73 nolu mahkum

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı RABİA

  • ****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Gaziantep/islahiye
  • 415
  • +71/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • rabia
73 nolu mahkum
« : 26 Haziran 2008, 10:09:07 »
Dr. Springer pekte uzak olmayan bir zamanda , Çin’de, Ming’in özel doktoru olarak bulunuyordu. Ming’in çok güvenini kazanmıştı. Dr. Springer anlatıyor:

Bir yabancı olduğum halde bana, karargâh içinde istediğim yere girme izni verilmişti. Bununla beraber günlük politika islerinden elimden geldiği kadar uzak kalmağa uğraşmama rağmen, şehir  baskınlarına, esir katliamlarına ve kitle halindeki idamlara defalarca şahit oldum. Fakat Çin’de geçirmiş olduğum beş yıllık zaman içinde,  bana çok tesir eden en canlı hatıra, su olmuştur
 
O gün 74 mahkûm kursuna dizilecekti. Doktor olduğum için sabahın erken saatinde alana gittim.  Ateş emrini verecek olan genç bir subay da, takımıyla gelmiş  bekliyordu. Sonunda tetiklerin her çekilisinde, doldurulmuş  olan on iki tüfek birden ateş etmeğe başladı ve her ateş  emrinden sonra, bir çizgi halinde uzanan mahkûmlardan biri  eksiliyordu. Bu kargaşalık arasında, sondan ikinci, yani 73. Mahkûma gözüm ilişince, hayretimden dona kalmıştım. 

Zira bu zavallı, rahat rahat ve kendini unutmuş bir halde  bir  kitap okuyordu. Evet bir kitap okuyordu. Kendisine doğru  yaklaşan ölüme aldırmaksızın, çevresini saran ve kendine  yaklaşan faciayı bilmiyormuş gibi kitap okuyordu..  Bütün bu  korkunç gürültüler, barutun genzi yakan, kanın mideyi  bulandıran kokusu, onu rahatsız etmiyordu. Bu durumdaki bir   insani böyle bir anda, çekebilen kitabi çok merak etmiştim.
Her  şeye rağmen, onunla konuşmaktan kendimi alamadım.  "EN SON  DAKİKALARINIZDA SİZİ TESELLİ EDECEK, BÖYLE BİR KİTAP OLABİLİR  Mİ?”

Gözlerini okuduğu kitaptan ayırmadan, çok güzel bir  İngilizce ile cevap verdi: "BÜTÜN ÖMÜR BOYUNCA EDİNİLMİŞ OLAN  TECRÜBELERİN, BİR DAKİKA İÇİNDE BOŞ OLDUĞU ANLAŞILABİLİR.  ÖYLE  Kİ: ÖLÜM YAKLAŞIRKEN BİLE…” bu cevaba söylenecek hiç bir şey  bulamamıştım. Et ve kandan örülmüş böyle bir duvar  karsısında, nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Çinlinin  yanından ayrılamıyordum, ama o benim yani basında  durduğumun farkında bile değildi.

Genç subayın kılıcı, her  iniş kalkışta, yeni bir mahkûmun vücudu delik deşik oluyor ve  korkunç  bir şekilde yıkılıyordu. Bütün bunlara rağmen bu  esrar dolu insan kilini  kıpırdatmaksızın okuyor ve başka bir  âlem içinde yasıyordu. En fazla otuzunda gözüken bu genç  adamın, yüzü parlak, sıhhatli ve renkliydi. 
 Ayni sessizlikle elindeki kitabin sayfalarını çevirirken  kendimi tutamadım: "SİZİN İÇİN BİR ŞEY YAPABİLİR MİYİM? ACABA  SON BİR DİLEĞİNİZ VAR Mİ? Diye sordum. Hayatini kurtarabilmem  için yalvarmasını bekliyordum..      Ama o, basını kaldırarak, alaycı bakışlarla beni süzdü. O  zaman, derin  bir uykuda olduğumu anladım. Dalgın ve sâkin  bir sesle:

"HEPİMİZİN ÖLÜM SAATİ ÖNCEDEN TESPİT EDİLMİŞTİR.  ÜNİFORMALI OLAN ŞU GENÇ ADAM, ELİNE HİÇTE YAKIŞMAYAN KILICIYLA  ÖLÜME EMİR VERDİĞİNİ SANIYOR. HALBUKİ YANILIYOR DOKTORCUĞUM.  SİZ Allah’IN HUZURUNA BENDEN ÖNCE ÇAĞIRILABİLİRSİNİZ. İNSANLARA HAYAT VERMEK VEYA ALMAK HAKKINI BUNLARA KİM VERMİŞ.  YANILIYORSUNUZ.." dedi; ve tekrar gözlerini elinde kitabına  çevirerek okumaya devam etti. 
Henüz 46 mahkûm  öldürülmüştü.. Birden bire genç teğmenin sendelediğini gördüm. Evet.. Kılıcı elinden düşmüştü, dizleri  kıvrıldı ve  olduğu yere yıkıldı. Ne olduğunu anlamak için yanına koştum.  Ama yaptığım muayene hiç bir ise yaramadı. Kalbi artık  çalışmıyordu.  Anî bir ölümle karsı karşıyaydım; sebebi de  belirsizdi. Dehşet içinde kaldığımı, büyük bir ağırlık altında  ezildiğimi duyuyordum. Gözlerim kendiliğinden Çinliyi aradı, o  aynı kayıtsızlıkla kitabini okumaya devam  ediyordu..

Alanda  bulunan başka bir subay yere düsen kılıcı eline alarak, yarıda  kalan işe devam etti.  Mahkûmların sırası gittikçe küçülüyor  ve  ben soğuk soğuk terlediğimi seziyordum. Dizlerim  titriyordu. Çinlinin ilk söylediği gerçek olmuştu.. Ya ikincisi..  Benim gibi bir ilim adamına hiç de yakışmayan, bir duyu ile  dehşet içinde kalmıştım. Evet her şeye rağmen Çinlinin söylediklerine ben de inanmıştım. Elimde olmadan kendi hayatımdan da korkmaya başladım.

O sırada, hükmün infaz edilişini kontrol etmek üzere beyaz Rus köklü bir Çin albayının atıyla yaklaşığını gördüm. Çevreme bakınmaksızın, koşarak ona yaklaştım. Atin dizginlerine sarılarak kendisini durdurdum. Hayretle bana bakıyordu. Kendimi toplayarak sakin bir sesle: "SAYIN ALBAY, BENİ SEVİNDİRMEK İSTEMEZ MİSİNİZ?" diyebildim.
 
"MEMNUNİYETLE DOKTOR!...” Diye cevap verdi. Bunu içten söylüyordu, çünkü kısa bir zaman önce, mühim ve derin bir yarasını tedavi etmiştim. Umutsuz bir sesle: "73. MAHKUMU BANA BAĞIŞLAYIN. YASAMAK ONUN HAKKIDIR.. DAHA O  KADAR GENÇ Kİ" diyebildim. Albay  şaşırmıştı: "ÇOK ÜZGÜNÜM, AMA OLMAYACAK  BİR ŞEY İSTİYORSUNUZ  AZİZ DOKTOR," diye cevap verdi. "MAREŞALİN VERMİŞ OLDUĞU  EMİRLERE NE KADAR TİTİZ OLDUĞUNU, BENİM KADAR SİZ DE  BİLİRSİNİZ." 
 
Hakkı vardı. Soğuk kanlılığımı kaybettiğim için,  utanmıştım. Ortadan silinmek bütün olanları unutmak  istiyordum. Ama o hâlâ kitabından gözlerini ayırmıyor,  böylece kendine yaklaşan ölüme meydan okuduğuna  inanıyordu. Sıranın kendine gelmesi için, ancak dört mahkûm  kalmıştı.. 
 
Kalbim şiddetle çarpıyor, gözlerim ondan ayrılmıyordu. Birdenbire, tiz bir boru sesi ile ateşkes işareti veren bir emir atlısı dörtnala, alana girdi.
 
Albayın yanına gelince, dizginleri o kadar şiddetle çekti ki hayvan arka ayakları üzerinde şaha kalktı.. Attan atlayan  asker albaya bir zarf uzattı. Bu esnada meydanı dolduran  cesetler arasında, sıralarını bekleyen sadece iki mahkûm  kalmıştı. Namluların kendine çevrileceği şu anda bile, o, hâlâ  kitabını okuyordu. Albay elindeki kağıda acele ile bir göz  attıktan sonra elini kaldırarak ateş kes emrini verdi. Ne  olduğunu anlayamamıştım. Zihnim hep onu düşünüyordu.  Sonunda albayın bana işaret ettiğini gördüm, yanına gidince:  "KORUDUĞUNUZ ADAMIN ŞANSI VARMIŞ  DOKTOR, GELEN EMİR ONA AİT.." dedi. Artık tek bir kelime  söylenemezdi. Sevinç ve heyecanla ona doğru ilerledim. Sanki  kurtulan bendim. Bu müstesna insan, sarsılmaksızın, dimdik  duruyor, kitabı elinden sarkarken, gözleriyle uzaklara, pek  uzaklara bakıyordu. Sanki bu topraklardan ötesini görmek  istiyordu. Kıpırdamayan çehresinde, ne korku, ne de sevinç  izleri seziliyordu. Çevremde her şey dönüyordu, sonunda  gözlerimin önünden o da silindi..

Fazla bir şey hatırlayamıyorum. Kendime geldiğim zaman,  kaybolmuştu. Kendisini tanımayı çok istediğim halde onu, hiç  bir zaman göremedim. Halâ yaşadığını sanıyorum, çünkü ben de hala yaşıyorum...