Vefâtı:
İmâm-ı Rabbânî hazretleri ömrünün son zamanlarında evinde inzivâya çekilip beş vakit namaz ve Cumâ namazı hariç evden çıkmadı. Kendi oğulları ve kıymetli talebelerinden birkaç kişi hâriç başkaları çok nâdir içeri girebiliyordu. İnzivâya çekilip insanlardan uzak kalmasının hikmeti sorulunca; “Bu dünyâdan göçmemi çok yakın görüyorum.
İş böyle olunca tamâmen inzivâ ve ayrılığı tercih edip dâimâ istiğfar ediyorum, af diliyorum. Bunları zarurî görüyorum. Bütün vakitlerimi ve nefeslerimi, zâhirî ve bâtınî ibâdetle geçirmeyi daha lüzumlu buluyorum. Bu da ancak insanlardan ayrılmak ve tam bir uzlette kalmakla ele geçer. Bunun için, beni bırakınız, benden ayrılınız ve beni Allahü teâlâya ısmarlayınız.” buyurdu.
Ömrünün son altmış üç günü humma hastalığı çekti. Hastalığının en şiddetli günlerinde bile cemâatle namaz kılmayı terk etmeyip sâdece son dört beş gün yalnız namaz kıldı. Bir gecenin üçüncü yarısında kalkıp abdest aldı ve teheccüd namazı kılıp; “Bu bizim son teheccüdümüzdür.” buyurdu.
Vasiyetini bildirdi. Vasiyetlerinin çoğu dîne uymak, sünnete yapışmak, bid’atlerden sakınmak, farz ve nâfile ibâdetlere devam etmek hakkında olup; “Dînin kıymetli kitaplarından dîne tam uymağı öğreniniz ve bununla amel ediniz. Benim techiz ve tekfin işlerimi yaparken sünnete uyunuz.” buyurdu.
1624 (H. 1034) senesi Safer ayının yirmi dokuzuncu Salı günü abdestli olarak sedir üzerine yatıp sünnet üzere sağ ellerini sağ yanağının altına koyup zikirle meşgul oldu. Bu sırada sık sık nefes aldığını gören büyük oğlu; “Hâl-i şerîfiniz nasıldır babacağım?” diye sordu. İyiyim ve kıldığım o iki rekat namaz kâfidir, buyurdu.
Bundan sonra bir daha konuşmayıp, yalnızAllahü teâlânın ismini zikrederken rûhunu teslim etti. Vefatında 63 yaşındaydı. Cenâzesi yıkanırken bir müddet tebessüm edip ellerini namazda olduğu gibi bağladı. Yıkama esnâsında ellerini çözdüler, fakat tekrar bağladı.
Bu durum birkaç defa tekrarlanınca oradakiler bunda gizli bir sır olduğunu anlayıp bir daha ellerini çözmeyip öylece bıraktılar. Serhend’de evinin yanında defnedildi. Daha sonra Afganistan pâdişâhı Şâh-i Zaman, kabri üzerine büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırdı.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri vefâtından sonra da sevilmiş, asırlar boyu medh edilmiş, eserleri okunup istifâde edilmiştir. Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri onu şöyle medh etmektedir:
“Yâ Rabbî! O nihâyetsiz yolun yolcusu, ilim sahiplerinin reisi, bu göz ile görülmeyen ve akıl ile varılamayan gizli sırların menbaı, insanların anlıyamadığı, ancak senin bildiğin büyüklüğün sâhibi, köpüren dalgaların mânâlar deryası; maddesizlik mekansızlık âleminin reisi, nurları ile Hindistan’ı aydınlatan, Serhend şehrini Mûsâ aleyhisselâma Allahü teâlânın kelâmı geldiği şerefli vâdi (gibi) yapan, Muhammed aleyhisselâmın dîninin büyüklüğünün vesikası, keskin görüşlüler meclisinin ışığı, dîni bütün olanların sertâcı, düşünülemeyen yüksekliklere erişen, izinde gidenleri de oraya çeken Ahmed-i Fârûkî’nin gözlerinin nûru hürmetine beni affet...”
Evliyânın büyüklerinden ve meşhurlarından olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye hocası Şâh Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyor:
“İmâm-ı Rabbânî’yi sevenler, mümin ve takvâ sâhipleridir. Sevmeyenler ise şakî ve münâfıklardır. Bütün âlem-i İslâma, İmâm-ı Rabbânî’nin şükrünü edâ etmek vâciptir.” Yine bu mektupta; “İnsanlarda bulunabilecek her kemâli, her üstünlüğü, Allahü teâlâ, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine vermişdir...” buyurarak onu medh etmek için Farsça şu şiiri yazmıştır.
Her letâfet ki, nihân bûd pes-i perde-i gayb
Heme der sûret-i hûb-i tû ıyân sâhte end
Herçi ber safha-i endişe keşed kilk-i hayâl
Şekl-i matbû’i tû zibâter ezân sâhte end
Şiirin mânâsı şöyledir: “Gayb perdesinin arkasında gizlenmiş olan bütün güzelliklerin hepsini, senin güzel şeklinde meydana çıkarmışlardır. Hayal kalemi düşünce sayfasına ne yazarsa yazsın, senin o güzel şeklini onlardan daha güzel yapmışlardır.”
Talebeleri: Muhammed Sâdık; yirmi dört yaşındayken çok az insanın kavuşabileceği yüksek derecelere kavuşan büyük oğludur. Babasının sağlığında H. 1025’te vefât etmiştir.
Muhammed Said; yüksek haller, güzel ahlâk ve temiz ameller sâhibi ikinci oğludur. Aklî, naklî ilimlerde ve tasavvuf bilgilerinde mütehassıs olan ve babasının husûsî sırlarına, büyük derecelerine, eşsiz kemâlât ve hâllerine kavuşup onun nûrunu bütün âleme yayan üçüncü oğlu Muhammed Ma’sûm-i Farûkî’dir (Bkz. Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî).
Bu talebelerinden başka Mîr Muhammed Nu’mân, Tâhir-i Lâhori, Şeyh Bedîuddîn, Nûr Muhammed Pütnî, Hâmid Bengâli, Şeyh Müzemmil, Tâhir Bedahşî, Mevlânâ Ahmed Berkî, Seyyid Ahmed-i Bennûrî, Mevlânâ Kâsım Ali,Mevlânâ Yûsuf Semerkandî, Mevlânâ Muhammed Sâlih Gülâbî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hayatını, hâllerini, kerâmetlerini ve talebelerini bildiren Zübdet-tül-Makâmât veya Berekât adıyla meşhur kitabı yazan en yüksek talebelerinden olan Muhammed Hâşim-i Kişmî gibi binlerce talebe yetiştirmiştir.
Bu talebelerinden herbiri bulundukları yerlerde Ehl-i sünnet îtikâdını, İslâm ahlâkını ve din bilgilerini yayarak insanları ebedî saâdete kavuşturdular ve büyük hizmetler yaptılar.
Eserleri:
1. Mektûbât: Bu eseri üç cilt olup, 516 mektubunun toplanmasından meydana gelmiştir. Kelâm, fıkıh bilgilerini ve tasavvufun mârifetlerini açıklayan uçsuz bir deryâ gibi eşsiz bir eserdir. Farsça aslı Hindistan ve Afganistan’da, 1972 yılında da Pakistan’da çok mükemmel bir şekilde ikinci ve üçüncü ciltleri bir arada iki cilt hâlinde basılmıştır. 1885 (H. 1302) yılında Muhammed Murâd-i Kazânî Mekkî tarafından Dürer-ül-Meknûnât adı altında Arapçaya çevrilerek basılmıştır.
Daha sonra birinci cildi Türkçeye tercüme edilerek Müjdeci Mektûblar Tercemesi adı ile İstanbul’da İhlâs A.Ş. tarafından yayınlandı. Mektûbât’ın ikinci ve üçüncü cildinden de bir kısım mektuplar tercüme edilerek Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye kitabı içinde (108 madde hâlinde) yayınlanmıştır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin zamanında yaşayan âlimlerden biri şöyle demiştir:
“Kalp ve ruh ilimlerinin mütehassısları ya kitap tasnif ederler veya te’lif ederler. Tasnif demek, bir ârifin kendine bildirilen ilimleri, sırları, dereceleri, yazmasıdır. Te’lif ise, başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp yazmasıdır. Tasnif çok zamandan beri dünyâdan kalktı. Yalnız te’lif kaldı. Fakat İmâm-ı Rabbânî’nin yazıları doğrusu tasniftir, te’lif değildir.
Ben onun talebesi değilim. Fakat insaf ile söylemek lâzım gelirse, onun yazılarına çok dikkat ediyorum. İçinde başkalarının sözlerini bulamıyorum. Hepsi kendi keşifleri, kalbine gelen ilimlerdir. Hepsi de yüksek, makbul, güzel veİslâm dînine uygundur.”
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden biri şöyle nakleder: “Bütün yazılarımızı, âhir zamanda gelecek olan hazret-i Mehdî’nin okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bize bildirildi.” buyurdu.
Son asrın din ve fen ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mâhir büyük âlim ve ruh bilgilerinin mütehassısı, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri; “Kur’ân-ı kerîm’den ve Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerinden sonra en kıymetli kitab İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât kitabıdır.” buyurdu.
2. Redd-i Revâfıd: Şiîleri reddeden bu kitabın Türkçesi Hak Sözün Vesikaları kitabında bir bölüm olarak İhlâs A.Ş. tarafından yayınlanmıştır.
3. İsbât-ün-Nübüvve: Peygamberlik Nedir? adı ile tercüme edilmiştir.
4. Mebde ve Meâd.
5. Âdâb-ül Mürîdîn.
6. Ta’lîk-ât-ül-Avârif.
7. Risâle-iTehlîliyye.
8. Şerh-i Rubâıyyât-ı Bâkî.
9. Meârif-i Ledünniyye.
10. Mükâşefât-ı Gaybiyye.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kıymetli sözlerinden bir kısmı şöyledir:
“Allahü teâlânın hayırlı işlerde kullandığı kimselere müjdeler olsun!”
“Her işi, dînini seven ve kayıran doğru âlimlerin kitaplarından öğrenmelidir.”
“İyi kimselerle arkadaşlık kurmalı, kötü kimselerle arkadaşlıktan kaçınmalıdır.”
“Mâlâyânî (boş şeyler) ile vakit geçirmek,Allahü teâlâdan uzaklaşmağa işârettir.”
“İhlâs ile yapılan küçük bir iş, senelerce yapılan ibâdetler gibi kazanç(sevap) hâsıl eder.”
“Her ibâdeti seve seve yapmalı. Kul hakkına dokunmamaya, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır.”
“Mektûbât” kitabından seçmeler:
Bir din âlimi gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, İslâm düşmanları ve câhil kimseler tarafından şırınga edilen, yanlış bilgileri, iftirâları anlayıp, onların temiz ve körpe kafalarını, bu zehirlerden temizler. Zehirlenen rûhlarını tedâvi eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, İslâmiyyeti ve meziyetlerini, faydalarını, emirlerindeki ve yasaklarındaki hikmetlerini, inceliklerini ve insanlığı saâdete ulaştırdığını, onlara yerleştirir.
Böylece gençlerin rûh bahçelerinde, dertlere devâ, rûhlara gıdâ olan nefis çiçekler yetişir. Böyle bir din âlimini ele geçirmek, en büyük kazançtır. Onun bakışları, rûhlara işler. Sözleri, kalplere tesir eder. Din-i İslâmı hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmışken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkündür (23. mektup).
Bu mektup, Seyyid Ferîd hazretlerine yazılmıştır:
Âkıl ve bâliğ olan erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çalışmalarına bol bol sevâb versin! Âmin. Kıyâmette Cehennem azâbından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır.
Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. (Onların yolunda gidenlere “Sünnî” denir.) Resûlullah’ın (sallAllahü aleyhi ve sellem) ve Eshâbının (rıdvânullahi aleyhim ecma’în) yolunda gidenler, yalnız bunlardır. Kitaptan, yâni Kur’ân-ı kerîmden ve Sünnetten, yâni hadîs-i şerîflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, kitaptan ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilerdir.
Çünkü, her bid’at sâhibi, yâni reformcu ve her sapık kimse, bozuk düşüncelerini, kısa aklı ile, kitaptan ve sünnetten çıkardığını söylüyor. Ehl-i sünnet âlimlerini gölgelemeye, küçültmeye kalkışıyor. Demek ki, kitaptan ve sünnetten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır.
Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin bildirdiği doğru îtikâdı açıklamak için, büyük âlim Tür Püştî hazretleri bir kitap yazmıştır. El-Mu’temed adındaki bu kitabı çok kıymetlidir ve açık yazılmıştır. Kolayca anlaşılabilir. Toplandığınız zamanlarda bu kitabı okuyunuz. Fakat, bu kitapta, her bilgi, mantık yolu ile isbât edilmiş olduğundan uzamış ve genişlemiştir.
Öğrenilmesi ve inanılması herkese çok lâzım olan bilgileri kısaca anlatan bir kitap olsaydı daha uygun ve daha faydalı olurdu. Bu arada fakîrin de, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını kısa ve açık olarak yazmak hâtırıma geldi. Eğer yazmak nasib olursa, size de gönderirim.
Allah korusun, îtikâd edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyâmette, Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. Îtikâd doğru olup da, işlerde gevşeklik olursa, tövbe ile ve belki tövbesiz de affolunabilir. Eğer affolunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. Görülüyor ki işin aslı, temeli, îtikâdı düzeltmektir.
Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr buyurdu ki: “Bütün iyi hâlleri ve buluşları bize verseler, fakat Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını kalbimize yerleşdirmeseler, hâlimi harap, istikbâlimi karanlık bilirim. Eğer, bütün haraplıkları, çirkinlikleri verseler ve kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı ile süsleseler, hiç üzülmem”. Allahü teâlâ bizi ve sizi, Ehl-i sünnet îtikâdından ayırmasın! İnsanların efendisi hürmetine (aleyhissalâtü vesselâm) duâmızı kabul buyursun! Âmîn.
Lâhor’dan gelen bir talebe, Şeyh Ciyû’nun eski Nahhâs Câmiinde cumâ namazı kıldığını söyledi. Meyân Refi’üddîn, şeyhin iltifâtına kavuştuktan sonra, kâdı Şeyh Ciyûn’un, kendi bahçesinde bir câmi yaptırdığını söyledi. Böyle haberleri işittiğimiz için, Allahü teâlâya hamd olsun!Allahü teâlâ böyle iyi işleri arttırsın! Saygı taşıyanlarımız, böyle haberleri işitince, çok, hem de pekçok sevinmekteyiz.
Muhterem Seyyid hazretleri!Bugün, Müslümanlar kimsesiz kaldı. İslâmiyete yardım için, bugün az birşey vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetli olur. Hangi tâlihli kimseye bu büyük nîmeti ihsân ederlerse, ona müjdeler olsun. Dînin yayılmasına, İslâmiyetin kuvvetlenmesine çalışmak, her zaman iyidir ve kim olursa olsun, böyle çalışan, cihâd sevâbına kavuşur.
Fakat, İslâm düşmanlarının her yandan saldırdığı bu zamanda, Ehl-i Beyt-i Nebevîden olan siz kahramânların, yardım etmesi, elbette dahâ iyi, dahâ güzel olur. Çünkü, Allahü teâlâ, İslâmiyet gibi en büyük nîmetini, kullarına, sizin yüksek ceddiniz ile gönderdi. Sizin yardımınız, kendi yaptığı şeye yardım etmek olur. Başkalarının yardımı ise böyle olmaz.
Resûlullah’a (aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâtı vetteslîmâti ekmelühâ) tam vâris olabilmek, bu büyük işi yapmakla olur. Resûlullah sallAllahü aleyhi ve sellem, Eshâbına buyurdu ki: “Siz, öyle bir zamanda geldiniz ki, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının onda birini yapmaz iseniz, helâk olur, Cehenneme gidersiniz. Sizden sonra öyle Müslümânlar gelecek ki, Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının onda birini yapabilseler, Cehennem’den kurtulurlar.” İşte bizim zamanımız, o zamandır ve müjdelenenler de, şimdiki
Müslümânlardır. Fârisî beyit tercümesi:
Saâdet topu, ortaya kondu.
Topu kapan yok, erlere n’oldu?
Bu yakınlarda, melun Guvendval kâfirinin öldürülmesi çok güzel oldu. Onun ölümü, Hindûların burunlarının kırılmasına bir sebeptir. Ne niyetle olursa olsun, niçin öldürüldüyse öldürülsün, İslâma saldıranların alçalması, Müslümânlar için bir kazançtır. O kâfir öldürülmeden önce rüyâda, devlet reîsimizin, kâfirlerin liderlerinin başını kestiğini görmüştüm. Doğrusu, o kâfir, düşmanların önderi ve kâfirlerin şefleriydi. Allahü teâlâ, o alçakları yardımsız bıraksın! Din ve dünyânın efendisi (aleyhissalâtü vesselâm) kâfirlere karşı, bâzan şöyle duâ buyurdu: “Allahümme şettit şemlehüm ve ferrık cem’ahüm ve harrib bünyânehüm ve huzhüm ahze azîzin muktedir!”
İslâmiyetin ve Müslümânların yükselmesi, kâfirlerin ve kâfirliğin kıymetten düşmesine, aşağı olmasına bağlıdır. ü teâlâ, zimmîlerden cizye almayı emreyledi. Onlardan bu vergiyi almak, onları aşağı kılmak içindir. Kâfirler ne kadar yükselirse, Müslümânlar da, o kadar alçalır. Bu inceliği iyi anlamalıdır.
Çok kimse, bu bağlılığı anlayamıyor. Bu yüzden dinlerini yıkıyorlar. Allahü teâlâ, Tövbe sûresinin, 73. âyetinde; “Ey sevgili Peygamberim (sallAllahü aleyhi ve sellem)! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihâd et, döğüş! Onlara sert davran!” buyurdu. Kâfirlerle döğüşmek, onlara sert davranmak, dinde zarûrî lâzımdır, yâni îmânın şartıdır.
Geçen hükûmet zamanında, yayılmış olan kâfirlik alâmetlerinden, şimdi ötede beride kalmış bulunması, kâfirlere yüz vermeyen bu hükûmet zamanında, Müslümanlara çok ağır gelmektedir. Bugün, her Müslümanın birinci vazîfesi, o alçakların kötülüklerini hükûmet adamlarına anlatmaktır ve alâmetlerinin millet arasından kalkmasına çalışmaktır.
Bu kötü alâmetlerden ötede beride görülmesi, belki de, bunların kötülüğünü anlamamaktan ileri gelmektedir. Elinizden gelirse, güvendiğiniz din adamlarına haber yollayınız. Bu kâfirlik alâmetlerini, millete duyursunlar.
İslâmiyetin emirlerini bildirmek için, hârika işler yapmak, kerâmet sâhibi olmak şart değildir. Bilenlerin, bilmeyenlere öğretmeleri lâzımdır. Elimde gücüm, kuvvetim yoktu da, İslâmiyetin yasak ettiği şeylerin kötülüklerini söyleyemedim diyerek, özr ve bahâne ileri sürmek, kıyâmette insanı azaptan kurtaramayacaktır.
İnsanların en iyileri olan Peygamberler (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) İslâmiyetin emirlerini, yasaklarını bildirirlerdi. Ümmetleri mûcize isteyince; “Mûcizeleri Allahü teâlâ yaratır. Bizim vazîfemiz O’nun emirlerini bildirmektir.” buyururlardı. Allahü teâlâ, dilerse ümmetlere merhamet ederek, inanmaları, saâdete kavuşmaları için, o ânda mûcize yaratırdı.
Her ne olursa olsun, İslâmiyeti bildirmek, gençlere öğretmek, fâidelerini açıklamak, düşmanların yalanlarını, iftirâlarını cevaplandırmak elbette lâzımdır. Bilenler, bildirmezlerse, cezâdan, azaptan kurtulamayacaklardır. Bu vazifeyi yaparken, fitne çıkarmamaya, dikkat etmelidir. Dikkatle çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu nîmet bilmelidir.
Peygamberler (aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) Allahü teâlânın emirlerini bildirirlerken, görmedikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmadı. Onların en üstünü (aleyhim minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ) buyurdu ki: “Hiçbir Peygambere, benim çektiğim eziyet çektirilmedi.”
Fârisî beyit tercümesi:
Ömür geçti, derdimi anlatmak bitmedi.
Bitireyim artık, gece devâm etmedi.
Vesselâm. (193. mektup)
Kıymetli yavrum! Cenâb-ı Hak, hayırlı işlerinizde yardımcınız olsun!Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmiyet bilgilerini öğreniniz ve bu bilgilere uygun olarak yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında geçirmemek için ve oyunla, eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz. (179. mektup)