Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.]

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.]
« Yanıtla #15 : 11 Ekim 2008, 17:38:32 »
 aarroo

Elinize ve emeğinize sağlık... 
ggüüll

 leftt  (+)

Çevrimdışı yunushan

  • ****
  • Join Date: Eki 2008
  • Yer: İstanbul
  • 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.]
« Yanıtla #16 : 13 Ekim 2008, 19:34:57 »
Büyük muharrir Necip FazılKısakürek,

“Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde şöyle destanlaştırmaktadır:


“Süleyman Efendi, beni bu gençlerle temasa geçirmiş ve
bahçemizde yattığı halde farkında olmadığımız bir hazinenin keşfi gibi,
hayretle karşılık bir takdir duygusuna boğmuştur.
Evet, o zamana kadar cansız bir ezber zemini üzerinde öne arkaya sallantılı,
papağan vari bir tekrarlama işinden ibaret zannettiğim ve İslam’ın,
fezayı milyonlarca projektörle delici kainat görüşlerine yabancı saydığım
Kur’an kursları faaliyeti hayret ve saadetle gördüm ki:
Gökten necaset yağan bir devirde üzerlerine tek kir bulaşmamış,
zeka ve irfanları her inceliğe ulaşmış güdücüler elindedir.
Ve bu genç güdücüler mevki ve istikamet tayini noktasından bütün dost ve düşman kutupları,
doktorların sıhhat ve marazı tanıdıkları gibi teşhis ehliyetindedir.

Diyebilirim ki, Türkiye’de, Kur’an kursları topluluğu ayarında vahdet, merkeziyet ve
davalarında salabet belirtici ikinci bir teşekkül mevcut değildir.
Bu topluluk, terbiyesini Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan’dan alanların veya
alanlardan alanların tablolaştırdığı kadrodur ve
bu tabloda şahıs, fikir, ilim, usul, her unsurun doğrudan doğruya bağlı olduğu tek mihrak, tek kelimeyle şeriattır.
İşte bağlılıklarındaki kuvvete bu manayı verdiğim,
bütün gençliğe tavsiyem gibi şeriatı bu manada idealleştirmelerini ve
şeriat aşkını bu manada şuurlaştırmalarını beklediğim ve kendilerini yeni iman neslinin en saf ve
en temiz damarlarından biri saydığım Kur’an kursları topluluğuna yakınlığım buradan geliyor.”

Ne hazindir ki, diyanet camiasında bazıları bu din alimi ordusundan rahatsız olmuş ve
onları diyanetten tasfiye etmek için değişik iftira ve
bühtanlar ortaya atarak kasıtlı senaryolar hazırlayıp kendilerine kamuoyu oluşturmaya çalışmışlardır.
Üzülerek belirtmek gerekir ki her devirde böyle iftiralara ve iftiracılara inanan ve ona taraftar olanlar çıkmıştır.
Bu ve buna benzer iftiralarla kamuoyu karıştırılmış ve bu genç hizmet ordusunu diyanetten tasfiye işi başlamıştır.


Yine Necip Fazılbu tür insanların maksatlarını şöyle dile getirmektedir:

“Herkes pireler gibi deliklerine saklanır ve ortaya çıkmazken tam 33 yıl bu davanın çilesini çekmiş ve
büyük meselenin nirengi noktalarını göstermiş biri olarak kaydedeyim ki;
din öğreticiliği bahsinde Süleymancılar diye yaftalanan topluluğa dil uzatanlar ve
onları köstekleyenler hakikatten uzak, sadece çekememe duygusuna bağlı,
nefsine emin olmama uhdesinden gelen tepkilerden ibarettir.
Bu da pek çoklarınca gayenin İslam değil, şahıs ve zümre hırsı olduğunun şaşmaz ifadesidir.

Çevrimdışı yunushan

  • ****
  • Join Date: Eki 2008
  • Yer: İstanbul
  • 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Süleyman Hilmi Tunahan(k.S.) Kronolojisi
« Yanıtla #17 : 22 Ekim 2008, 22:03:07 »
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S.) HAZRETLERİ’NİN KRONOLOJİSİ


1888 / 1304 - Miladi / Rumi Süleyman Hilmi (k.s.) Efendi,
Silistre’nin Hezergrad kasabasının Ferhatlar köyünde dünyaya geldi.

1913 / 1329 - Darü’l Hilafeti’l Aliyye Medreseleri Kısm-ı Ali (Sahn) Medresesine girdi.

1915 / 1331 - 3. sınıf 1. şubesini 90 üzerinden 88 puanla bitirdi.

Eylül 1916 / Eylül 1332 - 4. sınıfı 80 üzerinden 76 puanla bitirdi.

30 Eylül 1916 / 17 Eylül 1332 – Medresetü’l-Mütehassisin’in (Süleymaniye Medresesi) Tefsir-Hadis bölümüne girerek Hafız Ahmet Paşa Medresesine kaydoldu.

1918 İstanbul Müderrisliği Ruûsuna tayin edildi.

27 Mayıs 1919 Süleymaniye Medresesinin Tefsir-Hadis şubesinden mezûn oldu.

1926 Köyü olan Ferhatlar’ı son defa ziyaret ederek 40 gün kaldı.

1927 Babası Osman Efendi vefat etti.

1936 Mürşid-i Kamil olarak vazifeye başladı.

1939 İlk defa tevkif edilerek, birinci şubenin tabutluklarında işkence ve hakaretle dolu 3 gün geçirdi.

1941 Bulabildiği bir kaç talebeye ilim öğretmeye başladı.

1944 İkinci defa tevkif edildi. Birinci şube tabutluklarında, 8 gün işkenceye tabi tutuldu.

1949 Kur’ân kurslarının açılmasına, sınırlı da olsa müsâade eden kanunun yürürlüğe girmesiyle, Süleyman Efendi Hazretlerinin ilim öğretme faaliyeti bir nebze rahatladı.

1950 Vaizlik belgesi iade edildi.

1951 Süleyman Efendi (k.s.), Şehzadebaşı’ndan Kısıklı’ya taşındı ve Avrupa yakasındaki talebelerin tedrisini damadı Kemal Kacar’a bıraktı.

1951 Çamlıca’da, Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in köşkünün birinci katında ilk düzenli Kur’ân Kursu faaliyeti başladı.

1952 Çamlıca’da Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin Çilehanesinin yanında ilk resmi Kur’an Kursu, Üsküdar müftülüğüne bağlı olarak açıldı.

1956 Cezâyir Müslümanlarının Fransız sömürgeciliğiyle mücadelesi esnasında, vaazlarında "Müslüman kardeşlerimize duâ edelim" dediği için, defalarca karakola çağrıldı ve ifadesi alındı.

1957 Bursa’da tertiplenen mehdilik hâdisesi üzerine tutuklandı ve Kütahya Hapishanesi’nde, 69 yaşında olmasına rağmen 59 gün hapsedildi. İdam talebiyle yargılandı, berâat etti.

16 Eylül 1959 İstanbul Kısıklı’daki Hâne-i Seâdetlerinde, 72 yaşında ahirete intikâl ettiler.

Çevrimdışı yunushan

  • ****
  • Join Date: Eki 2008
  • Yer: İstanbul
  • 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.]
« Yanıtla #18 : 27 Ekim 2008, 20:27:25 »
Daha 30 yaşındayken profesör unvanı alan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), hayatının tamamını Kur’an ahlakına ve eğitimine adayarak canla başla çalışırken, zaman geldi ihbarlar ve zorbalıklarla tutuklandı. Zorlukları görmezden gelerek her fırsatta talebe eğiten Tunahan, hayatının son 9 yılına girdiğinde tutuklanarak elinden alınan vaizlik belgesini geri aldı. İlk kursunu açtı ve binlerce talebeye eğitim vererek bir neslin daha kurtuluşuna vesile oldu. Gerçek bir âlimin akıllara durgunluk veren öyküsü…


MEKTEPLERİN BİRİNCİSİYDİ

Süleyman Hilmi Tunahan, 1888 yılında Bulgaristan’ın Silistre vilayetinin Ferhatlar Köyü’nde dünyaya geldi. İlk tahsilini Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde babası Osman Efendi’nin yanında tamamladı.

1916 yılı Eylül ayında Fatih Medresesini 80 üzerinden 76 puan alarak birincilikle bitirdi. Aynı yıl, Medresetü’l-Mütehassisin’in Tefsir-Hadis bölümüne girerek Hafız Ahmet Paşa’dan ders okumaya başladı. 1919 yılı 27 Mayıs’ta Medresetü’l Kuzat’tan devrin tüm ilimlerini öğrenmek için girdiği Süleymaniye Medresesi’nden birincilikle mezun oldu.

30 YAŞINDA PROFESÖR OLDU

1918 yılında İstanbul müderrisliği Dersiâmlığına yükseldi ve bugünün ilim adamlarına verilen en büyük ilmî unvan olan ve ortalama 50’li yaşlara kadar alınamayan ordinaryüs profesörlük unvanının 30 yaşında sahibi oldu.

1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile bütün medreseler kapatıldığı için dersiamlar ve müderrislerle beraber Süleyman Efendi’nin de vazifesine son verilerek Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul vaizliğine tayin edildi. İstanbul’un bütün camilerinde vaiz olarak ilim ve irşad vazifesini yürüttü. 1936 yılında dini ilimleri öğretmenin yanında manevi ilimleri de öğretmek üzere Silsile-i Sâdât’ın 33 halkası olarak maddeten Selahaddin İbni Mevlana Siracüddin, manen İmam-ı Rabbani’ye bağlı olarak manevi irşad vazifesine başladı.

TUTUKLANDI, GÖREVDEN ALINDI

1939 yılında ilim ve irşad vazifesini çekemeyenler tarafından ihbar edilerek ilk defa tutuklandı. Özellikle hükümet kanadından hapishanelerde de kötü koşullara tabi tutulan Süleyman Hilmi Efendi, burada da kendisini ilim irfan için adayıp durmadan çalıştı. Dışarıda da yapılan tüm baskılara ve takibatlara rağmen ilim öğretmeye devam etti. Vaizlik maaşını talebelere vererek, yüzlerce kişiyi okutup ilim adamı olarak yetişmesini sağladı. 1944 yılında ikinci defa tutuklanarak Birinci Şube tabutluklarında, bu defa 8 günlük bir işkenceye tabi tutuldu. O günkü hükümet tarafından 1946 yılında vaizlik belgesi resmen elinden alındı. 1949 yılında Kur’an kurslarının açılmasına sınırlı da olsa müsaade eden kanun yürürlüğe girdi. Süleyman Efendi’nin ilim öğretme faaliyeti bir nebze rahatladı. Talebelerine büyük önem vererek, onlara değer verdiğini göstermek için, “Sizler benim müsteşarlarımsınız” derdi.

TRENLERDE EĞİTİM VERDİ

1950 yılında hükümet tarafından vaizlik belgesi yeniden iade edilen Tunahan (k.s.); bugün birçok kişiye örnek olurcasına, yaşlı ve hasta haline rağmen, günde 4 vasıta değiştirerek hem talebe okuttu ve hem de İstanbul’un önemli camilerinde resmen vaizlik yaptı. Trenlerde bile birilerine bir nebze de olsa ilmen katkı sağlamak için para vererek ders dinlemesini istiyor, bazen trenden inmeyerek gidiş ve dönüşlerde daha çok öğrenciyi okutuyordu.

1951 Çamlıca’da Konya Lezzet Lokantası sahibi Mustafa Bey’in tahsis ettiği yerde ilk düzenli Kur’an kursu hizmetleri başladı. Bu kurslardan yetişen binlerce talebe Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı müftü, vaiz, Kur’an kursu öğretmeni, imam ve müezzinlik imtihanlarında başarılı oldular. Tarihinde ilk defa İstanbul’un büyük camilerinin kürsüleri, Süleyman Efendi’nin yetiştirdiği talebeleri sayesinde genç vaizler tarafından dolduruldu.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nda 1950’li yıllarda görev yapan yetkililer, yaptığı hizmetlerden dolayı Süleyman Hilmi Tunahan’a büyük ilgi ve sevgi gösterirler. Bu kadar ilim sahibi olmasına rağmen niçin kitap yazmadığını sorduklarında onlara şu cevabı verirdi; “Ben tozlu raflarda duran, kesekâğıdı olarak satılan birçok kitap gördüm. Ben canlı kitaplar yazıyorum. Onlar hiçbir zaman tozlanmayacak, sürekli kendisini okutturacak” derdi. Kendisi tarafından yazılan ve kısa sürede Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğreten Elif cüzü büyük ilgi görmektedir.

‘KARDEŞİNİZE DUA EDİN’

SÖZÜNÜ SUÇ SAYDILAR

1956’da Süleyman Efendi (k.s.), Cezayir halkının Fransız sömürgecilere karşı verdiği özgürlük mücadelesine manevi destek vermek için camilerdeki vaazlarında, “Cezayirli Müslüman kardeşlerimize dua edelim” dediği için, defalarca karakola çağırıldı ve ifade verdi. 1957 yılında Bursa’da gerçekleşen mehdilik hadisesi üzerine iftiraya uğrayarak yine haksız olarak tutuklandı ve Kütahya Hapishanesi’nde 69 yaşında 59 gün tutuklu kaldı. İdam talebiyle yargılandı, mahkeme tarafından suçsuz bulunarak beraat etti.

NAAŞINA TAHAMMÜL EDEMEDİLER

Tunahan’ın en önemli eseri Kur’an–ı Kerim okumayı kısa zamanda öğreten “Elif Cüzü”dür. Tunahan’ın, ömrünün son günlerinde uzun zamandır muzdarip bulunduğu şeker hastalığı ağırlaşmış, kanlarında yükselen şeker, bütün gayretlere rağmen bir türlü düşürülememişti. Süleyman Hilmi Tunahan, 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklı’daki hâne–i şeriflerinde Rahmet–i Rahmân’a kavuştu. 72 yaşında vefat eden Süleyman Hilmi Tunahan’ın naaşı, dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik’in engellemesi sebebiyle Fatih Camii Haziresi yerine Karacaahmet Mezarlığı’nda, polisin gösterdiği mezarda toprağa verildi.


 

Çevrimdışı yunushan

  • ****
  • Join Date: Eki 2008
  • Yer: İstanbul
  • 251
  • +23/-1
  • Cinsiyet: Bay
Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.]
« Yanıtla #19 : 27 Ekim 2008, 20:33:08 »
KURÂN OKUTMA HİZMETİ, GAYRET VE MÜCÂDELESİ

Süleyman Efendi Hazretlerini ve Onun Kuran hizmetlerini, o hizmetlerin millî ve mânevî alandaki ehemmiyetini gerçek manada anlamak için, o devirdeki şartları, icapları, husûle gelen ihtiyaç ve zarûreti mutlaka bilmek ve nazar-ı îtibâra almak lâzımdır.

Asırlardan beri dinin öğretilip, öğrenildiği bütün müesseseler bir anda kapatılmış, müslüman halk dinini öğreneceği din müesseselerinden tamamen mahrum bırakılmıştı. Dolayısıyla dinî ve manevi sahada korkunç bir kültür boşluğu meydana gelmişti.

Pek çok dersiam, değil başkalarını okutup din adamı yetiştirmek, kendi evlatlarını dahi okutmaktan çekinmişler, bazı müderrisler de günün şartları karşısında endişeye kapılmış, mesleklerini dahi bırakmışlardı. Bir kısmı dünya işleri ile meşgul olmuş, bir kısmı ise idareye kayıtsız şartsız teslim olmuşlardı.

İşte böyle bir vasatta Süleyman Efendi Hazretleri kendi tabirleri ile cehenneme sel gibi akmakta olan Ümmeti Muhammedden Bir kütük kurtarsak kârdır telakkisi ile hizmetlere karar vermişti.Süleyman Efendi, ilk olarak 1930-36 yıllarında, Çatalca&nın Kabakça köyünde kiraladığı çiftlikte, o gün bulabildiği bir kaç talebeye dînî dersler vermeye başladı. Bir taraftan talebeleri işçi gibi göstererek okuturken, diğer yandan İstanbula amele pazarlarına geliyor, istidatlı gördüklerine; Evladım kaç paraya çalışırsın?Bir liraya Gel ben sana üç lira vereyim. Sen Allahın dinini kitabını öğren. Bu ilimler ortadan kalkmasın diyerek talebe topluyor, bulduğu işçileri, maaş veya yevmiyelerini vererek okutuyor. Böylece mücâdelede malıyla, canıyla en güzel hizmet örneği veriyordu.

Din adamı yetiştirmek lâzımdı. Küçük, büyük, genç, ihtiyar, işçi, esnaf demeden Allâhın kitabını öğretmek lâzımdı. Yapı ustasından, demirciden, kalaycıdan, terziden müftü olur mu? İşte Süleyman Efendi bunlardan müftü, vaiz yetiştirdi ve onlara, yıllarca Ümmet-i Muhammede hizmet ettirdi.Dini öğretmek gayesi ile Anadolunun bazı kasaba ve şehirlerine giden Süleyman Efendi, talebelerini bazen kömür işçisi, bazen (tuğla-kiremit fabrikasında) fabrika işçisi, bazen de tarla işçisi göstererek okutmaya devam etti.

Öyle zamanlar oldu ki, talebeyle bir yerde toplanıp okutmak imkânı kalmadı. Taksi kiralayıp İstanbulu gezermiş gibi okutmayı denedi. Ve bir ara şartlar o kadar ağırlaştı ki, elde kitap taşımak, kitaptan okutmak imkansız hale geldi. Ve dünyada bir eşine rastlanmayan bir usûle başvurdu. Bir kaç talebesi ile Haydarpaşa Gar'ından Ankara istikametine giden trene biniyor, Arifiye istasyonuna kadar ezberden ders okutuyordu. Arifiye istasyonunda iniyor, Ankaradan gelen trene binerek İstanbula kadar okutmaya devam ediyordu.

Kuran hizmetleri devam ettikçe aleyhinde çok şeyler uyduruldu, insafsız ithamlara maruz kaldı. Amansız polis takibatları, idarî ve adlî tahkikatlar birbirini kovaladı. Aleyhinde muhtelif davalar açıldı, tevkif edildi. Evinden alınarak 1. Şube'nin tabutluğunda 3 gün polis nezaretinde kaldı. 1939da İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde muhakeme ve 1944de İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi'nce tevkif ve muhakeme edildi. Tabutluklarda 8 gün alıkondu. 1957de Bursa Ulu Câmiinde tertiplenen sahte mehdilik hadisesiyle bağ kurularak Kütahya Ağır Cezâ Mahkemesi'nce damadı ve sevenleri ile beraber tevkîf edilip, muhâkeme edildi. İki ay kadar Kütahya hapishanesinde kaldı. Fakat her defasında berâat etti Bunca takibata, muhakeme ve tevkif edilmesine rağmen hayatında bir tek günlük mahkûmiyet almadı.
Devrin sıkıntılarına, sabır ve hilmiyle mukâbelede bulundu. Evini aramaya gelen polis memûrlarına Buyurun, hoş geldiniz, hem de bir kahvemizi içersiniz demek suretiyle her defasında medeni cesaret örnekleri gösterdi. Hanımı Hâfiza Sultan, &Efendi! Efendi! Size bu zulmü revâ görenlere bir de kahve mi ikram edeceksiniz? dediklerinde, Onlar memûrdurlar, vazifelerini yapıyorlar Hanım, yorulmuşlardır& diyerek kahve ikram etme nezaket ve asaletini terketmedi.

Bir Ramazan akşamı evinin karşısındaki kahvenin bahçesine oturup hanelerini kontrol eden sivil memûrun yanına varıp, "Oğlum! sen oruçlusun, akşam yaklaştı, gel bizde iftar edelim, sonra yine vazifene devam edersin diyerek kendisini takip eden polislere iftar yemeği ikram etti." (Bu asil şefkati ve yüce nezaketi gören polis memuru peşine takılıp, iftar etmek üzere evine gitti, sonra da bağlıları arasına katıldı.)

Bütün bu sıkı takip ve baskınlar karşısında yılmadı, her defasında polisler karakola dönmeden derslere tekrar başladı. Hiç kaybedilecek vaktimiz yok diyor hatta Mevlâ uykumuzu alsa da, geceleri de ders okusak& temennisinde bulunuyordu.

"Yarın hesap günüdür, Allah-ü Teâlâ, Süleyman verdiğim ilimle ne hizmet ettin, o ilmi sana kara topraklara göm diye mi verdim? derse, ben ne cevap veririm" diyerek üzerlerindeki vazife ve mes'ûliyetin ehemmiyet ve ağırlığını ifade etmeye çalışıyorlardı.

Talebelerine, daima Kur’âna hizmet şuuru telkin eder ve onlara Evlatlarım, sizin bu âlemdeki vazifeniz; bataklığa düşen insanları, düştüğü bataklıktan çıkarmakdır. Öyle ise Ümmet-i Muhammed'i ayağınıza beklemeyecek, siz onların ayaklarına gideceksiniz. En ücrâ yerlere bile bu hizmeti sizler götüreceksiniz& buyuruyordu.

Süleyman Efendi Hazretleri, bütün mesâisini, yok edilen dînî ilimlerin ihyâsına sarfetmiş, ilim ve irfan seferberliği başlatmıştır. Gecesini gündüzüne katmak suretiyle gece saat onikilere, birlere kadar ders okuttuğu zamanlar olmuştur.Bitmek, tükenmek bilmeyen bir azim ve iradeye sahipti.

1950lerde, ilerlemiş yaşına ve şekerden rahatsız olmasına rağmen, kış günlerinde bile Kısıklıdaki evinden çıkar, iki tramvay, bir vapur ve dört yerde yaya yürümek suretiyle Şehzadebaşı Taşteknelerdeki derslerine giderdi.

1954 yıllarında cuma ve pazar günleri hariç her sabah Kısıklıdan Bulgurluya yürür. 6-8 saat genç rûhlara ilim ve feyz vermeye devam ederdi.

Hayatının son senelerinde, Topçulardaki talebelerinin Tekâmül kursuna, her gün sabah namazından sonra 3-4 vasıta değiştirmek suretiyle giderek derslerine devam buyururdu.

Bir gün ders okuturken şekeri yükseldi ve rahatsızlığı arttı. Burnundan, okuttuğu kitabın üzerine kan damlayınca, talebeleri heyecanlandı. Fakat O, hiç telaşlanmadan burnunu tutup, mendilini çıkardı, kitaptaki ve üzerindeki kanları sildikten sonra, hemen Oku oğlum! kaybedecek zamanımız yok buyurarak derse devam etti.

1957 Kütahya hadisesi olarak bilinen ve tertip olduğu mahkemece de anlaşılan hadise beraatle neticelenmişti. Kütahya hapishanesinden çıkan Süleyman Efendi Hazretleri evine dönmeyip, himmet ve hizmet maksadıyla Manisaya gittiler. Talebeleri üzgün, O ise hapishane ızdıraplarını unutmuş, neşeli idi. Herhalde kendisi artık ders okutmaz zannı ile;

Efendim, İstanbulda derslere devam edecek misiniz? diye sordular.
Evet, devam edeceğiz, hem de daha çok ve daha gayretli…Duracak zamanımız yok buyurdular.

Aynı seyahatinde İzmirde Efendi Hazretleri, rahatsızlığınız var, her halde bir miktar istirahat edersiniz dediklerinde, gülümseyerek: Yolculukda bazen şoförün lastiği patlar, bizim de lastiğimizi patlattılar, şimdi yapıştırdık. Okutamadığımız zamanları da telâfi için daha çok okutacağız, hizmetimize hız vereceğiz buyurmuşlardı.

Süleyman Efendi Hazretleri, hiç kimsenin dedikodularına ve kötülemelerine aldırış etmeden hak bildiği yolda ilerlemesine devam etti. Bir gün na:

Efendim, falancalar sizin aleyhinizde konuşuyorlar dendi.
Elhamdülillah! Münafık olmaktan kurtulduk. Allah Resûlü başta olmak üzere, İslam büyüklerinin hepsinin aleyhinde konuşulmuştu. Eğer bizim aleyhimizde konuşulmazsa kendimizden şüphe ederdik& diye cevap verdi.

Hasta ve rahatsız olduğu zamanlarda dahi dersten tâviz vermez, geri kalmaz: Derse gidersem hastalık da gider, kalırsam hastalık da kalır buyurmak suretiyle âfiyet ve şifâsının ders okutmakta olduğunu ifade ederdi.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan dönen talebesine, Oğlum! Falan camiye git, Cumada va'z et de, dinleniver demek sûretiyle istirahat ve dinlenmenin, hizmetle mümkün olacağına işaret buyururlardı.
Talebelerinden herhangi biri bir özürden dolayı derse iştirak edemediği zaman çok üzülür, Eyvah! Bugün çok büyük ziyânımız var derdi.

Az-çok demez, bulabildiği talebe veya cemaate bıkmadan, usanmadan ders verirdi. Adede itibar etmezdi. Bir gün Kurân öğretmek için gönderdiği bir talebesi, gittiği yerde okutacak kimse bulamamaktan şikayet etti:

Efendim, sadece iki kişi vardı, onları da bırakıp geldim deyince çok üzüldü. Ve birazda celallenerek
Evladım, nice peygamberler bu âlemden bir tek ümmet elde edemeden gittiler. Sen iki talebe bulmuşsun daha ne istersin diyerek, tekrar geldiği yere gönderdiler.

Talebelerine son derece kıymet verirdi. en küçük talebenin dahi kesip attığı tırnağını, dünyalara değişmem vecîzeleri bu hakikatı en bâriz şekilde ortaya koymaktadır.

Bir gün Hâne-i Seâdetine filesi boş olarak bir şey almadan döndü, hanımına:

Hanım! talebeye alamadığım için, eve de almadım buyurup; talebenin yemediğini, yemekten, hayâ ettiğini ifade etti.

Soğuk kış günü bir vesile ile evini ziyarete gelen bir talebesi, hocasının soğuk odada oturduğunu farketti. Zevceleri soğukta oturmasının sebebini talebeye şöyle izah etti:

Oğlum! sizin odununuz yok diye, Efendi Hazretleri de sıcak odada oturmuyor.

Bazen talebeleri hasta olurdu. En az bir anne ve baba kadar şefkat ve merhametin sahibi olan Süleyman Efendi Hazretleri, rahatsız olanları bizzat doktora götürür veya biriyle gönderirdi. Bir defasında talebelerinden birinin hastalığı ile alâkalı doktor dönüşü kendisine malumat arzedildi. Merhamet âbidesi o büyük zât, kıbleye yönelerek şu ilticada bulundu: Yâ Rab! Senin dinine ve kitabına bu yavrularla hizmet edeceğiz, evlatlarımızı bize bağışla Allahım!

Ramazan-ı Şerif yaklaştığı zaman, talebelerini Ramazanda vaz u nasihat etmek üzere Trakya ve Anadolunun muhtelif yerlerine seferber ederdi. Ramazan sonrası dönüşlerinde teker teker malumat sorar, hizmet haberleri beklerdi. Bir talebesinin va'z edip, Kurân okuttuğunu duyunca sevinç göz yaşları döker, Bu Rabbimin fazlıdır derdi.
Yapılan hizmetleri hiç bir zaman şahsına mal etmez ve edenden de hoşlanmazdı. Bir talebesinin kaldığı köydeki hizmetlerinden memnun olup, teşekkür için kendilerine gelen Hacı Efendiler; Efendim, sizin sayenizde cenazemiz kokmaktan kurtuldu, çocuklarımız Kurân-ı Kerim öğrendi diye iltifat ettikleri zaman mahviyet ve tevazuundan adeta küçülen mübârek zât; Süleyman da kim oluyor ki, bu hizmetler onun sayesinde olsun!, Bu mahzâ kerâmetün-Nebidir, Peygamberin mûcizesidir buyurmak suretiyle kendisine hiç pay çıkarmaz ve bütün muvaffakıyyetin Allah ve Resûlü'ne ait olduğunu ifade ederdi.