Cilt Sanatı - Ansiklopedik Bilgi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı busegül

  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Adana
  • 20005
  • +360/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Allah birdir ve Muhammed (s.a.v.) onun elçisidir.
    • Uyanan Gençlik
Cilt Sanatı - Ansiklopedik Bilgi
« : 16 Şubat 2013, 14:14:32 »
 Alm. Einband, Fr. Reliure, İng. Binding.
Bir kitap, bir mecmua veya bir defterin yaprak ve formalarını dağılmaktan korumak ve sırasıyla bir arada topluca bulundurmak için, üzeri deri, kâğıt, plâstik ve bez gibi şeylerle kaplı mukavvadan yapılan kapak.



Gerçekte cilt “deri” demektir. Deri ise toplamak mânâsına gelir. Ayrıca bir eserin kitap hâlinde basılan ve bir sayı ile birlikte söylenen kısımlarından her birine de cilt denir.

Cilt ve ciltçiliğin târihi çok eskidir. Kâğıdın keşfinden önce parşömen veya papirus üzerine yazılan yazılar, sargı (rulo) şeklinde, tahtadan yapılmış kılıf veya kutularda saklanırdı. Balmumu levhalar ve papirus üzerine yazılan yazıların saklanması için tahta kapaklar kullanılmış ve bu kapakların iki yanlarından iplerle bağlanmak sûretiyle bir çeşit cilt yapılmıştır. Daha sonraları parşömenin kullanılmaya başlanması üzerine parşömenler katlanarak formalar hâline getirilmiş, sonra bunlar dikilerek ciltlenmiştir.

Türklerde cilt sanatı: Orta Asya’da kâğıdın keşfiyle berâber, Türklerde ciltçilik gelişmiş ve bir sanat kolu hâline gelmiştir. İlk Türk ciltleri M.S. 7. yüzyılda Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinde görülür. Çin’de ciltçiliğin gelişmesi, yine Uygur sanatkârlarının Çin’e yerleşmesiyle başlamıştır. Uygur Türkleri, İran’a ve Halife Mu’tasım billah zamânında Samarra’ya (Irak) gelerek, bu memleketlerde cilt sanatının ilerlemesinde büyük rol oynadılar. Türkler dünyâda ilk defâ işlenmiş deri üzerine mâdenî kalıpla basım yaptılar. O târihlerde Avrupa’da ciltçilik yoktu. Avrupalılar 12. yüzyılın ilk yarısına kadar kâğıt îmâl etmeyi de bilmezlerdi. Endülüs’te ilk kâğıt fabrikası 1144-1154 yılları arasında Şâtibe’de kurulmuş ve Avrupalılar kâğıt îmâlini buradan öğrenmişlerdir. Doğuda ise ilk kâğıt fabrikası Semerkant’ta M.S. 652 senesinde kurulmuştur. Ciltçilik Doğu Türkistan ve Horasan’dan sonra Arap Yarımadası ve Irak’ta gelişmiştir.

Orta Asya’ya mahsus bir sanat olan ciltçilik, Türklerin İslâm dînine girmelerinden sonra büyük bir gelişme gösterdi. İslâmiyetin üç kıtaya yayılması, Kur’ân-ı kerîmin çoğaltılması, yazılan din ve fen ile ilgili eserlerin muhâfazası, İslâm dîninin ilme verdiği önem, ilmin kaynağı olan eserlerin korunmasına sebeb oldu. Müslüman Türkler yazıya ve kitaba çok hürmet ederler, îmânları, hayâları ve terbiyeleri îcâbı dînî kitaplara çok saygı gösterirlerdi. Kur’ân-ı kerîmin belden aşağı tutulmayıp, üzerine bir şey konulmadığı gibi; din ve fen kitaplarına da âzamî hürmet ve saygı gösterilirdi. Özellikle İslâmın mukaddes kitâbı Kur’ân-ı kerîme gösterilen hürmet ve hassâsiyet, onun en güzel bir şekilde tezyînine ve ciltlenmesine de ayrı bir ehemmiyet verilmesine sebeb olmuş ve netîcede ciltçilik güzel sanatların bir kolu hâline gelmiştir.

Günümüzde ciltçilik: Batıda 19. yüzyılın ilk yarısında makinalaşmaya başlayan ciltçilik, artık el sanatlarından çıkıp bir sanâyi kolu hâline gelmeye başladı. Türkiye’de ise matbaanın kurulmasıyla hem masraflı olan hem de isteklisi bulunmayan klasik cilt sanatı artık terk edilmeye başlanmış ve 20. yüzyıldan sonra klasik cilt yapabilen ancak birkaç kişi kalmıştır. Günümüzde ciltçilik yarı otomatik ve tam otomatik olmak üzere tamâmen makinalaşmıştır.

Modern cilt yapım tekniği: Modern bir cildin yapılmasında şu sıra tâkip edilir:Katlama, yayma, harman, dikiş, kambura, baskı ve kitap gömleği geçirme.

Ciltlenecek kitabın cinsine ve değerine göre bu işlemlerden bâzıları uygulanmayabilir. Matbaadan çıkan basılı kâğıt kırma makinalarında 2, 4 veya 8’e katlanarak forma hâline getirilir. Formalar kitaptaki sıralarına göre forma grupları hâlinde yan yana sıralanır. Sırasıyla her formadan birer aded alınır. Harman adı verilen bu işlemden sonra formaların sırası kontrol edilir ve dikiş makinasında dikilir. Dikiş ya sağlam bir iplikle veya formanın ortasından geçerek forma sırtına temas eden şeride bağlanan telle yapılır. İplik veya tel dikiş tâbir edilen bu işlemden sonra, artık kitap hâline gelen formaların başına ve sonuna yan kâğıdı yapıştırılır. Formaların kaymaması için sırt tutkallanır ve mukâvemetini artırmak için bez veya kâğıt yapıştırılır. Kitabın sırtı kuruduktan sonra kitabın üç kenarı kesilerek düzeltilir ve kambura makinasında kitabın sırtına hafif bir yuvarlaklık verilir. Yapılan bu işlemler, kitabın kolayca açılmasını ve açık durabilmesini temin etmek içindir. Sonra kitap sırtının üst ve alt kenarlarına şirâze yapıştırılır. Kitap ölçülerine göre daha önceden hazırlanmış ve üzerine yaldızla baskı yapılmış olan kapak kitaba yapıştırıldıktan sonra, preslenir. Bâzı kitaplara, naylon veya kağıttan, cildi muhâfaza etmek ve kirlenmesini önlemek için, kitap gömleği denilen bir kap geçirilir.

Karton kapaklı cilt çeşidi günümüzde en yaygın olanıdır. Tamâmen makinalaşmış ve çok gelişmiş olan bu tip ciltlemede dikiş ve mukavva kapak yoktur. Baskıdan çıkan kâğıt tabaka yürüyen bantlar vâsıtasıyla otomatik olarak toplanır ve sayfalar sıraya konur, sonra kitabın sırt tarafı giyotinle kesilerek düzeltilir. Sırtı tutkallanıp, karton kapak yapıştırılır ve üç kenarından kesilerek düzeltilir. Bu tip cilt, dikişli ciltler kadar sağlam olmamakla birlikte, otomatikleşme ve sürat bakımından en ekonomik olanıdır.

Bunlardan başka ciltlenecek materyalin (kitap, dergi, defter vb.) cinsine göre; üstten zımbalama, tel dikişli, saplama dikişli, kalamazo kırtasiye tip, klasör tipi gibi ciltleme şekli de vardır.

Cilt sanatında üslûplar: Cilt, malzeme ve süsleme tekniğine ve yapıldığı yere göre çeşitli üslûplarda yapılmıştır. Kaş,Dehli, Horasan ve Buhara “Hatayî”; Herat, İsfehan ve Şiraz “Herat”; Halep, Şam, El-Cezire “Arap”; Selçuk sanat merkezleri “Rûmî”;Mısır “Memlûk”; Sicilya, İspanya ve Fas “Magribî”; Edirne, Bursa, İstanbul ve Diyarbakır “Türk” üslûbunda cilt yapmışlardır. Bunlardan başka “Şükûfe”, “Barok” daha çok İran, Hindistan ve Türkiye’de uygulanan “Rugan” veya “Lake” ve “Buhârâ-yı cedîd” gibi üslûplar da vardır.

Arap, Memlûk, Rûmî ve Magribî üslûpları, 13. asırdan 14. asra kadar büyük bir gelişme göstermesine rağmen, sonraları yavaş yavaş gerilemeye başlamış, fakat Hatayî ve Herat üslûplarının klâsik tarzdaki gelişmesi 18. yüzyıla kadar devâm etmiştir. Bu iki üslûba klâsik üslûp denilmektedir. Rûmî veya diğer adıyla Selçuk ciltleri ise bu klâsik üslûbun tesiri altında kalarak Osmanlı devri Türk ciltçiliğine bir başlangıç olmuştur. Osmanlı Devletinin 15. yüzyılda sağladığı kuvvetli siyâsî istikrâr, memleketin ekonomi, kültür ve sanat hayâtına da tesir etmiş, netîcede Osmanlı Türk cilt sanatı en üstün seviyesine 15 ve 16. yüzyıllarda ulaşmış ve en güzel örneklerini bu dönemde vermiştir. Fâtih Sultan Mehmed Hanın kütüphânesindeki eserlerin ciltleri birer şâheserdir. Türklerin elinde gelişen cilt sanatı, ortaçağ Avrupa ciltçiliği üzerinde de geniş tesirler yapmıştır. Bunun netîcesinde, Rönesansla birlikte Batıda yapılan ciltlerde ebrûlu kâğıt ve İslâm tezyîni motifleri görülmeye başlanmıştır. On yedinci yüzyıldan sonra, klâsik cilt tarzı yerini yeni üslûplara bırakmıştır. Çiçek resimlerinin stilize edilmesiyle “Şükûfe” üslûbu gelişmiştir. Şükûfe devri, klâsik üslûbun sonu sayılır. Daha sonra, bilhassa İranlılarda şükûfe (çiçek), yerini insan ve hayvan tasvirlerine bırakmış, bu resimlerin üzerine vernik sürülmek sûretiyle “Lake” üslûbu doğmuştur. On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru “Barok” ve “Rokoko” üslûpları Türk cilt sanatında Batı ciltçiliğinin ilk tesirleri olarak görülmüş, sonunda modern ciltler eskilerin yerini almıştır.

Osmanlı Devletinde ciltçiler iki grupta toplanabilir:Bunlardan serbest esnaf olarak çalışanlar, 17. yüzyılda Ehl-i Hiref Teşkilâtı içinde bir lonca kurmuşlardır. Sayıları üç yüzü bulan bu cild ustalarının on atelyesi vardı. Serbest esnafın dışında saray kütüphânelerinin ve resmî dâirelerin cilt işlerini yapmak için Topkapı Sarayında “Cemâat-ı Mücellidân-ı Hassa” adlı bir teşkilât kurulmuştur. Burada en az üç, en fazla otuz dokuz sanatçı vazîfe görmekteydi. Ciltçiler meslekte Eshâb-ı kirâmdan Abdullah-ı Yemenî’yi üstat olarak kabul etmişlerdir. On iki yüzyıl süren bu sanatta yetişenlerden bâzılarının isimleri Menâkıb-ı Hünerverân, Tuhfe-i Hattâtîn, Hat ve Hattâtân gibi eserlerde yer almakta ve haklarında bilgi verilmektedir. Bugün yazma eser ciltçiliği, Mîmâr Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde güzel sanatların bir kolu olarak öğretilmektedir.

Klâsik ciltte bulunan özellikler: Ciltçilikte kullanılan esas malzeme deri ve mukavvadır. Klasik usûlde deri, ıslatılıp yumuşatılarak el bıçkısı ile kâğıt inceliğinde traş edildikten sonra kullanılır.Keçi derisinden yapılan cilde “sahtiyân cilt”, koyun derisinden yapılan cilde “meşin cilt” denir. En çok kullanılan deri, renkleri siyah, açık bejden en koyusuna kadar kahverengi ve bordodur.

Klâsik bir cilt dört parçadan ibârettir. Bunlar sırasıyla üst (sağ) kapak, alt (sol) kapak, sertab ve miklabdır. Üst kapak kitabın önünde bulunur ve sırtla alt kapağa bağlanır. Sertab, miklabla alt kapak arasındadır. Sertab, kitap kapandığı zaman sayfaların kenarlarını (cildin ağız kısmı) örten parça olup, alt kapakla birlikte hareket eder. Miklab kitabın sahîfeleri arasına sokulan ve sertaba bağlı olan parçadır. Sahîfe kenârlarının bozulmaması için cildin kapağı ile kitap boyu arasında bırakılan fazlalığa -ki bu yok denecek kadar azdır- “dudak” denir.

Cilt yapmak için formalar umûmiyetle kâğıdın rengine uygun ibrişimle dikilir. Daha sonra elle şirâze örülür. Şirâze formaların dağılmamasını ve düzgün durmasını sağlar. Sonra kitabın ölçülerine göre hazırlanan deri kapak takılır. Bu durumdaki klasik bir ciltte şu özellikler bulunur: Kapak kitap boyunda olup, dışarı taşmaz, şirâze elle örülür, kitabın sırtı düzdür ve yazı bulunmaz. Ezme altın klâsik usûlde hazırlanarak kullanılır, sonra parlatılır. Ciltte süsleme her iki kapak ile sertab ve miklab üzerine yapılır. Aynı zamanda bu özellikleriyle klâsik cilt modern ciltten ayrılır.

Ciltlerin bezemeleri genellikle deri üstüne kabartma olarak yapılır ve bâzı kısımları yaldızla süslenir. Bunların kalıpla basılanlarına “gömme kap”, elle işlenerek yapılanlarına “yazma kap” adı verilir.

Ciltler kullanılan malzemeye, taşıdığı sanat değerine ve süslemelerine göre adlandırılır. Cildin kenarları deri ve ortası kâğıt ile kaplanmışsa, bu cilde “çârköşe cilt” denir. Orta boşluğu ebrû, rugan, zerduva, kumaşla kaplanmış olanlar, “ebrû, rugan (lake), zerduva ve kumaş” cilt adını alır.

Deriden yapılan ciltlerin üzeri sıvama varak altını yâhut ezme altın sürülmek sûretiyle kaplanmışsa, böylelerine “yazma cilt” adı verilir. Eğer cilt yaldızlandıktan sonra motifler kalıpla basılmışsa “gömme cilt”, yekşah denilen âletle motifler çukurlaştırılarak meydana getirilmişse “yekşah cilt” denir.

Kapağı üzerine ezilmiş varak altını ile dört dilimli yaprak motifinde parmaklık tarzında geometrik çizgiler çekilen cilt de “zilbahar” veya “kafes” adını alır. Kapta, tek bir deri kullanılmayıp, renkli deriler kullanılmışsa, bu cilde “mülevven” adı verilir.

Kapağın etrâfına çerçeve mâhiyetinde altın bir cetvel çekilirse, buna “altın cetvelli cilt” denir. Eğer bu cetvel birkaç çizgiden meydana gelmiş ve çizgiler arası altın yaldızlarla tersim edilmişse, adı “zencirekli” cilttir. Zencirekler birçok ciltte geniş bordürler hâlini almış, bordürler de bâzı geometrik parçalara bölünmüşlerdir. Kapağın köşelerine ve ortasına da birer bezeme terkibi yapılır. Köşelerdekine “köşe bezemesi”, “köşebent” ve ortadakine de “göbek” veya “şemse”, şemsenin üst ve alt tarafında yaprak şeklindeki daha küçük motiflere ise “salbek” adı verilir.

Dericilikte, bütün üslûplarda uygulanan klâsik usûl şemse cilt tarzıdır. Şemse cilt; üzerine yapılan motiflerin süsleme şekillerine göre isim alır: Alttan ayırma şemse ciltte motif kalıplarının zemini altınla doldurulur, motifler kabartma şeklinde üstte ve deri renginde bırakılır. Üstten ayırma şemse ciltte ise, bezeme üsûlü ötekinin tersi olup, zemin deri renginde bırakılarak motifler altınla bezenir. Mülemma şemse ciltte motiflerin hem zemini, hem de kendileri altınla bezenir. Mülevven şemse ciltte ise, bezemeler cilt kapağında kullanılan deriden başka bir renkte deri ile kaplanır. Bu şekilde renkli derilerle yapılan mülevven şemse ciltte de motifleri, üstten ayırma veya alttan ayırma tarzında altınla bezemek mümkündür. Soğuk şemse ciltte, motifler cildin derisi renginde bırakılır, altınla bezenmez. Müşebbek veya katı’a ciltte ise, cildin iç kabında yapılan bezemeler bahis konusudur. Deri ince ince oyularak kabın iç yüzüne yapıştırılır. Herat üslûbunun açık vasıflarından biri bu cilt tarzıdır.

Şemseler Selçuk ve 16. yüzyıl Osmanlı ciltlerinde genellikle yuvarlak yapılmıştır. On yedinci yüzyıldan îtibâren de beyzî olarak yapılmaya başlanmıştır.

Şemselerin iki ucu uzatılarak süslenmişse salbekli şemse, kapağın dış kenarını çerçeveleyen kısma bordür denir.

Bâzı ciltlerde kapağın iç yüzüne traş edilmiş deri tezyin edilmeden düz olarak yapıştırılmıştır. On beşinci yüzyıldan îtibâren birçok Türk ciltlerinde iç kısım, ya oyma (katığ) tâbir edilen şemse ve köşebent tarzında veya dıştaki gibi kabartma süslerle tezyin edilmiştir. Nâdir olarak bâzı Türk ciltlerinde altınla yapılmış “hâlkârî” tâbir edilen tezyînâta da tesâdüf edilir.

Osmanlı ciltlerinde hatayî, rûmî, bulut, penç, yaprak, gonca, nilüfer, ıtır yaprağı, gül ve tığ en çok kullanılan motiflerdir. Osmanlı ciltlerinde manzara, arabesk ve canlı mahluk motiflerine rastlanmaz. Memlûk ve Selçuk ciltlerinde ise stilize edilmiş motiflerle birlikte, arabesk motiflerine de yer verilmiştir. Herat üslûbunda tabiattan stilize edilmiş motiflerle birlikte, manzara ve canlı mahlûk motifleri de bulunur.

Yapılan araştırmalar Batılıların ancak 19. yüzyılda kitaplarımızda yeraldığını iddia ettikleri iç kapağın (zahriye), Türk kitaplarında 15. yüzyılda teşekkül ettiğini ve 15. yüzyıl kitaplarında iç kapağın bulunduğunu göstermektedir. İç kapak teşekkülü Batıda ise, tam iki yüz yıl sonra mümkün olmuştur.