Cemre Düşünce
“Çatallı yol ağzında şaşırıp kaldım Derviş!
Söyle hangi patika gül dağına gidermiş”
( O.Olcay Yazıcı)
Cemre sözcüğünü ne zaman kelime hazineme kattım bilmiyorum ama duyduğum günden beri yüreğime sarıp, bohçalayıvermişim hafızamın terkisine… Ne zaman bu kelimeyi işitsem yüreğimi garip bir hüzün elliyor. Geçen gün bir arkadaşım “ Ohh! Ne güzel cemre düştü havalar ısınır artık” dedi sevinçle. Ne kadar güzel! Cemre düşmüş ve bizim arkadaş sevinmiş!
Ama ben ilk defa sevinemedim cemrenin düştüğüne. İlk defa umarsız kaldım, ilk defa aldırmadım. Hissetmedim. Umarsız kaldım, çünkü yüreğimin dağlarında kar kalkmazken, sokaklardan her türlü güzellik bir masal gibi Kaf dağına çekilmişken, bizi biz yapan her ne varsa unutulmuşken, gönüller arasına uçurumlar girmişken, herkesin burnu göklere kalkmışken ve yüreklerimiz sevgi yoksunu, his yoksunu, merhamet ve şefkat yoksunu mahbeslere dönmüşken, toprağa cemre düşmüş, bahar gelmiş bana ne, ya da kime ne? Kimlere ne?
Kime ne yüreklere sıcaklık vermeyen sahte baharlardan…
Kime ne toprağa düşmüş cemrelerden…
Sanırım yıllar önceydi.
Bir şiir olmalıydı… Ya da şarkı sözü…” Diyordu ki: “Irak gönüllerin uçurumuna, sevgiden köprüler kurmaya geldim”… O zamanlar nasıl da bilenmiştim şarkının bu bilgece ve bir o kadar anlamlı sözlerine… Ne çok etkilemişti beni, ne çok dokunmuştu… Şimdi geriden geriye dönüp baktığımda ne kadar az gönülden söz ettiğimizi, ne kadar çok dünyayı konuştuğumuzu görüyor ve içleniyorum sızlanası… Oysa gönül üstüne, aşk üstüne, iyilik üstüne, ahlak üstüne daha çok sözlerimiz olmalıydı. Sözü söze katmalıydık, gönüllerimizi gönüllere sarmalıydık bıkmayası… İyiliğin ve güzelliğin süruru ve neşesi hayatın kalbi olmalıydı her dem çarpan, tazelenen…
Cemreler önce yüreğe, sonra akla ve en son bedene düşmeliydi.
O zaman baharımız başka, yazımız başka, niyazımız başka olmaz mıydı?
Cemre önce toprağa düşmüş!
Keşke önce yüreklere düşseydi diyorum.
Hayatın kalbi nasıl da yorulmuş… Nasıl da tekliyor hayat… Mutsuzlar ordusunda bütün adımlar bir ileri bir geri vaziyetindeyken, dimağımız unutmuşsa bütün bildiklerini yeni şeyler söylemek lazım…
Her nereye baksam, ne okusam, kimi dinlesem, nereye göz atsam üçüncü sınıf bir plak şirketinde hazırlanmış bozuk bir plağın cızırtısını ve yüreğimi bedbin eden hayatın o arabesk tınısını görüyorum. Biz bu tekrara nasıl kapıldık, nasıl da aynı şeyleri dönüp dönüp yeni baştan dinliyor, söylüyor ve anlatıyoruz, uslanmayası, sıkılmayası, arlanmayası. Sanırım Mevlanın sözüydü: Oysa “ Dün dünde kaldı cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lazım” diyerek nasıl da asırlar öncesinde bizi bu dünya hengâmesinden korumak için derdimizin reçetesini yazıp göndermişti gönlümüzün kıyılarına...
Ve sanırım biz asıl gönüllerimizin kıyılarını kaybettik, utanmayası!
Unuttuk işte…
Biz unuttuk. Gönül sızılarımızı, içten niyazlarımızı, kanaviçe nakışlı sözlerimizi unuttuk. Yorgunum, üzgünüm ve bıkkınım. Ben de usandım, benim de söyleyecek sözüm kalmadı. Benim de yoruldu dizlerim dümdüz yokuşlarda, ben de vazgeçtim, ben de gittim kendime, gelmeyesi...
Gül desenli hatıralarımız ne kadar da azaldı. Her biri kemale ermiş onca güzelliğimiz dururken, onca hakikat el değilmeyi beklerken, şafaklar nöbet tutarken tülümsü ufuklarda biz birer dönme dolap gibi dönüp duruyoruz tekrarlarımızın etrafında. Spor, siyaset, ekonomi, magazin, para-pul, dedikodu, fitne- fücur, öfke, kin, maraz her ne varsa fevç fevç akıyor yüreklerimize her dem. Oysa iyilik, güzellik, şefkat, merhamet, sevgi, güzel ahlak, adalet, huzur gibi bizi göklerin fevkine çıkaran ilahi şifreler vardı içimizi ışıtan ve ısıtan… Gönlümüzün şifrelerini unuttuk, hatırlamayası…
Göze geldik ve bozuldu büyü…
İlahi cemreler yabana düştü, biz bir yana düştük…
İşte cemreler düştü.
Bahar geliyor… Bir bahar daha gelecek ve belki de kimilerine hiç görünmeden sessizce geçip gidecek. Zaman yeni baştan eskiyecek, büyüsünü yitirecek mevsim. Belki gelecek bahar biz olmayacağız, bir daha cemreler düşmeyecek üstümüze. Hayatın kalbi belki de bizim için ansızın duracak. İşte ben burada diyorum ki geliniz bu gün en azından bir insanı mutlu edelim. Çatallı yol ağızlarında şaşırıp kaldığımız yerde kendimize, özümüze dönelim. Doğrular ta gönlümüzde. Amirsek memurumuza, öğretmensek öğrencimize, esnafsak müşterimize, doktorsak hastamıza, gençsek yaşlımıza, yazarsak okuyucumuza en azından bugün sevgi, şefkat, merhamet ve adaletten bir demet yapıp sunalım. Bugün cemreler gönüllerden gönüllere düşüversin. Zira karakışın mesken tuttuğu nice gönüllerin asıl bu cemreye ihtiyacı var. Geliniz, “Irak gönüllerin uçurumuna sevgiden köprüler kuralım bugün”… Gönlümüzün kıyıları bizi bekliyor.
Cemre olup düşelim bizi bekleyen gönüllere…
Sizce düşmeye değmez mi?
Meryem Aybike Sinan