• Bizim bu alemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalblerine Allah (c.c) ve peygamber (s.a.v) sevgisi ile iman ve İslam nurunu yerleştirmektir.
• Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.
• Bu dünyanın cefâsından sefâsına sıra gelmez, gâfil olmayın, ilme çalışın, geçen günler geri gelmez.
• Ders okuturken takıldığınız bir yer olursa, orada fazla durmayın. Nasıl ki etrafı kazılan bir ağaç kolayca devrilirse, evveli ve âhiri anlaşılan kitabın da ortasını anlamak kolaylaşır.
• Dışımız halk ile, içimiz Hak ile...
• Din asıl, dünya ve siyaset fer'idir. Dünya ve siyaset dinin inkişâfına alet olabilir. Fakat din, dünya menfaat ve siyasetine âlet olamaz. Âlet edenlere lanet vardır.
• Dinamitle su içinde ölen balıklar haramdır. Gayr-i merzuk olanları da mahvettiğinden bu işte hayır yoktur, hadiseler zuhur eder.
• Edep, akıl ve şeriata muvâfık hâl ve harekete denir.
• Ey İslâm Cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe, Resûlullâh'ın eshâbına yalan isnadında ve iftirada bulunulabileceğini mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayınız, çünkü biz hayattayız.
• Göz ve kan verip almakta mahzur yoktur. Zira aza-yı ârıziye olup, aza-yı asliyyeye tabidir. Yani, kötüye kullanılırsa mesuliyeti alan kimseye aittir.
• Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.
• Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.
• Hulûs-i kalble tahsil olunan ilim, ayn-ı ibâdettir.
• İlim, muhabbet, kâmil itikad ve havf isyâna mânidir.
• İlim, nûr-ı ilâhidir. İnsan ise kovan. Kirli bir kovanda arının durmadığı gibi, isyan ve zulmetle kirlenmiş vücud ve kalbde de ilim durmaz.
• İlim vukuata tabidir. Vukuat ilme tabi değildir. Ve herkesin işi kendi efal-i ihtiyarisine bağlıdır.
• İlmin farz-ı ayın olduğu bu günde, sekiz saatten aşağı ders okumak kâfî gelmeyecek.
• İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî hazretleri, „Ben nefsin ne kadar büyük bir düşman olduğunu, ancak onyedi senede öğrenebildim“ buyurmuşlardır.
• İmansız ve zındıklaşmış din düşmanlarının aleyhinde konuşmak, gayret-i diniyyeden olduğu için gıybet değildir.
• İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.
• İnsan gibi, ilminde anâsırı erbaası vardır; ağızdan öğrenmek ve anlatmak, gözünden görmek, kulağından işitmek, eliyle yazmakla beraber, kalbiyle de feyz-i ilâhiyi çekecek.
• İnsanlarla iyi geçininiz. Kimseyi darıltmayınız. Günün birinde araba kaldırmaya olsun, yarar.
• İttika; iman ile küfürden, ibadet ile isyandan, füyüzat-ı ilahi ve rabıta ile de gafletten muhafaza etmek manasınadır.
• Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi'l-Âlemin Kur'ân-ı Kerim'le gönderilip âleme safâ verdiği gibi o Resûlullâh'ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi'l-kıyam devam edecek olan dîn-i mübîni, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.
• Kalemsiz talebe, kurşunsuz avcıya benzer.
• Maşayı ateşe koyup çekmekle ısınmaz, beklerse ateş gibi olur, dersler de böyledir. Az okumaktan istifade o kadar olur.
• Meyve veren ağaca kuru denilmediği gibi, eseri devam eden zevata da ölü denmez.
• Râbıtaya ehil olmayanlara ilim öğretmek harâminin eline kılıç vermek gibidir. Fuyûzât-ı ilâhiden mahrum olduklarından öğrendikleri ilmi dünya menfaatine âlet ederler.
• Rütbesi yüce olan kimselerin, kendilerinde cemal sıfatı galip olduğundan kafir ve asilere helak değil, hidayet diler. Ehl-i küfrün kâffeten helak olup cehenneme gitmesinde fayda yoktur. Enbiya-yı mürselîn insanların hidayeti için gönderildiler, helakı için değil.
• Sahâbi: Resülullah (s.a.v)'in daire-i imkan ve daire-i emkine-i külliyenin tamamını kendi letaifinden nazar ederek, seyr-i sülûkunu bir anda itmâm ettiği kişi demektir.
• Sihir, insanın nefsindeki habâseti, başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havâle etmektir.
• Süleyman aleyhisselâm, „Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs-i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur“ buyurdular.
• Tarîk-i Nakşî; rabıta yolu, enbiya ve mürselîn yolu, ârifler, kâmiller, sıddîklar yoludur. Tarîk-i müşahede ve tarîk-i şühuddur.
• Tırnağını şu dünyaya değişmediğimiz bir evlâdımız için, küre-i arzın altı üstüne gelse, bir şey lâzım gelmez.
• Varis-i Muhammedî ve sahib-i zamanın sonuncusu, sâdât-ı kiramdan olup bu devlet Türkiye'ye ihsan olunmuştur. İmam-ı Rabbanî (k.s.) Hindistan'da, Hz. Şah-ı Nakşibend ve Mevlana Siracüddin Buhara'da, son sahib-i zaman da Türkiye'de zuhur etmiştir. Cümlesi sâdâttan (altun silsileden) olup bu tarik-i âlinin yüceliğine şehadet eder. Irk ve milliyet gözetmeden Hindistan, Pakistan ve Buhara'dan emanet-i kübra, ilahi irade icabı Türkiye'ye intikal etmiştir.
• Yâ Rabbî! Dünyayı kalbime koyma, elimden de alma!