İzdivaç programına gelenler hangi ülkenin ihtiyarları?
“Yaşlı bir adam, yolda iki kat olmuş, bastonuna dayana dayana güç bela ilerliyormuş. Öyle ki neredeyse yüzü yere değecek kadar belini kaldıramıyormuş.
Babasının elinden tutarak yürüyen küçük bir çocuk, bu ihtiyarın yerde bir şey aradığını sanıp babasına:
—Baba, bu dede yerde ne arıyor? diye sormuş.
İhtiyarın neyi kaybettiğini iyi bilen babası:
— Gençliğini arıyor yavrum gençliğini! demiş.”
Sütun komşumuz Sevgili Hocam Prof.Dr. Osman Özsoy’un son yazısını okuyunca “Özsoy Hocam keşke şu sözde izdivaç programlarını da yazsaydınız” diye iç geçirdim.
Sonra sen ne güne duruyorsun dedim ve günlerdir içime dert olmuş bu mevzu böyle bir yazıya dönüşüverdi.
Geçtiğimiz günlerde malum gripten bendeniz de yataklara düşünce yattığım yerden televizyon kanallarına takıldım. Bilmediğim, daha önce hiç seyretmediğim programlara tesadüf ettim.
Bir yığın gereksiz programdan sonra en gereksiz ve saçma bir programa yolum düşünce açık söyleyeyim ki yattığım yerde kahrettim, utandım, içim acıdı. Bir izdivaç programı, sunucu komik mi komik! Stüdyo tıklım tıklım insan kaynıyor.
Hemen hepsi sözde eş aramaya gelmiş!
Her yaştan ve sosyal tabakadan insan var. Ama beni en çok şaşırtan yaşı bayağı geçkince kadın ve erkeklerin bu programlara katılıyor oluşuydu. Babaanneler, anneanneler, dedeler! Bir zamanlar geldikleri zaman ayağa kalktığımız elleri öpülesi, dualarına her dem muhtaç olduğumuz, tecrübeleriyle, arifane sözleriyle ışık olup aydınlatan o şefkat abidelerinden artık eser yoktu ekranda gördüğüm bu insanlarda.
Aşk arıyorlardı, eş arıyorlardı, para-pul, mal mülk arıyorlardı! Aslında birçoğunun neyi aradığını da anlayamadım ya… Can sıkıntısından kendini stüdyoya atanlar da cabası… Özellikle kadınlar çoğunlukla emekli maaşı arıyorlardı! Ne vahim, ne acıklı ve ne rezil bir durum Allah’ım…
Belki eş, belki gençliklerini arıyorlardır bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki evlerin beti bereketi olan ihtiyarlarımız da çok tuhaf haller içindeler artık!
Sokaktaki gençlere taş çıkartıyorlar!
İçim sızladı. Bir çaresizlik sardı duygularımı. İhtiyar hallerinin bu son deminde yollarına çıkan türlü yabancılardan medet uman bu insanlar hangi ülkenin kimsesiz yaşlılarıydı acaba?
Ne olmuştu da etraflarına aldırmadan, geriye kalan yıllarına göz atmadan böylesine yollara düşmüşlerdi? Bu saatten sonra hangi efsunlu sevdanın ellerinden tutacağına inanıyorlardı ki! Hangi aşk gelip kendilerini bulurdu ki! Önce telefonda, ekranda beğendiği kişiye bağlanan sonra da ikamet ettiği şehirden kalkıp gelen ve o kişiyle yüzleşen ve büyük çoğunlukla beğenilmeyip rezil olan bu ihtiyarlara gerçekten içim acıdı.
Üzüldüm çok üzüldüm. Sonra kendim de dâhil bu ülkenin okumuş yazmış bütün aydınlarına kızdım.
İslamiyet yaşlıya hürmeti emreder.
“Eğer beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar üzerinize sel gibi dökülecekti.” (Beyhaki)
Belli ki ihtiyarlarımız mutsuzlar, yalnızlar, çaresizler. Belli ki manen birçok gerçeği kaybetmişler. Geçmişlerini, geleceklerini, kendilerini! Bu mutsuzluklarının televizyon stüdyolarında sona ereceği sanrısıyla kalkıp gelmişler. Sunucu hanımların yarı alaylı amca; teyze iltifatlarına mazhar oluyorlar!
Beğenilmiyorlar çoğunlukla.
Elektrikleri alamıyorlar öteki muhatap yaşlılar!
Allah’ım bu bir rezillik!
Dedelerimiz, ninelerimiz bu hale nasıl geldiler? Hangi silindir geçti üzerlerinden, ruhlarındaki mana halesi nasıl söndü, öteleri neden unuttular? Sorular, sorular… Tam iyileşeyim derken üzüntüden daralıyorum bu kez!
Bu kadınları ben tanıyor muyum? Var mı çevremde böyleleri?
Ya bu dedeleri? Yok, yok bırakınız tanımayı, bilmek bile istemiyorum artık. Hayal kırıklığı içindeyim. Zaten benim muhitimden yok böyleleri. Benim başında beyaz yaşmaklı Perihan Teyzem var, Elif Teyzem, Bergüzar Teyzem var… Bu Teyzeler başka ülkelerin teyzeleri olsun!
Evet, beli bükülmüş ihtiyarlarımızın büyük yekûnu çok şükür ki ibadet ve taat ile neşveli ve hallerinden şükürle bahsederler. Ama televizyon ekranlarında gördüğümüz bu yaşı başı geçkin amca ve teyzeler, bu ülkenin eli ve dili dualı ihtiyarları olmasa gerek. İhtiyarlık üzerine derin düşüncelere dalıyorum. Birgün mutlaka yolumuzun düşeceği o menzilde nasıl yaşamak lazım gelir ki diye iç geçiriyorum. Ruhum daralıyor.
Aklıma Üstad Bediüzzaman’ın ihtiyarlık üzerine söylediği o mükemmel sözleri geliyor:
“Sizi temin ederim: Eski Sait’in on senelik gençliğini bana verseler, yeni Sait’in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim. Ben ihtiyarlığımdan razıyım, siz de razı olmalısınız”
Yaşlılık zor bir dönem, bunu kabul etmek lazım ama Allah ve ahiret inancı olan bir insan bunlarla teselli bulur ve ölümü daha fazla düşünerek ibadetine kendini verir. Dünya lezzetlerine kendini kaptıran insanlar da bu yaşlılarımız gibi rezil olurlar belli bir yaştan sonra.
Yine Bediüzzaman Hazretleri bu konuyla alakalı olarak:
“En karanlıklı, en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık, en acı ve dehşet verici ayrılık, inançsızların, yasak eğlence ve zevkler peşinde koşan kimselerin ihtiyarlık ve ayrılıklarıdır.”İmandan gelen nur” sizlerin ihtiyarlıktan gelen karanlık, gaflet, üzüntü ve acılarınıza kâfi gelecektir. Yoksa bu hal gençlere benzemeye çalışmak ve onların sarhoşça davranışlarına dalarak ihtiyarlığını unutmakla kazanılmaz”.
Bu sözlerin üzerine daha ne söylenebilir ki!
İzdivaç programlarının bu ülkeye, genç ve yaşlı insanlarımıza büyük zararlar verdiğini düşünüyorum. Onurları kırılan; belli bir yaştan sonra ekran başında milyonlara yalan söyleyen ve rezil olan ihtiyarları ne görmek ne de bilmek istiyoruz.
Benim dünyamdaki yaşlılara özlemim kat be kat artarken bu tür yaşlıları bana izlettirip algılarımdaki eli öpülesi yaşlıların hatırasını kirleten bu tür izdivaç programlarını kınıyor, izdivaç meraklısı yaşlılara da Allah akıl fikir ve biraz da zikir versin diyorum.
Allah hepimize hayırlı ihtiyarlık nasip etsin!
Meryem Aybike SİNAN / Haber 7