Firavn’ın Rüyası
Yûsuf’un rüyası, Züleyha’nın rüyası. Yûsuf’un tekrarlanan rüyası.
Şerbetçinin rüyası, ekmekçinin rüyası.
Bu öykünün tamamlanabilmesi için nihayet rüyaların rüyası: Firavn’ın rüyası.
İster bir naz döşeği, ister taş bir zindan yatağı. Veya bir Firavn’ın, görkemin uyku hali anlamına gelen yatağı. Nerede görülürse görülsün, rüya rüyaydı. Rüya gelince akacak ter alında, çarpacak nefes yürekte durmazdı.
Şerbetçinin, efendisi yanında Yûsuf’u anmayı unutmasının üzerinden tam yedi yıl geçtikten sonra. Firavn’ın, ülkesinin zindanlarından birinde Yûsuf adlı bir fetâ yattığını bile bilmediği sabahlardan bir sabah. Sabahtan çok sabaha karşı. Ki henüz fecir, ipliklerini ne Nil’in sularına ne çölün kumlarına bırakmıştı. Firavn bir rüyanın ağırlığı altında kendisini uykusundan attı. Az kalsın haykıracaktı.
Başında bekleyen gecenin nöbetçileri birden dikkat kesildiler. Elleri kocaman kılıçlarına gitti, tedirgindiler. Yelpazeciler daha bir sıkı salladılar tavus kanatlarını. Kocaman gövdeli kocaman kuyruklu gri bir kedi tek kulağını dikti, tek gözünü açtı, uykusunun yarısından uyandı. Bir hizmetçi, temiz hayayla Firavn arasına giren ağır perdeleri kaldırdı. Günün hiçbir saatinde efendisini yalnız bırakmayan, hatta en mahrem anlarında bile, sessiz ve ölü bir gölge, uzak ama daima tetikte bir harem ağası; su, diye seslendi, şerbetçi su getirsin!
Firavn, firavnlığını simgeleyen ağır ve altın gerdanlığı âdet üzre uyurken çıkarmış olduğu için değilse de; yüreğine bir rüyanın ağırlığı kurşun gibi çökerken, kalbindeki çarpıntı ve alnındaki ter damlacıkları ile her insan kadar insandı. Onun da gözlerinde korku ve endişe vardı. Ama gördüğü, ancak hükümdarların görebileceği bir rüyaydı.
Şerbetçinin billûr bir bardakta getirdiği serin suyun ilk yudumunu aldıktan sonra Firavn, münecimlerimi çağırın, dedi, kâhinlerimi, rüya tabircilerimi. Geldiler, ânında. Mavi Salon’a geçtiler. Firavn, şimdi, ağır ve altın firavnlık gerdanlığı boynunda ve tahtında oturur vaziyette anlatmaya başladı. Nöbetçiler kulak kesildi, harem ağası, yelpazeciler, gözünün teki açık olan kedi kulak kesildi. Müneccimler, kâhinler, rüya tabircileri kulak kesildi. Kulağı olan yer, sağır olan saray duvarları, gizli bir lisan olan saray kulak kesildi.
Bir düş gördüm, diye başladı Firavn. Ben bu düşü görürken henüz güneş doğmamıştı ama sabah yakındı. Düşümde yedi besili ineği yedi zayıf ineğin yediğini gördüm. Sonra yedi dolgun başak, sonra da yedi kurumuş başak, böyle gördüm.
Sustu Firavn. Nefesini kesmiş dinleyenlere baktı. Kâhinler, müneccimler ve rüya yorumcuları, bu kadar mı, diye sordular, bu kadar mı? Firavn cevapladı: Bu kadar! Haydi, şimdi gördüğüm düşü bana yorumlayın, ne diyor içimdeki haberci, bana anlatın.
Kâhinler, müneccimler ve rüya yorumcuları Mavi Salon’un en uzak köşesine çekildiler. Aralarında uzun uzun konuştular. Neden sonra içlerinden sözcü seçtikleri birisi sonucu değil ama sonuçsuzluğu bildirdi. Biz böyle düşleri yorumlayamayız, aynen böyle dedi. Neden, diye sordu, sükûnetle Firavn. Sözcü açık yüreklilikle cevap verdi. Dedi ki: Yorumladığımız düş yorumladığımız gibi çıkmazsa ulu Firavn, kime güveninizi kaybedeceksiniz? Düşlerinize mi, yoksa tabirciye mi?
Firavn gülümsedi, dedi: Firavn olduğum günden beri, her şeyim gibi gördüğüm düşlerin de hiçbiri tamamen bana ait değildi. Ben, halkım demektim çünkü aynı zamanda. Öyleyse yorumladığınız düş yorumladığınız gibi çıkmazsa, sadece kendi adıma görmediğim düşlerime güvenimi kaybetmem.
Konuşma bitmişti. Firavn Mısr’ın en ünlü rüya tabircilerine, kâhinlerine ve müneccimlerine, gidin dedi, haydi hepiniz gidin.
Aslında Firavn, erkin ve gücün Mısr üzerindeki muhteşem gölgesi, rüyasının tabirini değilse de rüyasına dair birkaç şey öğrenmişti. Biz böyle düşleri yorumlayamayız; bu cümle, bu yoruma değer bir düş değil, bir karabasan, bu anlama da gelebilirdi. Biz böyle düşleri yorumlayamayız; bu cümle, bu düş yorumlanır ama yorumu dile getirecek cesaretimiz yok, çünkü öylesine ağır, altında eziliriz, bu anlama da gelebilirdi.
Firavn herkesi gönderdi, bir iki bendesi kaldı yanında, içi yanmıştı. Ağır gerdanlığını çıkarıp, masanın üzerine, içinde ak zambaklar bulunan cam bir vazonun yanına bıraktı. Gözünün önünde, yedi besili ineği bir anda yutan gözü dönmüş yedi zayıf ineğin irkiltici görüntüsü. Yedi dolu başağın üzerine kâbus düşüren hastalıklı ve boş, bomboş yedi başağın korkusu.
Su, dedi, su getirin bana. Döşeğine uzandı. Tam o anda altın ayaklı kristal bir bardakta su getiren şerbetçi, gözünün önünden bir perde kalkmış gibi, âniden Yûsuf’u hatırladı. Onu, güzelliğini, rüyalar yorumlayışını, ve daima anlattığı Rabbini. Ve yedi yıl unuttuktan sonra efendisinin yanında Yûsuf’u andı. Aceleyle,. Aceleyle, beni, dedi, beni gönderin efendim. Bu bir hükümdar rüyası, bunu yorumlayacak bir kişi var onu da ben tanıyorum. Ve, kaderim yolumu neden zindandan geçirdi, bunu da şimdi anlıyorum.