Alm. Kopfsteuer (f), hist, Fr. Copitation, cote personnelle (f), İng. Poll tax.
İslâm devleti idâresi ve himâyesinde yaşayan gayri müslim (Müslüman olmayan) vatandaşlardan şahıs başına alınan vergi.
Lugat mânâsı “cezâ”, yâni “karşılık” demektir. Gayri müslimlerden ölümden kurtulma, canlarını, mallarını ve her türlü haklarını koruma karşılığında alınırdı. Bunlardan başka gayri müslimleri öldürmeyip cizye almakla, Müslümanlar arasında kalarak, İslâmın güzelliğini, hak din olduğunu görerek İslâm dînine girmeleri için onlara mühlet verilmiş, fırsat tanınmış olurdu. Bu bakımdan cizye aynı zamanda güzel bir İslâma dâvet metodudur.
Cizye harp veya sulh yoluyla alınırdı. Devlet harp yapılmasına karar verdikten sonra, muhâsara edilen (kuşatılan) şehir halkı, İslâm ordusu kumandanı tarafından önce İslâma dâvet olunur, kabûl ederlerse, Müslümanların kardeşi olurlar. Kabul etmezlerse, cizye denilen vergiyi verip, zımmî (gayri müslim vatandaş) olmaları istenirdi. Bu teklifi kabûl ederlerse, mükellef (akıllı ve bülûğa yâni ergenlik yaşına gelmiş olan) fakirlerinden her sene on iki dirhem gümüş alınırdı. Kolaylık olması için bu mikdâr aylara taksim edilir, her ayın sonunda bir dirhem gümüş tahsil edilirdi. Bu, yarım gram altın değerindedir. Orta hâllilerden iki dirhem, zenginlerinden ise dört dirhem alınırdı. Çalışmayandan, senenin yarısından fazla hasta olandan bir şey alınmazdı. Senede on bin dirhem gümüşten fazla geliri olana zengin, iki yüz dirhemden fazla kazanan orta hâlli sayılırdı. Çocuklardan, kadınlardan, çok ihtiyârlardan, yolculardan ve din adamlarından ve Müslüman olanlarından cizye alınmazdı.
İslâm devletlerinin hâkim olduğu topraklarda yaşayıp, adâletine sığınan ve cizye veren gayri müslimlerden şu şartlara uymaları istenirdi:
1) Kur’ân-ı kerîme dil uzatmamaları, 2) Resûlullah efendimizi yalanlamamaları, 3) İslâmiyeti kötülememeleri ve ona dil uzatmamaları, 4) Müslüman kadınlarla zinâ etmemeleri ve evlenme teşebbüsünde bulunmamaları, 5) Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışmamaları, onların mallarına, canlarına tecâvüz etmemeleri, 6) Düşmana yardım yapmamaları ve onların zenginleriyle dostluk kurmamaları.
Cizye akdinde (sözleşmesinde) bunlar şart koşulmasa da zımmîler bu şartlara uymak mecbûriyetindeydiler. Ayrıca şart koşulursa, uymadıkları takdirde antlaşmayı da bozmuş olurlardı.
Cizye veren gayri müslimler, ticâretlerinde, ibâdetlerinde serbest olurlar, mallarının, canlarının ve ırzlarının korunması devletin garantisi altına alınırdı. Cizye vermeyi kabul etmekle, İslâm devletinin vatandaşı olup, İslâmın adâleti altında Müslümanlar gibi huzur içinde yaşarlar, tam bir din ve vicdan hürriyetine sâhip olurlardı.
İslâm devletinde cizye, sosyal bir kurumdur. Cizye alınanlara yapılan hizmetler karşılığında bir çok gayri müslim, Müslüman olmakla şereflenmiştir. İslâmın adâleti ve güzel ahlâkı sâyesinde, milyonlarca insan seve seve Müslüman olmuştur. Nitekim hazret-i Ömer zamânında, Rum Kayseri Herakliyüs’ün büyük ordularını mağlub eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh, zafer kazandığı her şehirde adamlarını dolaştırarak, Rumlara Halîfe Ömer’in emirlerini bildirdi. Humus şehrini alınca da; “Ey Rumlar, Allah’ın yardımı ile ve Halîfemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır. İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışarıdan gelen düşmana karşı Müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere Müslümanlardan hayvan zekâtı ve öşür aldığımız gibi, sizden de senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almayı Allahü teâlâ emretmektedir.” dedi.
Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslim ettiler. Herakliyüs’ün bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya’ya hücûma hazırlandığını haber alınca, Humus şehrindeki askerin de Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehirde memurları vâsıtasıyla îlân ederek; “Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeyi, sizi korumayı söz vermiştim. Buna karşılık sizden cizye almıştım. Şimdi ise halîfeden aldığım emir üzerine Herakliyüs’le harb edecek kardeşlerime yardıma gidiyorum, size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz beytülmâla gelip, cizyelerinizi geri alınız, isimleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır.” dedi. Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar, Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve Müslüman oldu.
Peygamber efendimiz, Dört Halîfe, Abbâsîler, Selçuklular, Osmanlılar ve diğer İslâm devletlerinde bu emre uyularak, cizye toplanması aksamadan yerine getirilmişti. Osmanlılarda cizye, doğrudan beytülmâla (devlet hazînesine) toplanmamıştır. Toplama işi, timar ve zeâmet sâhiplerine bırakılmıştır.
Osmanlılarda 1856 târihinde Tanzimat ile cizye kalktı ve son zamanlarında, cizye yerine, askerlikten muâfiyet vergisi kondu. İkinci Meşrûtiyetten sonra, Hıristiyan ve Yahûdîler de askere alındıklarından, cizye uygulaması tamâmen kaldırıldı.