Alevîlik, (Arapça: عَلَوِیُّون) Türkiye’de Sünnîlik’ten sonra en fazla mensûba sahip olan İslâmî bir itikadî mezheptir. Bu mezhebin mensûpları Alevîler olarak adlandırılır.
Alevîlik’te, Muhammed’in son peygamber olduğu, Ali’nin ise Velî’liği (İmamlığı) esastır.
Sünnîlik’teki Allah-Muhammed-Dört Büyük Halife sıralamasından farklı olarak,
Onikicilik itikadının da temelini teşkil eden Hâkk-Muhammed-Ali sıralamasını, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam sevgisini esas alan inançtır.
Alevîlik ve Şiîlik’te önemli bir yere sahip olan Ali’nin Zülfikar isimli kılıcın üzerinde “Ali Velîy’ûl-Lâh” yazan temsîlî bir resmi.
Siyâseten İslâmiyet’in İmâmiye-i İsnâ‘aşer’îyye / Onikicilik fıkhî mezhebinden olan Alevîler, itikaden Horasan Melametîliği’nden köken alan Hoca Ahmed Yesevî’in kurduğu Sünnîliğin Tasavvufî–Yeseviyye Tarikâtı ile Fâtımîler Halifeliği devrinde Orta Asya ve Türkistan’da çok önemli faaliyetlerde bulunan Nâsır Hüsrev’in kurucusu olduğu Pamir Alevîliği’nin de altyapısını oluşturan Şiîliğin Bâtınî–İsmâilîyye fıkhî mezhebinin tesirleriyle gelişimini tamamlayarak ortaya çıkan Tasavvufî-Bâtın’îyye itikadî mezhebi mensûplarıdır. Alevîlik içerisinde Kızılbaş, Dazalak, Kalender’îyye, Bedr’îyye, Bektâş’îyye, Câm’îyye, Şems’îyye, Edhem’îyye gibi farklı birçok bâtınî tarikât yer almaktadır.
13. asırda Babâîlik’ten ve 14. asrın sonlarından itibaren de yoğun olarak Hurûfîlik’ten etkilenen Anadolu kaynaklı Bektaşilik Tarikatı bunların içlerinde en meşhur olanıdır. 14. ve 15. asırlarda Fadlullah Ester-Âbâdî tarafından Şiîlikten ayrılarak zuhur eden Hurûfîlik mezhebinin tesirleri altında kendisini yeniden yapılandırmış olan Bektâşîlik, Alevîliğin içinde yer aldığı varsayılan bir tarikât olması itibâriyle Anadolu Alevîliği’nin tamamını tanımlamamaktadır.
Temel inançAlevîlik, Hâkk-Muhammed-Ali üçlemesiyle Ehl-i Beyt, ve Oniki İmamları önemseyen Câferiyye Şiîliği ile ortak noktalara sahip olan bir yoldur. Alevîlik’te incelenmesi gereken asıl inanç Vahdet-i Vücud veya Varlık birliği’dir. Ayrıca, Hurûfîlik’te de mevcut olan tanrının insan dâhil evrendeki her şeyin içinde olduğu inancı da vardır. (Kamusaltanrıcılık)
Dört kapı kırk makam inancına maddeler: Dört Kapı Kırk Makam, Hacı Bektaş-ı Veli, ve Bektâşîlik
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki kâmil insan olma ilkelerini Hacı Bektâş-ı Velî’nin tespit ettiğine inanılır.
Hacı Bektâş, "Kul Tanrı’ya kırk makâmda erer, ulaşır, dost olur" demiştir.
Alevîler kendi içlerinde bir çeşit hiyerarşi oluşturmuştur.
Örneğin yola gönül vermiş olana tâlip denir.
Kişi, yolun kurallarını yerine getirip bilgi düzeyini arttırdıkça yükselir.
Alevîlikte yol denen deyimin temelini Dört Kapı Kırk Makam anlayışı oluşturmaktadır.
Dört Kapı ve Mertebeleri şunlardır:
Şeriat (Bel Kapısı / Mü’minlik Mertebesi),
Tarikat Kapısı (Yol Kapısı / Zâhidlik Mertebesi),
Hakikat Kapısı (İl Kapısı / Âriflik Mertebesi),
Marifet Kapısı (Gök Aman – Yer Ana / Mûhiplik Mertebesi).
Her kapının on makâmı vardır.
Şeriat Kapısı’nın makamları: İmân etmek,
İlîm öğrenmek,
İbâdet etmek,
Haramdan uzaklaşmak,
Ailesine faydalı olmak,
Çevreye zarar vermemek,
Peygamberin emirlerine uymak,
Şefkâtli olmak,
Temiz olmak ve
Yaramaz işlerden sakınmak.
Tarikat Kapısı’nın makamları: Tövbe etmek,
Mürşidin öğütlerine uymak,
Temiz giyinmek,
İyilik yolunda savaşmak,
Hizmet etmeyi sevmek,
Haksızlıktan korkmak,
Ümitsizliğe düşmemek,
İbret almak,
Nîmet dağıtmak,
Özünü fakir görmek
Hakikat Kapısı’nın makamları: Edepli olmak,
Bencillik, kin ve garezden uzak olmak,
Perhizkârlık,
Sabır ve kanaât,
Hâya,
Cömertlik,
İlîm,
Hoşgörü,
Özünü bilmek,
Âriflik.
Marifet Kapısı’nın makamları: Alçakgönüllü olmak,
Kimsenin ayıbını görmemek,
Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek,
Allah’ın her yarattığını sevmek,
Tüm insanları bir görmek,
Birliğe yönelmek ve yöneltmek,
Gerçeği gizlememek,
Mânâyı bilmek,
Tanrısal sırrı öğrenmek,
Tanrısal varlığa ulaşmak.
Alevilik'te dini ayinler ve Alevilik'te kutsal günlerAlevîler, Muhammed’in son peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib’nin ise veliliğine (ya da imamlığına) inanırlar. Alevîler, ibâdetlerini cemevinde yaparlar.
Kadir Gecesi’yle bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar.
Muharrem’den sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar.
Muharrem orucundan evvel üç gün Masum-u Paklar orucunu tutarlar.
Alevi nüfusu dağılımıÜçte biri İstanbul bölgesinde yaşayan Alevîlerin daha sonra en yoğun olarak bulundukları yöreler arasında Ankara, Adana, Balıkesir, Eskişehir, Bursa, Antalya, Aydın ve Damal, Ardahan şehirleriyle,
Orta ve Doğu Anadolu'da yer alan Erzincan, Sivas, Malatya, Tunceli ve Kahramanmaraş illeri gelmektedir.
Türkiye’de en çok Alevî köyü ise 57'si karışık olmak üzere toplam yaklaşık 548 adet köy olup Sivas ilinde yer almaktadır. Bunların ardından sırasıyla, Erzincan, Tokat, Çorum, Malatya, Kahramanmaraş, Hatay, Tunceli, Amasya, Yozgat, Adıyaman, Bingöl, Erzurum, Balıkesir, Kars, Manisa, Aydın, Adana, Mersin, Muğla ve Ordu illeri gelmektedir.
Anadolu dışında ise Rumeli, Balkanlar, ve Arnavutluk'ta yaşayan Bektaşiler'in yanısıra, Batı İran ve Kuzey Irak'ta Yâresân, Kakai, Ehl-i Hak (Ali İlâhîlik)[4] gibi isimlerle anılan ve kendilerini Kürt Alevîleri olarak tanımlayan gruplar bulunmaktadır.
Bugün İran'ın doğusunda Horasan'da da küçük bir Alevî topluluğu vardır. Alevîler daha ziyâde dağlık olan merkezî otoritenin baskısının ulaşamadığı bölgelerde yaşamlarını sürdürmektelerdir.
Hurûfîlik – Bektâşîlik Tarikâtı ve Safevîyye Tarikâtı – KızılbaşlıkAnadolu’da 13. Asra damgasını vuran Babâîlik hareketinin devamı niteliğinde olan ve İran Râfizîliği’nin yayılmasına hizmet eden iki büyük tarikât, 14. Asrın sonlarında ortaya çıkan Şiîliğin Hurûfîlik mezhebinin şiddetli tesirleri altında faaliyetlerini sürdüren Bektâşîlik ile, 15. Asrın sonlarında ortaya çıkan ve 16. Asrın başlarında Anadolu’da derin izler bırakan Şah İsmâ‘il Safevî’nin takipçilerinin oluşturduğu Kızılbaşlık olmuştu.
Ayrıca bakınız: Nesîmî ile Hallâc-ı Mansûr
Hurûfî-Bektâşî inancıBektâşîlik ve Kızılbaşlık’ta kendisine İsmet (Günahsız) sıfatı atfedilen Ali tasviri; İslam peygamberi Muhammed’den sonra İslâmiyet’i kabul eden ilk erkek olarak resmedilmiş.
Hurûfîlik akımı İranlı bir Şiî mutasavvıf olan Fadlullah Ester-Âbâdî tarafından kuruldu. Helep sınırlarından Batı Anadolu’ya doğru hareket eden HurûfîlerSeyyid Nesîmî’nin H. 820 / M. 1417 yılında Halep’te i’damından sonra Irak’tan Azerbeycan’a, ve oradan da Doğu Anadolu’ya kadar olan bölgelerde Hurûfîliği yaydılar.Nesîmî’nin Divânı ve menâkıbnâmesi birçok mutasavvıf için iyi bir kaynak ve sermaye teşkil etti. Nesîmî, daha Fadl’Allah Yezdânî’nin Hurûfîlik mezhebinin ortaya çıkmasından beş asır önce yaşayan Hulûl ve ilhada yönelik söylemleri nedeniyle de ayni âkıbeti paylaşmış olan Hallâc-ı Mansûr’un muıkibi olarak telâkki edildi. Aslen İbâh’îyyûn olan Hurûfîler, ayni zamanda Mücessime’den olduklarından ötürü Allah’ı cisim olarak, Bâtınîliğin esas umdesi olan hulûle olan inançları nedeniyle de Fadlullah Hurûfî şeklinde tecelli ettiğine itikat ederler.
H. 796 / M. 1394 yılında Hurûfîlik akımının kurucusu "Fadl’Allah Yezdânî" i’dam edilince, başta damadı "Aliyyû'l-A’lâ" olmak üzere Hurûfîler’in çoğu Kırşehir’deki Hacı Bektâş Dergâhı’na sığındılar. Böylece Hurûfîliği Kırşehir’de Hacı Bektâş Tekkesi’nin yoldaşları arasında Hünkâr’ın tâlimatı diyerek yaymaya başladılar. H. 822 / M. 1419 yılında vefat eden ve kendisini Hacı Bektâş’ın hâlifesi olarak tanıtan Aliyyû'l-A’lâ adındaki bu Hurûfî babasının bütün tâlimatı günümüzdeki Bektâşî inanışlarıyle tam bir ittihad göstermektedir. Aynı zamanda bu tarikâta, âşık adı verilen ellerinde saz ve koltuklarında şarap tulumbaları taşıyan şahsiyetleri getirenler de Hurûfîler’dir.
Hurûfîlik ve Bektâşîlik'te mukaddes addedilen risalelerBektaşilik Tarikatı Hurûfî tesirlerine maruz kaldıktan sonra, Hurûfîliğin inanış ve kuramları hakkındaki esasları içeren Fadl’Allah Yezdânî’nin Câvidannâme’si, Şeyh Sâfî’nin Hakikâtnâme’si, Ali’ûl-A’lâ’nın Mâhşernâme’si, Emîr Gıyâs’ed-Dîn’in Üstüvânâme’si, Frişte Oğlu’nun Ahiretnâme’si ve yine bu konuda yazılmış olan Aşıknâme, Hidâyetnâme, Mukaddeme’t-ûl-Hâkayık, Muharremnâme-i Seyyid İshâk, Nihâyetnâme, Tûrabnâme, Miftâh’ûl-Gayb, Tuhfet’ûl-Uşşak, Risâle-i Nokta, Risâle-i Hurûf, Risâle-i Fazl’ûl-Lah, ve Viran Abdal risalesi[67] gibi eserler Bektâşî Tarikâtı canlarının üstâdları tarafından saygıyla birer kutsal kitap muamelesine tâbi tutulmaktadır.
Kızılbaş ve SafevîlerSafevîler adlarını bir Sünnî olan Sultân’ûl-Halvetî [68] Tac’ed-Dîn İbrahim Zahid el-Geylânî’nin kızı “Bibi Fâtıma” ile evlenen ve böylece Tac’ed-Dîn’in vefâtından sonra da kendi adıyla anılan Safevî Tarikâtı kuran Safî’ûd-Dîn-i İshâk Erdebilî’den almaktadır. Şeyh Cüneyd devrinde Şiîliğin “İmamiye-i İsnâ‘aşer’îyye/Onikicilik” mezhebini resmen benimseyen Safevîyye Tarikâtı, Cüneyd’in torunu İsmâ‘il zamanında kurulan Safevî Devleti’nin de altyapısını oluşturdu.
İsmâ‘il Safevî’nin himâye altına almak istediği Anadolu Alevîleri Çaldıran Savaşı esnasında aralarındaki mezhebî akrabalıktan dolayı Safevîler’e destek verdiler. Safevî ordusundaki askerler, kafalarına İsmâ‘il’in babası Şeyh Haydar’ın icâdı olan ve Oniki İmam inancını anımsatmak maksadıyla da oniki kıvrımlı, kızıl renkli kumaş ile sargılanan mihverler taktıklarından ötürü Kızılbaş olarak adlandırıldılar.
Muhammed bin el-Hânifîyye, Keysân’îyye, Ebû Mûslim Horasanî, Sinbâd’îyye, ve Hûrrem’îyyeMuhammira (Kızıl Giyinenler Fırkası) Mezhebi, El-Mukannaʿîyye, Hûrremdîn’îyye ve Kûl’îyye gibi aslen Mazdekçi olan fırkalar tarafından oluşturulan mezheplerin mensuplarını tanımlamada kullanılan bir ortak üst kimlik tâbiriydi. Hûrremdîn’îyye Mezhebi ise aslen Azerî ve Türkmen boylarından oluşan Bâbek’îyye ve Mâzyâr’îyye fırkalarından müteşekkildi. Bû’ Müslim’îyye, Muhammira, ve İshâk et-Türk’îyye gibi hep Türkler’den oluşan bu mezheplerin tamamı Rizâm’îyye mezhebinin uzantıları olup Riyâh’îyye fırkası ile birlikte Râvend’îyye’nin taraftarlarından müteşekkil olan mezheplerdi. Bu mezheplerin hepsinin ortak yanlarıysa itikaden Mücessime’den olmaları ve Muhtâr’îyye, Hâşim’îyye, Kebr’îyye mezhepleri gibi Ghulat-i Şîʿa’dan olan ve Hazreti Ali’nin oğullarından Muhammed bin Hânifîyye’nin ulûhiyetini esas alan Keysânîyye mezhebinden türeyen kollar olmalarıydı.[69] Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre ise Kızılbaşlar Hûrremîler'in ruhânî torunlarndan başka birşey değillerdi.
Karakoyunlular, Cihan Şah, Şirvanşahlar, Akkoyunlular, ve Uzun Hasan
Karakoyunlular’ın Safevîyye Tarikâtı’nın itikadî eğilimleri üzerindeki tesirleriİran’da zamanın en güçlü hanedanı olan Karakoyunlu hükûmdârı Cihan Şah Şeyh Cüneyd’e Erdebil’i terk etmesini aksi takdirde şehri yakıp yıkacağını bildirmişti. Bu hâdise üzerine Şeyh Cüneyd, Karakoyunlular’ın hasımları olan Akkoyunlu Uzun Hasan’dan sığınma talebinde bulunmuş ve daha sonra da Uzun Hasan’ın kızkardeşi Hatice Begüm ile evlenerek bu ilişkiyi bir akrabalığa dönüştürmeyi başarmıştı. Şeyh Cüneyd’in Şirvanşahlar üzerine düzenlenen bir seferde ölümü üzerine yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da, Uzun Hasan’ın Trabzon Rum İmparatorluğu Prensesi Theodora Despina Hatun’dan olan kızı “Martha Âlemşâh Begüm” ile evlendi. Bu evlilikten doğan İsmâ‘il ise daha sonra Safevî Devleti’ni kurdu. Uzun Hasan’ın Pontus Rum Prensesi Theodora Despina Hatun ile evlendirilmesinin sebebi ise Theodora Despina’nın babası Trabzonlu IV. Yuhannes Komnenos’un kendi ülke toprakları olan Trabzon Rum İmparatorluğu’nun Osmanlı istilâsından korunması için Uzun Hasan’nın yardımına muhtaç olmasıydı.
Akkoyunlu Şiî Hükûmeti devrinde Anadolu’da Alevîlik hareketleriSekizinci hicrî asırda Anadolu hemen hemen tamamıyla Şiî bir hüviyete bürünmüştü. Harezm’den geri dönen aşîretler, asırlar boyunca çeşitli mezhep mücadelelerinden bitâp düşmüş bir çevrenin sâhip olduğu itikadları da beraberlerinde getirmişlerdi. İlhanlılar’ın yıkılması ve Moğol saraylarında yaşayan Şiî ulûlarının buralardan tardedilmelerinden sonra Diyâr-ı Bekir Türkmen Beyliği’nin oluşumuna kadar geçen süre zarfında bu aşîretler bağımsız olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Diyâr-ı Bekir Türkmen Beyliği’nin Akkoyunlu Aşîreti tarafından kurulması üzerine İlhanlı ve Moğol saraylarını terk eden Şiî âlimleri bu topraklara sığındılar. Çünkü Akkoyunlu Hükûmeti Şiîliği resmî mezhebi olarak kabuletmişti. H. 837 / M. 1434 tarihinden sonra Şiîlik olanca gücüyle Anadolu’daki intişarına devam etmekteydi. H. 892 / M. 1487 yılında Karakoyunlular Akkoyunlular tarafından mağlûp edilince ülkeleri ellerinden çıktı. Bilâhare Akkoyunlular da H. 907 / M. 1502 tarihinde Nahçivan civarında İsmâ‘il Safevî Hatai ile giriştikleri meydan muharebesini kaybederek tarih sahnesinden silindiler.
Şiîler’in kurduğu Safevî Hükûmeti devrinde Anadolu’daki Şîa-yı Bâtınîyye hareketleriAkkoyunlular çökmesi üzerine İsmâ‘il Safevî önce Tebriz’i kendisine payitaht edindi ve sonra da buradan İran’ın tamamının fethine başladı. Dokuzuncu hicrî asrın Şiî’ûl-Mezhep mutasavvıfları arasında seçkin bir yere sâhip olan “Hoca Ahmed Hitlânî” ve onun baş müridi olan Seyyid Muhammed Nûrbahş Safevîler’in ortaya çıkmasında çok mühim gayretler sarfederek başlıca rolü üstlendiler.
Safevî – Osmanlı siyâsî mücadelesiSafevi Hanedanı doğu ve batısında yer alan Sünnî Türk devletlerine karşı kendi istiklâlini sürdürebilmenin yolu olarak gördüğü için, İran’da Şiîliği resmi bir devlet mezhebi şekline sokmaya ve İran’ın çeşitli mıntıkalarında yaşayan Sünnîlere de zorla kabul ettirmeye karar verdi. Siyasî bir maksada yönelik olan bu harekete karşı da, Osmanlı Devleti’nin Sünnîliği yüceltmesi ve Safevîlerin Anadolu'da ve Rumeli’de sürdürmekte oldukları Şiîlik yanlısı propagandalarına mukabelelerde bulunması dini sebepleri öne sürerek ulaşılmaya çalışılan siyâsî amaçlara dayalı mücadeleler olarak görülür.
Osmanlı Devleti'nde Alevi zulmü, Celali isyanları, Kuyucu Murat Paşa, Vaka-i Hayriye, ve Dersim ayaklanmaları
Tarihi İpek Yolunun kara bölümünü kontrol eden ve bu ticareti elinde bulunduran Türkmenler’in gittikçe güçlenerek Karadeniz ve Akdeniz’deki limanlara inmeleri başta Osmanlılar olmak üzere Ceneviz ve Venedikliler'i telaşlandırmıştır. Safevî Şahı İsmâ‘il'in daha fazla batıya gelmemesini isteyen Osmanlılar Çaldıran'da Şah İsmâ‘il'in ordusunu bozguna uğratarak bölgede kesin hâkimiyet sağlamıştır. Yükselme ve varlık döneminde sessiz kalan Alevîler, Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminde çiftçilerin vergi sorunları (ekonomik), Tımar sistemi’nin bozulması (askerî) ve iyice teokratikleşen yönetim gibi nedenlerle Celali ayaklanmalarını başlattılar. Bu ayaklanmalar Kuyucu Murat Paşa ve IV. Murad gibi padişah ve sadrazamlar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Osmanlı Devleti’nin gerileme döneminde Pir Sultan Abdal’ın bir vali tarafından asılması üzerine sorunlar yeniden baş gösterdi ve Sivas bölgesi ayaklanmaya başladı. Daha sonra, Amasya ve Tokat bölgelerinde başlayıp süren ayaklanmalara, Tanzimat sonrasında Tunceli de katıldı. Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde Dersim ayaklanmaları ile devam eden Celali ayaklanmaları Türkiye Cumhuriyeti’in kurulmasıyla sona ermiştir.
Yezdânizm ve Yezdânizm’in Ghulat-i Şîʿa ve Kürt Alevîliği ile etkileşimi“Yezdânizm”, İslâmî-Bâtınî inançlarla her hangi bir alâkası bulunmayan Yezîdî gnostik dini, Hitit mitolojisinden esinlenerek antik Anadolu paganizmini Kürt-Alevî kimliğini benimsemiş kitleler arasında yeniden canlandırmağa uğraşan Işık Alevîliği, ve İslâm tasavvufunun özellikle de Bektâşîliğin Mazdeizm itikatları üzerinde oluşturduğu tesirler neticesinde yeniden biçimlenen Yâresânî Kürt tarikâtı gibi gayr-î İslâmî İran-Kürt kökenli gruplar” arasında mevcut inançları tanımlamak maksadıyla ilk defa Mehrdad R. Izady [76] tarafından kullanılan yeni bir tâbirdir.
İran’ın İslâmîyet’ten evvelki dinleriArab istilâsına uğramadan evvel, İran’da dinî bir birlik mevcut değildi. Mazdeizm’den ayrı olan Budizm, Hristiyanlık gibi dinlerin yanı sıra Manichéisme, Mezdekisme ve benzerleri gibi birçok mezhepler mevcuttu. Sasânîler Devri’nde İran’ın resmî dininin Zerdüştçülük olmasına rağmen Zerdüşt ruhban sınıfının şiddetli takipleri dahi bu gibi mezheplerin gizli ya da âşikâr olarak yaşamalarına engel olamamıştı.
İran’da İslâmîyet öncesi dinlerden günümüze kalan ve hâlen yaşamakta olan bayramlarArab istilâsından sonra ise İranlılar’ın âdet ve âyinleri tamamen kaybolmayıp asırlarca hayâtiyetlerini sürdürmüştü. Bilhassa Nevruz ve Mihrguân Bayramları bu gibi âdetlerin başında yer almaktaydılar. Hattâ İran’ın İslâm öncesi bayramlarından en önemlisi olan Nevruz Bayramı daha sonraları İslâm’ın an’anesi içinde kendisine çok ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Mihrguân (yani Mithra) Bayramı, ise İran Moğollar tarafından istilâ edilene dek Mihr ayının başında kutlanmaktaydı. İran’da bütün eyaletlerde Araplar tarafından tahrip edilmemiş birçok “Ateşgâhlar” (pyrées) da mevcûttu. Bunların başında en meşhurlarından olan Azür Ferbegû, Azür Güşnasb ve Azür Bürzin Mihr adındaki üç büyük ateşgêde gelmekteydi
Abbâsîler Devrinde Maniliğin İslâm ile mücadelesiAbbâsîler döneminde devletin de desteğiyle en önemli gelişme Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat denilen ana akım İslami hareketin sistemleştirilmesi oldu. Zındıklık ithamının rejim aleyhtarlarına karşı devletin en mükemmel silahını oluşturduğu söylenir. İbn’ûl-Mukaffa'nın, Basra valisi Süfyan bin Muaviye tarafından öldürtülmesi buna örnek olarak gösterilir. Şair Beşşar İbn-i Bürd'ün Halife Mehdi’nin sarayında uzun yıllar geçirdikten sonra vezir Yakup İbn-i Davud’un aleyhinde hicviyeler yazması nedeniyle kırbaçlanarak, şair Ebû Nüvâs'ın Halife Emîn’e telmihen yazdığı şiirler nedeniyle zehirletilerek, her ikisi de zındıklıkla itham edilmek suretiyle, öldürüldükleri söylenir.
Halife Ebû Câfer devrinde ise Mâniler nisbeten daha iyi muamele gördüler. Halifenin tâbibi Hasib kendisinin Hıristiyan olduğunu açıkça söyleyen bir "zındık" idi. Aynı halifenin kâtibi Yezid bin el-Feyz de Mâni idi. Mâniler ve kendilerine Dehrîler adı verilen materyalist filozoflar, Halife Mehdi zamanında ise zındıklık suçlamasıyla yargılandılar. İbn-i Râvendî yandaşı olan Salih bin Abdûlkuddus de H. 166 / M. 783 yılında Halife Mehdi tarafından idam ettirilmişti.
Manichéisme’in İslâmiyet’in Mu'tezile mezhebiye mücadelesi ve Alevîlik üzerine tesirleriMâniler’in dinî eğitimlerinin İslâmiyet’in dinî âkideleri üzerine de bir hâyli tesirleri olmuştu. Bazı İslâm mezhepleri Mâniler ile mücadelelerini sürdürürlerken onlarla kaynaşarak, ya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Manichéisme’in tesirine tâbi oldular. İslâm âleminde Manichéisme’nin gelişme devri tam olarak öncelikle Mu'tezile’nin en güçlendiği zamana ve ikinci derecede de Şî’îliğin en kudretli olduğu döneme tekabül etmektedir. Mu'tezile reislerinin birçoğu Mânilerle dinî ve metafizik mes’elelerle alâkalı münazaralar yapmak suretiyle mücadele ediyorlardı. Bu karşılıklı yapılan münazaralar esnasında Mani itikadlarının Şiîlik üzerine önemli tesirleri olmuştu. Halife Mehdi zamanında, Ebû Muhammed Hişâm bin El-Hakem, Ebû Ali Muhammed İbn-i Abd’ûl-Vahhab El-Cübbaî, Yahya bin Halid’in kâtibi ve zındıklık ile de itham edilmiş olan Ebû Muhammed Hasan bin Mûsâ el-Nevbahtî, Ahmed bin Muhammed bin Hanbel, Ebû Muhammed bin Zekeriya er-Râzî ve İbrahim’ün-Nazzam’ın tilmizlerinden Ebû Affan Er-Rakî gibi İslâm âlim, ve kelâmcılarının Manichéisme ve onun âkideleri aleyhine yazmış oldukları kitaplarda heterodoks nitelik taşıyan ve hususiyle de Mâniliğe ait bilumum mezhepleri reddetmeğe başlamışlardı. Diğer taraftan ise İbn-i Tâlut, Ebû Şâkir’ûd-Deysânî, İbn’il-A’da El-Harizî, Abdülkerîm bin Ebî’l-Evcâ, Salih bin Abd’ûl-Kuddus, Hammad-ı Acered, Yahya bin Ziyâd ve Muti bin İlyâs gibi müellifler Manichéisme âkidelerini müdaafa eden eserler yazmışlardı.