Alm. Schatz, Fr. Tresor İng. Treasure.
Toprak altına saklanmış mâdeni para, külçe altın, gümüş ve kıymetli eşyâlar.
Çeşitli hukuklar, târihi seyr (gelişim) içinde yeraltı mâdenleri ve defîne hakkında hükümler koymuştur. Feodal dönemlerde Avrupa ülkelerinde, memleketin tek sâhibi krallardı. Dolayısıyla defîneler de onların olurdu. Bugün de çeşitli Avrupa ülkelerinde defîne bulan, yetkili mercie haber vermek zorundadır. El koyma maksadı olmadığı müddetçe saklanması ağır bir suç sayılmaz. Fakat tatbikat da defîneyi bulanın bunu yanında bırakmasına umûmiyetle izin verilir.
4 Ekim 1926 târihinde kabûl edilen ve hâlen yürürlükde olan 743 nolu Türk Medenî Kânunu’nun 696. maddesi ise, defîne hakkında aşağıdaki hükmü getirmektedir. “Keşiflerinden (bulunmalarından) çok zaman evvel gömülmüş veya saklanmış olduğu ve artık mâliki (sâhibi) bulunmadığı muhakkak görülen kıymetli şeyler defîne addolunur. Defîne, içine gömüldüğü veya saklandığı gayr-i menkul veya menkulun sâhibinin mülkü olur. İlmî bir kıymeti hâiz eşyâya müteallik (âit) hükümler mahfuzdur.
Defîneyi keşfeden kıymetinin yarısını, tecâvüz etmemek üzere hakkâniyete muvâfık bir ikrâmiye taleb edebilir.”
İslâm hukûkunda defîneler üç kısımdır:
1. İslâmî bir işâret taşıyan defîneler. Bunlar lukata, yâni bulunan ve sâhibi belli olmayan mal hükmündedir. Sâhibi çıkmayacağı anlaşılırsa beytülmâle (devlet hazînesine); beytülmâl yoksa zengin ise fakir olan annesine, babasına veribilir. Fakir ise kendi kullanabilir.
2. Câhiliye devrine, yâni İslâmiyetten önceki devre âit bir işâret taşıyan defîneler. Ganîmet gibi beşte biri beytülmâle, kalanı arâzi sâhibine; arâzi sâhipli değilse, bulana âit olur. İmâm-ı Ebû Yusûf’a göre ise kalanı bulanın olur.
3. Herhangi bir işâret taşımayan defîneler. Bâzı âlimler, bunun birinci kısmın hükmüne, bâzıları ise, ikinci kısmın hükmüne girdiğini bildirmiştir.