Osmanlı dîvân şâirlerinden.
1640-1645 yılları arasında İstanbul’da doğan Nahîfî’nin asıl ismi Süleyman’dır. Nahîfî, Kâtib Sâlih’in torunu, Vâiz Abdurrahman Şeyh Muhyî’nin oğludur. Müstâkimzâde Süleyman Sa’deddîn Efendinin akrabâsıdır.
Nahîfî’nin gençlik yıllarında iyi bir medrese tahsili yaptığı, Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiği, eserlerinde yer verdiği İslâmî bilgilerden anlaşılmaktadır. Zamânın büyük şâirleri olan Nâbî, Nâilî, Nedim vs. gibi üstatların devrinde yaşadığı için onlardan faydalanmasını çok iyi bilmiş ve önde gelen divan şâirleri arasında yer almıştır. Ayrıca, meşhûr hattât Hâfız Osman Efendiden hat dersleri alarak, “sülüs”, “nesih” ve “ta’lik” yazı çeşitlerinde üstün başarı ile icâzet (diploma) almıştır.
Güzel yazı yazmadaki mahâreti sebebiyle Yeniçeri Kalemine getirilmiş, 1688’de elçilik göreviyle İran’a gönderilen Kavukçu Mehmed Paşanın yanında kâtip olarak bulunmuştur. Nahîfî, bu görevi esnâsında İran’ın yazar ve şâirleriyle dostluk kurarak, eserlerini inceledi. Arap ve Fars edebiyatı üzerinde kendisini iyice yetiştirdi. İran’da bulunduğu zaman İsfahan’da Tekye-i Saib ve Medrese-i Kâşî’nin duvarlarına râfiziliği hicveden yazılar yazmıştır.
İran dönüşünde önemli devlet işlerinde ve özellikle mâliye kâtipliklerinde çalıştı. Şehid Ali Paşanın emrinde Sadâret Kâtipliği vazifesinde bulundu. Dâmâd İbrahim Paşa ile birlikte Pasarofça Antlaşmasının imzâsı için Viyana’da bulundu. Geri döndüğü zaman Divân-ı Sultânî Başmukatacılığına tâyin edildi. Bu görevini başarı ile yürüttü. Kısa bir müddet sonra da Şıkk-ı Sânî Defterdârı(Mâliye Müsteşarı) oldu. Bu arada Hacca da giden Nahîfî bir hayli yaşlandığı için emekliliğini isteyerek devlet hizmetinden ayrıldı. 1739 yılında, doksan yaşını aşkın olarak vefât etti. Mezarı Topkapı dışında Maltepe Caddesi üzerindeki Fransız Müslüman mezarlığı olarak bilinen mezarlığın yanındaki köşededir.
Nahîfî’nin şiirlerinde sâde bir dil, çok rahat söyleyiş, ince buluş ve hayaller vardır. Divan şiirinin her dalında eser verdi. Hemen her eserinde dînî ve tasavvufî konuları işledi. Şiirlerinin ekserisinde Yunus Emre ve Mevlânâ’nın etkisi görülmektedir. 18 yıl çalışarak Türkçeye çevirdiği Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî’nin Mesnevî’si en ünlü eseridir. Bu eseriyle kendini tanıttı. Manzûm Mesnevî Tercümesi 1851’de Mısır’da basıldı. Dîvânları basılmadı. Dînî meselelerde ve hazret-i Muhammed’le ilgili konularda da çok faydalı eserler yazdı.
Eserleri:
Manzûm Mesnevi Tercümesi, Divan (Türkçe), Âdâb-ı Tarikat ve Kavâid-i Hakîkat, Hilyetu’l-Envâr, Mîrâciyye, Mevlidûn-Nebî, Hicretü’n-Nebî, Manzûme-i Âkaid, Fazîletü’s-Sıyâm, Nasîhatü’l-Vüzerâ, Kaside-i Bürde, Bânet Suâd ve Kasîde-i Mudariyye tahmisleri, Kasîde-i Lâmiyye ve Kasîde-i Emâliyye şerhleri.