Tevhidin Sembolü
Yeryüzünde insanlar için yapılan ilk ev Mekke’dedir. O, âlemler için hidayet ve bereket kaynağıdır.[1] O, Kâbe’dir ve Kâbe, Allah’ın evidir. Zulme boyun eğmeyen, putları kıran ve bir ömür boyu zalimlerle savaşan Hz. İbrahim’in ve oğlu Hz. İsmail’in hatırası, tevhidin sembolüdür. Fakat Kâbe, “Beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan koru, bu putlar insanların çoğunu yoldan çıkardı.”[2]diyerek Rabbine yalvaran İbrahim’in torunlarının, Kureyşlilerin elinde âdeta bir puthaneye dönüşmüştü. Artık içi dışı putlarla doluydu. Kâbe işgal edilmiş, etrafı putlar tarafından sarılmıştı. İnsanoğlu çok zalim ve pek nankördü!
Kâbe’nin Tamiri
Zulmün ve şirkin esiri olan Kâbe, miladi 605 yılına gelindiği ve Sevgili Efendimizin 35 yaşlarında bulunduğu günlerde yıkılmak üzereydi. Zira Kâbe’yi tütsüleyen bir kadının buhurdanlığından sıçrayan bir kıvılcım, binayı saran örtüyü tutuşturmuş; çıkan yangında Kâbe’nin duvarları ağır hasar görmüştü.[3] Kısa bir süre sonra meydana gelen sel baskınları Kâbe’yi tahrip etmiş, insanlar Kâbe’nin yıkılacağından korkar olmuşlardı.[4] Ayrıca manevi duyguları körelmiş, erdemlerini yitirmiş insanlar, bir insan boyundan biraz daha yüksek olup çatısı bulunmayan Kâbe’nin duvarlarını aşarak içinde bulunan hediyeleri, Kâbe’nin hazinesinin bir kısmını çalmışlardı.[5]
Durumun vahametini gören Kureyşliler, Daru’n-Nedve’de toplanarak Kâbe’yi yeniden inşa etmeye karar verdiler. Tam bu sırada bir Bizans gemisinin Cidde yakınlarındaki Şuaybe Limanı’nda karaya oturduğu haberi alındı. Mısır’dan Habeşistan’a gitmekte olan ve bir kilise için inşaat malzemesi taşıyan geminin tahtalarını satın alan Kureyşliler, kazadan kurtulan ve adı Bâkum olan Mısırlı bir marangozu da Mekke’ye getirdiler.[6]
Mekkeliler, inşaat için gereken her şey hazır olmasına rağmen işe başlayamadılar. Yeniden inşa etmek gibi hayırlı bir niyetleri olsa da mukaddes Kâbe’yi yıkmaları halinde helak olacaklarından, bir felakete maruz kalacaklarından korkuyorlardı. Kureyşlilerin bu korkusu, Kâbe duvarından çıkan ve kimseyi binaya yaklaştırmayan büyük bir yılanı görmeleriyle daha da arttı. Nihayet bir kartalın yılanı kapıp götürmesi, insanlar tarafından Allah’ın yardımı olarak yorumlandı.[7]
Allah’ın Evine Haram Sokmayın!
Kâbe inşaatı için kura çekerek iş bölümü yapan Mekkeliler, işe başlayacakları sırada Mahzumoğullarından Ebû Vehb b. Amr’ın sesini duydular: Ey Kureyş cemaati! Kâbe’nin inşası için harcayacağınız para, temiz ve helal kazancınız olsun. Buraya haram sokmayın! Fuhuş ya da faizle elde edilen, haksız yere bir başkasından alınan parayı buraya bulaştırmayın.[8]
Allah’ın evinin inşası sırasında cahiliye devri müşriklerinin gösterdikleri hassasiyet ne kadar ilgi çekicidir. Daha garip olan ise müminlerin Allah’ın mescidlerinin imarı ve inşası sırasında aynı duyarlılığa sahip olmayışlarıdır. Hâlbuki Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazlarını kılan, zekâtlarını veren ve yalnızca Allah’tan korkan kimseler imar edebilir.[9] Onlar harama bulaşmayı ateşe dokunmaktan bile daha tehlikeli bulurlar. Evlerimize girmemesi gereken haram kazançlar, Allah’ın mescidlerine nasıl reva görülebilir?
Kâbe’yi yıkmak için ilk hamleyi yapan ve taşları sökmeye başlayan Velid b. Muğire oldu. Helak olacakları endişesinden kurtulamayan Kureyşliler, o gün çalışmaya katılmadılar. Fakat gece Velid’in başına kötü bir şey gelmediğini ve ertesi sabah işine devam ettiğini görünce diğerleri de çalışmaya başladılar.[10] Kâbe’nin duvarları yıkıldı ve Hz. İbrahim’in attığı temellere kadar inildi. Yeni inşaat bu temeller üzerine yapıldı. Diğer Mekkeliler gibi Efendimiz aleyhisselam da Kâbe’nin inşasında çalıştı ve amcalarıyla birlikte sırtında taş taşıdı.[11]
Hicru İsmail
Kâbe’nin yüksekliğini 9 arşından 18 arşına çıkaran Mekkeliler, toplanan malzemenin yetersizliği sebebiyle binayı daha küçük tuttular. Yarım daire şeklindeki bir alanı Kâbe’nin dışında bıraktılar ve burayı “Hatim” adı verilen bir duvarla çevirip Kâbe’nin bir parçası olduğu anlaşılsın diye taşla döşediler. Kâbe’den sayıldığı halde mecburen ayrı tutulan bu mekâna “Hicr” ya da ‘’Hicru İsmail” adını verdiler.[12] Kureyşliler Kâbe’ye bir tavan yapmayı ihmal etmemiş, kapısının eşiğini ise eskisinden daha yüksek tutmuşlardı.
Haceru’l-Esved
Kâbe’nin duvarları yükseltilip sıra Haceru’l-Esved’in, mukaddes kabul edilen siyah taşın, yerine konulmasına gelince Mekkeliler arasında ciddi bir anlaşmazlık çıktı. Hiçbir kabile bu şerefli vazifeyi bir başkasına vermek istemiyordu. İnşaat durmuş, gerginlik iyice artmıştı. Bazı kabileler savaş hazırlığı yapmaya başlamış, ölünceye kadar savaşacaklarına dair yemin etmişlerdi.[13] Kureyşliler arasındaki bu düşmanlık günlerce devam etti. Nihayet şehrin en yaşlılarından Ebû Ümeyye b. Muğire, Beni Şeybe kapısından Kâbe’ye girecek ilk kişinin hakem olmasını ve onun kararına göre hareket edilmesini teklif etti.[14] Günlerdir yaşanan çatışmanın bitmesini isteyen Mekkeliler, teklifi kabul ederek beklemeye başladılar.
el-Emin Geliyor!
Mekkelilerin heyecanlı bekleyişleri ve meraklı bakışlarının sonunda Harem-i Şerif’e ilk giren Muhammed aleyhisselam oldu. Onun gelişi tüm Kureyşlileri son derece memnun etti. İnsanlar sevinçlerini: “İşte güvenilir kişi, el-Emin geldi! Biz onun vereceği karara seve seve razı oluruz.” diyerek ifade ediyorlardı.[15]
Durumu öğrenen Nebiyyi Muhterem Efendimiz üzerindeki ridasını çıkararak yere serdi. Haceru’l- Esved’i, ridasının üzerine koyduktan sonra her kabileden bir temsilci çağırdı ve onlara elbisenin birer ucundan tutarak Haceru’l Esved’i yukarı kaldırmalarını söyledi. Daha sonra bizzat kendisi mübarek taşı yerine koydu.[16] Efendimiz bu davranışıyla kabileler arasında çıkabilecek muhtemel bir savaşı önlemiş, uzun yıllar sürebilecek kan davalarına mâni olmuştu. Muhammedü’l-Emin’e hayran olan halkın, O’na olan sevgi ve muhabbeti ise kat be kat artmıştı.
Allah Rasûlü’nün risaletle görevlendirilmesinden sadece beş yıl kadar önce meydana gelen bu hadise, O’nun Kureyş toplumu içerisindeki üstün konumunu, insanlar arasında nasıl bir sevgiye ve güvene mazhar olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Cahiliye bataklığına saplanmış, tevhid akidesinden uzak kalmış ve ahlaki değerlerini yitirmiş bir toplumun içerisinde tertemiz kalan; güzel ahlakına, doğruluk ve iffetine tüm toplumun şehadet ettiği Nebi aleyhisselam bu haliyle bizler için ne güzel bir örnektir.
Emin Bir Ümmet
Cahiliye toplumunun müşriklerine bile sonsuz güven hissi veren, ona iman etmeyenlerin dahi değerli eşyalarını gönül huzuru içinde kendisine emanet ettikleri Yüce Efendimizin ümmeti, bugün maalesef büyük bir güven bunalımı yaşamaktadır. “Sakın kimseye hatta babana bile güvenme.” düşüncesi, ümmetin büyük çoğunluğunu esir almış hâldedir. Yeryüzüne hakkı, adaleti, sevgiyi ve barışı hâkim kılma iddiasında olan Müslümanların daha kendi aralarında bile güven ve sevgi ortamını oluşturamamış olmaları, insanların adi menfaatler uğruna kardeşlerine ihanet etmeleri hâlimizin ne kadar acı olduğunu göstermektedir.
Ebû Cehillere dahi güven verebilen bir peygamberin aynı safta namaza durduğu kardeşlerine selam veremeyen ümmeti, Muhammedü’l-Emin’in mübarek siyerini baştan ve çok daha dikkatli bir şekilde okumalıdır.
Elbette ki çevremizde Nebevi terbiyeye sahip, mümin kardeşlerini kendi nefislerine tercih eden, çevresine huzur ve güven veren, varlıklarıyla içimizi ısıtan Ebû Bekir tabiatlı kimseler de bulunmaktadır. Bu kimseler yukarıda belirttiğimiz olumsuz ifadelere, acımasız genellemelere kurban edilemez. Muhammedü’l-Emin, Mekke’de tek bir kişidir ancak tüm yeryüzünü aydınlatan yine bu bir tek kişinin nurudur.
Rabbim bizleri, çevrelerine emniyet hissi veren ve Muhammedü’l-Emin’e layık olmaya gayret eden kullarından eylesin. Bizlere her daim güvenebileceğimiz Ebû Bekir misali sadık dostlar nasip etsin. Âmin.
[1] Bkz. Âl-i İmran 3/96.
[2] İbrahim 14/35-36.
[3] Ezrakî, Ahbaru Mekke, I/160.
[4] İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübra, I/145.
[5] İbn Hişam, Sire, I/192-193.
[6] İbn Sad , I/145.
[7] İbn Hişam, I/193; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi I/69.
[8] İbn Hişam, I/194.
[9]Bkz. Tevbe 9/18.
[10]İbn Hişam, I/195.
[11]İbn Sa’d, I/145.
[12] Fuat Günel, “Hicr” ,DİA, XVII/455.
[13] İbn Hişam, Sire, I/196-197; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, I/136-137.
[14] Belazûri, Ensâbu’l-Eşraf, I/100.
[15] İbn Hişam, Sire, I/197; İbn Sa’d, I/146.
[16] Belazûri, I/100; İsmail Yiğit-Raşit Küçük, Siyer-i Nebi, 75.