Yukarıda sayılan ilkelere uygun olarak getirilen bir takım yeniliklere karşın, üniversitelerde geniş çapta yeni uygulamalara geçildiği söylenemez.
Yeni Üniversiteler ve Üniversite Açma Politikası
1960’dan sonra planlı dönemin başlamasıyla, yüksek öğretimin dengeli bir şekilde yurt yüzeyine yayılması fikri önemini gittikçe artırmaya başlamış, birkaç büyük kent üniversitesinin çeşitli illerde fakülteler açarak ileride bu illerde kurulacak üniversitelerin çekirdeklerini oluşturmuştur.
Ankara Üniversitesine bağlı olarak 1967’de kurulan Diyarbakır Tıp, Adana Ziraat ve Elazığ Veteriner Fakülteleri; İstanbul Üniversitesine bağlı olarak 1970’de kurulan Bursa Tıp Fakültesi; Hacettepe Üniversitesine bağlı olarak 1968’de kurulan Kayseri Gevher Nesibe Tıp Fakültesi; 1970’de kurulan Eskişehir Tıp Fakültesi; Atatürk Üniversitesine bağlı olarak 1970’de kurulan Çukurova Tıp Fakültesi bunlar arasında sayılabilir.
Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), 1968’de yaptığı Yüksek Öğretim Araştırması ile yurdun nerelerinde üniversite açılabileceğini gerekçeli olarak, kriterlerini belirterek ortaya koymuştur (Üniversiteler Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim ve Plan Komisyonları Raporları, 1/622, 889).
Buna karşın, politik etkiler ve görüşler her defasında ağır basmış, yüksek öğretim sorunları giderek karmaşıklaşmış ve ciddi boyutlara ulaşmıştır. Oysa, yeni üniversitelerin kuruluşunu iller arasında yarışma konusu olmaktan çıkarmak, etkili bir planlama düzeni getirmek Anayasanın gereğidir.
DPT, 1968 yılı araştırmasında, yeni yüksek öğretim kurumlarının yeterli sayıda yerleşik öğretim üyesi sağlandıktan sonra açılmasını önermiş; yerleşik olmayan öğretim üyelerinin eleman yetiştirmede etkisiz kalacağını, öğrenci ile ilişkilerinin istenilen biçimde gelişmeyeceğini ve yüksek bir maliyete neden olacağını belirtmiş, fakat uygulamaların tamamen tersine yapıldığı görülmüştür (DPT, 1970: 76-86; DPT, 1976: 115).
Bölgelerine hizmet götürmek, sorunlarına çözüm bulmak, bölgenin kalkınması ve gelişmesi için bölgeye dönük araştırmalar yapmak, toplumsal kalkınmaya katkıda bulunmak amaçlarıyla kurulan bölge üniversitelerinin kuruluş gerekçelerine ne derece uygun hizmet gördüklerini, çevrelerini ne derece etkilediklerini ve değiştirdiklerini incelemenin yararını kabul etmemek olanaksızdır. Bu konuda yapılacak çalışmalarda elde edilecek sonuçlar ve bulgulara göre bölge üniversitelerinin amaçlarını ne derece gerçekleştirdiklerini görmek, bundan sonra açılacak üniversitelerle ilgili verilecek kararlara da ışık tutacaktır.
Önceki paragraflarda sözü edilen ve büyük kent üniversitelerine bağlı olarak çeşitli illerde açılmış bulunan fakülteler, 1973 yılından itibaren üniversite statüsünü kazanmaya başlamışlardır. Bu üniversiteler, aşağıdaki paragraflarda kısaca gözden geçirilmektedir.
1. Diyarbakır Üniversitesi
Güney Doğu Anadolu Bölgesinin ekonomik, teknik, sosyal ve kültürel yönden gelişmesini sağlayacağı düşüncesinden hareketle DPT’nın önerileri ve Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planının programları dikkate alınarak mevcut Tıp Fakültesini de içine alan Diyarbakır Üniversitesinin kurulması, TBMM’nde 21 Kasım 1973’de kabul edilen 1785 sayılı yasa ile sağlanmıştır.
2. Çukurova Üniversitesi
Adana’da önceki yıllar Ankara Üniversitesine bağlı olarak açılan Ziraat Fakültesi ile, Atatürk Üniversitesine bağlı olarak açılan Çukurova Tıp Fakültesi yeni bir üniversitenin kurulmasını kaçınılmaz hale getirmiş bulunuyordu.
Anayasa Mahkemesi de, özerk olmayan üniversitelerin bulundukları kampus dışında fakülteler açamayacakları, böylece özerk olmayan kuruluşları yaygınlaştırmayacakları görüşünü benimseyerek, 3.4.1972 tarih ve 1578 sayılı yasanın Çukurova Tıp Fakültesini Atatürk Üniversitesine bağlı kılan hükmünü 1972 yılında iptal etmiştir. Bu sırada, TBMM’ne verilen bir yasa önerisi kabul edilerek, Çukurova Üniversitesi 1973 yılında 1786 sayılı yasa ile kurulmuştur.
3. Anadolu Üniversitesi
TBMM’nde Çukurova Üniversitesi kuruluş yasasının kabul edildiği gün, 1787 sayılı yasa ile de Anadolu Üniversitesi kurulmuştur
4. Cumhuriyet Üniversitesi
5 Nisan 1973 tarihinde yayımlanan 1701 sayılı, Cumhuriyetin 50. Yılını Kutlama Kanunu, Sivas’ta ilk fakültesi 29 Ekim 1973 de öğrenime başlamak üzere Cumhuriyet Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmasını öngörüyordu. Böylece; Atatürk’ün 1923 yılında Sivas’ı ziyaretlerinde "Cumhuriyetin temelini burada attık" sözü, Cumhuriyetin 50 ci yıl dönümünde Cumhuriyet Üniversitesi ile anıtlaşacaktı. Cumhuriyet Üniversitesi 9 Şubat 1974 gün ve 1788 sayılı yasa ile kurulmuştur.
5. İnönü Üniversitesi
Bulunduğu bölgeyi sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan kalkındırmak, İsmet İnönü’nün adının simgesi olmak, görüşlerinden hareketle Yüksek Öğretim Kurulunun 17.5.1974 tarihli olağanüstü toplantısında alınan karardan sonra, İnönü Üniversitesinin Malatya’da kuruluşu 1975 yılında kabul edilen 1872 sayılı yasa ile gerçekleşmiştir.
Dört Üniversitenin Kurulması
Elazığ, Konya, Samsun ve Bursa’da birer üniversite kurulması ve geliştirilmesinin plan önerilerine uygunluğu, bu illerden bazılarında bulunan fakültelerin yeni üniversitelerin kurulmasını kolaylaştıracağı dikkate alınarak 11.4.1975 tarih ve 1873 sayılı yasa ile Elazığ’da Fırat, Samsun’da 19 Mayıs, Bursa’da Bursa, Konya’da Selçuk Üniversiteleri kurulmuştur. Bu üniversitelerin kuruluşunu sağlayan yasada kuruluşları tamamlanıncaya kadar, kurucu rektör ve kurucu dekanlarla yönetilmeleri öngörülmekte idi. Bu üniversiteler sonradan kuruluşlarını kısa sürede tamamladılar ve eğitim öğretime başladılar.
Kayseri Üniversitesi
Kayseri Üniversitesi 1978 yılında kabul edilen 2175 sayılı yasa ile bünyesine Hacettepe Üniversitesine bağlı Gevher Nesibe Tıp Fakültesini de alarak İşletmecilik Fakültesi ile öğrenime açılmıştır.
1981 Düzenlemesi
1750 sayılı üniversiteler yasasının bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesince iptali ve bazı maddelerinin uygulanmaması, yeni yükseköğretim kurumlarının öğretim üyesi gereksinmesinin karşılanmaması ve en önemlisi yükseköğretimdeki planlama eksikliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan yüksek öğretimde dağınıklık ve kargaşa yeni bir yasa hazırlanmasını zorunlu kılmış bulunuyordu.
12 Eylül Harekatından sonra, daha önce girişilen yasa çalışmaları hızlandırılmış ve 4 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı yeni yükseköğretim yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile getirilen düzenleme Atatürk’ün 1993 reformu ve 1956’da ODTÜ’nün kurulmasından sonra, bu alanda ülkemizde yapılan ve en köklü yasal düzenleme olarak görülmektedir. Özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde eşdeğeri bulunan YÖK adıyla bir ara kuruluş oluşturulmuştur. Bunun yanında rektörlerin ve dekanların atanması, akademik yapının bölümlere göre düzenlenmesi, enstitüler, yardımcı doçentlik unvan kademesi, asistanlığın araştırma görevliliğine dönüştürülmesi, doçentlik tezinin kaldırılması ve profesörlüğe terfi için uluslar arası düzeyde yayın yapmış olan ve bu yayınlara başkalarınca yapılmış atıfların bulunması araştırma fonlarının kurulması, vakıf üniversitelerinin kurulması gibi, gerçekten reform niteliğindeki yenilikler getirilmiştir (Gürüz, 2001: 305).
1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ardından, 1982 yılında yürürlüğe konulan 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile, fakülte-akademi ve yüksekokulları aynı çatı altında birleştirme düzenlemesi yapılarak, 28 üniversite kurulmuş ve ayrıca, özel üniversite statüsünde bir de vakıf üniversitesi hizmete sokulmuştur. Söz konusu yeni düzenleme ile kurulan üniversitelerin öğretim elemanı, araç, gereç ve çeşitli ihtiyaçlarını gidermek için, uzun süre yeni üniversite açma konusu gündeme gelmemiş, yeni durumun yarattığı şokun atlatılmasına çalışılmıştır (Korkut, 2002: 64).
Bugüne kadar, yükseköğretimde sağlıklı bir planlama yapılamadığı için, ihtiyaç-istihdam dengesi, ülkenin yakın ve uzak gelecekteki ihtiyaçları, sosyal talep gibi faktörlerden çok, ucuz maliyet ve politik baskı ölçütlerinin ön plana geçmesi, yeni üniversitelerin önemli bir kısmını tabela üniversiteleri olma talihsizliğine uğratmışlardır (Korkut, 2002: 65).
Son duruma göz atılacak olursa, sayısındaki artış hızını izlemekte zorluk çektiğimiz 21 vakıf üniversitesi ile birlikte 74 üniversiteye sahip bulunmaktayız. Son iki vakıf üniversitesi henüz eğitime başlamamıştır (Korkut, 2002: 65).
1981 düzenlemesi ile yapılan diğer önemli değişiklikler ve getirilen yeniliklere aşağıda değinilmektedir.
Bugün, Türkiye’de yürürlükte olan Yükseköğretim Kanununda yöneticiler, genellikle üst yöneticilerle uyumsuzluk içinde olmaları veya başarısızlıklarının saptanması halinde görevden alınabilmektedir. Böyle bir durum, yöneticilerin başarılı ve uyumlu bir çizgide görünmelerini zorunlu kılmaktadır. Ne yazık ki, uyum mekanizması bizim üniversitelerimizde tek yönlü çalışmaktadır. Oysa ki, başarı bekleyen yöneticilerin üst makamlarla ilişkilerinde gösterdikleri uyumu, alt kademelerle olan ilişkilerde de göstermeleri gerekir (Korkut, 2002: 82).
1981 öncesi dönemde seçimle gelen yöneticinin, başarılı olacağı bir varsayım olarak kabul edildiği için, beceriksiz yöneticilerin kurumlarına verdikleri zararların faturası yine kuruma çıkmakta ve bunun hesabı hiç kimse tarafından ilgililere ve sorumlulara sorulamamakta idi. O dönemde, yasada yer alan Denetleme Kurulu ise, faaliyete geçememiş ve üniversitelerin gerek öğretim üyeleri, gerekse yöneticileri hakkında hiçbir denetleme görevi yapılamamıştır. Bilimsel ve idari denetim esasları getirme yetkisi tanınan Üniversitelerarası Kurul ise, bu yetkisini kullanamamıştır (1750 S.K. md. 41) (Akt. Korkut, 2002: 82).
1981 dönemi öncesindeki mevzuatta, yeni üniversitelere öğretim elemanı yetiştirilmesi, bu üniversitelerde geçici süre ile öğretim üyesi görevlendirilmesi hükümleri yer almakta idi (1750 S. K. md. 46,47). Bu hükümler ne "rotasyon" denilen geçici görevlendirme, ne de öğretim elemanı yetiştirme konularında istenilen şekilde işleyebilmiştir. Rotasyon ile ilgili olarak "adet yerini bulsun" kabilinde, sembolik birkaç görevlendirme yapılmış, bir süre sonra ilk uygulamaların arkası kesilmiş, bu konuda önlem alabilecek ne bir kurum ne de bir makam bulunabilmiştir (Korkut, 2002: 83).
1981 döneminde 2547 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile, kurulan Yükseköğretim Kurulu, bu konularda etkin önlemler almak görevi ile karşı karşıya kalmıştır. İşte o zaman, üniversite çevrelerinde kıyametler de kopmaya başlamıştır. 1981 öncesinde, yeni üniversitelerin astronomik rakamlarla ifade edilen pek çok yatırımı adeta boşa gitmiş durumda idi. Bu üniversitelerin çoğunda öğretim üyesi olmadığı için, öğretim faaliyetleri öğretim görevlileri ile sürdürülmeye çalışılmış, bazı tesisler yine elemansızlık nedeniyle atıl durumda, kaderine terk edilmiş olarak bekletilmiştir (Korkut, 2002: 83).
Zamanın Cumhurbaşkanı’nın Dicle Üniversitesinde yaptığı konuşmada; "bayrağın ucundan tutmak için kaç lira verileceğini soran öğretim üyeleri bulunduğu" şeklinde sarf ettiği söz, o zaman öğretim üyeleri arasında üzüntü yaratmış, fakat bu görüş, yükseköğretimin o gün sergilediği acıklı tablo karşısında, devlet başkanından sade vatandaşına kadar, herkesin üzüntüsünü, hatta isyanını da dile getiren görüş olarak tarihe geçmiştir (Korkut, 2002: 83).
"Rotasyon" yoluyla öğretim üyesi ihtiyacının giderilmesine ilişkin hükümlerle (bu sözcük belki yasadaki hükmün karşılığı değil, fakat günlük dile öyle yerleşmiştir), akademik unvan alabilmek için, başka üniversiteye gitmek zorunluluğu getiren hükümlerin paralelinde, yeterli, özendirici hükümler getirilmemesi, uzun vadede yerleşik kadrolar yetiştirilmesine yönelik uygulamalar yapılmaması, üniversitenin yakın ve uzak çevrelerinde yasaya ve uygulamalara karşı oluşan tepkilerin sürmesine neden olmuş, bilinçsiz bir şekilde dalga dalga büyüyerek amaçlarından sapan bu tepkiler, sokaktaki taksi şoförünün, apartmandaki kapıcının dahi dilinden düşmeyen bir Yükseköğretim Kurulu (ve de yasası) karşıtlığına dönüşmüştür. Bundan kim zarar görmüştür? Kuşkusuz üniversite, öğretim elemanı, veli, öğrenci, bunların uzak-yakın çevreleri, hatta devlet zarar görmüştür (Korkut, 2002: 84).