"Meşhur mutasavvıf Malik bin Dinar'ı yolda giderken gören biri, geriden söylenerek der ki: Şu adamı görüyorsunuz ya, riyakârın tekidir. Hep gösteriş için yapar yaptıklarını! Halk da onu tasavvuf büyüğü zanneder!..
Malik bin Dinar, sesin geldiği tarafa dönüp adama tebessümle bakar, olanca yumuşaklığıyla şu cevabı verir:
- Allah razı olsun senden. Şimdiye kadar hiç kimse beni bu kadar doğru tarif etmedi!
Nasıl, var mısınız böylesine bir eleştiriye gönül rızasıyla bakmaya? Teşekkürle karşılık vermeye?
Yoksa size böyle bir eleştiri yönetecek adam anasından doğmamış mı? Ancak kefenini hazırlayan mı göze alır böyle bir eleştiriyi?
İsterseniz benzeri bir sabır ve yaşama örneğini de İmam-ı Azam Hazretleri'nden verelim. Bakalım o nasıl mukabele ediyor kendisini olanca ağırlığıyla tenkit edip eleştiren adama... Küfe mescidinden çıkıp evine doğru yürüyen imamın peşine takılan bir adam, söylenerek gelir:
- Sen İmam-ı Azam filan değilsin. Verdiğin fetvaların çoğunda yanlışlar vardır. Ama riyakârlık edip halka büyük bir alim gibi görünüyor, kendine İmam-ı Azam dedirtiyorsun?..
Yolun sonuna kadar arkasından gelen bu ithamları dinleyen imam, nihayet geriye dönüp tebessümle baktığı adama der ki:
- Burası benim evimdir, söyleyeceklerin bittiyse izin ver de evime gireyim!
İmam evine girer, kapısını da yavaşça kapar, bunca itham ve isnatlara kırıcı bir karşılık vermeden sabırla dinleyen imamın bu hali, adamı düşündürür. Kararını veren adam söylenir:
- Bu zat gerçekten de İmam-ı Azam'mış!
Fıkıh açısından bu türlü eleştiri sahiplerine anlayacakları dilden cevaplarını verip yanlışlarını düzeltmek itham edilenlerin hakkıdır. Ancak cevap hakkını kullanmayıp sabır göstermek de tasavvufî bir olgunluktur. Bu olgunluğu gösterip eleştirilere hemen cevap vermeyenler: "Benim adıma bir melek cevap veriyor" diye düşünürler ve şu tarihî olayı da bu tasavvufî tavırlarına delil olarak gösterirler.
Bir gün diline hakim olmakta güçlük çeken öfkeli biri, Hazreti Ebu Bekir'e (ra) ileri geri söylenmeye başlar. O da hakkı olan cevabını vermeyip sabırla dinlemeyi tercih eder. Efendimiz de bu durumu tebessümle seyreder. Ne var ki, adam eleştirilerini uzatınca suskunluğunu bozan Hazreti Ebu Bekir (ra) cevap vermeye başlar. Bu defa da Efendimiz'in yüzündeki tebessüm kaybolur. Bu durumu merak edip sorulunca Efendimiz de şöyle cevap verir:
- Seni tenkit eden adamı sabır ve tahammülle dinlerken bir melek senin adına cevap veriyor, seni savunuyordu. Sen cevap vermeye başladın, melek sustu. Meleğin susmasından dolayı üzüldüm, tebessümüm kayboldu!
Evet, bazen insan haksız eleştirilere maruz kalabilir. Belki layık olan cevabı da veremez. Ama onların adına cevap veren melekler de bulunur. Gönül ehli kimseler bunu bildiklerinden, tebessümlü bir bakışla eleştirileri cevapsız bırakır, sabrederek olgunluk örneği verirler, mutlaka (bir) söyleyene (bin) cevap vermek gibi bir savunmaya geçme gereği duymazlar. Tıpkı Hazreti Mevlâna gibi. Konya çarşısında kendine çok güvenen bir ham adam, çevresine meydan okuyarak der ki:
- Bana bakın bana! Ben öyle bir adamım ki bana (bir) söyleyen (bin) cevap alır!
Hazreti Mevlâna adamın çenesi altına kadar sokulur, gözlerinin içine bakarak cevap verir:
- Ben de öyle bir adamım ki bana (bin) söyleyen (bir) cevap dahi alamaz! Meleklerin cevabı yeter bana!
- Var mısınız siz de eleştirilere hemen cevap vermeyip meleklerin cevabıyla yetinme olgunluğuna?
Yoksa bir söyleyene bin cevap verir,
sizi eleştirmeye cesaret eden adamı,
anasından doğduğuna pişman mı edersiniz alimAllah.
AHMED ŞAHİN
ZAMAN