Engelli Çocuk Allah'ın Özel Emaneti...
Allahım ben ne günah işledim? Bu bize bir ceza mı? Bu çocuk benim olamaz, görmek istemiyorum…” Bu isyan dolu ifadeler dinin sınırları dışına çıkmaya kadar götürür insanı. Ancak kimi zaman dokuz aylık zorlu hamilelik sürecinden sonra engelli bir çocuk dünyaya getiren bir annenin ağzından dökülür bu cümleler. Kalbi böyle demese de o an yaşadığı üzüntüyle dili söyler. ölünceye kadar bebek kalacak, bakıma muhtaç bir çocuğa sahip olma gerçeğiyle yüzleşen her kadın başlarda bu durumu kabullenmek istemiyor. O kadar ki, bazı anneler çocuğunun bu özel durumundan kendisini sorumlu tutuyor. Yaptığı bir hata sonucunda ya da hamilelik dönemindeki ihmaller yüzünden engelli bir çocuk dünyaya getirdiğini düşünüyor. Yaşanan ilk şoku atlattıktan sonra evladını kucağına alan, onun sıcaklığını yüreğinde hisseden her anne zamanla yavrusunu kabulleniyor, hatta bütün hayatını çocuğuna adıyor.
Engelli çocukla ilgilenmek, bakımından yetiştirilmesine kadar her şeyini üstlenmek diğer çocuklardan daha zor şüphesiz. Annelerin yaşadıkları zorluklar da ortada. Bağışıklık sistemi oldukça zayıf olan bu çocuklar daha sık hastalanıyor. Ayrıca, sağlıklı büyüyen çocuklar birçok şeyi belli bir yaştan sonra annelerinden bağımsız olarak yapar hale gelmelerine rağmen engelli bir çocuk ömür boyu annenin kontrolü altında ve ona bağımlı yaşamak zorunda kalıyor. Bazen babalar çocuğu kabullenmiyor, yemek yemesinden bakımına, temizliğine kadar bütün sorumluluğu anneye yüklüyor. Ayrıca, evdeki diğer çocuk, anne babasının engelli kardeşine olan ilgisini kıskandığında psikolojisi olumsuz etkileniyor. Burada dengeyi kurmak yine anneye düşüyor.
Engelli çocuk ailelerinin sosyal hayatla ilişkisi azalıyor
Engelli çocuğu olan annelerin birçoğu mutsuz ve kendi halinde yaşıyor, hatta çevresiyle ilişkisini koparıyor. Kimi ebeveynler çocuğunun iyileşmeyeceğini düşünürken, inancını muhafaza eden aileler evladının durumu ne kadar ağır olursa olsun ileride normal bir çocuk olacağı umudunu taşıyor. Ailelerin en büyük korkuları ise onlar öldükten sonra çocuklarının akıbetinin ne olacağı. Uzmanlar, hayatın bir imtihan, her derdin bir sabrı ve mükafatı olduğu inancını taşıyan anne babaların bu durumu daha çabuk kabullendiklerini söylüyorlar.
Sebahat İnan ve Havva Işık Tepe engelli çocuk sahibi birer anne. Ev hanımı Sebahat İnan, 15 ve 8 yaşlarında iki erkek çocuk annesi. Her iki oğlu da sağlıklı dünyaya gelmiş. Lisede okuyan büyük oğlunun sağlık problemi yok. Küçük oğlu Mücahit Furkan ise altı aylıkken yakalandığı Hipoplazi (Beyin dopları arasında açıklık) hastalığıyla savaşmaya devam ediyor. Sebahat Hanım, aynı zamanda ailesinin tek evladı. Bir yandan annelik, diğer yandan da evlatlık vazifelerini yerine getirmeye çalışıyor. Biri sağlıklı, diğeri engelli iki çocuğuna sevgi ve şefkatini eksiksiz verirken, 35 yıldır şeker hastası olan, gözleri görmeyen annesinin bütün hizmetini üstlenmiş.
Mücahit Furkan, sekiz yıl önce gözlerini dünyaya sağlıklı bir bebek olarak açar. Altı aylık oluncaya kadar çok nadir hastalanır. 17 Ağustos depremi, İnan ailesinin ve minik Mücahit Furkan’ın yıllarca sürecek hastalığının başlangıcı olur adeta. Depremden üç gün sonra, henüz altı aylık olan Mücahit Furkan’da aşırı mide bulantısı başlar. İnan ailesi, midesine giden her damla sütü geri çıkaran minik yavrularını hemen hastaneye kaldırırlar. Doktorlar bebeğin midesini üşüttüğünü, korkulacak bir durum olmadığını belirterek, hafif ilaçlarla aileyi eve gönderir.
Ancak, ilerleyen günlerde Furkan’ın durumu daha da kötüleşir. Artık, ne anne sütünü kabul eder ne de mamasını yer. Evlatlarının hastalığı karşısında iyice çaresiz kalan anne baba tekrar hastaneye koşar. Tahliller yeniden yapılır ancak sonuçlar gene normal değerlerde çıkar. Bulantısı devam eden minik yavru, uzun araştırmalar sonrasında teşhis konulamadan yeniden evine gönderilir. Doktorların yapacak bir şey olmadığını söyledikleri Mücahit Furkan’ın beslenmesi tamamen durur. Verilen ilaçlar ise mideye inmeden geri gelmektedir.
Bu durum bir yaşına kadar devam eder. Evlatları elleri arasında günden güne eriyen İnan ailesi mücadeleye devam eder, her hastaneye gider, her doktorun kapısını çalar. Furkan bir yaşına geldiğinde özel bir hastanede tedavi altına alınır ve verilen ilaç sayesinde mide bulantısı durur ancak, artık yeme alışkanlığını kaybetmiştir. Sebahat Hanım, bir yaşındaki oğlunu, bebek maması ve bitki çaylarıyla beslemeye başlar. Oğlu, artık ne konuşabiliyor ne de emekleyebiliyordur. Büyümesi de durur.
İnan ailesi evlatlarının hastalığının ne olduğunu öğrenmek için mücadeleyi bırakmaz. Furkan iki yaşına geldiğinde çekilen beyin MR’ıyla hastalığın adı konur: Beyin dopları arasında açıklık vardır. Aile bir kez daha yıkılır. Doktorlar yapılacak fazla bir şey olmadığını söylese de, onlar “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek tedaviye devam ederler. Furkan, altı ay boyunca İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde fizyoterapi ve özel eğitim alır. Tedaviye cevap veren Furkan 2,5 yaşına geldiğinde emeklemeye başlar. Mücahit Furkan, şu an sekiz yaşında. Üç yaşından beri Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde fizyoterapi ve özel eğitim görüyor. Annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, etrafındakileri algılayabiliyor, kısmen de olsa şikayetini dile getirebiliyor.
“Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama inşAllah cennet-i alada koşacak”
Sebahat Hanım, hiçbir zaman umudunu yitirmeyen annelerden. Oğlunun sağlığına kavuşması için bir yandan dua ediyor, diğer yandan sebeplere sarılarak şifayı Allah’tan bekliyor. 35 yıldır şeker hastası olan annesinin hizmetini de eksiksiz yapmaya gayret eden vefakar kadın, dört yıl önce alzheimer hastalığına yakalanan babasına da evlatlık vazifesini yerine getirmiş. “Bir evde üç hasta vardı” diyen Sebahat Hanım, o günleri şöyle anlatıyor: “Mücahit Furkan üç yaşındayken, babam alzheimer hastalığına yakalandı. Şeker hastası olan ve gözleri görmeyen annem dolaşım bozukluğu nedeniyle ameliyat oldu. Hastanede annemin yanında kalıyor, bir yandan da babamın hizmetini yapıyordum. Bu arada Furkan’la da ilgileniyordum. Babam üç yıl yaşadı. Üç yıl üç hasta bezledim. Çok zor günlerdi ama Allah’a sığınarak atlattım. Annem benim yanımda ve bakıma muhtaç. Ben annelik ve evlatlık vazifeleriyle imtihan edildiğimi bilerek inancımla görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Hayır ve şer Allah’tan gelir. Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama insaşAllah cennet-i alada koşacak.”
Engelli çocuk annelerinin her duyguyu daha yoğun yaşadığını belirten Sebahat Hanım, zorlukların kendisini daha sabırlı ve şükür sahibi bir insan yaptığını söylüyor. “İnancım beni huzurlu kılıyor” diyen Sebahat Hanım, “Eskiden olumsuz baktığım her şeye artık olumlu bakıyorum. Şefkatim ve merhametim daha da arttı. Furkan’ın ve annemin rahatsızlığı nedeniyle sosyal hayatım tamamen durdu. Beş yıldır kimseyle görüşemiyorum. Yalnız, oğlumun tedavisi ve alışveriş için dışarı çıkabiliyorum ama her zorlukta ebedi alemi gözümün önüne getiriyorum. Çünkü bu dünyada çekilen her derdin sabrı ve mükafatı olduğuna inanıyorum” şeklinde konuşuyor.
Doktorlar beş yıl ömür biçti, ancak Acar şu an yedi yaşında
“Ben ve oğlum Acar, Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail gibiyiz…” Havva Işık Tepe, doğuştan engelli oğlu Acar’ı hayata bağlayabilmek için verdiği mücadeleyi bu sözlerle anlatıyor. Doktorların, “Yalnız karaciğeri sağlam, yürüyemez, dört yaşında gözlerini kaybeder, beş yaşında bu dünyadan ayrılır” dediği Acar şimdi yedi yaşında. Havva Hanım, doktorlar kadar çabuk pes etmemiş ve yedi yıl boyunca İnşirah suresini dilinden ve kalbinden düşürmeden, Allah’a sığınarak, oğluna bir damla hayat suyu bulmaya çalışmış. Eşinin akrabası Yeliz altı yıldır Havva Hanım’ın yanında olan tek insan. Hayatta yapabileceği en güzel hizmetin Acar’ın yanında bulunmak olduğunu düşünerek ailesini ve eğitimini bırakıp, Tepe ailesinin evine taşınan genç kız tek destekçileri. “Yeliz, bedenimin ve ruhumun diğer yarısı” diyor Havva Hanım.
Şimdiler de Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde haftada üç gün fizyoterapi ve özel eğitim gören minik Acar 2000 yılında dünyaya gelir. Hamilelik döneminde sık sık yapılan kontrollerde doktorlar bazı problemlerden bahseder, ancak bunların önemsiz olduğunu söylerler Tepe çiftine. Dokuz ay süren heyecanlı bekleyişin sonunda doğum gerçekleşir. Allah’ın bir hediyesi olan evladını kucağına almayı hayal eden ve sabırsızlanan anne, doktorların “Bir oğlunuz oldu ancak yalnız karaciğeri sağlam, kalbinde ciddi problem var. Kontrollerde fark edemedik” sözleriyle yıkılır. Evladı bir kuvözde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Her şeyin Allah’ın takdiri olduğunu bilen acılı anne o zor günlerde Lokman suresi 34. ayetinden güç alır. “Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır” ayet-i kerimesi karanlık günlerinde yolunu aydınlatır. Günler sonra hastaneden çıktıklarında minik Acar’ın emme-yutma yeteneği yoktur.
Havva Hanım pes etmez; doktorlardan bebeğin beslenmesi ile ilgili bilgi alır, hastane hastane dolaşır, oğlunun yaşaması için elinden gelen bütün çabayı harcar. İstanbul’daki bütün üniversite hastanelerinde yapılan araştırmalar sonucunda Acar’a beyin felci tanısı konur. Oğlu hiç iyileşmeyecek, bir ömür boyu kendisine bağlı yaşayacaktır. Havva Hanım kendini oğlunun yerine koyarak onun her yaptığı hareketi yapmaya çalışır, onu daha iyi anlayabilmek ve dünyasına girebilmek için onun gibi yaşamaya başlar. Acar’ın içinde bulunduğu durumu çözebilmek için oğlu gibi bakar, onun gibi oturur, onun gibi hareket eder. Oğlunun adeta kulağı, gözü ve dili olur. Beş yıl ömür biçilen minik Acar 5,5 yaşından beri annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, yemeğini yiyebiliyor. Acar’ın bir de dört yaşında erkek kardeşi var. Oldukça sağlıklı bir çocuk olan Efe, ağabeyi Acar’ı adeta küçük kardeşi gibi koruyor, onunla oyunlar oynuyor.
“Oğlumu en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim”
Halkla İlişkiler Uzmanı olan Havva Işık Tepe, Acar’ın doğumundan sonra iki yıl engelli çocukların annelerine danışmanlık yapar. İkinci oğlu dünyaya geldikten sonra mesleğini bırakarak, hayatını, biri sağlıklı diğeri engelli iki oğluna adar. Yoğun tedavi sürecinde maddi sıkıntılar içine düşünce, iki yıl önce, takı tasarımcısı olan komşusundan takı yapmayı öğrenir. Havva Hanım iki yıldır bir yandan çocuklarına bakıyor diğer yandan takı tasarımcılığı yaparak eşine maddi destek olmaya çalışıyor. İnancını hiç kaybetmediğini, yaşadığı zorlukların kendisini Allah’a daha da yaklaştırdığını belirten Havva Hanım, “Her zorlukta bir kolaylık vardır. İnsan hayata nasıl bakarsa hayat ona o şekilde dönüyor. Bakmasını bilmek lazım” diyor. Çocuğunu kendisinin olduğu için sevmekten öte Allah’ın emaneti olarak gördüğünü anlatan cefakar anne şöyle devam ediyor: “Acar bana Allah’ın özel bir emaneti. Ben o emanete sahip çıkmalıyım. Onun sorumluğu bana verildi. Hz. Hacer gibi evladıma su bulmalıyım. Allah’ın verdiği ömrü ona en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim. Biraz içgüdüsel biraz bilgiyle hareket ediyorum. Acar sayesinde sabretmeyi öğrendim. Allah’a olan inancımı asla kaybetmedim. Ona dayanarak yola devam ediyorum.”
Semerkand Aile - Ağustos/2007