Osmanlı deniz kuvvetleri.
XIV. yüzyılda kuruldu. Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Karamürsel Bey komutasında ilk donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı.
1327 yılında Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları başladı.
Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı), Karamürsel Bey oldu.
1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan Rumeli'ye geçişin önü açıldı.
Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak da İstanbul oldu.
Medeniyet dünyâsına eski ve târihî hayâtiyetini veren, Akdeniz’e hâkimiyet cihângirlik dâvâsının başlıca unsurlarından biriydi. Roma’nın bu denize hâkimiyeti, onun cihângirlik vasıflarındandı. Bu sebeple onlar Akdeniz’e Mare Nostrum (Bizim deniz) diyorlardı. Şarkî Roma (Bizans) İmparatorluğu da İslâmiyetin zuhûruna kadar bu hâkimiyeti elinde tuttu. Görülen lüzum üzerine hazret-i Muâviye’den îtibâren Müslümanlar süratle denizciliğe başladılar. Az zamanda Akdeniz hâkimiyetini ele geçirdiler ve bir kısım kuzey sâhilleri müstesnâ, bütün kıyılarına hâkim oldular. Müslümanların fetihleri ve medeniyetleri gibi Akdeniz’e hâkimiyetleri de o derece kuvvetli olmuş ve asırlarca sürmüştür.
Ancak 12 ve 13. yüzyıllarda vukûbulan Haçlı saldırıları donanma faaliyetlerinin uzun süre aksamasına sebeb oldu.
On üçüncü ve on dördüncü asırlarda Mısır-Suriye Türk Memlûkleri, Akdeniz’in doğusunda ancak mevzî bir kudrette deniz kuvvetine sâhip bulunuyorlardı. Bununla berâber Türkler, Anadolu’ya gelişlerinden bir müddet sonra denizlere hâkim olmanın lüzûmunu duydular. İlk teşebbüse, İzmir’de küçük bir devlet kuran Çaka Bey tarafından girişildi. Çaka Bey, büyük bir gayretle vücûda getirdiği donanmayla adaları zaptetti ve İstanbul muhâsarasına hazırlandı. İlk Türkiye Selçuklu Sultanı Süleymân Şahın ölümünden sonra İznik Türk beyleri de Marmara’da Bizans’a karşı bir donanma inşâsına başladılar. Fakat imparatorun deniz kuvvetleri bu tesisleri tahrib etti. Türkiye Selçukluları ancak 13. asır başlarında Akdeniz’de Antalya ve Alâiye, Karadeniz’de ise Sinop ve Samsun limanlarında tersâne kurup, donanmalar ortaya koydular. Daha sonra Karadeniz’de Sinop beyleri, Adalar (Ege) Denizinde Aydınoğulları ve Karesioğulları, Akdeniz’de Antalya beyleri denizcilikte bir hayli ilerlediler. Bilhassa Aydınoğulları deniz gazâ ve seferleriyle adaları ve sâhilleri hâkimiyetleri altına aldılar.
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarında İzmit, Gemlik taraflarının ve daha sonra Karesi ilinin elde edilmesi Osmanlıları tabiî olarak denizle alâkadar etti. Nitekim Karesi Beyliği gemilerinden de istifâde edilerek Rumeli’ye geçildikten sonra, 1390 yılında Gelibolu’da ehemmiyetli bir tersâne vücûda getirildi. Bu ilk devirler Osmanlı denizciliğinin acemilik zamânı olup, denizde pek kuvvetli ve mâhir olan Venediklilerle boy ölçüşebilecek kudrette değildi. Bununla berâber bâzı muvaffakiyetsizliklere rağmen, günden güne tecrübeli bir Osmanlı denizciliği vücûda gelmekteydi. Çünkü İkinci Murad Hanın gösterdiği ihtimam netîcesinde Osmanlı donanması, Trabzon-Rum İmparatorluğunu denizden tehdid edecek kadar kuvvetlenip, deniz harekâtına alışmıştı. Fâtih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra, burayı Akdeniz’den gelecek bir tehlikeye karşı muhâfaza için Çanakkale Boğazını tahkim etmekle berâber donanmaya da ehemmiyet verdi. Nitekim donanmanın desteğiyle, İmroz, Limni, Taşoz, Semendirek, Midilli ve Eğriboz adaları fethedildi. Sakız ve Sisam vergiye bağlandı. Bilâhare Akdeniz’de korsanlık eden Türk leventleri reislerinden meşhur Kemâl Reisin Osmanlı Devleti hizmetine girmesi, donanmaya yeni bir canlılık kattı. Akdeniz’deki deniz seferleri İspanya sâhillerine kadar uzadı. Sultan İkinci Bâyezîd döneminde gemicilik daha da gelişti. Antalya Vâlisi Şehzâde Korkut, Akdeniz’de yelken açan Müslüman denizcilerin hâmisi oldu.
Yavuz Sultan Selim, İslâm dünyâsına hâkim olunca, Avrupa’nın fethine girişmek maksadıyle büyük bir gemi inşâ faaliyetine ve tersâneler yapılmasına başladı ve bir donanma kurmaya yöneldi. O tarihe kadar Osmanlıların asıl tersânesi olan Gelibolu’dan başka, Haliç’te de mükemmel bir tersâne inşâ ettirdi. Eldeki yüz kadırgalık donanmayı kâfi görmeyerek gemileri çoğalttı. Yüz kadırga, yirmi fosta, yirmi bir barça, üç büyük yelkenli ve altı perkendi olmak üzere mevcut miktara yüz elli gemi daha ilâve etti. Böylece o, karadaki zaferlerine paralel olarak denizcilikte Akdeniz hâkimiyetini elde etmek yoluna gitti. Fakat bu büyük tasavvurlarını gerçekleştirmeye ömrü kifâyet etmedi.
Yavuz Sultan Selim’in bu niyeti, oğlu Kânûnî Sultan Süleymân tarafından gerçekleştirildi. Kânûnî zamânında Akdeniz hâkimiyetinin elde edilmesinde, başlangıçta Osmanlı Devletinin emrinde olmayan Barbaros Hayreddîn ve arkadaşlarının çok büyük rolü oldu. Kânûnî Sultan Süleymân Macaristan’da zaferler kazanırken onlar da aynı yılda yâni 1525’te Akdeniz’in kuzey sâhillerini vurup, pekçok Hıristiyan gemilerini esir alıyorlardı. İmparator Şarlken’in Barbaros’a karşı gönderdiği Kaptan Andrea Doria mağlub oldu ve Septe Boğazını aşarak kaçtı. Türk denizcileri İspanyolların zulmüne uğrayan 70.000 Endülüs Müslümanını Kuzey Afrika sâhiline çıkardı. Bu büyük zafer üzerine Kânûnî, Barbaros’u 1533’te İstanbul’a dâvet etti. Hayreddîn Paşa, merâsimle karşılandığı huzûrda, kendisini ve Cezâyir beyliğini pâdişâhın emrine verdiğini bildirdi. Kânûnî Sultan Süleymân da bu büyük denizciyi donanma umûm kumandanlığı ile berâber Cezâyir Beylerbeyliğine getirdi. Ayrıca tersâneyi yeni tesisât ve ilâvelerle genişletti.
Barbaros Hayreddîn Paşa, Osmanlı Devleti hizmetine girdikten ve bir takım muvaffakiyetlerden sonra, İspanyolların meşhur denizcisi Andrea Doria kumandasında bulunan büyük Haçlı donanmasını 27 Eylül 1538’de müstesnâ bir zaferle imhâ etti. Pâdişâh her tarafa fetihnâmeler göndererek şenlikler yapılmasını emretti. Osmanlı Devleti bu sûretle karadaki hâkimiyetine ilâveten deniz hâkimiyetini de tam elde etti (Bkz. Preveze Deniz Zaferi). Öte yandan Kânûnî, Süveyş’te kurduğu donanma ile Kızıldeniz’i ve Arabistan sâhillerini emniyete aldı. Avrupalıları Hindistan sâhillerinden uzaklaştırdı. Hadım Süleymân Paşa kumandasında büyük toplarla donatılmış Süveyş donanması harekete geçerek Aden’i ve Arabistan sâhillerini kurtardıktan ve Portekizlileri mağlub ettikten sonra, Gücerât sâhillerine kadar vardı ve Hind Denizindeki bu faâliyetler, Pîrî Reis, Murâd Reis ve Seydi Ali Reis dönemlerinde de devâm etti.
Osmanlı donanmasının en büyük âmiri önceleri kaptan veya kapudan paşa ve 16. yüzyıl başlarında da kapudan-ı deryâ veya kapdân-ı deryâ denilen deryâ beyi idi. Ancak eski kaptanlardan Kemâl Reis, Pîrî Reis, Murâd Reis, Seydi Ali Reis, Turgut Reis, Sâlih Reis gibi meşhur denizcilerimize 16. asırda kaptan denilmeyip, reis denilmiş, daha sonraları kaptan tâbiri tamâmiyle yerleşmiştir.
Kaptan olan reisleri diğer reislerden ayırmak için hassa reisi denilirdi. On altıncı yüzyıldan sonra ise, bir harp gemisini idâre edenlere reis ve bir filoya kumanda edenlere de kaptan denilmeye başlandı. 1682 senesinden îtibâren donanmanın kaptan paşadan sonra gelen büyük amirallerine sırasıyla; kapudâne, patrona ve riyâle isimleri verilip diğer kalyon ve sâire süvârileri kaptan diye anılmaya başlandılar.
Donanmada kalyon kullanılmaya başlanmadan evvel kürek devrinde hassa kaptanları, gemi azabları bölükbaşıları olan reislerden tâyin edilirlerdi. Her gemideki efrâd, kaptanın emri altındaydı. Bunlar gemilerine fener takarlardı. Bu devirde kaptan olabilmek için cenkte düşman gemilerinden birini zaptetmek şarttı.
Osmanlı harp gemileri Gelibolu ve İstanbul tersânelerinden başka, Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sâhillerindeki birçok iskele ve mevkilerde yapılırdı. Donanmaya olan ihtiyâç sebebiyle bu tersânelerde yapılacak gemilerin miktar ve nevileri hükûmet tarafından o mahallin kâdılarına bildirilir ve müddeti de tâyin olunurdu. Bunların inşâsı için îcâb eden malzeme ile mühendis ve ustalar ya mahallinden tâyin olunur veya gönderilirdi. On yedinci asrın ortalarına kadar her sene kırk kadırga yapmak kânundu. Ancak ihtiyaç hâlinde bu sayı daha da arttırılabilirdi. Nitekim İnebahtı mağlûbiyetinden sonra Osmanlı Devleti, bir kış esnâsında, yâni beş ay zarfında İstanbul ve Gelibolu tersâneleri de dâhil olmak üzere evvelkisinden daha muazzam ve bütün levâzımatıyla techiz edilmiş bir donanma yaptırmıştı. Sonraki târihlerde bu kânun terk edilmiş ve kalyon inşâsı ehemmiyet kazanmıştı.
Osmanlıların kullandıkları gemiler, muâsırı olan denizci devletlerinki gibi kürekli-yelkenli ve yalnız yelkenli olmak üzere iki kısımdı. Kürekle yürüyen gemilere umûmî tâbirle çekdiri denilirdi. Çektirilerin en küçüğü karamürsel, en büyüğü ise baştarda idi. Çektirilerin büyüklerinden olan kadırga, yelken devrine, yâni kalyonculuğun birinci safa geçtiği târihe kadar Osmanlı donanmasının esâsını teşkil ederdi. Ancak 18. asır başlarından îtibâren kadırgalar eski ehemmiyetlerini kaybetmiş ve tedrici sûrette vazîfelerini kalyonlara devretmeye başlamışlardı. Bunun için Üçüncü Ahmed devrinden başlayarak sayıları azaltılan kadırgalar, Birinci Abdülhamîd devrinde sona erdi ve kadırga nevinden olarak yalnız kaptan paşa baştardası kaldı.
Osmanlı donanmasında hizmet eden azaplar, leventler, kürekçiler, aylakçılar, kalyoncular, gabyarlar ve sudagabalar gibi muhtelif hizmet efrâdı vardı. On altıncı yüzyılda, Türk korsan gemilerinde çalışan ve Akdeniz’de faaliyette bulunan güçlü kuvvetli denizcilere levend denilirdi Bu sebeple korsan Türklerden Osmanlı donanması hizmetine girmiş muhârip askere “levend” ismi verilmiştir. Dâimî bahriye sınıfından olan leventlerin muayyen maaşları vardı. Leventler gemilerde karakollukçuluk eder ve muhâfaza hizmetinde bulunurlardı.
Osmanlı donanması 16. yüzyıl boyunca, 17. yüzyıl ortalarına kadar Karadeniz ile Akdeniz’in hâkimi olarak, ihtişamlı bir şekilde denizlerde seyrediyordu. Ancak onu ileriye dönük işler yapmaya sevk edecek sebepler ve ihtiyâçlar yok gibiydi. Buna karşılık Karadeniz ve Akdeniz’deki ticâret ve gelirlerini kaybeden Avrupa ülkeleri, açık denizlerden doğuya ulaşıp, buraların zenginliklerinden faydalanma yollarını arayıp buldular ve Uzakdoğu ülkelerine birçok seyahatlerde bulundular. Bu seyâhatleri sırasında denizcilik sâhasında pekçok bilgi ve tecrübe kazandılar. Donanmalarını bu bilgi ve tecrübeleri ile geliştirip tamâmen kalyonlarla techiz ettiler ve denizcilik mektepleri açtılar. Bu durum, denizlerdeki üstünlüğün Venedik’e geçmesine sebeb oldu. Ancak 17. yüzyılın sonlarına doğru Amcazâde ve Mezomorta Hüseyin paşaların kaptanlığı dönemlerinde adedi artırılan kalyonlar sâyesinde donanmada üstünlük tekrar ele geçirildi. Sakız Adası, Venediklilerden geri alındı. Bu üstünlük 1770 senesindeki Çeşme mağlûbiyetine kadar 80 sene müddetle devâm etti. Bu târihte yakılan donanmamızda 5000 denizcimiz şehid düştü. Bunun üzerine 1773’te donanmaya personel yetiştirecek ve gemi yapacak ustalar ile mühendisler yetiştirmek üzere yerli ve yabancı hocaların ders verdiği Bahriye Mektebi açıldı.
Üçüncü Selim zamânında 1787-1792 Türk-Rus Harbinden sonra çekirdekten denizci olan Küçük Hüseyin Paşa kapdân-ı deryâ olunca Osmanlı donanmasının modernize edilmesinde önemli adımlar atıldı. Bu gelişmeler Sultan Abdülmecîd Han zamânında da devâm etti. Kuvvetli bir donanma gücüne sâhib olmadıkça savaşlarda netîce alınamayacağını bilen Sultan Abdülazîz Han, Osmanlı bahriyesine husûsî bir alâka gösterdi. Bu zamanda donanma, asrın teknik gelişmelerine göre techiz edilerek, personel eğitimine ehemmiyet verildi ve tersanelerde buharlı gemiler yapıldı. Bu sâyede Osmanlı donanması İngiltere ve Fransa donanmalarından sonra dünyânın en kuvvetli donanması durumuna geldi.
Nitekim donanmanın bu gücü sâyesinde Osmanlı denizcileri İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk-İtalyan Savaşında denizaşırı uzak bölgelere önemli ölçüde silah taşımıştır. Denizcilerimiz, Balkan Harbinde bir yandan gemilerini onarıp, öte yandan ordunun ikmâl nakliyâtını başarmışlar ve Birinci Dünyâ Harbinin dört yılında bitmez tükenmez bir enerji ile çalışmışlardır. Kurtuluş Savaşında da cephenin ihtiyâcı olan cephâneyi bulup taşımışlardır. Donanma bu faaliyetleri yürütürken, tamâmen Sultan Abdülazîz zamânında ulaştığı muazzam gücünden istifâde etmiştir.
Osmanlı Donanmasında sınıflar ve rütbeler
Osmanlı Donanması'nın ilk zamanlarında denizci askerlerin kıyafetlerine dair yeterli bilgi bulunamamaktadır. Donanmada üst rütbeli subaylar cüppe giyebilimekte idi, askerlerin giysileri ile rütbeleri anlaşılıyordu. Yıldırım Bayezid döneminde kurulan Gelibolu tersanesinde bazı azab askerleri donanmaya alındı, bu askerler ilk deniz askeri sınıfı olarak kabul edilmektedir. Fakat donanmadaki üniforma disiplini II. Mahmut'a değin tam olarak sağlanamadı. 1811 yılında II. Mahmut'un emri ile denizcilerin giyimlerine bazı kısıtlamalar getirildi. Donanmadaki modernleşme çalışmaları çerçevesinde denizcilerin üniformaları da değiştirildi, batılı devletlerinki gibi denizciler ceket ile pantolona geçti. Donanmadaki hiyerarşik sistem çeşitli dönemlere ayrılmaktadır. II. Mahmut öncesi donanmada hiyerarşik sistem şöyle idi:
II. Mahmut öncesi Osmanlı donanması, soldan sağa: Kapudane, Patrona, Tersane Kethüdası, Riyale.
Soldan sağa; III. Selim dönemi Tersane Başçavuşu, III. Ahmet dönemi Tersane Başçavuşu, Deniz Azap Odabaşısı, Kayıkçıbaşı, Levend-i Rumi, Kalyoncu, Çıplak Eri.
Kaptan-ı Derya - Donanmanın ilk zamanlarında bu rütbe "Derya Beyi" idi. "Kaptan-ı Derya" ve "Kaptan Paşa" gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Donanmanın en büyük amiridir, günümüz Deniz Kuvvetleri Komutanına denktir. Özel günlerde sağ tarafı sırma şerit ile süslü "Kallavi" adlı başlık, ucu kalkık sarı deriden "Yemeni" adlı ayakkabı, samur kürkü kaplı yeşil atlas kaftan giyerlerdi.
Kadırga Kaptanı veya Reis - Üstsubaylar sınıfına denk gelen Donanma Ümerası'nın en yüksek rütbeli askerleri idi. Etrafı ve kol altları sırma şeritli "Fermane" isimli bir üst giysi, onun üstüne de uzun kollu bir yelek giyilirdi. Kırmızı sarıklarının uçları sırmalı idi.
Kapudâne - 1682 yılından itibaren kullanılan bir ifade idi, günümüz Oramiral rütbesine denk. Önü samur kürkü ile kaplı yeşil bir kaftan, beyaz renkli bir başlık ve ayaklarına sarı deriden yemeni giyerlerdi. Ellerinde bir asa bulunurdu.
Patrona - İtalyanca asıllı bir rütbe. Günümüz Koramiral rütbesine denktir. Kalyonların ikinci kaptanlığını yürütmekle ve tersanelerin asayişini sağlamakla görevli idi. Kapudânelerinkine benzer kıyafetler giyen Patronaların ellerinde mavi renkli bir asa bulunurdu.
Tersane Kethüdası - Tersane halkının (Tersane çalışanlarına verilen genel ad) yönetiminden sorumlu Tersane Ricali sınıfının en yüksek rütbeli askeridir. Tersanelerde Kaptan-ı Derya'dan sonraki en yetkili subay idi. Günümüz Tümamiral rütbesine denk olan Tersane Kethüdası, önü ve yakası samur kürkü ile kaplı açık yeşil renkli bir kaftan, beyaz bir gömlek ve yeşil bir şalvar giyerdi. Elinde mavi renkli bir asa bulunurdu, beline ise kırmızı renkli bir kuşak sarılı olurdu. Sarı sırma püsküllü ve beyaz sargı kaplı kırmızı bir başlık giyerdi.
Rîyale - İspanyolca asıllı bir rütbe. Patrona'dan sonra gelen bu rütbe, günümüz Tuğamiral rütbesine denktir. Kalyonların üçüncü kaptanlığı görevini üstlenmişlerdi, kullandıkları gemiye "Riyâle-i Hümâyun" denirdi. 1855 yılında bu rütbenin adı "Liva Amiral" olarak değiştirilmiştir. Rîyaleler önü samur kürkü ile kaplı mavi bir kaftan, içine kahverengi bir giysi ve Kapudânelerinki gibi beyaz bir başlık giyerlerdi. Ayaklarında sarı deriden yemeni, ellerinde de mavi renkli bir asa bulunurdu.
Tersane Başçavuşu - Tersane-i Amire'de asayişten sorumlu Tersane Çavuşları sınıfının en yüksek rütbeli subayı idi. Diğer denizcilerden oldukça farklı bir giysi giyerlerdi. Başlarına bir külah üzerine fes, onun etrafına da saçaklı bir sargı sararak bu başlığı giyerlerdi. Omuzlarına da bir çeşit yağmurluk olan "Bornoz" adlı örtüyü alırlardı. Sırma işlemeli bir üst giysi, dizden başlayan sırma işlemeli bir şalvar ve kırmızı renkli deriden yemeni giyerlerdi.
Tersane Çavuşu - Tersane halkına komut veren ve asayişten sorumlu askerler idi. Emir subaylığı görevini yürüten Kaptan Paşa Çavuşu, askerî inzibat görevini yürüten Tersane Tezkereci Çavuşu gibi farklı türleri mevcut idi.
Azaplar - Osmanlı Donanması, "Harp Sınıfı" ve "Tersane Sınıfı" olarak ikiye ayrılmıştır. 1390 yılında bazı eyaletlerden azab askerleri, Gelibolu tersanesinde çalışmak üzere getirtildi ve donanmanın ilk sınıfı, Azaplar kurulmuş oldu. Azap Odabaşıları (Azap Subayları), sarı sırmalı şaldan beyaz bir sarık, uzun kollu sırma işlemeli ceket ve dizden başlayan mavi bir şalvar giyerlerdi. Ayaklarına ise sarı deriden yemeni giyerlerdi. Savaş zamanında Acemi Ocağı'ndan da askerler alınırdı, bunlar da Azaplar sınıfına dahil sayılır. Acemi Oğlanları sarı sırma saçaklı beyaz bir sarık, yakasız uzun bir cüppe ve koyu mavi renkli şalvar giyerlerdi.
Levendler - 18. yüzyıla kadar görevde kalan bu askerî sınıf, donanmanın ana personeli olarak kabul edilmektedir. Deniz savaşlarında tüfekçi, kara savaşlarında süvari olarak görev yapan Levend sınıfı, I. Abdülhamid döneminde kaldırıldı. Karadeniz'den ve Arnavutluk'tan alınan Rum askerlerine "Levend-i Rumi" denirdi. Levendler, "Barata" adı verilen ponponlu kırmızı bir başlık, kırmızı bir üst giysi ve onun altına da beyaz renkli bir gömlek giyerlerdi. Diz kapağının altından başlayan mavi renkli bir şalvar ve bıçakları tutması için koyu sarı bir kuşak giyerlerdi.
Kayıkçıbaşı - Levendlerin bir koludur. Mavi ponponlu kırmızı bir başlık, kolsuz kapalı renkte bir üst giysi, onun altına pembeye kaçan beyaz bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ile ayaklarına kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
Topçu Levendi - Gemilerde Topçu Ocağı vazifesi gören Topçu Levendleri, uzun beyaz bir sarık giyerlerdi. Diğer giysileri, Levendlerinkinden farksızdı. Barut çantaları bulunurdu.
Levend-i Rumi - Müslüman Levendlerden ayırt edilmeleri için tamamen farklı giyinirlerdi. Sarı işlemeli kolsuz mavi renkli bir gömlek, kirli beyaz renkli bir şalvar ve mavi renkli bir başlık giyerlerdi. Ayakkabıları yoktu, başlıklı uzun bir yağmurlukları olurdu.
Kalyoncular Sınıfı - 1682 yılında Kalyoncular sınıfı kuruldu ve Osmanlı Donanması, kalyonlara geçti. Kalyoncular sınıfı daima maaş almazdı, sadece göreve çağrıldıklarına maaş verilirdi. 1783 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın emri ile Kasımpaşa'da Kalyoncular Kışlası kuruldu. 1826 yılında, II. Mahmut'un emri ile Kalyoncu sınıfı kaldırıldı. Kalyoncular, tıpkı Levendler gibi tüfekçi, topçu, kayıkçı gibi işleri yürütmekte idi.
Kalyoncu Çavuşu - Kalyoncuların amiri idi, Tersane-i Amire bölgesinin (Kasımpaşa, Galata ve Beyoğlu) inzibatından sorumlu idi. III. Selim döneminde Kalyoncular, üzeri beyaz bir örtü ile sarılmış sarı ponponlu kırmızı bir başlık, yaka ve omuzları sırma işlemeli üst giysi, onun altına sarı renkli bir gömlek, mavi renkli uzun bir şalvar ve kırmızı deriden ucu kalkık olmayan ayakkabı (Mes) giyerlerdi.
Kalyoncu - Kalyoncular sınıfının ana personelidir. "Mukaddem" adı verilen kırmızı bir külah fesi sağ ucu aşağıya sarkacak şekilde ipekten hafif bir sarık ile sarıp bu başlığı giyerlerdi. Üst giysilerinde ve şalvarlarında mavi renk hakimdir. Üst giysinin altına oldukça bol bir beyaz gömlek, başlarındaki hafif sarığa benzer bir kuşak, kenarları kırmızı ipekle işlenmiş yağmurluk ve "Kalyoncu biçimi" veya "Galata biçimi" adlı açık ayakkabıyı da giyerlerdi. Yanlarında çeşitli silahlar ve sırma işlemeli bir tabanca bulunurdu.
Çıplak Çavuşu - III. Selim döneminde yabancı heyetlerin de yardımıyla "Çıplaklar Sınıfı" kuruldu. Hafif kıyafetler giydikleri ve kolları ile bacaklarının bir kısmı çıplak olduğu için bu isimle anılmışlardır. Çıplak Çavuşu, bu sınıfın amiri idi. Hafif bir örtüyle sarılmış külah şeklinde kırmızı bir fes, sırma işlemeli kırmızı bir üst giysi ve altlarına da dize kadar uzanan kırmızı bir şalvar giyerlerdi. Gömlek giymezlerdi. Omuzlarını kaplayan ve bacaklarına kadar uzayan bir bornoz (Yağmurluk) olurdu. Ayaklarına ise kırmızı deriden bir yemeni giyerlerdi.
Çıplak Eri - Kırmızı küçük bir üst giysi ve onun altına da göğsü tamamen açık vaziyette olan kısa kollu beyaz bir gömlek ile paçaları beyaz işlemeli dizden boğumlu mavi bir şalvar giyerlerdi. Başlıkları kırmızı renkte küçük bir fes idi. Ayakkabıları kırmızı deriden yemeni idi.
II. Mahmut döneminde, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı ve ordu büyük bir değişim geçirdi. Osmanlı Donanması da bundan oldukça etkilendi. 1833 yılına gelindiğinde donanmada sarık, şalvar, cüppe, kaftan ve fermane gibi giysiler tamamen terkedildi. Yerine batılı devletlerinki gibi pantolon ve ceket geldi. Rütbe isimleri de büyük ölçüde değişti. II. Mahmud dönemi bahriyelileri şöyle idi:
Kaptan-ı Derya - Rütbe ismi değiştirilmeyen en büyük donanma amiri. Bu dönemde mavi püsküllü fes ve lacivert çuhadan uzun bir ceket giyerlerdi. Ceketin önü sırma işlemeli idi, ceketin yaka bölümü altın sırmadan defne yaprağı şekilleri ile süslenmişti. Omuzlarda püsküllü apoletler bulunurdu. Altın sırmalı bir kemer takarlardı.
Patrona - İsmi değiştirilmeyen bir diğer rütbe idi. Ceketinin önünde iki sıra halinde düğmeler bulunurdu, ceketin yakalarında alt alta iki adet çıpa ve apoletlerinde de ikişer yıldız bulunurdu. Yakalarındaki çıpaların etrafı akasya yaprağı süslemeleri ile sarılı olurdu.
Bahriye Subayı - Deve tüyü renginde çuhadan bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Ceketlerindeki düğmeler iki sıra halinde olurdu. Ceketteki düğmeler padişah tuğrası taşırdı. Mavi püsküllü ve kürklü bir fes giyerlerdi, buna "Tunus Fesi" veya "Mahmudi Kalıp Fes" denmekte idi.
Bahriye Silâhendaz Subayı - Günümüzdeki anlamı ile deniz piyadeleri idi. 1833 yılında teşkil olunan bu sınıf, Silâhendaz erlerinin başında durur ve emir verirdi. Bele kadar uzanan kırmızı renkli çuhadan bir ceket, mavi renkli bir pantolon ve mavi kürk geçirilmiş bir fes giyerlerdi. Ceketlerinin önü iki sıra halinde düğmeli idi, apoletleri altın sırma saçaklı idi. Rütbeyi belli etmesi üzere yakaya bir nişan bağlanırdı.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Mavi püsküllü bir fes, gri renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Ceket yakaları kırmızı olurdu, kemerleri siyah deriden idi ve bununla kılıç taşırlardı.
Bahriye Silâhendaz Neferi - Silah taşıyan ve harp yapan ana personel sınıfıdır. Harp zamanı donanmaya dahil olurlardı, kırmızı renkte kısa bir ceket ve pantolon giyerlerdi. Omuzlarında "Kaşık" adı verilen püskülsüz apoletler bulunurdu, ceketlerinin üstünden iki adet beyaz deri çapraz şekilde geçerdi.
Bahriye Sanayi Neferi - Denizcilik endüstrisinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapıldı ve yerli teknisyenlerin yetişmesi için bu sınıf kuruldu. Feslerinde mavi bir püskül olurdu, lacivert renkte ceket ve pantolon giyerlerdi. Herhangi bir sırma işleme ve apolet yoktu. Ceketlerinde tek sıra halinde düğmeler mevcut idi.
Abdülmecit döneminde, Tanzimat Fermanı'nın ve Kırım Savaşı'nın etkisiyle donanma personelinde ciddi değişimler oldu. II. Mahmut döneminden kalma Tunus fesleri terkedildi ve altı daha enli, daha az püsküllü feslere geçildi. Bir diğer yenilik, ceketin kollarına sırma şeritler getirilmesi idi. Donanma personelinin yazın beyaz pantolon giymesi de bu dönemde başladı. Subay ceketlerinde, II. Mahmut döneminde olduğu gibi çift sıra düğme uygulaması devam etti. Rütbe isimleri de değişti. Kapudane, Reis Paşa; Patrona, Ferik Paşa; Riyale, Liva Paşa; Paşa Gemisi Süvarisi, Üç Ambarlı Süvarisi (Komodor) Kapak Süvarisi, Miralay (Albay); Fırkateyn Süvarisi, Kaymakam (Yarbay); Korvet Süvarisi, Binbaşı ve Küçük Gemi Süvarisi, Buyrultulu Kaptan (Yüzbaşı) olmak üzere değiştirildi.
Üç Ambarlı Süvarisi veya Komodor - Filo komutanlarına kurmay subaylık görevini icra eden ve paşa gemilerine komuta eden subaylar idi. Kol kapaklarında, yakalarında ve omuzlarında yer yer sırma şeritler bulunan, kapalı renkte bir ceket ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Kollara takılan rütbe işaretlerinde, sırmadan bir ay ve onun içinde çıpa ile yıldız işlenmişti.
Buyrultulu Kaptan - Kaptan Paşanın özel emri ile tüm geminin komutasını ele alabilen subaylar idi, günümüzdeki rütbe karşılığı Yüzbaşıdır. Buyrultulu Kaptanlar, deneyimli denizcilerden seçilirdi. Mavi püsküllü fes, barut rengi ceket ve pantolon giyerler, sarı sırma bir kemer takarlardı. Omuzlarındaki apoletler sırma saçaklı idi.
Bahriye Topçu Subayı - Mavi püsküllü bir fes, kol ağızları kırmızı çuha kumaş ile kaplanmış barut rengi bir ceket giyerlerdi. Yakalarında sarı renkte topçu işareti bulunurdu. Apoletleri sırma saçaklı idi ve sağ omuzlarından uzanan çapraz vaziyette beyaz bir şerit (Kılıç kayışı) bulunurdu. Kayışın göğüs hizasında sarı bir maden bulunur ve üzerinde top minyatürleri olurdu.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Tek sıra düğmeleri olan lacivert bir ceket ve aynı renkte olan, dış kenarlarında sarı sırma şerit bulunan bir pantolon giyerlerdi. Yakaları açık mavi renkte idi ve birer beyaz çıpa işareti bulunurdu. Özel günlerde üzerinde çıpa olan sarı tokalı bir kemer takar, kılıç taşırlardı.
Bahriye Eri - Açık mavi renkli püskülü olan fes giyerlerdi. Üniformaları yazın ve kışın ayrı idi. Yazın beyaz pantolon ve lacivert renkli kısa bir ceket; kışın ise lacivert renkli pantolon ve ceket giyerlerdi. Ceketleri ortadan bir düğme ile bağlıydı, altında kırmızı bir iç çamaşırı mevcut idi. Bu iç çamaşırı sayesinde askerin göğsü ve göbeği görünmezdi.
Bahriye Silâhendaz Eri - Kara askerlerine benzer bir üniformaları vardı. Kışın lacivert çuha ve yazın beyaz keten olmak üzere pantolon giyerlerdi. Ceketleri lacivert renkte idi ve tek sıra düğmeli idi. Ceketlerinin üzerinden omuzlardan başlayan çapraz vaziyette beyaz şeritler uzanıyordu. Kol ağızları, kenarlarında beyaz çizgi olan kırmızı bir kumaş ile kaplanmıştı.
Abdülaziz dönemi donanma personelleri, soldan sağa: Derya Kaptanı, Reis Paşa, yazlık kıyafetiyle Bahriye Neferi, Şeşhane Neferi, Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi.
Sayı bakımından en büyük donanmalar arasına Osmanlı donanmasının girdiği zamanda, Abdülaziz döneminde birçok değişiklik yapıldı. Mavi püsküllü fes ve yakadaki rütbe işaretleri terkedildi, yerine siyah püsküllü fes ile kollarda rütbe işaretleri geldi. Bu dönemde, üniformalardaki barut rengi çuha tercihi devam etti. Günümüzdeki rütbe karşılığı Binbaşı olan Korvet Kaptanı ve ondan yüksek rütbeli subayların ceketlerinde çift sıra düğme, Sağ Kolağası (Yüzbaşı) ve ondan düşük rütbeli subaylarda da tek sıra düğme uygulaması başladı. Abdülaziz döneminde Kaptan-ı Derya'lık terkedildi, Bahriye Nazırlığı'na geçildi. Bundan başka, Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi ve Şeşhane Neferi gibi yeni tip personeller donanmaya katıldı. Üst düzey subayların omuzlarındaki apoletlerde bulunan yıldız sayısına göre rütbeler anlaşılıyordu. Liva Paşa tek, Ferik Paşa iki ve Reis Paşalarda üç yıldız bulunuyordu.
Bahriye Nazırı - 1867 yılında Kaptan-ı Derya'lık terkedildi ve Bahriye Nazırlığı kuruldu. Bahriye Nazırı paşaların üniformaları İngiliz ve Fransız subaylardan esinlenerek oluşturuldu. Barut rengi ceketin düğmeleri çift sıra idi ve üzerinde çıpa motifleri vardı. Yakalarda, omuzlarda ve kol ağızlarında sırma şeritler bulunuyordu.
Üç Ambarlı Süvarisi - Abdülaziz döneminde bu subaylar, açık yakalı barut rengi bir ceket ve aynı renkte bir pantolon giyerdi. Ceket altında beyaz bir gömlek olurdu, papyon şeklinde bir boyunbağını da bu gömleğin yakasına bağlarlardı. Ceketlerindeki düğmeler çift sıra idi, yakaların kenarlarında birer çıpa bulunuyordu. Üzerinde çıpa bulunan sarı sırma bir kemer takarlardı, bu kemer ile kılıç taşınırdı.
Bahriye Neferi - Abdülmecit döneminden kalma üniformaları değiştirildi. Lacivert ketenden bir ceket ile ketenden bir pantolon giyerlerdi. Bu pantolon, yazın beyaz, kışın lacivert olurdu. Ceketlerinin kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler bulunuyordu. Yakalarında sarkan bir boyunbağı bulunuyordu, bu bağ kırmızı renkte idi. Bellerine kırmızı bir kemer takıyorlardı.
Şeşhane Neferi - Diğer personellerden farklı bir üniformaları vardı. Galata, Kasımpaşa ve Şişhane bölgesinde inzibat görevini yürütüyorlardı, lacivert bir ceket ile şalvar giyiyorlardı. Ceketin göğsünde, kol ağızlarında ve yakalarında kırmızı işlemeler mevcut idi. Şalvarın ise önünde ince bir kırmızı şerit uzanmakta idi.
Dört Köşe Fesli Bahriye Neferi - Abdülmecit dönemindeki Silâhendaz neferlerinin vazifesini yürütüyorlardı, kalçaya kadar uzanan lacivert bir ceket ve beyaz bir pantolon giyerlerdi. Ceketin devrik yakaları vardı, ceket iki düğme ile birleşiyordu. Ceketin herbir tarafında aynı zamanda üçer düğme bulunuyordu, bu askerler beyaz eldiven de giymekte idi. Fesleri lacivert püsküllü idi.
II. Abdülhamit döneminde, 1 Haziran 1876 tarihinde personellerdeki ilk değişiklik yapıldı. Bu değişiklik ile bazı rütbe isimleri de değişti. Reis Paşa, Müşir (Büyük Amiral); Ferik Paşa, Ferik; Liva Paşa, Mirliva; Üç Ambarlı Süvarisi, Komodor olmak üzere değişti. 24 Haziran 1878 tarihinde, Osmanlı bahriyelilerinin yabancı nişanlar ve madalyalar takmasına dair düzenleme yapıldı. 1898 yılında, günümüzde Oramiral rütbesine denk olan Birinci Ferik rütbesi de eklendi. Bu dönemde subay meslekleri güverte, makine, sıhhiye, inşâ, levazım ve katip gibi kollara ayrıldı. 1890 yılında Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından Astsubay sınıfı (Gedikli subay) kuruldu. Bundan itibaren donanmaya sivillerin alınmaması ve astsubayların da İstanbul'dan seçilmesi başladı. Bu döneme ait bazı rütbeler ve üniformaları şöyle idi:
Müşir veya Büyük Amiral - Günümüzde de Büyük Amiral rütbesine denk olan Müşir, kapalı yakalı, çift sıra düğmeli, saçaklı apoletleri olan ceket giyerdi. Ceketin kol ağızları sırma şeritler ile işlenmişti, yakaları da sırma şeritler ile çerçevelenmişti. Rütbe işaretleri kol ağzında mevcut idi, sırma şeritlerin çevresini sardığı sırma işleme ay ve çıpa bulunuyordu. Ceketin sağ omuzundan çapraz vaziyette uzanan kırmızı bir şerit vardı, bununla beraber yine sağ omuzunda yaver kordonu bulunuyordu. Bu kordon ile subayın padişahın fahri yaveri olduğu gösterilmişti.
Harp Sınıfı Kaymakamı veya Güverte Yarbay - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi açık yakalı ve çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renk pantolon giyerlerdi. Ceketin altında beyaz gömlek olurdu ve yakasına boyunbağı bağlanırdı. Apoletler saçaklı idi, kol ağızlarında sırma şeritler mevcut idi.
Silâhendaz Subayı - Siyah püsküllü bir fes, siyah veya barut rengi kapalı yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ile aynı renkte pantolon giyerlerdi. Apoletler vardı ancak saçaklı değildi. Kol ağızlarında, en üstteki kroslu olacak şekilde sırma şeritler mevcut idi.
Bahriye Mektebi Öğrencisi - Siyah püsküllü fes ve barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket giyerlerdi. Ceket altına beyaz bir gömlek giyerlerdi, boyunbağı bağlarlardı. Kışlık ve yazlık üniformalarında, yakalarının kenarlarında birer çıpa işareti mevcut idi. Kol ağızlarında şerit mevcut idi, bu şerit, öğrencinin sınıfına göre değişiklik gösteriyordu. Yazın beyaz pantolon giyiyorlardı.
Haddehâne Öğrencisi - Donanma için makine subaylarının (Çarkçı subayları) yetiştirildiği Haddehâne Mektebi'nin öğrencisi idi. Siyah püsküllü fes, barut rengi açık yakalı çift sıra düğmeli bir ceket ve aynı renk pantolon giyiyorlardı. Bahriye Mektebi Öğrencilerinde olduğu gibi, bu öğrenciler de yakalarına birer çıpa işareti takıyordu. Ceket altına giydikleri beyaz gömleğe papyon bağlıyorlardı.
Bahriye Neferi - Siyah püsküllü bir fes giyiyorlardı. Üniforma, yazın ve kışın ayrı idi. Kışın, barut rengi pantolon ile gömlek; yazın, beyaz renkte pantolon ile gömlek giyilmekte idi. Gömleğin kol ağızları mavi kumaş ile kaplanmıştı, bu kumaşın kenarlarında birer kırmızı şerit vardı. Gömlek yakaları, diğer personellere göre farklı idi.
Bahriye Silâhendaz Neferi - Siyah püsküllü fesle beraber siyah veya barut renginde açık yakalı bir ceket, keten pantolon giyerlerdi. Pantolon, kışın ceketle aynı renk iken, yazın beyaz renkte idi. Ceket, bir düğme ile kapanıyordu ve kenarlarında dörder düğme sıralı idi. Bellerinde siyah deriden bir palaska kayışı mevcut idi. Tüfeklerine süngü takılıydı. Siyah deriden çizme giyiyorlardı.
II. Meşrutiyet döneminde, 1909 yılında İngilizlerden esinlenerek rütbe isimleri tekrar değiştirildi. Müşir, Müşir Amiral Paşa; Birinci Ferik Paşa, Amiral Paşa; Ferik Paşa, Vice Amiral Paşa; Mirliva, Liva Amiral Paşa; Miralay, Kalyon Kaptanı (Albay); Kaymakam, Fırkateyn Kaptanı (Yarbay); Binbaşı, Korvet Kaptanı; Kolağası, Birinci Sınıf Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi. Donanma personelinin üniformalarına dair ilk tüzük, 22 Haziran 1909 tarihinde "Bahriye-i Şahane Zabitanının Elbise-i Resmiyesi Hakkında Nizamname" (Padişah Deniz Kuvvetlerinin Subay Resmi Elbiselerine İlişkin Tüzük) adı ile çıktı. Bu tüzükte, yazın ve kışın ile özel günlerde giyilecek üniformalar belirlendi. Rütbe işaretlerinde değişiklikler yapıldı. Korvet Kaptanı üç kalın sırma şerit, Fırkateyn Kaptanı biri ince dört sırma şerit, Kalyon Kaptanı dört kalın sırma şerit ile gösterilmeye başladı. Kol ağızlarındaki şeritlerin arasındaki renk ile personel sınıfı anlaşılıyordu. Bu renkler şöyle idi: Güverte sınıfı siyah, makine sınıfı kırmızı, inşa koyu mavi, eczacılar yeşil, katipler beyaz ve sıhhiye vişne çürüğü renkte idi. Yine bu dönemde, çıkarılan tüzük ile subayların beş çeşit üniforması oldu; bayramlık, selâmlık, setre takımı, günlük siyah ve günlük beyaz üniformalar. Bu üniformaların özellikleri şöyle idi:
Bayramlık Üniforma - Diğer adı Büyük Üniformadır. Binbaşı ve daha yüksek rütbeli subaylar için özel bir üniforma idi. Çift düğme sıralı barut rengi ceket ve aynı renkte, kenarları sarı sırma işlemeli pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaklı idi, ceketin yakaları dik idi. Kılıcın asılı durduğu sarı sırma bir kılıç kayışı mevcut idi. Bununla beraber siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven giyilmekte idi. Padişahın tahta çıkış ve doğum yıldönümlerinde, yurt içinde veya dışında yapılan balolar, ziyafetler ve kabul törenleri için giyilirdi.
Selâmlık Üniforma - Binbaşının astı subayların giydiği bir üniformadır. Bayramlık üniformadan farklı olarak açık yakalı idi. Çift sıra düğmeli barut rengi ceket ve aynı renkte pantolondan oluşuyordu. Omuzlardaki apoletler saçaksızdı. Bayramlık üniformada olduğu gibi kılıç kayışı mevcuttu. Siyah püsküllü fes ve beyaz eldiven de beraberinde giyilmekte idi. Cuma selâmlığında, yabancı hükümdar ailelerinin veya padişah ailesinin huzurunda, cenaze törenlerinde, yabancı savaş gemilerine resmi ziyaretlerde, resmi ziyafetlerde, balolarda ve kabul törenlerinde giyilirdi.
Setre Takımı - Selâmlık üniformasından birkaç farkı var, apoletler mevcut değildir. Yalnızca apolet köprüleri var idi, Selâmlık üniformadaki gibi kravat değil boyunbağı bağlanıyordu. Sınavlarda, yıllık teftişlerde ve Cuma sabahı divan taburlarında giyilirdi.
Günlük Siyah Üniforma - Cuma günü hariç diğer günlerde giyilen günlük bir üniformadır. Çift sıra düğmeli siyah renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile siyah püsküllü festen oluşuyordu. Ceket açık yakalı idi, altına beyaz gömlek giyilirdi ve kravat bağlanırdı.
Günlük Beyaz Üniforma - 1909 tüzüğü ile ilk defa yazlık bir üniforma, resmi olarak kabul edildi. Tek sıra düğmeli beyaz renkte ceket ve aynı renkte pantolon ile beyaz bir başlık giyilmekte idi. Diğer tüm üniformalardan farklı olarak, ilk defa bu üniforma ile beyaz ayakkabı giyilmeye başlandı. Omuzlarında rütbeyi belirten işaretler mevcut idi. Bu yazlık kıyafetin bayramlık ve selâmlık üniformaları yapılmadı. Bundan dolayı özel günlerde bayramlık veya selâmlık üniformalar giyilir ama alta da yazlık beyaz pantolon giyilirdi.
Gedikli Zabit - Hasan Hüsnü Paşa'nın 1890 yılında kurduğu Gedikli Sınıfının üstü olarak 1915 yılında Gedikli Zabitler Sınıfı kuruldu. Bu askerler, kıdemlerine göre birinci, ikinci veya üçüncü olmak üzere ayrılıyordu. Zabitler, diğer subaylar gibi kışın siyah, yazın beyaz üniforma giymekte idi. Rütbe işaretleri, omuz ile dirsek arasındaki yerde olurdu. Ceket, çift sıra düğmeli ve açık yakalı idi. Altına da beyaz gömlek giyilir, kravat bağlanırdı. Cep kapakları yoktu. Ceketin arkasında yırtmaçlar vardı, fes siyah püsküllü idi.
Çırak Okulu - Gedikli adaylarını eğitmek üzere 14 Temmuz 1913 tarihinde Çırak Okulu açıldı. Heybeliada önündeki iki gemi güverte çırak okulu ve makine çırak okulu olmak üzere eğitim veriyordu. Öğrenciler, beş yıl boyunca eğitim alıyordu. Ardından, her biri üç yıl sürecek şekilde sırasıyla Gedikli Onbaşı, Gedikli Çavuş ve Gedikli Başçavuş rütbeleri ile görev yapıyorlardı. Bunların ardından Gedikli Zabit olabiliyorlardı. Gedikli öğrencileri, onbaşıları, çavuşları ve başçavuşları baştan geçirilen gömlek giyerdi. Üniforma siyah ve beyaz renkte idi. Gömleğin yakasında mavi palet bulunurdu, paletin kenarlarında da beyaz şeritler mevcut idi. Gömleğin içine beyaz bir iç çamaşır giyilirdi[Not 22].
Deniz Eri - Gedikli erlerine benzer bir üniforma giyiyorlardı. Baştan geçirilen bir gömlek, ve aynı renkte pantolon giyerlerdi. Üniforma kışın siyah, yazın beyaz renkte idi. Gömleğin yakalarında palet mevcut idi ve kenarlarında beyaz şeritler bulunuyordu.
16 Kasım 1915 tarihinde, Alman Donanması'nın da etkisiyle değişiklikler yapıldı. Osmanlı bahriyelileri, bu tarihte çıkarılan tüzükten sonra meç taşımaya başladı.[Not 23] Aynı zamanda bahriyelilerin başlıklarında değişiklikler yapıldı, Barbaros Hayreddin Paşa'nın kavuğundan esinlenerek yapılmış bir başlık giyilecekti. 1916 yılında Alman subay Souchon'un tavsiyesi ile rütbe isimleri değişti. Müşir Amiral Paşa, Müşir Amiral; Amiral Paşa, Birinci Ferik Amiral; Vice Amiral Paşa, Ferik Amiral (Koramiral); Liva Amiral Paşa, Liva Amiral; Birinci Sınıf Yüzbaşı, Kıdemli Yüzbaşı olmak üzere değiştirildi. 17 Şubat 1916 tarihinde yeni bir uygulama ile rütbeler ispalet şeklinde omuzlarda taşınmaya başladı. Müşir Amiraller ispaletlerinde beyaz sırmadan ay yıldız, Birinci Ferik Amiraller üç yıldız, Ferik Amiraller iki yıldız ve Liva Amiraller tek yıldız taşımaya başladı. Güverte subaylarının ispaletlerinde sarı sırma şeritler mevcut idi, mesleklerine göre şeritler arasındaki renk değişiyordu. 13 Mayıs 1916 tarihinde, Osmanlı ordusunda fes kullanımı terkedildi ve "Cemaliye" ile "Enveriye" adı verilen başlıklara geçildi. Bu başlık isimleri, Enver Paşa ile Cemal Paşa'dan gelmektedir. Donanma personeli cemaliye giymekte idi. Subayların cemaliyesinde ay yıldız ve çıpa işaretleri bulunuyordu.
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra herhangi bir üniforma değişikliği yapılmadı.
Yapılan tek değişiklik, cemaliye isminin kaldırılarak başlıklara "Serpuş" adının verilmesi idi. Bu dönemde, bayramlık ve selâmlık üniformaları giyilmedi.