Alm. Hochzeit (-sfeierlichkeit, -feier) (f), Fr. Noce (f), İng. Wedding feast.
Evlenme ve sünnet dolayısıyla yapılan şenlik.
Tügmek (bağlamak) kelimesinden “-n” ile yapılmış isimdir. Bu açıdan ele alınınca “nikâh” mânâsına gelir. Zâten kelime “tügmek” yâni bağlanmak fiilinden “-n” eki ile yapılmış isim olup iki kişiyi nikâh bağı ile bağlanmak anlamına gelir.
İnsanların nesillerinin devâmı ancak evlilikle mümkün olmaktadır. Milletler, yetişecek çocukların âile bağları içinde olmasına çok eski zamanlardan beri dikkat etmişlerdir. Her milletin binlerce yıldır, devâm eden düğün, âdet ve gelenekleri vardır. Bunlar zamanla değişmiş, unutulmuş, yerlerine toplumun inanç ve sosyal durumlarının tesir ettiği tamâmen farklı şekiller ortaya çıkmıştır. Düğün, bâzı milletlerin, din ve yaşayış tarzlarının aynı ortak özelliklerini taşır. Dînî düşüncelerin düğünlerde büyük tesirleri olmuş ve bunlar yüzyıllarca devâm etmiştir. Bugün Avrupa ve diğer Hıristiyan devletlerinde düğünün muhakkak kiliseden geçmesi âdeti, hâlâ eskisi gibi devâm etmektedir.
Örf ve âdetlerine bağlı olan Türklerde düğün, ayrı bir mânâ taşırdı. Zamanla bunlar az veya çok değişmişse de bugün Anadolu’da köy ve kasabalarda devâm etmektedir. Eskiden düğünler genellikle şöyle yapılırdı:
Kıza tâlib olan âile, önce mahalle veya köyün ileri gelen yaşlılarına durumu açar, onların fikirlerini alırdı. Çok kere tecrübeli, güngörmüş, âileleri iyi tanıyan bu zâtlar gönül, hatır dinlemeden fikirlerini bildirirlerdi.
Oğlan evi erkekleri, hatırı sayılır birkaç mahalleliyle birlikte kız evine akşamdan sonra giderlerdi. Anadolu’da buna “dünürcülük” adı verilmektedir. Daha önce fikirleri alınıp, vermeye taraftar oldukları bilindiği için bu gece şerbet içilir, kesin söz alınırdı. Bâzı yerlerde lokum vermek işin tatlıya bağlandığının işâreti sayılırdı. Buna da “söz kesme” denir ve “nişan” için gün tâyini istenirdi. Gün tâyinini ve alınacak şeyleri ekseriyâ kadınlar kendi aralarında kararlaştırırlardı. Eğer önceden anlaşma sağlanmadan kız istenmişse ve vermeye taraftar değillerse bu zaman lokum ve şerbet ikrâm edilmezdi.
Tâyin edilen günde kadınlar kendi aralarında toplanırlar, gelin kıza, kayınvâlide veya hatırı sayılan çok sevilen bir hanım, yüzüğünü takar, eğer bilezik, küpe gibi takılar da varsa onlar da yüzüğü tâkip ederdi. Sonra duâlar edilir, düğün gününün bir an önce olması temenni edilirdi. Erkekler de büyüklerin huzûrunda toplanırlar, sevilen bir zât, evlilik ve mesuliyetleri, dikkat edilmesi îcâb eden hususlar hakkında konuşur, sonra da hayırlı olması dileğiyle yüzüğü takardı. Şeker, lokum dağıtılır, sonra da şerbetler içilir hayır duâda bulunulurdu. Düğün günü belli olunca, her iki taraftan düğüne çağrılacak olanlar “okuyucu”, “haberci” denilen kimseler tarafından dâvet edilirlerdi. Genellikle Çarşamba ve Perşembe günleri düğünler yapılırdı. Çarşamba gecesi kız evinde “kına yakma” âdeti çok yaygındı. Kızın arkadaşları ve oğlan tarafından gelenler kendi aralarında eğlenirler, mâniler söylerler, kınalar yakarlardı. Ana evinden ayrılmanın zorluğu mâniler ile anlatılır, dokunaklılık son haddine varınca, gelin kız birkaç damla göz yaşı dökerdi. Halk arasında “gelin hem ağlar, hem gider” tâbiri bu gecedeki ağlamadan dolayı söylenmiştir.
Perşembe günü kız evine gelin almaya gelinirdi. Gelinin herkese gösterilmemesine çok dikkat edilirdi. Kızın annesi, yakınları evin avlusunda gelin kapıya varmadan bozuk paraları atarlar, çoluk çocuk da büyük bir zevkle bunları kapışırdı. Kız, oğlan evine gelince kapıdan içeri girmez, kayınbaba ve kayınvâlide hâllerine göre hediyeler verir, bir hayvan kesip üstünden gelin atlatılır (bu daha çok koç olurdu) sonra girerdi. Bu sırada oğlan evinde davullar çalınır, kazanlar kaynardı. Düğün evi herkese açıktı. Karnı aç olan kaynayan kazanlardaki nohuttan, pilavdan, zerde tatlısından ve diğer yemeklerden bol bol yerdi.
Perşembe günü akşamı oğlan evinde yemek için ekserî yaşlıların dâvet edildiği sofra kurulurdu. Yemekten sonra berâberce mahallenin câmisine gidilir, yatsı namazı kılınırdı. Yatsıdan sonra topluca dâmâd evine gelinir, şerbetler içilir, mahalle câmisinin imâmı veya ehil olan başka biri tarafından Kurân-ı kerîm okunarak hazır bulunanlarla birlikte dâmâda tövbe istiğfâr ettirilip dînî nikâhları yapılır, duâ okunduktan sonra, bâzı yaşlılar dâmâdın sırtına îkâz mâhiyetinde vururlar ve gelinin odasına gönderirlerdi. Dâmâd önce iki rekat namaz kılar, geçimlerinin iyi, çocuklarının sâlih olması için duâ ederdi. Gelinin açılmayan duvağını açabilmek için yüz görümlüğü tâbir edilen hediyeler verilirdi. Sıra tatlı yemeye gelirdi.
Cumâ günü gelin görmeye gelmek bâzı yerlerde âdet olmuştu. Dâmât câmiye Cumâ kılmaya gider. Öğleden sonra gelenler de gelini görürdü. Pazar günü evliliğin tatlı geçmesi için kız evinden bir tepsi baklava gelirdi. Pazartesi günü kız evi, dâmâdı el öpmek için yemeğe dâvet ederdi. Âilece gidilir, yemekler yendikten sonra dönülürdü.
Saraydaki, konaklardaki düğünler ise günlerce sürerdi. Fakir fukarâ için buraları bayram yeri gibi olur, karınlarını doyururlardı. Zamanla bırakılan örf ve âdetler, bilhassa şehirlerde bugün eski düğünlerin unutulmasına sebeb oldu. Anadolu’nun bazı yerlerinde kısmen eski düğünlere benzer düğünler yapılırsa da, genellikle eski yeni karışık, düğünler olmaktadır. Bugün toplumun yaşayış tarzı değişmiş olduğundan şehirlerde düğünler yeni bir hâl almıştır. Bâzı yerlerde hiç düğün yapılmamakta, yapılanlarda ise âilelerin durumlarına göre evde, salonlarda kadın erkek bir arada eğlenilmektedir.