Günlük yaşamımızda pek çok kişinin hakkına giriyoruz. Hatta bazen farkında olmadan bile yapabiliyoruz bunu. Fakat helâlleşmediğimiz sürece cennetin kapısını tıklatamıyoruz. Zira kul hakkını Allah da affetmiyor.
"Helâl süt emmiş, Allah korkusu olan, hakka hukuka riayet eden biri. Helâl lokmaya azami dikkat ediyor. Gelirini, evinin iaşesini, çocuklarının boğazından geçen her lokmayı helâlinden kazandıklarıyla karşılamaya çalışıyor. Öyle görünüyor ki vadesi dolup da ruhunu Rahman’a teslim edince cenaze namazı büyük bir kalabalık eşliğinde kılınacak. Cemaate yöneltilen ‘Hakkınızı helâl ediyor musunuz?’ sorusuna da hep bir ağızdan tam üç defa ‘Helâl olsun!’ cevabı verilecek.”
Öldükten sonra arkamızdan bu şekilde konuşulması, hepimizin isteği. Fakat, hak-hukuk, helâl-haram noktasında ne kadar hassas yaşanırsa yaşansın helâlleşmeyi kabir kapısına bırakmak büyük risk. Zira hayatımız boyunca hakkımızın geçtiği herkes defin esnasında başucumuzda bulunmuyor. Hatta çoğu zaman hakka girdiğimizin bile farkında olmayabiliyoruz. Rahman’ur Rahim’in (cc) sadece kul hakkını affetmeyeceğini unutup gaflet içinde yaşayabiliyoruz. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. Doç. Dr. Mehmet Soysaldı’ya göre şehitlerin bile bütün günahları affolunduğu halde, kul hakkı ile ilgili günahları affedilmiyor. Bu sebeple hayatımızın her demini helâllik isteme düşüncesiyle hatta hakka girmeme gayretiyle yaşamak gerekiyor.
Allah hakkı dışındaki haklara ‘Hakk’ul ibad’ yani yaratılmışların hakkı deniyor. Bu hakların içerisinde en önemli olanı ise insan yani kul hakkı. İnsanlar arasındaki ilişkiler, karşılıklı haklara dayanıyor. Ana-baba, evlat, eş, komşu, akraba, arkadaş, işçi-işveren hakları bu tür kul haklarından. Ayrıca kamu hakları da ‘hakku’l-ibad’ kapsamında değerlendiriliyor.
Bir insanın hakkını yemek, onun itibârını düşürücü, onur kırıcı sözler sarf etmek veya davranışlarda bulunmak haram. İş verdiğimiz insanların sosyal güvenliklerini sağlayacak önlemleri almamız, gereken işlemleri zamanında yapmamız insanî ve İslâmî bir görev, aynı zamanda bir kul hakkı. Fakat çoğu zaman kul hakkının çerçevesini çizemediğimizden bilmeden de hakka girebiliyoruz. Kuyrukta bekleyen insanların önüne geçmek, kendi ayakkabısını giymek için başkalarının ayakkabısına basmak, birinin izinsiz eşyasını kullanmak, gıybet etmek gibi pek çok konuda kul hakkına girebiliyoruz. Hatta âyetlerle yapılan uyarı ile, insan kaşı-gözü ile yaptığı alaylar sebebiyle bile kınanıyor; Kur’an’da “hümeze-lümeze” diye (Hümeze, 104/1) tanımlanan o tür insanlar hakkında “yazıklar olsun” ifadesi zikrediliyor. Mesela trafikte takındığımız tutumlar, bu çerçevede ele alınıyor. Buradan hareketle Fethullah Gülen Hocaefendi, yoğun trafikte uyanıklık yapma ve kural ihlalinde bulunmanın da en çetin kul haklarından olduğunu vurguluyor. Gürültü yaparak başkalarını rahatsız etmek, rastgele silah kullanmak, sokağa çöp atmak, gezdirdiğimiz köpekle insanları korkutmak, pişirdiğimiz yemeğin kokusu ile komşuyu özendirmek/tiksindirmek ya da başkalarının önünde yiyip/içerek canlarının çekmesine yol açmak da aynı şekilde kul hakkına giriyor. Dolayısıyla kul hakkını, sadece müşahhas bir şekilde bir başkasının malını çalmak veya gasp etmek olarak algılamamamız lazım. Zira mânevî kul haklarının hesâbı daha ağır. Meselâ öğrencisini yetiştirmek husûsunda ihmalkâr davranan bir öğretmen, talebesinin enerjisini ve zamanını zayi edip bir insan israfına sebep olduğu için üzerine kul hakkı almış oluyor. Hasılı kişinin, vefat etmeden önce gıybetini yaptığı, hakkını yediği, bir kötülük ettiği kim varsa, onlara ulaşmanın ve helâllik almanın bir yolunu bulması elzem. Fethullah Gülen Hocaefendi gerekirse, bir gazete, televizyon ya da bir radyoya ilan verme, ama ne yapıp edip ahirete, görülmemiş hesaplarla gidilmemesini tavsiye ediyor.
Kul hakkı sadece Müslümanlar için mi geçerli? Elbette hayır. Müslüman olmayanlara hile yapmak, onların canlarına ve mallarına zarar vermek, kalplerini kırmak, onları incitmek de aynı şekilde bir mümin için haram sayılıyor.
‘ESTAĞFİRULLAH’ DEMEKLE HAK HELÂL EDİLMİYOR
Hepimizin aklına nasıl helâllik isteyeceğimiz konusu takılıyordur zaman zaman. Amma velakin muhatabımızdan “Ben sana şunu yaptım; bana şundan dolayı hakkın geçti ya da bilerek ama ihtiyacım olduğu için şu şekilde hakkını yedim.” şeklinde sebebini söyleyerek helâllik istemek en doğru olan. İslam âlimleri, helâllik istemenin sebepleri açıkça söylendiğinde arada fitne çıkacaksa, kalp kırılacaksa veyahut darılma olacaksa, o zaman “Hakkını helâl et, üzerimde hakkın olabilir.” gibi genel bir helâlleşmenin daha uygun olduğunu ifade ediyor. Kişi hakkını kalben değil de, sözle helâl etse bile helâllik alınmış oluyor. Fakat sadece “Estağfirullah.” demek yeterli değil. Bizden helâllik isteyen şahsa, “Helâl ettim” veya “Helâl olsun” dememiz gerekiyor. Bir kimse diğerine, “Benim üzerimdeki bütün haklarını bana helâl et” dese, o da “Helâl ettim.” şeklinde karşılık verse, bütün haklarını helâl etmiş oluyor. Burada hak sahibinin, o şahsın üzerindeki haklarını bilip bilmemesi hükmü değiştirmiyor.
Kişi, hakkını helâl edip aradan bir müddet geçtikten sonra bundan vazgeçerse durum biraz karışıyor. İslam âlimlerine göre hakkını sözle helâl ettiği zamana kadar olan haklarını helâl etmiş; “Etmiyorum.” dedikten sonra ise o günden itibaren olan haklarını helâl etmemiş oluyor. Yani eski kararından istese de vazgeçemiyor.
Bazen çocukların da hakkına girebiliyoruz. Oysa bir çocuğu döven, ona bir iş yaptıran veya çocuğun verdiği hediyeyi alan kimsenin, çocuktan ziyade anne-babası veya velisiyle helâlleşmesi gerekiyor. İnsanın şahsî işlerinden dolayı işyerindeki mesaisini aksatması da kul hakkına giriyor. Fakat çalışanın yapması gereken işlerini bitirdikten sonra, özel işleriyle uğraşmasının mahzuru yok. Ayrıca kişi, çalıştığı işyerinin eşyalarını kullanıp, sonra yerine benzerini koysa veya bedelini fazlasıyla ödese dahi hakka girdiği için tevbe etmesi ve mal sahibiyle helâlleşmesi gerekiyor.
Helâllik istemek elbette nefsimize çok ağır geliyor. Muhatabımızın hakkını helâl etmeyeceği korkusu da harekete geçmemize engel oluyor çoğu zaman. Fakat ahiretteki hesaplaşmanın çok daha zor olacağını dikkate almak gerekiyor. Dolayısıyla muhatabımızın en iyi zamanını kollayıp üslubumuzu ayarlayarak adım atmak en güzeli. Önce tevbe edin
Kul hakları beş kısımda ele alınıyor. Bu hakların hepsi farklı helâllik şekilleriyle telafi edilebiliyor.
Malî: Hırsızlık, gasp, aldatarak veya yalan söyleyerek mal satmak, sahte para vermek, başkasının malına zarar vermek, yalancı şahitlik, rüşvet almak gibi haklar malî kul haklarına giriyor. Bunlar için mal sahibi ile helâlleşmek gerekiyor. Şayet mal sahibi ölmüşse vârisine paranın verilmesi şart. Vârisi yoksa veya mal sahibi bilinmiyorsa, salih bir fakire miktar ne ise onun hediye olarak verilmesi lazım. Eğer çevrede salih fakir yoksa, İslamiyet’e hizmet eden hayır kurumlarına ve vakıflara yardım edilebilir.
Nefsî: Adam öldürmek, kişinin bir uzvunu kesmek ve kişiyi sakat bırakmak gibi şeyler. Hakka girenin önce tevbe etmesi lazım. Adam ölmüşse, velisi ile helâlleşmek gerekiyor. Fakat İslamiyet’te kan davası kesinlikle yoktur.
Irzî: Dedikodu, iftira, alay, sövmek gibi haysiyet ve şerefle ilgili haklar. Böyle bir hak yiyen şahsın, tevbe etmesi ve bizzat kendisinin helâllik dilemesi gerekiyor.
Mahremî: Başkasının çoluk çocuğuna hıyanet etmek bu kategoride değerlendiriliyor. Hak yiyen kişinin hak sahibi ile helâlleşmesi şart. Fitne ihtimali varsa kişi, sebebini açıkça ifade etmeden “Bendeki bütün haklarını affet.” demekle yetinebilir.
Dinî: Çevresindekilere doğru din bilgisi vermemek, din bilgisi öğrenmelerine ve ibadetlerine mani olmak, kişilere ‘kâfir, fâsık’ demek, bid’at çıkarmak veya mevcut bid’atleri savunarak Müslümanların yanlış şeylere inanmalarına/ibadet etmelerine sebep olmak, açıktan oruç yiyerek veya açıktan başka haram işleyerek kötü örnek olmak bu haklardan. Bunların affedilebilmesi için de önce tevbe etmek ardından hak sahipleri ile helâlleşmek gerekiyor.
Helalleşmenin dünyada yapılmaması durumunda, âhirette gerçekleşeceğini de yine bir Buhârî rivâyetinden öğreniyoruz: "Kıyametle mü'minler Cehennem (üzerindeki sırattan) kurtulduktan sonra Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak tefek) mezâlimden bir birlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir" (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, VII, 353-354, 1085 nolu Hadis).
"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır"
(Tirmizi, Sifatu'l Kıyâme, I) haberi de, kul hakkının ve dolayısıyla bundan kurtarıcı helalleşmenin önemini ortaya koyar.
Helalleşme yoluyla gidilecek, çözümlenebilecek kul hakkı öylesine önemlidir ki, Allah Rasûlü "Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur" (Tecrîdi Sarih Tercümesi, VII, 349, 1084 nolu Hadis) buyurarak bu önemi haber verir.
Helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Allah'ın Rasulü "müflis" olarak niteleyip, bunların durumunu şöylece anlatmıştır: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekiyi dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanât-ı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra cehenneme atılır" (Buhari, Edeb, 102).
Helalleşme, öteki dünyadaki iflâstan kurtulmak için, bu dünyada insanlardan haklarını helâl etmelerini dileme ve böylece borçtan kurtulma yoludur.