Âdem aleyhisselâmın iki oğlunun isimleri.
Berâber yaşayıp büyüdüler. Bir gün ikisi arasında büyük bir ihtilâf çıktı. Kâbil haksız olmasına rağmen anlaşmazlığa son vermiyordu. Babaları Âdem aleyhisselâm nasîhat etti ise de Kâbil iknâ olmadı. Bunun üzerine Âdem aleyhisselâm; “Mâdem bu ihtilâfa son vermiyorsunuz, Allahü teâlâ her şeyi en iyi bilendir. Bu işi halletmek üzere her biriniz Allah için birer kurban adasın” dedi. Kabul ettiler. Hâbil’in mesleği çobanlıktı. Koyunların arasından en iyisini alıp getirdi. Kâbil de, çiftçilik yapmaktaydı. Biçtiği buğdayların arasından en kötülerini ayırıp bir demet getirdi. Böylece her ikisi de kendi adaklarını bir tepenin üzerine koydular. Âdem aleyhisselâm duâ etti. Gökten bir parça ateş düştü ve Hâbil’in koyununu bir iz bırakacak kadar yaktı. O zaman ilâhî bir hikmetle Allahü teâlâ kabul buyurduğu kurban üzerine bir ateş gönderir ateş onu yakıp yok ederdi. Kabûl olmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı. Böylece Hâbil’in haklı olduğu anlaşıldı. Fakat Kâbil’in niyeti temiz olmadığından bu anlaşmayı kabul etmedi. İşi daha da ileriye götürerek Hâbil’i öldürmekle tehdid etti. Hâbil: “Benim bir suçum yoktur. Eğer bana elini kaldırırsan, sana karşılık vermeyeceğim. Ben Allahü teâlâdan korkarım. Böyle bir şey yaparsan, bütün suç ve günâh senin boynuna, yerin de Cehennem olur.” dedi.
Kâbil doğru sözü dinleyip, anlayacak ve kabul edecek hâlden uzak olduğu için, Hâbil’e karşı, kininden vaz geçmedi. Bir gün ıssız bir yerde Hâbil’in başına vurarak öldürdü. Yaptığı bu kötü işi gizlemek için çâre aramaya başladı. Hâbil’in ölüsünü ne yapacağını düşünüyordu. Etrâfına bakınırken bir karganın başka bir kargayı öldürdüğünü ve leşini toprakla kapattığını gördü. O da Hâbil’in cesedini toprağa gömdü ve oradan ayrıldı. Fakat çok perişan ve pişmandı. Uykusu ve huzuru kaçtı. Çok kötü bir iş yaptığından ve büyük bir günâh işlediğinden dolayı çok bedbahttı.
Hâbil’in birdenbire ortadan kaybolması üzerine Âdem aleyhisselâm onu sormaya başladı. Hâbil’in öldürüldüğünü öğrendi. Kâbil’e; “Sen ne kadar bedbahtsın, hem kardeşini öldürdün hem de kendini mahvettin! Senin cezân çok büyüktür.” dedi.
Peygamber efendimiz de sallAllahü aleyhi ve sellem Kâbil hakkında; “Zulm ile öldürülen her insanın kanından (günâhından) Âdem’in birinci oğlu Kâbil’e bir pay ayrılır. Çünkü cinâyeti âdet edenlerin önderi oldu.” buyurdu.
Âdem aleyhisselâm bu hâdiseye çok üzüldü. Bunun üzerine Cebrâil aleyhisselâm tesellî için geldi ve müjde verdi. “Allahü teâlâ sana yakın zamanda bir evlat verecek ve âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâm onun neslinden gelecek.” dedi. Müjdelenen bu evlat Şit aleyhisselâm idi.
Kâbil her geçen gün yapmış olduğu kötü işden dolayı perişan ve pişman oluyordu. Babasına karşı mahçuptu. Cezâdan korkuyordu. Çok huzursuzdu. Utanç ve korkusundan dolayı başını alıp çöllere düştü. Yıllarca avâre, başı boş yaşadı. Bu sırada şeytan Kâbil’in karşısına çıkıp; “Kardeşin Hâbil ile kurban takdim ettiğinizde Hâbil’in kurbanına ateş isâbet edip yakması ve onun kurbanının kabûl olunması, Hâbil’in ateşe tapması sebebiyledir. Sen de kendin için ve senden sonra gelecek neslin için bir ateş yak, ona tap!” diyerek Kâbil’i aldattı. Kâbil de bir yer yapıp, orada ateş yakarak tapmaya başladı. Böylece ateşperestlik ortaya çıktı. Kâbil’in çocukları ve nesli azgın bir cemiyet hâlini alıp, Nûh aleyhisselâm zamânında tûfanda helâk edildiler.
Âdem aleyhisselâmın bu iki oğlu arasında geçen hâdise, Kur’ân-ı kerîmde Mâide sûresi 27-31. âyetlerinde bildirilmektedir.
Konu ile ilgili ayetler
Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti. (Maide: 27)
"Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (Maide: 28)
"Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır." (Maide: 29)
Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. (Maide: 30)
Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. (Maide: 31)
Bundan dolayı İsrailoğullarına şunu yazdık: "Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da yeryüzünde aşırı gitmektedir. (Maide: 32)