrımaya başladı.
Kendisinden sonra, Ebu Bekri Sıddıkın halife seçilmesi için, vasiyet yazdıracağını bildirip kalem getirilmesini emir buyurdu. Hazret-i Abdurrahman emirlerini yapmaya giderken (Sonra getirirsin, şimdi dursun!) buyurdu ve mescid-i âlem minbere çıkıp Eshabına nasihat verdi ve helalleşti.
Sonra, Ebu Bekri Sıddıkın üstünlüğünü, kıymetini, kendisinden çok hoşnut olduğunu bildirdi.
Birkaç gün sonra hastalık arttı. Ensar-ı kiram, çok üzüldü.
Hazret-i Abbas’ın oğlu Fadl ile Hazret-i Ali bu hâli Resulullah efendimize haber verdi.
Merhamet buyurarak, sıkıntıya katlanıp ve bu ikisinin koltuğuna girip tekrar mescid-i şerife gelip minbere çıktı. Ensara dönüp buyurdu ki:
(Ey Eshabım! Benim ölümümü düşünüp telaş ediyorsunuz. Hiçbir peygamber, ümmeti arasında sonsuz kaldı mı ki, ben de sizin aranızda sonsuz kalayım? Biliniz ki, ben Rabbime kavuşacağım. Size nasihatim olsun ki, Muhacirin büyüklerine saygı gösterin!)
Sonra, (Ey Muhacirler! Size de vasiyetim şudur ki, ensara iyilik edin! Onlar size iyilik etti. Evlerinde barındırdı. Geçinmeleri sıkıntılı olduğu halde, sizi kendilerinden üstün tuttular. Mallarına sizi ortak ettiler. Her kim, Ensar üzerine hakim olur ise, onları gözetsin, kusur edenleri olursa affetsin. Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile, Rabbine kavuşmak arasında serbest bıraktı. O kul, Rabbine kavuşmak istedi) buyurdu.
Ebu Bekri Sıddık, bu sözün ne demek olduğunu anlayıp, canımız sana feda olsun ya ResulAllah! diyerek ağladı. Resul-i ekrem ona, sabır ve katlanmak lazım geldiğini emretti. Mübarek gözlerinden yaş akıyordu. (Ey Eshabım! Din-i İslam yolunda sıdk ve ihlas ile malını feda eden Ebu Bekir’den çok razıyım. Ahiret yolunda arkadaş edinmek elde olsaydı, onu seçerdim) buyurdu. Yine lütuf ederek söze başlayıp buyurdu ki:
(Ey muhacirler ve ey Ensar! Vakti belli olan bir şeye kavuşmak için acele etmenin faydası yoktur. Allahü teâlâ, hiçbir kulu için acele etmez. Bir kimse Allahü teâlânın kaza ve kaderini değiştirmeye, iradesinden üstün olmaya kalkışırsa, onu kahr ve perişan eder. Allahü teâlâya hile etmek, Onu aldatmak isteyenin işleri bozulup, kendi aldanır. Cennete girmek, bana kavuşmak isteyen, boş yere konuşmasın.
Ey Müslümanlar! Kâfir olmak, günah işlemek, nimetin değişmesine, rızkın azalmasına sebep olur. Eğer insanlar, Allahü teâlânın emirlerine itaat ederse, hükümet başkanları, amirleri, valileri onlara merhamet ve şefkat eder. Fısk, fücur, taşkınlık yapar, günah işlerlerse, merhametli başkanlara kavuşamazlar.
Benim hayatım, sizin için hayırlı olduğu gibi, ölümüm de hayırlıdır ve rahmettir. Eğer birini haksız yere dövmüşsem veya birine fena bir söz söylemiş isem, bana aynı şeyi yaparak hakkını alsın, birinizden haksız bir şey almışsam, geri istesin helalleşelim. Çünkü, dünya cezası, ahiret cezasından pek hafiftir. Buna katlanmak daha kolaydır.)
Resulullahın ölüm hastalığı
Hastalık zamanında, ezan okundukça, mescid-i şerife çıkar ve imam olup, cemaat ile namaz kılardı. Vefatına üç gün kala, hastalığı ağırlaştı. Artık mescide çıkamadığından (Ebu Bekre söyleyin Eshabıma namaz kıldırsın) buyurdu. Ebu Bekri Sıddık, Resulullahın hayatında müslümanlara imam olarak, 17 vakit namaz kıldırdı. Cenaze işlerini Hazret-i Ali’nin yapmasını emir buyurdu. Resulullahın hastalığı ağırlaştı. Pazartesi günü Eshab-ı kiram, mescid-i şerifte saf saf olup Ebu Bekri Sıddıkın arkasında sabah namazını kılarlar iken, Fahr-i âlem mescide geldi. Kendi de Hazret-i Ebu Bekir’e uyup, arkasında namaz kıldı.
O gün öğleden önce, Cebrail aleyhisselam, Azrail aleyhisselamla birlikte kapıya gelip içeri girdi. Azrail aleyhisselamın girmek için izin beklediğini söyledi. Resulullah efendimiz izin verdi. Azrail aleyhisselam içeri girip selam verdi. Allahü teâlânın emrini bildirdi. Resul-i ekrem, Hazret-i Cebrail’in yüzüne baktı. O da, (Ya ResulAllah! Mele-i ala sizi bekliyor) dedi. Bunun üzerine (Ya Azrail! Gel, vazifeni yap) buyurdu. O da, mübarek ruhunu alıp, ala-yı illiyyine ulaştırdı.
Resul-i ekremde mevt alametleri görünce, Ümm-i Eymen hazretleri, oğlu Üsame’ye haber gönderdi. Üsame ve Ömer Faruk ve Ebu Ubeyde bu acı haberi alınca, ordudan ayrılıp, Mescid-i Nebeviye geldiler.
Hazret-i Âişe ve diğer hatunlar, ağlayınca, mescid-i şerifteki Eshab-ı kiram şaşırdı. Ne olduklarını anlayamadılar. Beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Hazret-i Osman’ın dili tutuldu. Hazret-i Ebu Bekir, o anda evinde idi. Koşarak geldi. Hemen, hücre-i saadete girdi. Fahr-i âlemin yüzünü açtı, mübarek yüzü ve her yeri latif, nazif olarak, nur gibi parlıyordu. (Mematın da, hayatın gibi ne güzel ya ResulAllah!) diyerek, öptü. Çok ağladı. Mescide geldi. Şaşırmış olan Eshab-ı kirama nasihat verip, ortalığı düzene koydu. Resulullah vefat edince, Eshab-ı kiramın hepsi bu derin üzüntü ile ne yapacağını şaşırdı. Üzerlerine çöken acıdan, dehşetten, kiminin dili tutuldu kimisi yerinden kalkamaz, sokağa çıkamaz oldu.
Hazret-i Ali de, ayrılık ateşinden ne yapacağını şaşırmıştı. Hazret-i Ömer şaşkınlıktan eline kılıç alıp, (Kim Resulullah öldü derse, boynunu vururum) diyerek sokak sokak dolaşmıştı. Kötü niyetli olan münafıklar bu kargaşalıktan istifadeye kalkmıştı.
Bu karışık hâli gören Ebu Bekri Sıddık mescide gidip, minbere çıkarak, (Ey Resulullahın Eshabı! Biz Allahü teâlâya kulluk ediyoruz. O hep diridir. Hiç ölmez. Hiçbir zaman yok olmaz. Zümer suresinin (Ey sevgili Peygamberim! Bir gün gelecek, sen elbette öleceksin. Onlar da elbette ölecektir) mealindeki otuzuncu âyetini okudu. Allahü teâlânın haber verdiği gibi, Resulullah efendimiz vefat etmiştir) dedi. Böyle tesirli sözlerle nasihat etti.
Eshab-ı kiramın şaşkınlıkları gidip, akılları başlarına geldi. Hatta Hazret-i Ömer, bu âyet-i kerimeyi işitince (Bu âyet, öyle hatırımdan çıkmıştı ki, yeni nazil oldu sandım) buyurmuştur.
Hazret-i Ebu Bekir, münafıkların bir fesat çıkarmak üzere olduklarını, bir münafığı halife seçmek için toplandıklarını sezerek, cenaze işlerini Hazret-i Ali’ye bırakıp, halife seçmeyi görüşen Eshab-ı kiramın yanlarına gitti. Görüşme sonunda, oradakilerin hepsi, Hazret-i Ebu Bekri halife seçti. Resulullahın vefatının ikinci günü, Hazret-i Ali de mescide gelerek Hazret-i Ebu Bekir’e biat eyledi. Hazret-i Ebu Bekir, sözbirliği ile halife yapıldı.
Hazret-i Ebu Bekir, halife seçilince, ertesi günü, mescide gelip, minbere çıkıp buyurdu ki:
Ey müslümanlar! Sizin üzerinize vali ve emir oldum. Halbuki, sizin en iyiniz değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım edin. Kötü iş yaparsam, bana doğru yolu gösterin! Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. Sizin zayıfınız, bence çok kıymetlidir. Onun hakkını kurtarırım. Kuvvetine güvenen ise, bence zayıftır. Çünkü, ondan, başkasının hakkını alırım. Hiçbiriniz cihadı terk etmesin, cihadı terk edenler zelil olur. Ben Allah’a ve Resulüne asi olur, doğru yoldan saparsam, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez. Kalkın, namaz kılalım! Allahü teâlâ hepinize iyilik versin! (H.S. Vesikaları)