Almanya’nın Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden fizikçi Ulrich Schneider ve araştırma ekibi, potasyum atomlarından oluşan bir ultra-soğuk kuantum gazıyla, mutlak sıfır sıcaklığının altına inmeyi başardı. Bu kuantum gaz, mutlak sıfırın üzerinden, mutlak sıfırın altına, 1 Kelvinin milyarda biri kadar bir sıcaklıkla indi ve Almanya o an dünyadaki en soğuk nokta olmayı deneyimledi. Deneyde, Lazer ve manyetik alan kullanılarak gazın atomları hapsedildi ve en düşük enerji durumuna getirilen atomlar, sıcaklığın 0 Kelvin’in altına inmesiyle birlikte beklenmeyen bir şekilde en yüksek enerji durumuna geçti.
Bu deneydeki mutlak sıfır altında enerjinin birden artması durumunun bir vadi boyunca yürürken, birden dağın tepesinde olmak gibi bir şey olduğu ifade ediliyor.
Bir şey ne kadar sıcaksa dışa doğru o kadar genişler ve ne kadar soğuksa o kadar büzüşür…
Peki, çok düşük sıcaklıklarda bu büzüşme, enerjiyi durdurur mu?
Evet… “Mutlak sıfır noktasındaki soğuklukta parçacıklar hiçbir enerjiye sahip olamaz”
Mutlak sıfır noktası, Kelvin’in 1800’lerde tanımladığı, enerjinin de sıfır olduğu bir noktadır. Bu noktaya 0 Kelvin deniyor. (-273,15 santigrat) Bu derecede Atomların davranışları değişip, kuantum yasaları işlemeye başlıyor. CERN deneyinde kuantum düzeye inmek için çarpıştırıcı içinde uygulanan sıcaklık -273’tür.
(Not: Evrendeki en düşük sıcaklıkların, galaksiler arasındaki boşlukta yer alması beklenir. Örneğin, dünyadan 5000 ışık yılı mesafedeki Boomerang Nebula’sındaki sıcaklığın -272 santigrat (1.15 K) olduğu belirlenmiş bulunuyor.
En düşük sıcaklık sadece en düşük enerji anlamına gelir. Elektronlar en düşük enerji seviyesinde bulunduklarında bile, elektronların çekirdek çevresinde dönme hareketleri devam eder. Mutlak sıfırdaki bir maddenin atomlarının yaptığı sıfır noktası hareketi, bir kuantum hareketidir. Hareketin varlığı cismin fiziksel özelliklerini çok küçük oranda değiştiriyor.
Kelvin’de bile bir hareket olmasına rağmen, bu hareket bir dirence neden olmuyor.
Sıfır nokta hareketi bildiğimiz anlamda hareketten oldukça farklıdır. Sıfır noktası hareketinin varlığı ile yokluğu arasındaki farkı anlamak olanaksızdır. Kısaca, Mutlak sıfır sıcaklığındaki bir madde (metal), sıfır dirence sahiptir. Çünkü atomların titreşimlerinden kaynaklanan direncin temel nedeni, akım taşıyan elektronların atomlara “çarparak” hareket yönlerini değiştirmesidir. Bu çarpışmalar ne kadar fazlaysa ve ne kadar büyük oranda yön değiştiriyorsa direnç o kadar büyük olur. Mutlak sıfır sıcaklığına sahip bir metalden geçen düşük enerjili bir elektron, atomlarla her iki şekilde de “çarpışamayacağı” için, saçılmadan yoluna devam eder. Yani olayda sıfır direnç vardır.
Öyle ki, böyle bir durumda, kocaman bir deve, bir iğne deliğinden geçebilir. (Yelicel cemelu fî semmil hiyât. Araf 40)
Teoremsel olarak açıklanan bu kuantum noktaya inebilmek mümkün müdür, inilirse ne olur? Bu noktada madde madde olarak kalabilir mi? Bu noktadan aşağıya daha düşük sıcaklığa inildiğinde enerjiler hangi duruma geçer? Enerji, yani entropi sıfıra indikten sonra eksi değerlerde ilerlemeye devam eder mi? Yani enerji için de + sonsuzdan – sonsuza gidiş mümkün müdür? Öyle ya matematik yasaları gereği sıfırın altında eksi değerler devam eder. Bu matematik yasası enerji için de geçerli midir?
Bu sorulara cevap vermek mümkün değildi pratik olarak, çünkü -273’ e inilemiyordu. Bu yılın (2013) Ocak ayına kadar…
Almanya Ocak ayında en soğuk noktaya sahip oldu ve Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden fizikçi Ulrich Schneider ve çalışma arkadaşları, potasyum atomlarından oluşan bir ultra-soğuk kuantum gazıyla, mutlak sıfır sıcaklığının altına inmeyi başardı. Bu kuantum gaz, mutlak sıfırın üzerinden, mutlak sıfırın altına, 1 Kelvinin milyarda biri kadar bir sıcaklıkla indi ve Almanya o an dünyadaki en soğuk nokta olmayı deneyimledi.
Deneyde, Lazer ve manyetik alan kullanılarak gazın atomları hapsedildi ve en düşük enerji durumuna getirilen atomlar, sıcaklığın 0 Kelvin’in altına inmesiyle birlikte beklenmeyen bir şekilde en yüksek enerji durumuna geçti.
Bu deneyde kullanılan atomlar gibi atomların oluşturduğu bulutlar, normal yerçekimi ile aşağı doğru (Dünya merkezine doğru) çekilirken, bulutun bir parçası mutlak sıcaklığın altındaysa, bazı atomlar yerçekimine meydan okuyarak, yukarı doğru hareket edebilir.
Bir gazın yerçekiminin tersine hareket edebilme özelliği olması demek, evrende madde olarak pozitif durumda bulunan tüm sistemin tam karşıt tarafta da enerjiye sahip olup eylemde bulunması demek. Yani karşıt bir negatif varoluş ve enerji mevcudiyeti mümkün. (Bu noktada Halaka’l-Ezvâc kelimesini akla getirmemek mümkün değil)
Bu evrende + sonsuza doğru sürüp giden bir entropi olduğu gibi negatif tarafta da bir entropi olduğu sonucu çıkıyor bu deneyden. Çünkü bu deneydeki mutlak sıfır altında enerjinin birden artması durumunun bir vadi boyunca yürürken, birden dağın tepesinde olmak gibi bir şey olduğu söyleniyor.
Gerçek Parçacıklar ve Sanal Parçacıklar
Paul A.M. Dirac, boşluğun negatif enerji yüklü elektronlarla dolu olduğunu ve evrende pozitif enerji yüklü elektronların var olabilmesi için bu negatif enerji yüklü elektronların olması gerektiğini ortaya çıkardı. “Bir başka deyişle, uzay boşluğu madde olarak ortaya çıkmayan, potansiyel niteliği taşıyan anti maddeden yapılmış pozitron elektronlar barındırır.” Bu pozitron elektronlar sanaldır. Yani soyuttur.
Not: Paul Adrien Maurice Dirac (8 Ağustos 1902 – 20 Ekim 1984), İngiliz fizikçi ve matematikçi. Kuantum fiziğinin kurucularındandır. Diğer önemli keşiflerinin yanında fermionların davranışını açıklayarak antimaddenin keşfine olanak veren ve kendi adı verilen Dirac eşitliği’ni yaratmıştır. Dirac 1933 Nobel Fizik Ödülü’nü Erwin Schrödinger ile paylaşmıştır.
Uzayın boşluğunda bulunan dönen, sanal, negatif enerji yüklü, anti maddeden yapılmış olan potansiyel enerji (pozitron) elektronları vardır. Bu sanal parçacıkların her birinin bir hafızası vardır ve bedendeki gerçek dönen parçacıklarla etkileşim içindedirler.
Cansız olan, pozitif enerji yüklü parçacıkların, sanal, negatif enerji yüklü parçacıklarla birleşmesiyle karşılıklı etkileşimi sonucu yaşam ortaya çıkar. Gerçek parçacıklar pozitif enerji yüklü olup dünyalıdır. Sanal negatif enerji yüklü parçacıklar ise uzay boşluğundan gelir ve takyonik yapıdadır. Bu parçacıklar bedenin yaşamı boyunca bedenle beraber iken, bedenin ölümü ile bedeni terk ederek tekrar boşluktaki yerine döner. Bu sanal parçacıklar, bing – bang’la yaratılmış, evren yok olana kadar da evrende var olmaya devam eder. Ki üstelik buna ruh dendiğini söyler Dirac…
Negatif mutlak sıcaklığın kütle çekimine karşı evreni genişleten, gizemli karanlık enerjinin davranışlarını belirleyebileceği düşünülüyor. Atomlardaki bu davranış farklılığının, karanlık enerji gibi bir kozmolojik olguyu çözebileceği tahmin ediliyor.
Mutlak sıfır noktasının altına düşen sıcaklıkta elektronlar enerjilerini artık bizim boyutumuzla paylaşmıyor başka bir boyuta geçiyorlar. Bu geçiş sırasında arada kalan bir perdenin aşılması söz konusu. Bu perde aslında, mutlak sıfır noktası dediğimiz -273 derecenin ta kendisi gibi görünüyor.
Mutlak Sıfır Noktası ve Cimâletun SufrunBu noktada atomların direnç göstermiyor olması, maddenin içinden kütlelerin geçip gidebilmesine izin verir, tıpkı bir devenin iğne deliğinden geçmesinin mümkün olması gibi… Hem İncil’de hem Kur’an’da geçen bu deyim üzerinde çok tartışmalı açıklamalar olmuştur.
Ke ennehu cimâletun sufr(sufrun). Sanki o peş peşe gelen sarı erkek develer (halatlar)gibidir. (Mürselat 33)
ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti)Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. (Araf 40)
Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin tanrı egemenliğine girmesinden daha kolaydır.
(matta 19:24)
Cemel kelimesinin erkek deve anlamında olması anlaşılamaz (!) bulunup pek çok tefsirde deve yerine sarı halatlar demenin daha doğru olduğu savunulmuştur. Erkek deve kelimesinin, eksi yüklü elektronlar kelimesi ile anlamsal benzeşi göstermesi, artı yüklü pozitron elektronların perdenin öbür tarafında olması bilgisini bir tarafa koyup düşünmek gerek. Eksi (- ) Enerjinin eril ve dünyasal, artı (+) enerjinin de dişil ve ruhsal-tanrısal olarak biliniyor olması tesadüf müdür?
Kavramların cinsiyetli ve hep çift olduğu Kur’an’da, erkek devenin karşıtı olan “Allah’ın dişi devesi” kelimesinin geçtiği sureler olan Araf, Hud, Şuara, Kamer, Neml’dir ve hepsinde kıyamet yaşayıp yok olmuş kavimler anlatılır.
“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar. Derken onu kestiler. Salih dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir. Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. Bilin ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.”
Hud 64-65-67-68
Diyanet vakfı anlatımına göre Semud kavmi oldukça çalışkan ve yaratıcı bir halktır. Dağlardaki kayaları ve mermerleri kesip biçmişler, yontma taşlardan saraylar, binalar, havuzlar ve güzel evler yaparak ülkeyi mamur etmişlerdir. Söylendiğine göre tarihte kaya ve mermerleri ilk kez yontma sanatını Semûd kavmi bulmuş ve bu kavim binyediyüz kadar şehir yapmıştır. Ve korkunç bir ses ile yok olmuşlardır.
Bu bilgi sonrası, Semud kavmi de kuantumsal deneyler mi yaptı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım açıkçası. Devenin yük taşıyıcı olması ve eksi ile artı yük taşıyan elektron ile pozitron kavramı, erkek deve, dişi deve kavramı ile mi açıklanıyor acaba diyerek de arkasını getirdim gayri ihtiyari…
Üstelik İslam’ın ilk tefsircisi olan Ferra’nın, Cimâletun kelimesinin “Toplanma” anlamına geldiğini söylemiş olduğunu bilince işler iyice karışıyor. Türkçeye de “cümleten” diye geçen Cimâletun kelimesi toplanmak, Sufr ise sıfır anlamında alındığında, “Mutlak Sıfır Noktası” olarak bir açıklama ortaya çıkıyor.
(Not: Arapça’daki es-Sıfr Sanskrit kökenlidir ve boş şey anlamındadır, es-Sufr veya es-Sıfr bakır anlamında da kullanılmıştır. Renk ifade etmesi nedeniyle Safran kelimesinin kökü olarak sarı renk anlamına da gelir.)
Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ Kimdir?
(ö. 207/822) Arap dili ve tefsir âlimi. 144 (761 -62) yılında Kûfe’de doğdu. Baba tarafından Benî Minkâr’ın veya Benî Esed’in azatlısı bir aileye mensuptu. Çocukluğu ve ilk tahsil yılları Kûfe’de geçti. Bu lakabın ona kelâmı (söz) tahlil ve tetkik ettiği için (yefri’l-kelâm) verildiği söylenmektedir. Arapça dilini en iyi bilen ve inceleyen âlim olarak kabul edilir.
Cimâletun Sufrun kelimesinin geçtiği sure olan Mürselat’ta: (Gönderilen Kuvvetler)
İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn, intalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb, Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb, İnnehâ termî bi şerarin kel kasr, Ke ennehu cimâletun sufr, Veylun yevmeizin lil mukezzibîn, Hâzâ yevmu lâ yentıkûn, Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn. (Murselat 29 – 36)
“Haydi boşalıp (gidin) o yalan dediğinize, haydi boşalın (gidin) bir üç çatallı (üç kola ayrılmış) gölgeye; ne gölgelendirir, ne de alevden korur. O, saray gibi kıvılcımlar atar. Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir). O izin gününü yalanlayanların vay haline. Bugün, konuşamayacakları gündür. Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.”
Şimdi bu sureye bir de bu bilgilerden yola çıkarak baktığımızda şöyle bir anlama dizini ortaya çıkabilir:
“Hadi, inkâr ettiğiniz, yalanladığınız, kopup geldiğiniz şeye doğru boşalıp gidin. Bu toplanma – odak noktasından üç ışınlı-kıvılcımlı kol ayrılır ve yüksek-büyük şerareler ile uzanan, ışıklı salınımlar atar – solur. Orada gölge ve ışık yoktur. Orası her şeyin toplandığı mutlak sıfır noktası gibidir. O ayırım noktasında konuşulamaz, idrak ve ifadeye izin yoktur.”
Surenin tamamının bütünlüğü içinde Cimâletun Sufrun kelimesi, Mutlak Sıfır Noktası olarak algılandığında, surenin anlattığı cennet-cehennem boyutu, Fasl yani ayırma günü ya da noktası ve o noktada gölge ve ışığın olmaması, konuşulamaz olması, idrak ve ifadenin olmaması gibi tanımlar bir bütünlük içeriyor. Yine aynı surenin içinde “Hayy ve Mevt” hali (titreşen – titreşmeyen, canlı – ölü) kavramının olması dikkat çekicidir. (Tıpkı mutlak sıfır noktasında elektronların titreşmemesi gibi)
Selasin Şuab kavramının ise, big bang sırasında üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüşme olabileceği düşünülürse Kur’an ile kozmik ve fiziğin ne kadar iç içe olduğunu görmemek mümkün değil. Arapça kelime kavramlarını bugünün algı ve bilgi seviyesiyle sıfır noktasından yani bütün eski bildiklerini unutarak okumak, bu evrensel kitabı çok başka boyutlara taşıma cesaretini içeriyor. Ve artık bunu yapmak gerek bence…
Deve iğne deliğinden geçer mi? sorusunun cevabına gelince.
Evet, deve iğne deliğinden geçer
Hangi koşulda geçer, Cimâletun Sufrun’da geçer:) Ben demiyorum Ulrich Schneider diyor ve ekliyor;
o erkek deve (elektron- üstelik sıra sıra dizi dizi) mutlak sıfır noktasını geçtikten sonra da en yüksek enerji seviyesine yükseliyor… Elbette bu evrenin değil, başka bir boyutun entropisi içinde.
O boyut; karanlık enerjinin ya da antimaddenin, ya da “Soyut” olanın boyutudur.
O boyutun ardında Cennet mi cehennem mi var, işte o bize henüz Gayb.
Geçince idrak edecek miyiz? Allah idrak edeceğimizi ve pişmanlıklarımız olacağını buyuruyor.
Her nefse bu dünyada hidayet eylesin Rabbim.
Diyor ve önce Allah’ın sonra tüm din âlimlerimizin affına sığınıyorum, tabii ki tüm bu yazdıklarım ve düşündüklerim nedeniyle.
Kaynak: hindigodergisi.com