SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI
« Yanıtla #10 : 07 Haziran 2009, 10:21:54 »
Hz.Hamza'nın Müslüman Oluşu

            Hz.Hamza, Peygamber Efendimiz'in amcasıdır. Kureyş'in soylularından, pehlivan, bahâdır, gözüpek, Kureyş yiğitlerinden en şerefli ve îtibarlı olan, taşkınlığa ve haksızlığa hiç dayanamayan ve şiddetle karşı koyan bir zat idi. Müslüman olması şöyle oldu:
            Peygamber Efendimiz Safâ tepesinde otururken, Ebû Cehil, yanında iki arkadaşıyla önünden geçtiği Kâinâtın Efendisi'ne türlü hakâretlerle edepsizce sövdü.
            Peygamber Efendimiz onlara hiçbir şey söylemeden kalkıp evine gitti.
            Hâdiseye şâhit olan Abdullah ibn-i Cüd'an'ın azadlı câriyesi, o sırada tepeden tırnağa silahlı, avdan dönmekte olan Hz.Hamza'ya olup bitenleri anlattı. Hamza'nın asabı bozuldu. Bundan fevkalâde canı sıkıldı. Okunu yayını takınmış olarak Kâbe'ye gidip, Ebû Cehil'i aradı, buldu. "Benim kardeşimin oğluna küfreden, O'nun hatrını kıran sen misin?" diyerek, elindeki ok yayını Ebû Cehil'in kafasına şiddetle indirdi ve kafasını yardı.
            Hamza'nın büsbütün öfkelenip Müslümanlığa can atmasından korktukları için mukâbelede bulunmadılar.
            Daha sonra Hz.Hamza, doğru yeğenine gitti. Olanları anlattı. "Memnun ve müteselli ol." dedi.
            Şu cevabı aldı: "Ben ancak senin Müslüman olmanla memnun ve müteselli olurum."
            Allah yolundan başka murad tanımayan Rasûller Rasûlü'nün bu ihtarı üzerine Hamza'da âni değişiklik, uyanma peydah olup, Müslüman oldu. Hz.Hamza'nın Müslüman olması Peygamber Efendimiz'i pek sevindirdi.

                Beyt-i Erkam'da Cereyan Edenler

            Müşriklerin zulüm ve baskısından korunmak için, Peygamber Efendimiz Mekke'nin münâsib bir yerinde, kendilerine bir "Dârü'l Emân ve'l İslâm" seçip, ibâdetlerini orada yapmağa ve İslam dînini orada yaymağa karar verdi. Buna da, ilk Müslümanlardan Erkam (R.A.)'ın Safâ tepesinin doğusundaki, Ben-i Şeybe evine bitişik, dar bir sokak içindeki evini elverişli gördü. Peygamber Efendimiz burada bulunur, istîdatlı görülenler, gizlice buraya dâvet edilir, gelip Peygamber Efendimiz'le müşerref olarak Müslüman olurlardı.
            Hz.Ömer Müslüman oluncaya kadar, Allah Rasûlü, orada arkadaşlarıyla birlikte oturdu, ibâdet etti ve İslam dînini gizli gizli yaydı. Peygamber Efendimiz, bu kutlu ve mutlu evde, bir pazartesi gecesi; "Allâhım! İslâmiyeti hiç değilse iki Ömer'den biriyle te'yid et, kuvvetlendir." diye duâ etmişti.
             (Bu iki Ömer'den biri Ömer ibn-i'l Hattab, diğeri Amr'ibn-i Hişam (Ebu Cehil)'dır. Bu şeref Ömer ibn-i'l Hattab'ın nasîbi imiş ki Müslüman oldu. Diğeri Amr'ibn-i Hişam küfründe inat ve israr ettiğinden, sonra da küfür babası, küfür önderi mânâsına gelen Ebû Cehil adını aldı.)           

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI
« Yanıtla #11 : 07 Haziran 2009, 10:52:40 »
Hz.Ömer'in Müslüman Oluşu

            Kureyş'in müşriklerinin ileri gelenleri, bir gece Dârünnedve dedikleri toplantı mahallerinde toplanarak, bu dîn gitgide yayılıyor diye görüştüler. Uzun konuşmalardan sonra, Ebû Cehil'in teklifi üzerine Peygamber Efendimiz'in vücudunu ortadan kaldırmağa karar verdiler. Bu korkunç kararı içlerinden en cesur olan, Hattab'ın oğlu Ömer'e verdiler. "Haydi, seni görelim." dediler.
            Ömer, o zaman otuzüç yaşında idi. Âilesi Müslümanlık hakkında fikir sâhibi idi. Eniştesi Said, kızkardeşi Fâtıma Müslüman olmuşlardı. Ömer'in bunlardan haberi yoktu. Kılıcını kuşandı, Kâbe'yi tavaf ettikten sonra Safâ tepesine yollandı. Müslümanlar da Beyt-i Erkam'da toplanmışlardı. Ömer'in niyeti, oraya gidip Peygamber Efendimiz'i öldürmekti. «Acaba O'nu öldürebilecek miydi? Yoksa kendi nefsini mi öldürecekti.» Bunlardan biri olacaktı. Fakat gerçekten o, Muhammed'i öldürmeğe değil, kendisini Müslümanların arasına atmağa gidiyordu.
            Yolda Abdullahoğlu Nuaym'e rastladı. Nuaym baktı ki Ömer kılıcını kuşanmış hiddetli hiddetli gidiyor. "Hayrola Hattaboğlu, nereye böyle?" diye sordu.
            O da; "Arapların arasına tefrika düşüren Muhammed'in vücudunu ortadan kaldırmağa gidiyorum" dedi.
            Nuaym; "Vallâhi sen, çok zor bir işe kalkışmışsın. Muhammed'in Eshâbı O'nun etrafında pervane gibi dolaşıyor. Farzet ki bu işi becerdin, Abdimenafoğulları seni yeryüzünde bırakırlar mı?" dedi.
            Ömer bu sözlere alındı. "Sen de mi Muhammed'den yana oluyorsun?" diye çıkıştı.
            Nuaym; "Yâ Ömer!.. Sen beni bırak, evvelâ kendi âilene bak, enişten ve amcan oğlu Said ile, eşi olan kızkardeşin Fâtıma Müslüman oldular."
            Ömer, öfke ile hemen geri dönüp kızkardeşinin ve eniştesinin evine geldi.
            O sırada, Habbab ibn-i Ered de içeride bulunuyor, yanındaki Kur'ân-ı Kerim sahifesinden Tâhâ Sûresini (başka bir rivâyete göre Hadid Sûresini) onlara okuyordu. Hz.Ömer'in geldiğini işitince, Habbab evin bir köşesinde saklandı ve Kur'ân-ı Kerim sahifesini de sakladılar.
            Ömer evin yakınına geldiği zaman, Habbab'ın onlara Kur'ân-ı Kerim okuduğunu işitmişti. İçeri girer girmez onlara; "Şu işitmiş olduğum ses ne idi?" diye sordu.
            "Sen, bir şey işitmedin! Aramızda konuştuğumuz bir şey yoktu" dediler.
            Ömer; "Evet! vallâhi, ikinizin de Muhammed'in dînine girdiğiniz, O'na uyduğunuz bana haber verildi" dedi.
            Said; "Ey Ömer! Hak ve gerçek dînin, senin dîninden başkası olduğunu hâlâ göremedin, anlayamadın mı?" deyince,
            Ömer'in kan başına sıçradı. Kalkıp eniştesinin başına çullandı. Onu öfkeyle yakalayıp yere attı. Fâtıma, kocasının üzerinden ayırmağa kalkınca, Hz.Ömer şiddetli bir tokat vurarak O'nun da yüzünü parçaladı.
            İş bu dereceye gelince, Fâtıma da Said de bağırarak; "Evet! Müslüman olduk. Allâh'a ve Rasûlüne îman ettik! Ey Ömer! Hak ve gerçek olan din, senin dîninden başkasıdır! Biz, şehâdet ederiz ki Allah'dan başka Allah yoktur, yine şehâdet ederiz ki, Muhammed (A.S) Allâh'ın Rasûlüdür. Sen, artık dilediğini yap, elinden geleni geri bırakma!" dediler.
            Ömer, kızkardeşinin yüzünü gözünü kanlar içinde görünce, yaptığına pişman oldu. Kızkardeşi Fâtıma'ya; "Biraz önce sizden işittiğim okunan o sahifeyi bana verin de, Muhammed'e gelen bu şeye bir bakayım?" dedi. Ömer kâtipti, okuma yazma bilirdi.
            O'nun bu dileği üzerine Fâtıma; "Senin O'na hakârette bulunmandan korkarız!" dedi.
            Ömer; "Korkmayın!" dedi. Okuduktan sonra onu geri vereceğine dair yemin etti.
            Fâtıma, Ömer'in bununla Müslüman olacağını umdu; "Kardeşim! Sen, Allâh'a şerik koşulan bir dinde bulunduğun için pissin! Halbûki, O'na ancak temiz olanlar el sürebilirler. Kalk, önce bir yıkan!" dedi.
            Bunun üzerine, Hz.Ömer kalkıp gusletti. Fâtıma da ona Kur'ân-ı Kerim sahifesini verdi.
            "Bismillâhirrahmânirrahîm, Tâhâ! Mâ enzelnâ aleykel Kur'âne liteşkâ illâ tezkiraten limen yahşâ, ... ilh. (Ey Muhammed! Biz, Kur'ân-ı, sana, sıkıntıya düşesin diye değil, ancak, Allah'dan korkanlara bir öğüt, yeri ve yüce gökleri yaratanın katında bir kitap olarak indirdik. O, Rahman olan Allah, arşa hâkim bulunmaktadır. Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanların hepsi O'nundur. Sen, sözü ister açığa vur, ister gizle dur, birdir. Çünkü O Allah; gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Allah'dan başka ilâh yoktur. En güzel isimler onundur. Mûsa'nın haberi sana geldi mi? O, bir ateş görmüştü de âilesine; «Durun, ben bir ateş gördüm. Ya ondan size bir kor getiririm, ya da ateşin yanında bir yol gösterici bulurum!» demişti.) ..." (Sûre-i Tâhâ, âyet 1-16) ve bir diğer rivâyette "Sûre-i Hadid, âyet 1-8" okudu.

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI
« Yanıtla #12 : 07 Haziran 2009, 10:53:55 »
                Kur'ân-ı Kerîm'in Füsunkâr Te'siri

            Ömer kendisini tutamadı; "Bu, ne güzel, ne şerefli kelâm! Bu kelâmdan daha güzeli, daha tatlısı olmaz!" dedi.
            Habbab, Ömer'in bu sözünü işitince, saklı bulunduğu yerden çıkıp, O'na; "Müjde, ey Ömer! Dilerim ki Rasûlüllah'ın yaptığı duâ senin hakkında gerçekleşsin. Dün gece O, «Allâhım! İslâmiyeti, ya Ebû'l Hakem bin Hişam'la ya da Ömer ibn-i Hattab ile kuvvetlendir.» diyerek duâ ettiğini işittim. Allah, Allah! şu işe bak, ey Ömer!" dedi.
            Ömer; "Rasûlullah şimdi nerededir?" diye sordu.
            Fâtıma; "Eğer, O'na lâyık olmayan bir hareket ve bir yaramazlık yapmayacağına yemin edersen, yerini sana bildiririm." dedi.
            Ömer; "Evet, Allâh'a yemin ederek söz veriyorum." deyince,
            Fâtıma da, Habbab da; "O şimdi, Erkam'ın Safâ tepesi yanındaki evindedir. Yanında da Eshâbından bâzı kimseler bulunmaktadır." dediler.
            Ömer, Habbab'a; "Kalk, önüme düş. Beni Muhammed (A.S)'a kadar götür. Müslüman olacağım." dedi.
            Ömer, kılıcını alıp kuşandıktan sonra, Rasûlüllah ve Eshâbının bulundukları Erkam'ın evinin kapısını çaldı, içeriden;
            "Kim o?" denildi.
            Ömer, "Hattabın oğlu!" dedi.
            Ömer'in, Peygamber Efendimiz'e karşı hiddetini bildikleri ve kendisinin iyi niyetli geldiğini bilmedikleri için, sahabiler önce kapıyı açmadılar. Ömer'in sesini işitince Eshâbdan Bilâl-i Habeşî kalkıp kapının arasından baktı. Ömer'in kılıncını kuşanmış olarak geldiğini görünce Rasûlüllah Efendimize bir şey yapacağından korktu ve feryat ederek geri döndü; "Yâ Rasûlellah! Ömer ibn-i Hattab O! Kılıncını kuşanıp gelmiş! O'nun şerrinden Allâh'a sığınırız" dedi.
            Hz.Hamza; "Bırakın O'nu, gelsin! Eğer, hayırlı bir maksatla geldi ise, kendisini hayırla ağırlarız. Eğer, kötü bir maksatla geldi ise, O'nu kendi kılıncı ile öldürürüz!" dedi.
            Peygamber Efendimiz; "Kapıyı açın, bırakın O'nu, gelsin! Eğer, Allah O'nun hayrını murad ettiyse, kendisini doğru yola iletir!" dedi.
            Bilâl-i Habeşî, gidip kapıyı açtı.
            Peygamberimiz ayağa kalktı. Ömer'i yanına gelinceye kadar ayakta bekledi. Gelince, O'nu, elbisesinin toplandığı yerden ve kılıcının bağından tuttu. Şiddetlice çekip sarsarak; "Ey Hattabın oğlu! niye geldin? Vallâhi, Velid ibn-i Muğîre gibi, senin hakkında da Yüce Allâh'ın rezil ve rüsvay edici şiddetli âyetler indirdiğini görmek istemiyorum! Sen sonuna kadar mı bu halde sürüp gideceksin?! Allâhım! Bu, Hattab'ın oğlu Ömer'dir! Allâhım! İslam dînini Hattab'ın oğlu Ömer'le kuvvetlendir!" dedi.
            Ömer, Peygamberimiz'in mânevi heybetinden sarsılmış ve iki dizi üzerine yere çökmüştü. Ömer; "Yâ Rasûlellah! Ben, Allâh'a ve Rasûlüne, O'nun Allah'dan getirdiklerine îman etmek için geldim!" deyince,
            Peygamber Efendimiz tekbir getirdi. Peygamberimiz'in Eshâbından orada bulunanlar da tekbir getirdiler. Bu öyle bir muhteşem andı ki, tekbir sesleri, Mekke sokaklarını çınlattı! Mescid-i Haram'da bulunan müşrikler bile bunu işittiler. Hz.Ömer, Müslüman olanların kırkıncısı olmuştu.
            Hz.Ömer; kendisini doğru yola, İslam dînine kavuşturduğu için, Allâh'a şükür ve minnetini, Rasûlüllah'a bağlılığını dile getiren bir kasîde söyledi.
            Müşriklerin yaptıkları zulüm ve işkenceler yüzünden Müslümanlar tedirgin olmuş, evlerinden barklarından uzaklaşmışlardı. Onlar, Hz.Hamza ve Hz.Ömer'in Müslüman olmaları ile, çektikleri işkencelerin biraz hafifleyeceğini umdular. Çünkü, bu iki zâtın, Peygamber Efendimiz'i koruyacaklarını, düşmanları biraz yola getireceklerini biliyorlardı.
            Abdullah ibn-i Mes'ud der ki: "Hz.Ömer'in Müslüman oluşu, İslâmiyet için bir fetih idi. O'nun hicreti nusret, halîfeliği de rahmet oldu. Hz.Ömer Müslüman oluncaya kadar Kâbe'nin yanında topluca namaz kılmağa kâadir olamadık. Hz.Ömer Müslüman olduğu zaman, kendisi Kâbe'nin yanında namaz kılıncaya kadar ve biz de kendisiyle birlikte namaz kılıncaya kadar, Kureyş müşrikleriyle mücâdele etti."
            Hz.Ömer der ki: "Rasûlüllah ve Eshâbı'nın, müşriklerden gizlendikleri sıralarda, Müslüman olunca; «Yâ Rasûlellah! Biz ölü olsak da, diri olsak da, Hak ve Gerçek Dîn üzerinde değil miyiz?» dedim.
            Peygamber Efendimiz; «Evet! Varlığım Kudret elinde olan Allâh'a yemin ederim ki, siz ister ölü, ister diri olun, Hak Dîn üzerindesiniz?» dedi.
            «O halde ne diye gizleniyoruz? Seni Hak Dîn ile gönderen Allâh'a yemin olsun ki hiç çekinmeden, korkmadan, oturup, İslâmiyeti açıklamadığım bir küfür meclisi kalmıyacaktır. Seni Hak Dîn ile gönderen Allâh'a yemin olsun ki çıkacağız, İslâmiyeti açığa vuracağız!» dedim.
            İki saf hâlinde Erkam'ın evinden çıktık. Safların birisinin başında Hamza vardı. Birisinde de ben vardım. Sert adımlarla yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta Mescid-i Haram'a girdik. Kureyş müşrikleri şaşkın ve ürkek bakışlarla bir bana bakıyor, bir Hamza'ya bakıyorlardı. «Eyvâh! Ömer bizi ikiye ayırdı.» dediler. Onlar, o güne kadar, bir benzerine daha uğramadıkları bir musibete uğramış gibiydiler.
            Müşrikler; «Ey Ömer! Arkandakiler kimler?» dediler.
            «Lâ İlâhe illallâh! Eğer sizin herhangi biriniz kımıldarsa, onu kılıcımla yere sererim.» dedim.
            Rasûlüllah, Beytullâh'ı tavaf etti. Öğle vakti, açıktan namaz kıldıktan sonra yanındakiler ile birlikte Erkam'ın evine döndü. O zaman, Rasûlullah, «Hak ve gerçek olanla, batıl ve boş olanın arasını ayırdım.» diye bana «Fâruk» adını verdi!".

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI
« Yanıtla #13 : 07 Haziran 2009, 10:55:43 »
HABEŞİSTAN'A HİCRET

            Hz. Hamza ve Hz. Ömer'in müslüman olmaları, inananları biraz ferahlatmıştı. Fakat yine de müşriklerin Müslümanlara yapmakta oldukları eziyetler bitmek tükenmek bilmiyordu. Rasûlüllah Efendimiz, Sahâbîlerinin işkenceler altında kıvrandıklarını görünce; "Siz, bâri, yeryüzüne dağılın! Yüce Allah sizi yine toplar!" dedi.
            "Yâ Rasûlellah! Nereye gidelim?" dediler.
            Allah Rasûlü, Habeş ülkesinin bulunduğu tarafa eliyle işâret ederek; "İşte oraya! Siz, Habeş ülkesine gitseniz iyi olur. Habeş hükümdarının yanında hiç kimse zulme uğramaz. Orası, doğruluk yurdudur. Allah, sizi belki orada ferahlığa kavuşturur!" dedi.
            Bunun üzerine, bî'setin 5.yılı Receb ayında, Habeşistan'a gitmek isteyen on erkek, beş kadın olmak üzere, onbeş kişilik ilk Muhâcir kâfilesi, müşriklere duyurmadan, kimisi binitli, kimisi yaya olarak gizlice Mekke'den ayrıldılar. Şuayba denilen yere ulaştıkları zaman orada Habeşistan'a gitmek üzere bulunan tüccarlara âit vapura, yarım dinar ücretle binerek gittiler.
            Kureyş müşrikleri işin farkına varınca, Muhâcirleri geri çevirmek için deniz sahiline kadar geldiler. Ne var ki, vapur Muhâcirleri bindirip denize açılmış bulunuyordu. Müşrikler Muhâcirlerden hiçbir kimseyi ele geçiremiyerek Mekke'ye döndüler.
            Muhâcirler Habeş ülkesinde geniş bir nefes aldılar. Sâkin bir hayâta kavuştular. Hasretini çektikleri ibâdet ve huzura daldılar. "Biz burada hayırlı bir komşuluk, dînimize dokunulmazlık gördük. İncitilmeksizin ve hoşlanmadığımız hiçbir söz işitmeksizin Allâh'a ibâdet ettik!" dediler.
            Hicret Eden İlk Kâfile:   
            Hz.Osman ve zevcesi Hz.Rukiyye,
            Ebû Huzeyfe ve zevcesi Sehle,
            Zübeyr ibn-i Avvam,
            Mis'ab ibn-i Umeyr,
            Abdurrahman ibn-i Avf,
            Am'ribni Rebîa ve zevcesi Leylâ,
            Ebû Seleme ve zevcesi Ümmü Seleme,
            Osman ibn-i Maz'un (Kâfile reîsi),
            Ebû Sebre ibn-i Ebîre ve zevcesi Ümmü Gülsüm,
            Süheyl ibn-i Beydâ (Vehb) idiler.
            Giden bu kafilenin orada iyi karşılanması ve dîni ibâdetlerini rahat edâ edip huzur içinde olmaları haberi gelince, bir yıl sonra, 83 erkek ve 12 kadın olmak üzere 95 kişi daha fırsat buldukça, kâfile kâfile Habeşistan'a hicret ettiler. Bu kâfilenin reîsi Câfer-i Tayyar idi.

                Müşriklerin Muhâcirler Hakkında Necâşi'ye Başvurmaları

            Müşrikler, Müslümanların Habeşistan'da huzur içinde yaşamalarını çekemediler. Onları geri çevirmek için teşebbüse geçtiler. Habeş kralına, keşişlere ve saray adamlarına Mekke'nin ekstra sahtiyanlar (deri) gibi bir çok kıymetli hediyeler hazırlayıp iki elçi ile beraber gönderdiler ve elçilere şöyle tenbihte bulundular: "Siz Necâşi (Habeş Hükümdarı) ile görüşmeden önce Hükümet Erkân ve Kumandanlarından her birine hediyelerini verin. Daha sonra, Necâşi'ye hediyelerini takdim edin ve O'ndan, Müslümanlar'ın (geri gönderilmek üzere) size teslimini isteyin" dediler. Bu elçiler Abdullah ibni Ebi Rebia ve Amr ibni As idi.
            Bu iki elçi, Habeşistan'a gidip Kureyşlilerin verdiği tâlimat üzerine hareket ettiler. Hediyeleri takdim edip görüştüler. Sonra; "Bizden bâzı aklı ermez gençler, milletlerinin dîninden ayrıldılar. Sizin dîninize de girmediler. Bizim de, sizin de bilmediğimiz yepyeni bir dîn ile ortaya çıktılar. Onlar şimdi ülkenize sığınmış, yamanmış bulunuyorlar. Biz onların geri çevrilmeleri, bize iâdeleri için kavmin eşrafı tarafından gönderilmiş bulunuyoruz." dediler.
            Abdullah ibn-i Rebîa ile Amr'ibn-i As'ın bu sözleri Necâşi'yi sinirlendirmişti.
            Necâşi'nin çevresinde bulunan Hükümet adamları ise; "Ey Hükümdar! Bunlar, doğru söylüyorlar. Kendilerinden olanlar elbette başkalarından daha iyi bilirler. Kusurlarını da başkalarından daha iyi görürler. Onları, bunlara teslim et. Yurtlarına, kavimlerine döndürsünler." dediler.
            Necâşi, büsbütün kızdı; "Hayır! Vallâhi, çâresiz kalmış, çevreme konmuş, ülkeme sığınmış, beni başkalarına tercih etmiş kimseleri, bunlara tercih etmem. Ancak onları çağırır, şunların, onlara dâir söyledikleri şeyleri sorarım. Eğer iş şunların dedikleri gibi ise, onları bunlara teslim ederim. Onları kavimlerine geri çeviririm. Şâyet, iş bunun aksi olursa kendilerini korurum. En güzel şekilde korur, gözetirim." dedi.
            Bunun üzerine Necâşi, Rasûlullah'ın Eshab'ına dâvetçi gönderdi. Muhâcirler, dâvetçinin etrafına toplandılar. Birbirlerine; "Necâşi'ye vardığınız zaman ne söyleyeceksiniz!" dediler.
            "Vallâhi, bizim bu husustaki bildiklerimiz Peygamberimiz'in bize buyurduğundan ibârettir! deriz. Bu yolda ne olacaksa olur!" dediler.
            Hz.Câfer; "Bugün, sizin sözcünüz benim" dedi.
            Hepsi O'na tâbi oldular. Hep birlikte Necâşi'nin sarayına gittiler.

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
SİYER-İ NEBİ (S.A.V) TAMAMI
« Yanıtla #14 : 07 Haziran 2009, 10:56:52 »
Muhâcirlerin Necâşi'nin Huzurunda Muhâkeme Edilmeleri

            Necâşi, huzuruna râhipleri de çağırttı. Râhipler, kitaplarını çevrelerine yaydılar. Hz.Câfer, Necâşi'nin huzuruna girince selâm verdi, secde etmedi.
            Necâşi'nin adamları, Hz.Câfer'e; "Sen, ne diye Hükümdara secde etmedin?" dediler.
            Hz.Câfer; "Biz, ancak Allâh'a secde ederiz!" dedi.
            "Niçin?" diye sordular.
            Hz.Câfer; "Allah, bize Rasûlunu gönderdi. O da Allah'dan başkasına secde etmemekliğimizi bize emretti!" dedi.
            Amr'ibn-i As ve arkadaşı, Necâşi'ye; "Biz, bunların hâlini sana bildirmedik miydi?" dediler.
            Necâşi, Muhâcirlere; "Ey huzuruma getirilmiş olan topluluk! Bana bildiriniz. Siz, ülkeme ne için geldiniz? Haliniz nedir? Tüccar değilsiniz. Bir isteğiniz de yok. O halde bana, benim memleketime niçin geldiniz? Sizin, şu ortaya çıkmış olan Peygamberinizin hâli nedir? Hem bana bildiriniz ki siz ne diye memleketiniz halkından bana gelenlerin selâm verdiği gibi selâm vermiyorsunuz?" dedi.
            Hz.Câfer, gelen elçilerden yalnız birisinin konuşması hususunda Hükümdarın emretmesini isteyerek, bâzı sorular soracağını bildirdi. Bu teklif üzerine, iki elçiden Amr ibn-i As kendisinin konuşacağını söyledi. Bundan sonra Hz.Câfer, Amr'ibn-i As ve Necâşi arasında şu konuşmalar cerayan etti:
            Hz.Câfer; "Ey Hükümdar! Sorunuz bu adama, biz yakalanıp efendilerimize teslim edilecek köleler miyiz?"
            Amr'ibn-i As; "Hayır! Onların cümlesi asîl ve hür kimselerdir."
            Hz.Câfer; "Bizim onlardan haksız yere aldığımız bir mal veya ödenecek borçlarımız var mı?"
            Amr'ibn-i As; "Hayır! Bir kırat bile borçları, bir dirhem dahi gasbettikleri mal yoktur."
            Hz.Câfer; "Biz, haksız yere birinin kanını yere döktük de kısas için mi geri istiyorlar."
            Amr'ibn-i As; "Hayır, hayır! Ne bir damla döktükleri kan ve ne de böyle bir isteğimiz var!"
            Hz.Câfer; "Öyle ise, hangi sebeple iâdemizi talep ediyorlar?"
            Burada dikkate şâyân bir nokta: Devletler hukukunun isminin işitilmediği, diplomasi ilimlerinin bilinmediği bir zamanda, bir yabancı memlekete iltica eden şahısların iâdesi için, sağlam ve mâkul sebepler inşaa edilmesi lâzım geldiğini; mü'minin firâseti keşfetmiş ve sebepsiz bir iâdenin mümkün olmayacağına, Habeş hükümet adamlarını iknâ etmiştir.
            Amr'ibn-i As; "Onlar ve biz aynı dînin mensupları idik. Onlar bu dîni bıraktılar. Muhammed'e ve dînine uydular." dedi.
            Necâşi, Hz.Câfer'e dönüp; "Siz, mensubu bulunduğunuz dîni bırakıp da, ne benim ve ne de başka milletlerin dînine girmediğiniz halde, ne diye sâdece kendinizin bildiği bir dîne girdiniz? Başka hükümdarların değil de benim ülkemi tercih edişinizin sebebi nedir? Edindiğiniz din nasıl bir şeydir? Uyduğunuz Peygamberin hâli nedir?" diye, kendileri ve Peygamberleri hakkında mâlumat vermelerini istedi.
            Hz.Câfer; "Ey Hükümdar! Biz, câhil bir millettik. Putlara tapardık. Lâşeleri yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Yüce Allah, bize, kendimizden; soyunu sopunu, doğruluğunu eminliğini, iffet ve nezâketini duyup bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik.
            O Peygamber; bizi, Allâha, Allâh'ın birliğine inanmağa, O'na itâata, bizim atalarımızın tapındığı Allah'dan başka taşları ve putları bırakmağa dâvet etti. Doğru sözlü olmağı, emânetleri yerine getirmeği, akrabâlık haklarını gözetmeği, komşularla güzel geçinmeği, günahlardan ve kan dökmekten sakınmağı bize emretti. Her türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, nâmuslu kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten bizi menetti. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın Allâh'a ibâdet etmeği, namaz kılmağı, zekât vermeği, oruç tutmağı bize emretti. Biz de, O'nu tasdik ve O'na îman ettik. O'nun, Allah'dan getirip tebliğ eylediği şeylere tâbi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın Allâh'a ibâdet ettik. O'nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını da helâl olarak kabul ettik.
            Bu yüzden kavmimiz, bize düşman kesildi. Zulmetti. Bizi, dînimizden döndürmek, Allâh'a ibâdetten vazgeçirip, putlara taptırmak için türlü işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Bizi perişan ettiler. Bize eski kötülüklerimizi tekrar işletmek için zulmettiler. Bizi, sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. Bizimle dînimizin arasına girmeye çalıştılar ve bizi dînimizden ayırmak istediler. Biz de, yurdumuzu yuvamızı bırakarak, senin ülkene geldik, sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Bizim Peygamberimiz, bizi sizin yanınıza ve ülkenize gönderirken, "Necaşi'nin ülkesinde kimse zulme uğramaz, onun ülkesi adaletin ve doğruluğun yurdudur." diye sizi bize anlattı. Senin himâyene, komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ummaktayız Ey Hükümdar!
            Selâm verme işine gelince; biz, seni Rasûlullah'ın selâmı ile selâmladık ki, birbirimizi de öyle selâmlarız. Cennete gireceklerin selâmlarının da bu şekilde olduğunu Rasûlüllah bize haber verdi. Bunun için, biz de seni öyle selâmladık!
            Sana, secde etmek hususuna gelince; biz Allah'dan başkasına secde etmekten Allâh'a sığınırız!..." dedi.
            Necâşi; "Senin yanında, Allah'dan gelmiş bir şey var mı?" diye sordu.
            Hz.Câfer; "Evet, var." deyince, Necâşi; "Onu, bana oku!" dedi.
            Hz.Câfer, Meryem Sûresi'nin baş tarafından okumağa başladı. Okunan Kur'ân'ı huzû ve huşû içinde dinleyen Necâşi'nin gözleri yaşardı. Hüngür hüngür ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Râhipler de ağladılar.
            Necâşi ve Râhipler; "Ey Câfer! Bu tatlı ve güzel kelâmdan çokça oku!" dediler. Hz.Câfer Kehf Sûresini de okudu.
            Necâşi, kendisini tutamayarak; "Vallâhi, bunlar Hz.İsâ'ya ve Hz.Mûsa'ya gelen kelâm ile aynı menba'dan fışkıran ışıklardır. Nurdur." dedi.
            Kureyş elçilerine döndü; "Gidiniz, Vallâhi ben, ne onları size teslim ederim, ne de onlara bir kötülük düşünürüm." dedi.