Macar ressam Hristiyan krallar gibi başında taç bulunan ve kulağına küpe takmış haliyle Yavuz Sultan Selim’in portresini çizer.-Osmanlı sultanları özel eşyaları içinde hiç böyle bir taç yoktur.
Gerçeği de yansıtmaz. Yavuz'un kulağına küpe taktığı görüşleri de hayalidir.
-Ve Türkiye’de devlet, yıllardır Yavuz’un küpeli resmini ders kitaplarında yayınlayarak öğrencileri yanıltmaya devam eder.
Yavuz Sultan Selim’in başında taç bulunan ve kulağında küpeli olarak gösteren tarihi tablo yıllardır Türkiye’de belge olarak kullanılır. Tarih kitaplarında da yer alır.
Bahsi geçen tabloda Yavuz Sultan selim'in kaytanlı bıyıklı ve heybetli görünümü ile başında sade dolama sarık ve üzerinde de kaç bulunan görüntüsü olan tablonun çiziliş hikayesi neydi?
Tarihi gerçeği de yansıtıyor muydu?
Yavuz’u küpeli olarak gösteren tablonun ilham kaynağı Hayali hikaye özetle şöyle:
Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Mısır’ı feth ettiğinde kulağında küpe takan insanları görür.
Ve Sorar bunlar neden küpe takıyor diye:-
“Onlar köle insanlardır” cevabını alır.
Ve kendisi de “Ben de Allah’ın kölesiyim” diyerek hiç unutmaması için kulağına küpe takar!.
Bu görüşlerin belgesi yoktur ama rivayeten anlatılır.
Şimdi Topkapı Sarayında Portreler bölümü 17/66’da kayıtlı bulunan Yavuz sultan Selim’e ait gösterilen kulağında küpesi ve başında tacı bulunan tarihi tablo gerçeği yansıtmakta mıdır?
Bahsi geçen tablo 1926 yılında Dolmabahçe Sarayından Topkapı sarayına getirilmiştir.
Tablonun çizimini gerçekleştiren bir Macar ressamdır ve adı da belli değildir.
Yavuz Sultan Selim’in kulağına küpe takması ve başında da Avrupalı krallar gibi tac bulundurma tamamen bir hayal ürünüdür. Çünkü hiçbir Osmanlı padişahı metalden taç giymemiştir. Topkapı Sarayındaki Padişahlardan kalma giysiler bölümünde sarık ve alnında sorguça benzer süsleme şekli olan kaftan giyerlerdi. Macar ressam hayalindeki Yavuz’u çizmiştir.
Oysaki Osmanlı sarayında görüntüleri çizen minyatür ustaları vardı. Yavuz’un yakından görünüşü ve seferdeki durumu hakkında ayrıntılı görsel bilgiler veren minyatürleri vardır. Yavuz'un kendi dönemindeki hiçbir minyatürde kulağında küpe ve başında Avrupa krallarının tacı olmamasına rağmen, muhtemelen 19.yy sonlarında bir Macar ressamın çizdiği hayali tablo tarih belgesi nasıl olur da Yavuz’a mal edilir. Tarihi gerçeği yansıtmayan bu Macar ressamın tablosu “gerçeği yansıtmayan” sahtekarlığın ürünüdür. Aynı tabloyu Türkiyedeki okul tarih kitaplarında “Yavuz SULTAN Selim” olarak gösterilmesi yanılgının/sahtekarlığın yıllardan beri ülkede savunulmasıdır.
Osmanlı Arşivinde çalışma yapanlar bilirler ki Osmanlı Devlet geleneğinde Osmanlı kendisini hiçbir zaman “Kral”, “İmparator” kelimeleri ile anlatmamıştır. Nasıl oluyor da Yavuz Sultan Selim’i küpeli ve başında kral tacı bulunur halde çizerler!..
Bir başka yanılgı da yine Yavuz Sultan Selim tarafından İran Şahı İsmail’den Çaldıran savaşı sonucu ganimet olarak alınan ve İstanbul’a getirilen taht ile ilgilidir. Yavuz dönemine ait arşiv ganimet defterlerinde böyle bir tacın İran seferi sonrası elde edildiği hakkında da bilgi yoktur. Yavuz’dan çok sonra İran Şahı Nadir tarafından Osmanlı sarayına hediye edilmiştir.
HADİMUL HAREMEYN OLAYIYavuz Sultan Selim’i tarih gündeminde yücelten en önemli bir olay var ki yaşanmış ve sonrasında yüzyıllardır fermanlara da yansımıştır.
Olay şöyle: Osmanlı ordusu 1517 yılında Mısır’ı ele geçirir.
Yavuz Sultan Selim bir Cuma günü Kahire’de bir camiye gider. İmam efendinin vaazını dinlemeye başlar. Hoca “Hakimul Haremeyn (Mekke ve Medinenin hakimi/sahibi) olan hükümdar” diye övgü dolu sözlerini sürdürür. Bu durumu kabullenmeyen Yavuz ayağa kalkarak
“-Ben Hakimul Haremeyn (Hicaz’ın sahibi) olamam. Oranın sahibi Allah’dır.
Ben olsam olsam “Hadimul Haremeyn” (Hicaz’ın hademesi/hizmetkarı) olurum” diye cevap verir.
Mısır seferinden sonra padişahlar kendi kararları ve devlet mührü onaylı olan fermanların ilk satırı arasına
“Ben ki hadimul Haremeyn-i şerifeyn” sözlerini yazdırırırlar.
Ve Hicaz’ın yani “Allahın kulu ve hizmetçisi” olduklarını belgelere yansıtırlar.
Taa ki en son padişah Vahdettin 1922 yılında Türkiyeyi terk edinceye kadar bu deyim hep yazılı kalır fermanlarda.