Alm. Osm Staatsrat, Fr. Chancellerie (f) imperiale-ottomane (hist), İng. The Imperial Council.
Mühim devlet işlerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yüksek merci.
Dîvân-ı Hümâyûn bugünkü Bakanlar Kuruluna benzetilebilir.
Diğer Türk ve İslâm devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da dîvân-ı hümâyûn adı ile bütün mühim devlet işlerinin görüldüğü ve karara bağlandığı bir merci olmak üzere büyük dîvân vardı. Osmanlı Devletinin merkez teşkilâtının üç büyük temel unsurundan biri de dîvân-ı hümâyûn ve kalemleridir. Diğerleri bâb-ı âsafî ve kalemleri ile bâb-ı defterî ve kalemlerinden meydana gelmektedir. Dîvân-ı hümâyûnda, imparatorluğa âit siyâsî, idârî, askerî, örfî, şer’î, adlî ve mâlî işler, şikâyet ve dâvâlar görüşülüp ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra bir karara bağlanırdı. Dîvân hangi dil ve millete mensub olursa olsun, her sınıf halka, kadın erkek herkese açıktı. Devletin idârî, siyâsî ve örfî işleri doğrudan doğruya, diğerleri bir mürâcaat, bir îtirâz veya bir lüzum üzerine tetkik edilirdi. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahallî kâdılarca haklarında yanlış hüküm verildiğini iddiâ edenler, vakıf mütevellîlerinin haksız muâmelelerine uğrayanlar, idârî veya askerî âmirlerden şikâyeti olan herkes ve diğer dâvâcılar dîvân-ı hümâyûna bizzat başvururlardı. Bütün dâvâlar burada tarafsızlıkla görülürdü. Ayrıca harp ve sulh gibi kararlar dîvânca verildiği gibi bütün mühim devlet işleri de burada müzâkere edilir ve netîcelendirilirdi. Dîvânda bitmeyen veya pâdişâha arza muhtâc olmayan gerek resmî ve gerek husûsî işler pâdişâhın mutlak vekîli olan vezîr-i âzamın ikindi dîvânında müzâkere edilir ve karara bağlanırdı.
Dîvân-ı hümâyûn, mutat toplantılarından başka kapıkulu askerlerine ulûfe dağıtımı için üç ayda bir fevkalâde olarak toplanırdı. Gelen yabancı elçiler de, bu vesîle ile sadrâzamla görüşürler ve daha sonra pâdişâhın huzûruna çıkarlardı. Buna Galebe Dîvânı denirdi. Pâdişâhın tebeasıyla ve bilhassa askerî sınıflarla vâsıtasız olarak görüşmesi gâyesiyle tahtın, Bâbüssaâde denilen, sarayın üçüncü kapısı önünde kurulması sûretiyle akdedilen olağanüstü toplantılara ise Ayak Dîvânı denirdi. Ayak dîvânları ekseriya ihtilâl veya karışıklık zamanlarında olurdu. Hükümdâr burada halkla veya askerle doğrudan doğruya temâs eder, dertlerini dinlerdi. Ayak Dîvânının mühim ve acele işleri müzâkeresi ve derhal bir karara varılması için hükümdârın veya serdâr-ı ekremin başkanlığında saray dışında ve meselâ sefer zamanlarında ordunun bulunduğu yerde toplandığı da olurdu. Bu sırada müzâkerelere yalnız devlet ricâli ve tecrübeli komutanlar iştirâk ederlerdi.
Fâtih devrine kadar dîvâna bizzat pâdişâhlar başkanlık ederlerdi. Daha sonra pâdişâh adına vezîriâzamlar başkanlık etmişlerdir. Pâdişâh nerede bulunursa dîvân orada toplanırdı. Yalnız vezîriâzam seferde bulunurken büyük dîvân onun başkanlığında toplanırdı. Fâtih zamânında da dîvân her gün toplanmakta olup, haftada dört gün pâdişâhın huzûruna arza girilirdi. Dîvân-ı hümâyûn toplantıları 16. yüzyıldan sonra haftada dört güne inmiştir. Târihçi Gelibolulu Mustafa Âli’nin yazdığına göre Üçüncü Murâd zamânına kadar haftada dört gün dîvân ve bu dîvân toplantılarından sonra dört defâ da arza girilirken, dört defa arza girmek çok görüldüğünden arz günleri ikiye indirilmiştir.
Toplantı Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günleri yapılırdı. Bu dört günde dîvân-ı hümâyûn üyeleri saraya gelip işlere bakarlardı. Pazar ve Salı günleri müzâkerelerden sonra vezîriâzam ile diğer vezirler, kazaskerler ve defterdârlar arz odasında pâdişâhın huzûruna kabul olunarak dîvân işleri hakkında her biri ayrı ayrı îzâhat verirdi. Dîvân heyetine vezir rütbesinde olmadıkça yeniçeri ağası iştirâk edemezdi. Vezir olmayan yeniçeri ağası arz günlerinde dîvân üyelerinden önce arza girip yeniçeri ocağına dâir söyliyeceğini söyler, sonra maiyetiyle berâber ağa kapısına girerdi. Dördüncü Mehmed’in pâdişâhlığı ve Fazıl Ahmed Paşanın sadrâzamlığı zamânında evvelâ Avusturya ve sonra Leh seferleri dolayısıyla pâdişâh Edirne’de bulunduğundan, dîvân müzâkerelerini yalnız arz günlerine inhisar ettirerek, haftada iki gün, yâni Pazar ve Salı günleri toplanması kararlaştırılmıştı. Pâdişâh 1677’de İstanbul’a gelince yine aynı sûrette haftada iki gün olarak devâmı emredilmişti. Bu durumda devlet işleri yavaş yavaş sadrâzamların ikindi dîvânlarına yükletilmiş oluyordu. İkinci Ahmed’in saltanatının son senelerinde haftada iki gün toplanan dîvânın azlığı ve iş sâhiplerinin mağdûriyeti göz önüne alınarak bu hükümdârın emriyle dîvân toplantıları yine haftada dört gün olmuştu.
Dîvân toplantılarının 18. yüzyıl başlarında Üçüncü Ahmed zamânında haftada iki ve sonra bire indiği görülmektedir. Daha sonraki devirlerde dîvân toplantıları büsbütün terk edilerek işlerin halli sadrâzam dîvânına bırakılıp, pâdişâhların irâdeleri alınmak için hükümdâra telhisçi gönderilmek sûretiyle paşa kapısında görülür olmuş ve dîvân akdi üç ayda bir, kapıkulu ocaklarına maaş verme ve yabancı elçi kabûlü şekline dönüşmüştür.
Dîvân-ı hümâyûnun Topkapı Sarayında Kubbealtı denilen binâsını Kânûnî Sultan Süleymân zamânında vezîriâzam Dâmâd İbrâhim Paşa yaptırmıştır. Bundan evvel, sonradan eski dîvânhâne denilen başka bir dîvân toplantısı yeri bulunmaktaydı. Dîvân-ı Hümâyûn binâsı, ikinci yer veya alay meydanı denilen orta kapı ile Bâbüssaâde arasındaki sâhada sol kısımdadır. Kubbealtı veya Dîvân-ı hümâyûn binâsı esas îtibâriyle üç kubbealtındadır. Bu üç kubbeden birisi dîvân üyelerinin toplandığı müzâkere salonudur. Burada üyelerin oturacağı yerler bellidir. Bu salonda vezîriâzam ile diğer vezirlerin oturdukları yerin üstünde pâdişâhların dîvân toplantılarını gizlice dinledikleri “Kasr-ı Adl” denilen kafes pencereli yer bulunmaktadır.
Dîvân-ı hümâyûn 18. yüzyıldan sonra önemini kaybetmesine rağmen büsbütün ortadan kaldırılmayarak imparatorluğun sonuna kadar muhâfaza edilmiştir.
Dîvân-ı Hümâyûn Üyeleri
Vezîriâzam (Sadrâzam): Osmanlıların ilk devirlerinde vezîriâzamlar ilmiye sınıfından gelmişlerdir. Pâdişâhın mutlak vekilidirler. Kânunnâmelerde yazıldığına göre vezîriâzamlar imparatorluktaki ilmiye tevcîhlerine de dâhil olmak üzere bütün tâyin ve aziller, katiller, terfî ve ilerlemelerde birinci derecede merci olup, her iş onun emir ve müsâadesiyle olurdu. Sefer dışındaki zamanlarda vezir, kazasker ve şeyhülislâm gibiler hakkındaki muâmelelerde pâdişâhın muvâfakatı alınırdı. Sadrâzamlar sefere gittikleri zaman devlet merkezindeki işleri görmeleri için, vekil olarak bir veziri kaymakam bırakırlardı. Buna “Rikab-ı Hümâyûn” veya “Sadâret Kaymakamı” denilirdi. Sadâret kaymakamı da gerek dîvân-ı hümâyûnda, gerekse paşakapısında dîvân toplandığı zamanlarda görülen işleri müstakil defterlere yazdırır, buna da Rikab Defteri ismi verilirdi. Dîvân-ı hümâyûn üyelerinin seferde bulunması hâlinde bu dîvânlara vekilleri gelirdi.
Kubbe vezirleri: Vezîriâzamdan sonra gelen diğer vezirler ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir vb. şekilde adlandırılırdı ve sayıları yediye kadar çıkabilirdi. Dîvân müzâkerelerinde ve siyâsî herhangi bir işin hallinde de tecrübeli devlet adamları olan bu kubbe vezirlerinin fikirlerinden istifâde edilirdi.
On yedinci yüzyılın başlarından îtibâren defterdâr, nişancı ve kaptanpaşaların vezirlikleriyle berâber vezirlerin adedi artmıştır. Hattâ bâzı beylerbeyliklere tâyin edilen zevâta da vezirlik rütbesi verilmiştir.
Kazasker: 1480 târihine kadar bir adetken bu târihten sonra Rumeli ve Anadolu kazaskerlikleri ismiyle iki olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamânında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun fethi üzerine 1516’da Arap ve Acem kazaskerliği ismiyle üçüncü bir kazaskerlik kurulmuş, Diyarbekir de bu kazaskerliğe merkez olmuştur. Daha sonra Suriye ve Mısır’ın da ilhâkıyle Arap ve Acem kazaskerliği merkeze nakledilmiştir. 1518’den sonra da lağv edilmiş ve kazaskerlik tekrar ikiye inmiştir. Kazaskerler, dîvânda şer’î meselelere bakarlardı. (Bkz. Kazasker)
Nişancı veya tevkıî: Devlet kânunlarını iyi bildiğinden gerektiğinde bu meseleler hakkında fikri alınırdı. Dîvândan pâdişâh adına sâdır olan fermanlara tuğra çekmek de bunların vazîfesiydi. Dîvân üyesi olmasına rağmen vezir rütbesinde olmadıkça arz günlerinde pâdişâhın huzûruna giremezlerdi. Defterhânedeki tahrîr defterine bizzat nişancılar yazı yazabilirdi.
Defterdârlar: Fâtih Kânunnâmesi’ne göre defterdâr, pâdişâhın malının vekilidir. Defterdârlık teşkilâtına “Bâb-ı Defterî” de denilir. Başdefterdârdan sonra Anadolu mâlî işlerini görmek için Anadolu Defterdârı geliyordu. Yavuz Sultan Selim devrinde buraların mâlî işlerini görmek üzere Halep’te bir defterdârlık daha kuruldu. Fakat bu devlet merkezinde değildi. On altıncı yüzyıl ortalarında devlet merkezinde Şıkk-ı Sânî adı ile bir defterdârlık daha kurulmuştur. Bu şekilde Başdefterdâr, Anadolu Defterdârı ve Şıkk-ı Sânî isimlerinde üç defterdârlık olmuştur.
Dîvân-ı hümâyûn sabah erkenden toplanır ve kuşluk zamânına ve bâzan da öğleye kadar devâm ederdi. Dîvân-ı hümâyûna gelecek olan devlet adamları sabah namazını çoğu zaman Ayasofya Câmiinde kılar, Yeniçeri ocağı ile süvârî bölük ağaları ve bir miktar yeniçeri, sarayın Bâb-ı Hümâyûn denilen ve Ayasofya Câmiine bakan kapısı önünde iki sıra üzerine dizilirler, dîvân erkânı namazdan sonra buradaki yerlerini alırlardı. Bu sırada duâcı duâ ettikten sonra Bâb-ı Hümâyûn kapıcıları kapıları açarlardı. Dîvân-ı hümâyûnda dîvân üyelerinden başka reisülküttâb, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdâsı, büyük ve küçük tezkireciler ve tercümanlar hizmet görürlerdi. Dîvânda nişancı, tuğra çekilmesi lâzım gelen ferman, berat, menşur gibi evrâka tuğra çekerdi. Örfî işleri ise vezîriâzam kararlaştırırdı.
On sekizinci yüzyılın son çeyreğinden îtibâren Osmanlı kabînesi şu şekilde teşekkül ettirilmiştir.
Sadrâzam.
Sadâret Kethüdâlığı: 1835 yılında Umûr-ı Mülkiye Nezâreti ve 1837 yılında Dâhiliye Nezâreti olmuştur.
Reisülküttaplık: 1836 yılında Umur-ı Hâriciye Nezâreti olmuştur.
Defterdârlık: 1838 yılında Mâliye Nezâreti olmuştur.
Çavuşbaşılık: 1836 yılında Deâvî Nezâreti ve 1870 yılında Adliye Nezâreti olmuştur.
Yeniçeri Ağalığı: 1826 yılında Seraskerlik, 1908 yılında Harbiye Nezâreti olmuştur.
Kapudan-ı Deryâlık: 1878’den sonra Bahriye Nezâreti olmuştur.
Daha sonraları kabîneye Şeyhülislâm da dâhil edilmiştir.
Dîvân-ı Hümâyûn Kalemleri
Dîvân-ı hümâyûnda Reisülküttaplık ile maiyeti olan beylikçinin nezâretleri altında dîvân-ı hümâyûn kalemleri bulunmaktaydı.
Amedî Kalemi: Reisülküttabın husûsî kalemi olup aynı zamanda bütün dış işleriyle meşgul olup ve sadrâzamlıkla sarayın irtibâtını temin ederdi. Pâdişâhın kendisine sadrâzam tarafından yazılacak tahrir, telhis ile yabancı devletlerle yapılacak antlaşmalara dâir ahidnâme ve musâlahanâme sûretleri, sadrâzam tarafından yabancı devletlere gönderilen mektup müsveddeleri ve protokoller, elçi, konsolos, tercüman ve yabancı tüccarlara âit yazışmalar burada yazılır ve bu kalemde saklanırdı.
Beylikçi veya Dîvân Kalemi: Dîvânda müzâkere olunup karara bağlanan işlerin, îcâb eden yerlere havâlesi ve dîvân sicillerinin tutulmasıyla vazîfeliydi. Ferman ve beratlar burada yazılırdı. Beylikçi yazı işlerinden dolayı Reisülküttâbın emri altında bulunurdu.
Tahvil Kalemi: Bu kaleme, Nişan Kalemi veya Kese Kalemi de denilmektedir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi beratlarıyle, vilâyet kâdılarının beratları, zeâmet ve timarların kayıtları hep burada tutulurdu.
Rüûs Kalemi: Genellikle küçük berat olarak târif edilir. Vezir, beylerbeyi, sancakbeyi ve vilâyet kâdısı derecesine çıkmış, ilmiye sınıfı hâriç olmak üzere, bütün devlet memuriyetlerine intisâb edenlerin veya kendilerine evkaftan vazîfe verilenlerin muâmeleleriyle meşgul olur ve kayıtlarını tutardı. Tahvil ve Rüûs kalemleri bugünkü özlük işlerinin görevini yaparlardı.
Teşrifâtçılık Kalemi: Dîvân-ı hümâyûndaki mühim vazîfelerden biri de teşrifâtçılık idi. Gerek sarayda ve dîvân-ı hümâyûnda, gerekse sadrâzam konağında yapılan merâsimlerde elindeki defter gereğince protokolü tatbik ederdi.
Vak’anüvislik Kalemi: Osmanlılarda vak’anüvislik ismiyle resmî bir memûriyet ve kalemin kuruluşu 18. yüzyıl başında ortaya çıkar. Bu kalem devlet işlerine âit verilen vesikaları tedkik ve kaydederdi. İlk meşhur vak’anüvis târihçi Mustafa Nâimâ Efendidir.
Mühimme Odası Kalemi: 1797 târihinde çıkan nizamnâmeyle, dîvân veya beylikçi kalemlerindeki Mühimme Nüvislerin (yazanların), bir yerde çalışmaları için Mühimme Odası veya Mühimme Kalemi kurulmuştur.
Dîvân-ı hümâyûn kalemlerinin şeflerine Hâcegân ve bir kalemin en kıdemli memuruna Halîfe denirdi.
Dîvân-ı Hümâyûn Defterleri
Dîvân-ı hümâyûnda çeşitli işler hakkında tutulmuş pekçok defter bulunmaktadır. Bunların arasında en önemlileri mühimme, ahkâm, tahvil, rüûs, nâme, ahidnâme defterleridir.
Mühimme Defterleri: Dîvân-ı hümâyûnun muntazaman toplandığı zamanlarda her dîvân toplantısında görüşülen siyâsî, içtimâî, mâlî, idârî ve örfî kararların kayıtlarını ihtivâ eden defterlere “mühimme defterleri” denirdi. Dîvân toplantılarında zabıt tutma usûlü olmayıp görüşülen işin netîcesi, yâni karar sûreti dîvân kâtipleri tarafından kaleme alınırdı. Bu karar sûretini daha sonra reisülküttâb gözden geçirip tashîh eder ve daha sonra îcâb eden yere yazılır ve en son olarak nişancı tarafından hüküm veya fermanın tuğrası çekilirdi. Dîvân-ı hümâyûn işlerinin Bâb-ı âlî’ye nakli sırasında mühimme defterleri de, oraya taşınmıştır. Elde mevcut mühimme defterleri 16. yüzyıl ortalarından başlamaktadır.
Mühimme defterleri de birkaç çeşittir. Biri normal dîvân görüşmelerine âit olan defterlerdir. Diğer bir mühimme defteri de “Mektûm Mühimme Defteri” olup, adından da anlaşılacağı üzere gizli yazılan hüküm ve fermanları havidir. Bunlardan elde mevcud olanlar 18. yüzyıldan başlamaktadır. Savaş zamanlarında lâzım olan defterler sadrâzam ve serdâr-ı ekremle berâber sefere gönderildiğinden, seferdeki görüşmelere âit tutulan mühimme defterlerine “Ordu Mühimmesi” denilmektedir. Sadrâzamın seferde bulunması dolayısıyle devlet merkezinde Rikab-ı Hümâyûn Kaymakamının başkanlığı altında toplanan dîvân veya meclisteki görüşmelere âit tutulan defterlere “Rikab Mühimmesi” ismi verilmiştir.
Ahkâm defterleri: Bâzan bir eyâlete ve bâzan muhtelif eyâletlere âit olarak tutulmuşlardır. Bu defterlerde vâlilere, kâdılara ve sâireye hitâben yazılan hükümler bulunmaktadır.
Tahvil defterleri: Bu defterlerin pekçok çeşitleri vardır. Tahvil muâmeleleri sadrâzamın emrini müteakip en son olarak yapılırdı.
Rüûs defterleri: Rüûs genellikle küçük memûriyet, vazîfe veya mültezimlere o işin verildiğini gösteren tâyin vesikası olarak küçük berat şeklinde târif edilmektedir. On altıncı yüzyıl rüûs defterlerinde büyük memuriyetlere âit beratlar da bulunmaktadır. Rüûs defterlerinin kâdı, mukâtaât, rikab, vakıf, müderrislik ve zeâmet rüûsu gibi çeşitleri bulunmaktadır.
Bu belli başlı defterlerin dışında pekçok dîvân-ı hümâyûn defteri de bulunmaktadır.