"Doğu’da, babası bir annesi farklı iki kardeş yaşardı. İkisi de askerlikte yetenekli, kılıç ve ok kullanmada usta,
iyi huylu ve bilgin idiler.
Oğullarının yiğit ve savaşçı olduğunu gören babaları, ülkesini ikiye böldü. Yarısını birinin,
diğer yarısını ötekinin gözetimine verdi. Böylece ölümünden sonraki taht kavgasını engelleyeceğini düşünmüştü..
Oğullar kendi payıyla yetiniyordu. Servet de asker de sayılamayacak kadar çoktu.
Şehzadelerden biri adaletle iş görür, halkına sevgiyle davranırken, diğerinin gözünü hırs bürüdü, daha çok servet ve egemenlik için yönetiminden sorumlu olduğu insanlara zulmetmeye başladı.
Adil olanı, bağış ve ihsanı adet edinmiş, yoksul ve düşkünlere yardım ediyordu. Misafirhaneler, tekke ve dergahlar, aşevleri ve hastaneler yaptırıyordu. Hazinesi boşalıyor, fakat halkı zenginleşiyordu. İnsanların mutluluğu için çalışıyor, bu yolda başarı için gece gündüz. Allah’a yakarıyor, şükrediyordu.
Öteki şehzâde kendi taç ve tahtı için halka zulmetti. Kendi zenginliği uğruna insanlardan ağır vergiler topladı. Ticaret yapanların varlığına göz dikti. Güçsüzleri korumak bir yana, onları daha düşkün ve daha yoksul bir duruma düşürdü.
Fakat aslında kimseye değil, kendine fenalık yapıyordu. Hırs gözünü kör ettiğinden, kötülüğünün nelere yol açacağını göremiyordu. Zorla topladığı vergileri kendi gücü ve güvenliği için kullanıyor, askerini doyurmuyordu.
Çok geçmeden duruma itiraz eden sesler yükselmeye başladı. Askerleri dağıldı, tüccarlar alışverişi kesti, çiftçiler ekin ekmedi, halk yoksullaştı ve nihayet kıtlık başgösterdi.
Bu durumu fırsat bilen düşmanları harekete geçti, ülkeye dörtbir yandan savaş açıldı.
Sonuçta ülkesi talan edildi, uğruna herşeyi göze aldığı tahtı yerle bir oldu.
Artık halk ülkeyi terkediyordu.
Ülkeyi işgal edenler, geride kalan halkın iyilerince şöyle alkışlandı:
“Bahtiyar olun, zulme son verdiniz. Ülkenin sahibi adil ve esirgeyici olandır.”
İki kardeşten geriye birer isim kaldı. Biri iyilik, diğeri kötülükle anıldı.