Alm. Feuerstelle (f), Herd, Kamin (m); Bergwerk (n), Fr. Foyer, réchaud (m); cheminé (f); mine (f), İng. Fireplace, furnace, oven; chimney; mine.
İçinde ateş yakılmaya yarayan yer.
Eski Türkçedeki "oc-mak, uc-mak" "ateş tutuşturmak" kökünden de olabilir. Ocak, ateş yakılan yer, ev, yuva sözcükleriyle bağlantılı olup ocakların yakıldığı, günlerin dışarıda çalışarak, avlanarak değil de, ocaklarda (evlerde) geçirildiği soğuk ay, anlamını taşımaktadır. Ocak adı ayrıca üç uzun çubukla ateş üstünde pişirme kabının tutulmasına yarayan düzeneğin, üçok'un adının evrilmesi sonucunda da bugünkü formuna kavuşmuş olabilir.
Eski çağlardan beri evlerde ısınmak, yemek pişirmek için ocaklardan faydalanılırdı. Kömür, taş ve mâden çıkarılan yerlere, zirâatçıların bostanlarda her çeşit sebze için ayırdıkları, etrâfını toprak parçalarıyla yükselttikleri yerlere de ocak ismi verilmektedir. Herhangi bir şeyin çok bulunduğu veya yapıldığı, belli bir maksat veya gâye için toplanılan yerlere de ocak denmektedir. Özel bir gâye ve hizmette kullanılmak üzere teşkilâtlı olarak kurulan, âile gibi bir arada yaşayan kuruluşlar da ocak ismini almaktadır. Osmanlılardaki Yeniçeri Ocağı bu şekilde kurulmuştur. Bugün halk arasında asker ocağı tâbiri de bu mânâda kullanılmaktadır.
Evlerde kullanılan ocağın târihi, insanoğlunun ateşi bulmasıyla başlar. İlk zamanlarda belli aralıklarla konan birkaç taşın meydana getirdiği ve içinde ateş yakıldığı yerler ocak olarak kullanılırdı. Daha sonraları insanların barındıkları yerlerin içinde ocak vâsıtasıyla ateşler yakılmaya başlandı. Odun olarak dayama denen kütükler yakıldı. Ortada da yanan ocağın dumanını dışarı atmak için barınakların üst kısımlarından delikler açıldı. Bu delikler sâyesinde dumanların dışarı atılması sağlandı. Bugün ocaklarda gördüğümüz baca şekilleri bu gelişmenin sonucunda ortaçağda meydana çıkarak, zamanımıza kadar çeşitli değişikliklerle geldi.
Eski Türk kabîlelerinde ocak ve ocaktan faydalanma vardı. Fakat bunlar göçebe hâlinde yaşadıkları için bacalı ocaklıkları mevcut değildi. Zâten ihtiyaç da yoktu. Türkler yerleşik düzene geçtikleri zaman kullandıkları ocaklarda da değişiklik oldu. Isınmak ve yemek pişirmek için etrafı kapalı, önü evin içine açık, üzerinde dumanı toplayarak dışarı atmak için bacası olan ocaklar yaptılar. Bunları evlerin duvarına gömülü olarak yapar ve bacasını da aynı duvarın içinden yukarı evin çatısına çıkarırlardı.
Ahî tekkelerinde, Selçuklu medreselerinde ve kervansaraylarda bu tip ocakları görmek mümkündür. Selçuklulardan sonra Osmanlılar zamânında gördüğü iş ve süslemecilik bakımından son derece güzel ocaklar yapıldı. Osmanlı-Türk yapı sanatında ocakların süslenmesi ayrı bir süsleme sanat dalı olarak gelişti. Bursa’da antika bir ocağın dış kısmı sökülüp kaçırılarak senelerce önce 1000 İngiliz lirasına satılması bunların kıymetini açıkça belirtmektedir.
Evlerde yapılan ocakların önleri açık olduğu için, yapımı büyük ustalıklar istemektedir. Yapılan ocakların bacaları çok iyi çekmelidir. Bunun aksi olursa ocak tüter ve dumandan durulmaz. Bunu önlemek için bacalar evlerin çatısını geçecek şekilde yapılmıştır.
Günümüzde modern şekilde yapılan evlerde ocağa pek az rastlanmaktadır. Daha çok salon ve oda süsleme maksadıyla şömine denen ocaklar yapılarak dekoratif bir görünüm verilmektedir.
Bugün ocak denilince, ısınmanın dışında yemek pişirmek için kullanılan ocaklar akla gelmektedir. Bunlar havagazı, kömür, gaz, elektrikli ocaklar vs. gibileridir.
Ocak ayı batı dillerinde (Latince: Ianuarius) adını, Roma kapı tanrısı Janus'tan alır. Orijinal Roma takviminde 10 ay (304 gün) vardı. Romalılar kış mevsimini aysız bir süreç olarak tanımlıyorlardı. M.Ö. yaklaşık 700'lerde Romulus’tan sonra gelen kral Numa Pompilius, takvimin standart kameri yıl (364 gün) ile hizalanması için Ocak ve Şubat aylarını ekledi. Çift sayılara karşı batıl itikatı olan Romalılar yıla bir gün daha ekleyip gün sayısını 365’e çıkardılar.