Şeyh Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (Kuddise Sirruh) - Muhammed Asım Alavi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam


Bir kişi Türkiye’de yeniden İslamî uyanış çalışmalarını derinlemesine irdeledikçe, Türklerin çoğunluğunun aslında hiçbir zaman İslamiyet’ten vazgeçmeyeceğine daha güçlü bir şekilde ikna olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk ve onun yandaşları baskıcı yöntemler kullanarak İslam’ı (veya onların tabiriyle “Arapların Dinini”) Türk topraklarından silmeyi amaçlamış olsalar da Allah (Subhanahu wa ta’ala) kahraman Türk milletinin arasında baskıcıların suçlamalarından korkmaksızın hakikati koruyan O’nun sadık kullarının yükselmesini istemiştir. Atatürk, Allah’ı (CC) reddetme felsefesine dayalı bir eğitim sistemi tasarladı ve gerçekten de kısa ömürlü bir başarıya sahip oldu. Onun hain uygulamalarıyla böylesi zamanlar başladığında Allah’ın (CC) sadık kulları da eşsiz ve Ümmeti Muhammed yararına olacak şekilde direnişlerine başlamıştı. Evet, Atatürk Osmanlı Hilafetini dağıtmayı başardı ama onun bu başarısı sadece siyasi yönüyle gerçekleşti. O ne Türk halkının ruhundaki İslam sevgisini ne de bu yoldaki ilim ve birikimleri kökünden söküp atabildi. Bu makale Allah’ın (CC) Sünneti doğrultusunda O’nun Dinini Türkiye’de koruma konusunda nasıl mükemmel bir çalışma yapıldığını gösterme çabasındadır.

Bugün, bir yüzyıl sonra gelinen noktada Atatürkçülük, bu müceddidler sayesinde tabii olarak ölüp yok olmakta.
Şeyh Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri (1888-1959) Türkiye’de İslam’ı yok etme girişimlerine karşı mücadele vererek yükselen Allah’ın (CC) birkaç önemli sadık kullarından biriydi. Atatürk’ün Fitne ile insanları Allah’ın Dinin’den uzaklaştırıp Şeytan’ın yoluna doğru sürüşünü seyrederken onun ruhu elbette huzur bulamazdı. İslam ve Kuran öğretimi resmen yasaklanırken ve asırlık dini kurumlar kapatılırken bu tür dini faaliyetlerle meşgul olanların cezayı gerektiren bir suçlu olacağı ilan edilmiş, birçok İslam âlimi ya yeni rejimin yetkililerine boyun eğmiş ya da kendilerine zarar gelmeyecek işler için davalarından vazgeçmişlerdi. Ama Şeyh Süleyman böyle yapmadı. Bu kötü gidişata meydan okudu ve “İslam'ın evlatları Cehenneme bir sel gibi akıp giderken biz onlara seyirci kalamayız! Bu selden ne kütük kurtarsak kardır” dedi ve böylece kendi davasını başlattı.

Atatürk despotizmi altında yaşanıldığı üzere her zamanki gibi Şeyh Süleyman sert muamelelerin yanı sıra, çeşitli hapis ve işkence uygulamalarına da maruz kaldı. 1957 yılında idama mahkûm edildi fakat sonrasında beraat etti. Yine de İslamî bilgilerini çevresindeki insanlara öğretme yolunda onu hiçbir şey engelleyemedi. Tüm zulümlere sabır ve azimle karşılık verdi. Onun şiddet içermeyen korkusuzluğu Kuran’da geçen aşağıdaki ayetin mükemmel bir şekilde içselleştirilmiş haliydi.

“Onlar ki Allah’ın Risâletlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar, Allah’tan başka kimseden korkmazlar, hisap görücü olarak Allah herkese yeter.” (Al Ahzab:39)

Şeyh Süleyman’ın açık davası, evvela, Kuran okuma teknikleri, temel inanç ve Fıkıh kuralları öğretimi üzerine oldu. O yüzyıllar önce büyük imamlar tarafından yazılmış ders kitaplarını ve geleneksel yöntemleri benimsedi. Bu şekilde Osmanlı Hilafetinin önemli bir mirasının devam ettirilerek korunmasında ve İslamî bilgilerinin aktarılmasında büyük katkıda bulundu.

O, Hasan el-Bennâ, Bediüzzaman Said Nursî, Ahmad Razahan ve Seyyid Ebu'l A'lâ El-Mevdudî (Allah hepsini korusun) gibi son yüzyılda aksiyoner düşünürler gibi olmaktan ziyade Türkiye genelinde ve dünya genelinde Kuran’ın öğretilmesinde ve onun ilimlerinin talim edilmesinde, yüksek seviyeli medreselerin kurulmasında öncü oldu. Bu sebeple Bediüzzaman Cemaati de dâhil olmak üzere her Müslüman Cemaat, büyük ölçüde Şeyh Süleyman’ın davasından etkilenmiş, feyz almış, onun eşsiz dava yöntemlerinden faydalanmışlardır.

Şeyh Süleyman’ın torununun Prof. Necmeddin Erbakan hükümetinde bir süreliğine bakan olarak yer alması da İslamî Camianın ona bağlılığını açıkça ortaya koyan dikkat çekici bir gösterge olmuştur. Söz konusu korkunç koşullarda Şeyh Süleyman davasında ilerlemeye devam ederken oldukça yenilikçi yollar benimsemekten de geri durmamıştı. 1930-1936 yılları arasında, başlangıçta, Çatalca’nın Kabakçı köyünde kiraladığı bir çiftlikte birkaç öğrenciye İslamî ilimleri okutmaya başladı. Öğrencileri çiftliğin bir çalışanıymış gibi davranıyordu. İstanbul’daki işçi pazarlarına gidip davasına uygun olduğunu düşündüğü işçilerin yanına yaklaşır, onlara; “Evlat. Ne kadar istiyorsun?” diye sorardı. “Bir lira” diye cevap verenlere “Gel ben sana üç lira vereceğim. Yapacağın iş sadece Allah'ın Dinini ve onun kitabı Kuran'ı öğrenmek.” Bu şekilde onlara günlük yevmiyelerini ödeyerek bu ilimleri öğretti.

Bazen de Anadolu’nun diğer köy ve şehirlerinde kimi zaman maden işçisi, kimi zaman tuğla üreticisi, kimi zaman da bir tarla işçisi olarak kendilerini gizleyerek öğrencileriyle birlikte davasına devam etti. Öyle zamanlar oldu ki şöyle öğrencileriyle birlikte oturup onlarla ders okuyacak bir yer bulmak imkânsız hale geldi. Bu yüzden bir taksi kiralayıp bazı öğrencileriyle sanki bir İstanbul turundaymışçasına onlara sahip olduğu yüksek ilimleri öğretmeye çalıştı. İslamî kitaplar taşımanın dahi ciddi bir suç olarak kabul edildiği böylesi sıkıntılı bir zaman zarfında talebelerini yetiştirmek için benzeri görülmemiş yöntemler denedi. Hatta bir müddet bu eğitimi kesintiye uğratmadan devam ettirmek için birkaç öğrencisi ile birlikte İstanbul Haydarpaşa tren istasyonundan Sakarya yakınlarındaki Arifiye hattını kullandı. Tren kompartımanlarını kiraladı. Sabahtan akşama kadar o kompartımanda gizli gizli Arapça, Fıkıh, Hadis, Akaid, Tefsir gibi dersleri okuttu. Bu şekilde gün boyu hiç trenden inmeden defalarca Arifiye istasyonu ve İstanbul arasında mekik dokuyarak ilim okutma çalışmalarına devam ettiler.

Onun tevazu ve yumuşak yaklaşımı düşmanlarını dahi arkadaş olarak kazanmasını sağlamıştır. Bir Ramazan akşamı, evinin karşısındaki bir kahvede evini gözetim altında tutan bir sivil polis memura doğru yaklaştı. Ona şöyle dedi: “Evlat, oruçlusun ve iftar zamanı yaklaşmak üzere. Evime gel, orucumuzu birlikte açalım. Sonra tekrar görevine geri dönersin.” Bu soylu jest ve şefkat karşısında polis memuru onu evine kadar takip etti, o akşam iftarı birlikte yaptılar. Ondan sonra bu polis memuru Şeyh Süleyman’ın takipçilerinden biri oldu.

Zaten kitabımız Kuran bize düşmanlarımızın dost kazanmanın sırrını öğretir aşağıdaki ayetteki gibi:
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Kötülük, en güzel haslet ne ise onunla önlenir. Mesela gazaba sabır, bilgisizliğe hilim, kötülüğe af ile karşılık verilir.

Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. (Fussilet: 34/35)

Şeyh Süleyman tarafından kurulan Cemaat, Türkiye’nin hemen her yerinde kökleri olan en büyük İslamî topluluktur. Ve hayatın her kesiminde iyi, disiplinli ve örgütlü Cemaat üyeleri olmuşlardır. Dünyanın değişimiyle birlikte İslamî bilimler de gelişirken, bu Cemaat etkin bir şekilde geleneksel yöntemleri muhafaza etmeye devam ediyor.

Çünki onların lideri Osmanlı’dan kendilerine kalan mirası korumaya önem veriyor. Onları görmek isteyen bir ziyaretçi, onların herhangi bir medresesine vardığında, çoğu zaman bir tıp, bir mühendis ya da bir işletme öğrencisini, üniversitelerinden döndükten sonra, enfes bir revakın altında, tertemiz bir halı üstünde oturmuş bir Hocası ile Âlî ilimleri öğrenme halinde bulur.

Cemaat liderlerinin görüşü İslamî bilgiyle, ilim ve irfanla Müslüman kişiliğini, kişinin ruhsal ve zihinsel yetilerini zenginleştirmek gerektiği doğrultusundadır. Bu nedenle, erdem, ahlak, İslam teolojisi ve felsefesini manevi atmosferi yüksek bir ortamda bir Ustazdan öğrenmenin eğitim alan kişinin üzerindeki etkisi tartışılmaz. Bilindiği gibi batı eğitim sistemleri bu alanda sefil bir şekilde başarısız oldu.

Onların medreselerinde, Kuran-ı Kerim’in yanı sıra, temel Arapça grameri, Tefsir, Fıkıh, Hadis, Mantık gibi geleneksel medrese sitemlerinde öğretilen konuları kapsar. Programları bilgili ve iyi bir Müslüman yetiştirmek üzere İslam’ın temel ilkelerine odaklanmıştır.

Medreseleri mükemmel derecede temiz ve geleneksel Osmanlı saray adab ve görgü özellikleriyle birlikte o medeniyyetin sanat tesislerinin bir karışımıyla organize edilmiş yıldızlı otellere benzeyen şahane tesislerdir. Öğrenciler mutlaka bir takke ve temiz batı kıyafetleri giymişlerdir. Bir ziyaretçi kendini kibar, misafirperver, hoş ve arkadaşça bir topluluk içinde bulur.

Cemaat üç çeşit faaliyeti vardır:
a) Dört yıl tam zamanlı Şeriat dersleri
b) Seküler Bilim üniversitelerinde ve liselerde okuyan öğrenciler için yarı zamanlı Şeriat dersleri
c) Hifzul Kuran-ı Kerim teknikleri için Kuran öğrenme medresesi.

Tabi ki tüm öğrencilerin yiyecek ve konaklama imkânları da mükemmelen sağlanmaktadır.
Süleymaniye Cemaati’nin sadece İstanbul’da bin, dünya genelinde de yaklaşık on bin medreseye sahip olduğu düşünüldüğünde bugün verilen eğitimin ne denli devasa boyutlara geldiği rahatlıkla görülebilir. Bu medreselerden her yıl binlerce erkek ve kadın mezun ediliyor. Cemaat özellikle Avrupa’da, Almanya, Hollanda ve İsviçre başta olmak üzere yüzden fazla ülkede ve Türk toplumları arasında örmüş olduğu güçlü bir uluslararası ağa sahiptir.

Evet, bugün bu Süleymaniye Medrese sistemi, Cemaatin bu kazanımlarından fayda sağlamak isteyen diğer Müslümanlar için örnek bir İslamî modeldir.