Anadolu’da; siyâsî, askerî, idârî, iktisâdî ve sosyal sebeplere dayanarak İran desteğindeki Şiî propagandacılar tarafından çıkarılan isyânlara katılanlar.
Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tarîkatler, şeyhler, velîler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve haleflerinin etrâfı din adamları, Türkmenler ve evliyâ ile dolmuş, daha ilk günlerde Osmanlı akınları gazâ mâhiyetini almış ve bir gâziler devleti kurulmuştu. Böylece Türkistan’da başlayan, Selçuklular, Danişmentliler devrinde gelişen ve genişleyen gâzilik an’aneleri, daha büyük bir hayâtiyetle canlanmıştı. Osmanlılar ve gazâ yapan Türkmenler artık her tarafta âlimlere medrese, şeyhlere zâviye ve imâret inşâ ediyor, ilim ve tasavvuf tam bir kaynaşma hâline gelmiş bulunuyordu. Bu sebepledir ki, Selçuklu sultanları için gâzilik ünvânı nâdiren kullanıldığı hâlde, ilk devir Osmanlı sultan ve beyleri hep gâzi sıfatı ile anılıyordu.
1447’de merkezi Erdebil’de bulunan Şeyh Safiyyüddîn tarîkatinin başına geçen Cüneyd, dedelerinin ve Safiyyüddîn’in doğru yolundan ayrılarak Şiîlik propagandasına başlamış, kısa zamanda etrâfına pekçok kimse toplamıştı. Karakoyunlu Hükümdârı Cihân Şah, bundan huzursuz olduğu için Erdebil’den uzaklaştırmak zorunda kalmıştı. Nihâyet Anadolu’ya gelen Şeyh Cüneyd, dedelerinin nüfûzundan istifâdeyle Türkmen boyları arasına sığındı. Buralarda yetiştirdiği sapık müritlerini İran ve Anadolu’daki Safeviyye ve hurûfî îtikatlı Bektâşî hangâh ve zâviyelerine göndermeye başladı ve tarîkat fertleri arasına Râfizîlik fikirlerini sokmakta başarılı oldu.
1502’de İran’da tarîkatin başında bulunan Şâh İsmâil, çoğu Anadolu’dan gelmiş yedi bin kişilik kuvvetiyle Nahcıvan Savaşında dayısının oğlu Akkoyunlu Elvend Mirzâ’yı yenerek Âzerbaycan’ı aldı ve Safevî Devletini kurmaya muvaffak oldu. Daha sonra sırasıyla Akkoyunlu, Dulkadiroğlu ve Özbek Hanını mağlûbiyete uğratan Şâh İsmâil, ayrıca Anadolu’ya gönderdiği halîfeleri sâyesinde, Osmanlı ülkesinde karışıklıklar çıkartmaktan geri kalmadı.
Nitekim Osmanlı târihlerinde, Şeytan Kulu denilen Şah Kulu Baba Tekeli adında bir Şiî, etrâfına topladığı adamlarla Antalya ve Kütahya çevresinde büyük bir isyân başlattı. Üzerine gönderilen kuvvetleri bozguna uğrattı.Sivas civârındaki Kızılkaya geçidinde sadrâzam Ali Paşa ile giriştiği çarpışmada öldürüldü. Fakat bu savaşta Ali Paşa da şehit düştü. 1512’de ise, Anadolu’da yeni bir Şiî hareketi başgösterdi. Osmanlı ülkesinde şehzâdeler arasındaki saltanat mücâdelesinden yeterince faydalanmaya bakan Şah İsmâil, Nûr Ali Halîfe’yi Anadolu’ya gönderdi. Etrâfına 20.000 kişi toplayan Nûr Ali Halîfe, Tokat’ı zaptederek Şâh İsmâil adına hutbe okuttu. Osmanlılar için gittikçe korkunç bir hâl alan ve tamâmiyle Safevîlere dayanan Anadolu kızılbaşlarının ortaya çıkardıkları bu buhran, ancak Yavuz Sultan Selim Han zamânında hâlledilebildi.
Yavuz Sultan Selim Han, 1514’te İran Şâhı İsmâil Safevî’yi Çaldıran’da mağlûb ederek bozuk inanışlarının yayılmasını önledi. Bu bozgundan sonra Anadolu’nun çeşitli mıntıkalarına dağılan Hurûfîler, 1519’da mehdîlik iddiâsıyla ortaya çıkan Bozoklu Şeyh Celâl adına bir sapığın etrâfında toplanarak, Turhal’da yeni bir isyân çıkardılar. Ankara üzerine doğru yürüdükleri sırada, Maraş Vâlisi Şahsuvaroğlu Ali Beyin âni bir baskınıyla bozguna uğradılar. Bozoklu Şeyh Celâl, bozgun sırasında kaçmak istediyse de yakalanıp öldürüldükten sonra kesikbaşı İstanbul’a gönderildi.Yavuz Sultan SelimHana büyük endişe veren bu hareketi bastıran Şahsuvaroğlu Ali Bey, başarısından dolayı mükâfatlandırıldı. Osmanlı târihçileri, bu hâdiseden sonra, Anadolu’daki ayaklanmalara Bozoklu Celâl adlı sapığın adına izâfeten, Celâlîlik; ayaklananlara da Celâlî demişlerdir.
Celâlî hareketleri, bu târihten sonra Kânûnî Sultan SüleymânHanın son senelerine kadar bâzı münferit vak’alardan ibâret kaldı. Ancak 17. yüzyıldan îtibâren bilhassa devletin savaş hâlinde bulunduğu dönemlerde, bu isyânlar dışarıdan (İran’dan) yapılan teşviklerle artarak devâm etti. Nitekim 16. yüzyılın sonlarında başlayan Osmanlı-İran ve Avusturya savaşlarının uzun sürmesi, Anadolu’daki eşkıyâ zümresinin kuvvetlenmesine fırsat verdi. Bunlar arasında en tehlikelisi bilhassa huzursuzluğu gerçek bir ihtilâl hâlinde teşkilâtlandıran Karayazıcı Abdülhalîm idi. Karayazıcı’nın çevresinde, şekâvetleri sebebiyle dirlikleri kesilen timar ve zeâmet sâhibi sipâhî subaylarıyla, hükûmete küskün, muhteris devlet adamları da bulunuyordu. Bu durum 16. yüzyılın sonlarından îtibâren isyânların dînî olduğu kadar, siyâsî, askerî, idârî ve ekonomik olarak arttığını da göstermektedir.
Haçova Meydan Savaşının sonunda Vezîriâzam Cağalazâde Sinan Paşanın, muhârebeden kaçan kapıkulu halkıyla timarlı sipâhîlerin dirliklerini kesmesi, ele geçenleri öldürüp mallarını müsâdere etmeye başlaması üzerine, kurtulanlar Karayazıcı’nın emri altına girdiler. Karayazıcı, emri altında bulunanları, tıpkı Osmanlı pâdişâhlarının kapıkulu teşkilâtına benzer bir sûrette tertib ettirdikten sonra, Sivas’tan Urfa’ya kadar uzanan sâhada, halka zulmetmeye başladı. Bu arada Urfa’yı zabt ile hükümdârlığını îlân edip; “Hâlim Şâh Muzaffer Bâdâ” ibâresini ihtivâ eden tuğralı fermanları etrâfa gönderdi. Üzerine gönderilen Sinanpaşaoğlu Mehmed Paşa ile Hacı İbrâhim Paşa kuvvetlerini bozdu. Bu başarılarından sonra Karayazıcı’nın etrâfında 30.000 kişi toplandı.
Vaziyetin gittikçe tehlikeli bir hâl aldığını gören İstanbul hükûmeti, Bağdat vâlisi Vezir Sokulluzâde Hasan Paşayı Karayazıcı’nın üzerine gönderdi. Hasan Paşa, Elbistan civârında Karayazıcı kuvvetlerini bozguna uğrattı. Aynı sene içerisinde vefât eden Karayazıcı’nın yerini kardeşi Deli Hasan aldı. Deli Hasan; birâderinin maiyetindeki sergerdelerden Kethüdâ Şahverdi, Yularkaptı, Tavil Ahmed gibi şahıslarla, Sokulluzâde Hasan Paşa’yı Tokat’ta muhâsara etti. Kuşatma sırasında Hasan Paşa 20 Nisan 1620 sabahı kale burçlarında dolaşırken Celâlîlerden birinin attığı kurşunla vuruldu.
Daha sonra üzerine gönderilen kuvvetleri bozan Deli Hasan’ın cesâreti daha da arttı. Anadolu beylerbeyliğinin merkezi Kütahya üzerine yürüyerek şehri yaktı ve Afyon Karahisar taraflarına çekildi.
Avusturya ve İran harpleri dolayısıyla Anadolu vaziyetine bakamayacağını düşünen devlet adamları, Deli Hasan işini sulh yoluyla hâlletmeyi uygun buldular. Nitekim Yemişçi Hasan Paşanın sadâreti zamânında, Deli Hasan’a Bosna beylerbeyliği ve maiyetindeki elebaşılara sancak beyliği ve kapıkulu süvârîliği verilerek soygun ve zulümleri önlendi. Deli Hasan, 12 Nisan l603’te Gelibolu üzerinden Rumeli’ye geçerek, Macaristan serdârı Lala Mehmed Paşanın maiyetine katıldı.
Deli Hasan Paşanın devlet hizmetini kabûl ederek Rumeli tarafına geçirilmesiyle Anadolu’daki Celâlî hareketleri sona ermedi. Zîrâ Deli Hasan’ın devlet hizmetine girmesine muhâlif olan Tavîl Ahmed ve Saçlı gibi celâlîler, faaliyet hâlindeydiler. Âsîlerin üzerine, Anadolu’nun muhâfazası için memur edilen Nâsûh Paşa ile Anadolu beylerbeyi Gezdehân Ali Paşa gönderildi. Fakat her iki Paşa da, Tavîl Ahmet tarafından Bolvadin Köprüsünde mağlub edildi.
Bu sırada; Ankara, Kırşehir, Kayseri, Niğde, Aksaray, Konya, Hamit ve Kütahya sancaklarında celâlî zulmü bütün şiddetiyle devâm ediyordu. Soğuk kış günlerinde köyleri basan celâlîler, çoluk-çocuk, kadın-kız demeden herkese görülmedik zulümler yapıyorlardı. Ayrıca küçük oğlan çocuklarını kaçırarak, yüksek fiyatla tekrar âilelerine satıyor, yâhut da yanlarında alıkoyarak celâlîliğe alıştırıyorlardı.Halk, merkeze gönderdiği arzlarda faâliyet hâlindeki Celâlî liderlerinin adlarını saydıktan sonra, çocuklarının ve yağmalanan mallarının alınmaması hâlinde, toptan göç edeceklerini bildiriyordu.
Artık Anadolu, Celâlî eşkıyâlarının hareket sâhası hâline gelmişti. Bir âsî ortadan kaldırılsa yerine birkaç tânesi birden çıkıyordu. Nitekim bu yeni çıkan Celâlî gruplarından Kalenderoğlu ile Kara Saîd, Saruhan’ı yağma ve tahrib ediyordu. Kınalı, Bursa havâlisinde dehşet saçıyordu. Muslu Çavuş, Silifke’yi altüst etmekteydi. Cemşid, Konya’dan Adana’ya giden boğazları tutmuştu. Fakat bunların en tehlikelisi Halep ve Lübnan civârındaki Canboladoğlu Ali Paşa isyânı idi.
Canboladoğlu’nun faaliyetleri sonucu Lübnan ve Kuzey Sûriye’nin de Celâlî ihtilâline katıldığı aylarda, Osmanlı Devleti Zitvatoruk Antlaşmasını imzâlayarak, yıllardır devâm eden Osmanlı-Avusturya harbine son verdi.
Babası Sultan Üçüncü Mehmed Hanın, Celâlî isyânları yüzünden üzüntü içinde öldüğünü bilen Sultan Birinci Ahmed Han, bundan sonra Sadrâzam Kuyucu MurâdPaşayı tam bir selâhiyetle Anadolu işlerine memûr etti. MuradPaşa, Anadolu’daki durumu iyice gözden geçirdikten sonra, bunlardan öncelikle, istiklâlini îlân eden Canboladoğlu üzerine yürüdü. İstanbul’la bağlantısını temin için yolu üzerindeki Kalenderoğlu’na güleryüz gösterip, Ankara sancakbeyliğini veren Murad Paşa, âsîlerin bir kısmını da affetti.
Konya’ya geldiği zaman başta reisleri Saracoğlu Ahmed Bey olduğu hâlde, bir kısım Celâlîyi temizledi. İskenderun’a yakın Oruç Ovasında Canboladoğlu kuvvetleriyle yapılan şiddetli muhârebe sonunda 26.000 Celâlî kılıçtan geçirildi. Maanoğlu Fahreddîn ile bütün dürzî kabîleleri kaçtılar. Canboladoğlu güç hâl ile İstanbul’a gelip pâdişâha ilticâ etti. Pâdişah da kendisini affederek Tameşvar beylerbeyliğine tâyin etti. Bir sene kadar orada bulunan Canboladoğlu, bilâhare halka zulme başlayınca, vezîriâzam Murad Paşanın emriyle îdâm edildi.
Canboladoğlu kuvvetlerini dağıtan Murad Paşa, kışı Halep’te geçirdikten sonra Celâlîlerin en tehlikelilerinden olan Kalenderoğlu üzerine yürüdü. Bu sırada Bursa’yı alan Kalenderoğlu kendisini sancakbeyi îlân etmişti. Murad Paşanın üzerine geldiğini öğrenince Konya’ya doğru çekilmek istedi. Fakat süratle gelen Kuyucu Murad Paşa, Celâlî kuvvetlerini Maraş’ın kuzeybatısında Göksun yakınlarında yakaladı. 1608 yılında iki taraf arasında şiddetli bir muhârebe vukû buldu. Murad Paşanın, kazdırdığı hendeklere gizlediği yeniçerileri, harbin en mühim ânında birdenbire meydana çıkarıp hücûma geçirmesi, savaşı lehine çevirdi. Bozguna uğrayan Kalenderoğlu ve kuvvetleri kaçmaya başladılar. Kaçanlar tâkib edilerek büyük kısmı imhâ edildi. Kalenderoğlu, Bayburt yakınlarında biraz daha mukâvemet gösterdikten sonra, tamâmen bozulup İran taraflarına çekildi.
Kalenderoğlu’nun tâkibine kuvvet gönderdikten sonra, Sivas’a gelen Murad Paşa, Tavîl Ahmed’in kardeşi Meymûn’un, Kalenderoğlu’na iltihak etmek üzere 6000 eşkıyâ ile Tokat ve Karahisâr-ı Şarkî yoluyla Erzurum’a gittiğini haber aldı. Derhâl ordudan ayırdığı seçkin 15.000 askerin başına geçen Murad Paşa, ağırlıksız olarak yanına yalnız bir haftalık erzak almak sûretiyle harekete geçti. Bu sırada doksan yaşında bulunan Murad Paşa, altı gün altı gece tâkib ederek on iki konakta alınacak yolu yedi konakta alarak Meymûn’un kuvvetlerine yetişti. Murad Paşanın bu kadar süratle kendilerine yetişeceğini tahmin edemeyen şakîler, eşyâlarını hayvanlarına yükletirken, bir baskınla kısmen imhâ edildiler. Kaçabilenlerden pek azı, Kalenderoğlu gibi selâmeti İran’a kaçmakta buldu.
Murad Paşa bundan sonra gerekli âsâyiş tedbirlerini aldıktan sonra, İstanbul’a döndü (18 Aralık 1608). İstanbul’a girerken ordunun önünde, mağlup Celâlî zorba-başılarının kalın yazılarla yazılmış isimleri olan 400 bayrak gidiyordu.
Sultan Birinci Ahmed Han, vezîriâzam Kuyucu Murad Paşanın bu muvaffakiyetlerinden son derece memnun kalarak, kendisine iki hil’at ve bir murassa sorguç ihsân eyledi.
15 Haziran 1609’da vezîriâzam Kuyucu Murâd Paşa, İran Seferi bahânesiyle Üsküdâr’a geçerek otağını kurdu. Hakîkatte ise bu sefer, Sultan Birinci Ahmed Hanla gizlice aralarında plânladıkları üzere, Anadolu’da hâlâ mevcut bâzı eşkıyâ reislerini imhâ etmek içindi. Bunlardan, Aydın ve Saruhan taraflarında Üveys Paşa kethüdâsı Yûsuf Paşa ile İçel’de sancak verdiği Muslu Çavuş en önemlileriydi.
Murad Paşa, Üsküdâr’a geçtikten sonra, Muslu Çavuş ve Yûsuf Paşaya çeşitli vaatlerde bulunarak okşayıcı mektuplar gönderdi ve onları İran seferine katılmaları için orduya dâvet etti. Bunlardan Yûsuf Paşanın, orduya iltihak etmek üzere Üsküdar’a geldiğinde; Muslu Çavuş’un ise, Karaman beylerbeyi Zülfikar Paşa’nın kuvvetlerine mülâki olduğunda başları kesildi. Bu sûretle son iki eşkıyâ reisini de ortadan kaldırdıktan sonra, Sultan Birinci Ahmed Han, Murad Paşayı Anadolu’yu yeni baştan fethedip kendisine hediye eden bir serdâr olarak takdir edip büyük ihsânlarda bulundu.
On üç, on dört sene devâm eden Celâlî şakâveti dolayısıyla; Suriye, Irak ve Anadolu âdetâ elden çıkmış gibi bir vaziyete girmişti. Âsâyiş kalmamış, ticâret durmuş ve iktisâdî durum çok gerilemişti. Nitekim târihçi Hammer, Avusturya savaşının devlete Celâlî fetreti derecesinde insan ve para kaybettirmediğini yazmaktadır. Ayrıca Celâlîlerin, Safevîler tarafından teşvik görmesi ve içlerine Şiî unsurların katılması meseleyi daha da ciddîleştiriyordu.
Murad Paşa, yalnız Celâlîleri değil, onlarla uzak ve yakından temasları olan ve yataklık edenleri öldürttü. Târihî kayıtlara göre, Kuyucu Murad Paşanın üç sene devâm eden temizleme faaliyeti netîcesinde; toplam 65.000 kişi öldürülmüştür.
Murad Paşa; gayretli, dindâr, üstün komutanlık, idârecilik, diplomatlık ve devletin çıkarlarını her şeyden üstün tutan bir şahsiyete sâhipti. Tecrübeli, samîmî ve ileri görüşlü olduğundan, icrâatlarında tâvizsiz hareket ederdi. Tarîkat ehli olup, her hafta Kur’ân-ı kerîmi hatmeder, insanlara zulmetmeyi hiç sevmezdi. Ancak devlet ve millet düşmanlarına karşı çok şiddetli davranır hiç fırsat vermezdi. Bu davranışı sâyesindedir ki, Anadolu’yu temizleyerek tehlikeli vaziyetin önünü almaya muvaffak oldu. (Bkz. Kuyucu Murad Paşa)
Daha sonraki yıllarda Anadolu’da buna benzer kaynaşmalar ve isyânlar oldu ise de hiçbir zaman Kuyucu Murad Paşadan önceki genişliğe ulaşmadı.
Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından öldürülmesinden sonra, Erzurum vâlisi Abaza Mehmed Paşa, 1622’den 1628’e kadar yeniçerilere karşı intikam hissiyle hareket edip, çok kan dökülmesine sebeb oldu. Ancak Sadrâzam Hüsrev Paşa tedbirli siyâseti ile kendisini isyândan vazgeçirdi. 1628’de Sultan Dördüncü Murad Hanın huzûrunda af dileyen Abaza Mehmed Paşa, daha sonra Bosna beylerbeyliğine tâyin edildi.
Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamânında, 1664’te sadrâzamlığa getirilen Köprülü Mehmed Paşaya ve yeniçerilere karşı, sipâhî zorbaları Abaza Hasan Paşanın etrâfında toplanarak isyân ettiler. Bu isyâncılar, pâdişahtan Köprülü’nün îdâmını istiyorlardı. Âsîler üzerine serasker tâyin olunan Murtaza Paşa, Afyonkarahisar civârında Abaza’nın kurduğu pusuya düşerek mağlub oldu. Ancak kuvvetlerini toparlamaya muvaffak olan Murtaza Paşa, Haleb’i vermek vaadiyle Abaza’yı kendi tarafına çekti. Köşkünde verdiği bir ziyâfet esnâsında da başta Abaza Hasan Paşa olmak üzere, 30-40 kadar ileri gelen isyânkâr elebaşısını katlettirdi.
İkinci Viyana Kuşatması (1683) sırasında Anadolu’da Akkaş, Kara Mahmud, Yâdigâroğlu, Bölükbaşı ve Yeğen Osman gibi Celâlîler, Sivas ve Bolu çevresinde faaliyete geçtilerse de, zamânında ve yerinde alınan tedbirler sâyesinde, başarılı olamadılar.
1519’da başlayıp belirli aralıklarla yıllarca süren ve bilhassa 1596-1610 yılları arasında Anadolu’yu baştanbaşa saran celâlî isyânlarının Osmanlı Devleti için netîceleri şunlardır:
1. Celâlîlerin faaliyet yıllarında, köylü halk, kasaba ve şehirlere kaçtığından, tarlalar ekilmez oldu. Ticâretin de durması ile Anadolu’da büyük bir kıtlık başgösterdi ve gıdâ maddelerinin fiyatlarında büyük artışlar görüldü.
2. Şehir ve kasabaları seyrek olan Orta Anadolu, Celâlî olaylarının en fazla tahrîbâta uğrattığı bir bölge oldu. Bu sebeple Ankara, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri ve Kırşehir gibi yörelerde geliri tamâmen toprağa dayalı timarlı sipâhilerin geçim durumu çok kötüleşti. Bu sebeple Osmanlı ordusunun temelini teşkil eden ve timarlı sipâhiliğe dayanan askerî teşkîlât bozulmaya yüz tuttu.
3. Evvelce hazînenin zengin mukâtaaları bulunan; Diyarbakır, Mardin, Rakka, Birecik yöresi sancaklarında pekçok köylerin harâb ve âdetâ nüfûssuz kalmaları yüzünden devlet gelirlerinde önemli düşüşler oldu.
4. Celâlî isyânlarının yıkıcı faaliyetleri, 1603’ten sonra şehirlere de sıçradı. Nitekim bu sıralarda Ankara’dan başlayarak, Afyon, Kütahya, Isparta, Kastamonu, Amasya, Tokat, Malatya, Harput, Maraş, Karahisâr-ı Şarkî ve daha pekçok şehir ve kasaba büyük felâketler yaşadı. Bunların pek çoğunda evler, hanlar, dükkanlar hattâ câmi ve medreseler, celâlîlerin çıkardıkları yangınlarda harâb oldu.
5. 1606’da vezîriâzamlığa getirilen değerli vezir Kuyucu Murad Paşa, İran üzerine yürüyeceği hâlde Celâlî isyânlarının bir kangren hâlini alması yüzünden dört yıl boyunca bunlarla uğraştı. Bunu fırsat bilen İran Şâhı Birinci Abbâs, bir taraftan celâlîlere destek sağlarken, diğer yandan Osmanlı hâkimiyeti altındaki Şirvan, Şemahi ve Gence kalelerini ele geçirdi. Bilâhare Kuyucu Murad Paşa 1610 yılında çıktığı İran Seferinde bu kaleleri geri aldı.