Fâtımî hükümdârı el-Hâkim’in vezîri Hamza bin Ali’nin kurduğu sapık bir yola mensub olanlar.
Adlarını bu sapık yolun asıl yayıcısı Anuştekin ed-Derezî’den almışlardır. Yanlış olarak Dürzîler denilmektedir.
Orta Doğu kaynaklı Sâbiîlik ve Ezidilik gibi dinlerin etkisiyle, 11. yüzyıl'da İslâmiyet'in Şiîlik mezhebinin İsmailîliyye kolundan köken alarak ortaya çıkmış olan tektanrılı bir dinî inanç topluluğudur.[6] Bu dine inananlara Dürzî denir (çoğulu Durûz).
Kendilerine birleştiriciler, tek tanrıcılar anlamına gelen Muvahhidun derler.
Dürzî yıldızı
Derezîler, Arabistan’dan gelerek, Suriye’nin Lübnan ve Antilübnan dağları ile Vâdiy-üt-Teym, Bika, Merc-i uyûn, Banyan yöreleri ile Cebel-i Dürûz (Havran)çevresinde yerleşmişlerdir. Kendilerini Arap saymakta iseler de onların Müslümanların önünden kaçarak dağlara sığınan Haçlıların döküntüleri oldukları, sâhanın araştırıcıları tarafından ileri sürülmektedir.
Derezîlik 1017 yılından îtibâren Sûriye Dağlarında yaşayan İsmâilîlerin, Hâkim’in ilahlığını kabul etmeleriyle ortaya çıktı. Hâkim bi-emrillah’ın vezîri olan Hamza da bu hareketin imâmı (peygamberi)îlân edildi. Güyâ insanları ilâhî dâvete çağıran Hamzâ, Allah’ın birliğinin hakîkî bilgisini öğretmeye başladığını bildirerek, ibâdetlere lüzum olmadığını; mânevî ve zihnî bir yeniden doğuşun başladığını bildirdi. Bu sırada Anuştekin ed-Derezî (ed-Dürzî)adlı bir bâtınî dâîsi, propagandacısı ortaya çıkarak, Hâkim bi-emrillah’ın, Hamza bin Ali’nin yerine kendini imâm tâyin etmesi için, El-Hâkim’in fikirlerini kendi lehine propaganda etmeye başladı. Hattâ kendisine Seyyid-ül-Hâdîn (yol gösterenlerin efendisi)lakabını verdi. İmâmlığın kendi hakkı olduğunu iddiâ etti. Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah, Anuştekin’in kendisiyle ilgisi olmadığını söylediyse de onun etrâfında pekçok kimse toplandı. Bu hareket, Anuştekin ed-Derezî’nin adına nisbetle Derezîler şeklinde meşhur oldu. Hâkim bi-emrillah tarafından başlatılan ve vezîr Hamza tarafından devâm ettirilen yeni harekete karşı halk tarafından tepki meydana geldiği için, Anuştekin’in propagandası yasaklandı. Aşırı fikirlerinden dolayı 1020 yılında Anuştekin ed-Derezî öldürüldü. Onun ölümünden sonra Vezir Hamza tarafından yeniden propaganda edilmeye başlanan sapık fikirler, herhangi bir ibâdet mecbûriyeti getirmeyip, birçok haramlar da mübah kabul edildiğinden iki yıl içinde epeyce taraftar topladı. Ancak 1021 yılında Hâkim bi-emrillah’ın ölmesi (Derezîlere göre El-Mukattam Dağında kaybolması ve bir daha dönmemesi)üzerine yerine geçen Ali bin el-Hâkim, Derezîlere karşı tavır alıp, onları tâkib ettirdi. Bir müddet gizli propaganda usûllerine başvuran Derezîler, Mısır’dan ayrılıp Suriye ve Lübnan taraflarına gitmek zorunda kaldılar. Vâdiy-üt-Teym, Sayda, Beyrut ve Şam dolaylarında yerleşerek, fikirlerini yayıp taraftar topladılar. Kendi aralarında muhtelif gruplara ayrıldılar. Zaman zaman Nusayrîlerle mücâdele ederek, kuzeye doğru ilerleyip Kasravan ve Curd’de bulunan Sünnî ahâliyi katlettiler.
1293 senesinde Mısır’daki Memlûklü Sultanı el-Eşref Selâhaddîn Hâlid, Derezîler üzerine asker gönderdiyse de başarı elde edilemedi. Havran taraflarına kaçmak isteyen Dürzîlerin 1305’te ekserîsi imhâ edildi. On dört ve 15. asırlarda sâhil muhâfazasıyla vazîfeli olan Derezîler, sönük bir hayat yaşadılar.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi üzerine ona itâat eden Derezîler, bir müddet Osmanlılara karşı itâat içinde bulundular. Üçüncü Murad Han zamânında isyân ettiler. Bosnalı Dâmâd İbrâhim Paşa tarafından itâat altına alındılar. Daha sonraki devirlerde de Osmanlılara karşı isyân eden Derezîler, Cebel-i Dürûz bölgesinde toplanıp büyük karışıklıklar çıkardılar. On sekizinci yüzyılın ortalarından îtibâren Hıristiyanlaşmaya başladılar. Güçlü oldukları bölgelerde Müslümanlara zulüm yaptılar. Avrupalı Hıristiyanlarla birleşerek pekçok taşkınlıklarda bulundular. Zaman zaman parçalanıp, aralarında mücâdele ettiler.
Bir müddet sonra Osmanlılara kaşı yaptıkları hatâyı anlayan Derezîler, Osmanlılarla iyi geçinmeye çalıştılar. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından îtibâren, Osmanlı idâresi altında bütün dürzî topluluklarına eşit ağırlık verilen bir idâre kuruldu. Bu idâre şekli diğer Avrupa Devletleri tarafından da uygun görüldü. Bir müddet sonra da bu idârede Hıristiyanların daha fazla ağırlık kazanması yeni huzursuzluklara sebeb oldu.
Birinci Dünyâ Harbi sırasında Osmanlılara karşı uysal davranan Derezîler, 1918’de İngiliz ve Fransız ordularının Şam’ı işgâli ile düşmanla bir olup, Osmanlı Devletini arkadan vurdular. Derezîlerin bir kısmı İngiliz, bir kısmı Fransız idâresinde kalmayı istediler. Yapılan plebisitte (İngiliz veya Fransız mandasını seçme tercihi)çoğunluk, Fransa mandasını tercih etti. 1921’de Fransa, Derezîlere geniş otonomisi bulunan bir emirlik tanıdı. Sâlim el-Atraş, Derezîlerin emiri ve devlet reisi îlân edildi. 1923’te Sâlim el-Atraş’ın ölümü üzerine, yerine geçmek isteyen Derezî liderler arasında mücâdele başladı. Geçici olarak Fransızlar idâreye el koyunca, Derezîler hazırlık yaparak 1925’te ayaklandılar. Ancak bunu General Gamelin bastırdı. Nihâyet 1930’da îlân edilen teşkilât kânununa göre; Cebel-i Dürûz emirliği kaldırıldı. Suriye’yi meydana getiren dört hükûmetten birini Derezîler teşkil etti. Deniz kıyısında yaşayanlar ise, daha sonra kurulan Lübnan Cumhûriyetine bağlandılar.
Dürzîler; bugün Lübnan, Suriye, İsrail ve Ürdün'de dağınık topluluklar biçiminde yaşamaktadırlar. En yoğun olarak yaşadıkları bölge Lübnan’ın dağlık yöreleridir. Dürzîler uzun yıllardan beri Lübnan dağının güneyi ile Anti-Lübnan Dağlarının batısı arasında kalan; kuzeyde Beyrut’tan güneyde Sur’a ve Akdeniz kıyılarından Şam’a kadar uzanan bölgede oturmaktadırlar. Ayrıca az sayıda da olsa Avrupa, ABD, Kanada, Latin Amerika ülkeleri (Brezilya, Arjantin, Şili, Peru, Meksika) ve hatta Avustralya’da da Dürzî toplulukları bulunmaktadır.
Orta Doğuda siyâsî, ictimâî ve ekonomik yönden önemli rolü olan Derezîler, bihassa Suriye ve Lübnan’da fazla nüfûza sahiptirler. Bu sebeple Lübnan ve Suriye’nin siyâsî ve sosyal hayatlarında tesirleri fazladır. Beyrut’ta, etrafında çeşitli sosyal tesislerin yer aldığı bir Derezî merkezi vardır. Bugün Lübnan’da 170.000, Suriye’de ise, 260.000 civârında Derezî bulunmaktadır. Ürdün’de ise 3000 civârında Derezî olup, çok azdırlar. İsrâil’de bulunan bir mikdar Derezî de topraklarına bağlı olup, bütün baskı ve işkencelere rağmen burayı terk etmemişlerdir.
Derezîlerin mânevî liderlerine “Şeyhu’l-Akl” adı verilir. Derezî cemâati akıllılar (ukkâl)ve câhiller (cühhâl) diye iki kısma ayrılmıştır. Akıllılar, din işlerini bilen kişilerdir. Özel kıyâfetleri olup, inanış ve geleneklerine sıkıca bağlıdırlar. Câhiller ise, Derezîlerin avam, halk tabakasını teşkil eder.
İnanç esasları şunlardır:1.Hâkim bi-emrillah’ı ilâh bilmek.
2. Emri (imâmı) tanımak ki, bu da Hamza bin Ali’dir. İlk yaratılan odur. Kâinât, ondan zuhûr etmiştir. O, akl-ı küllîdir. Yer, içer, görür ve el ile tutulur. Babası ve anası vardır. Karısı ve çocukları yoktur.
3.Hudûdu, yâni Hamza bin Ali ile birlikte beş vezîri tanımak. En üstünleri Hamza bin Ali olan bu imâmlar (vezirler), mahlûkâtın en değerlileri kabul edilir. Bunlar evlenmedikleri gibi günahlardan berî kimselerdir.
Geleneksel (dinî) kıyafeti içerisinde Dürzî bir kadın; 1870'ler, Lübnan.
Derezîler, Kur’ân-ı kerîmi kabul ederlerse de, bâzı âyet-i kerîmelere kendi görüş ve düşüncelerine göre mânâ verirler. Kendilerine âit kitaplarını sâdece ukkâl denilen seçilmiş kısım okuyup, cühhâl denilen avâm kısmına gizlidir. Gerçek ilâhî bilgiye kavuşan hakîkî müminlerin, kendilerini ibâdetlere veya mecâzî yorumlara bağlamaya ihtiyâcı yoktur. Tenâsühe, yâni ruhların bir bedenden bir bedene geçtiğine inanırlar. Peygamber efendimiz hakkında çirkin şeyler söylerler. Âhiret ve âhiretle ilgili Cennet, Cehennem, Arş, Kürsî, hesâb, cezâ, mükâfât gibi hususları inkâr edip, bunların dünyâda olduğunu söylerler. Çok evliliği kabul etmeyip, boşanan kadının kocasıyla tekrar evlenemeyeceğini söylerler. Boşanmaların mahkeme yoluyla olacağını, zinâ edenin evliliğinin son bulacağını, vasiyette herhangi bir sınırlamanın olmayacağını ve bir kimsenin dilediğine dilediği kadar mîrâs bırakabileceğini kabul ederler.
Şaraba, alkollü içkilere ve zinâya helâl diyen ve tanrılığın insandan insana geçtiğini kabul eden Derezîler hakkında dört mezhebin âlimleri; “Bunlardan cizye alarak İslâm memleketlerinde oturmalarına izin vermek helâl olmaz. Bunlardan kız almak, kesdiklerini yemek câiz değildir. Bunlara; zındık, mülhid ve münâfık denir. İnanışları bozuk olduğu için şehâdet kelimesini söylemekle Müslüman sayılmazlar. İslâm dînine uymayan inanışlarından vaz geçmedikçe Müslüman olmazlar.” dediler.