Gizli sokak

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı RABİA

  • ****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Gaziantep/islahiye
  • 415
  • +71/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • rabia
Gizli sokak
« : 02 Mayıs 2008, 10:08:52 »
Sabah vakti hava soğuk ve kapalıydı. Parkasının kapşonu, biraz olsun yüzüne esmekte olan rüzgarı engellese de paralanmış kotundan ve delinmiş spor ayakkabılarından içeri soğuk hava, iliklerini donduruyordu. Sabah bu saatte herkes işe giderken o, bu sefil mahallenin sokaklarında, elleri pantalonunun cebinde, bir amacı olmaksızın yürüyordu.



Hayattan hiçbir beklentisi yoktu genç adamın. Yarını için tek bildiği yine umutsuzluk, yine hüsrandı...



Birden, karşı kaldırımda, bu sefil mahallade görmeye alışık olmadığı biçimde şık giyimli iki genç adam ve bu ikisinin etrafında, onların kendilerine anlattıklarını dinleyen on onbeş sefil görünüşlü insan vardı.You are not allowed to view links. Register or Login



Merakına yenik düşerek, şık giyimli genç adamlara doğru yaklaşınca ve bu ikisinin donanma subayı olduklarını fark etti. Konuşmaya kulak kabarttığında, iki subayın, gençleri deniz piyadesi olmaya ikna etmeye çalıştıklarını anladı. Şimdiden üç kişiyi ikna etmişlerdi bile...
Deniz piyadesi olma fikri ona çok da uzak gelmemişti. Hatta hayatında ilk defa, adam yerine konacak olması onu heyecanlandırmıştı. Zaten kaybedecek neyi vardı ki... Gençlerin arasından kendine yol açarak subaylara yaklaştı ve onlara orduya katılmak istediğini söyleyerek, adını yazdırdı. Artık hayatında yeni bir dönem başlıyordu... Sonrasında unutmak isteyip de unutamayacağı bir dönem...




Güneş tam tepedeydi. Kollarını kıvırmış olmasına rağmen, vücudunun her yerinden ter fışkırıyor, sert ve kuru toprağı çatırdatarak ezen botların içinde ayakları pişiyordu. Silahın kabzasını tutmaktan elleri ıpıslaktı ve ter ve metalin oluşturduğu koku burnuna doluyordu. Bu sıcakta başındaki ağır miğferin ve gövdesindeki kevlarla mühimmatın yaptığı baskı nedeniyle nefes almak zorlaşıyordu. Her adımı atmak, bir öncekinden çok daha zordu.



Bulundukları yer, derin, geniş ve üstünde birkaç kurumuş ağaçtan başka bitki bulunmayan bir vadiydi. Tankların paletleri, çatlamış toprakta şeritler halinde izler bırakıyordu. Konvoy halinde bu sevimsiz vadiyi geçtiklerinde bir sonraki zırhlı tümene katılacaklardı. Fakat bu asla olmadı...



Tankların çıkardığı ses nedeniyle pusudan hiç haberleri olmamış, hazırlıksız yakalanmışlardı. Açılan ilk ateşte tankın zırhından seken mermi, komutanın gırtlağını parçalamıştı. Adam, onu yaralayan şeyin ne olduğunu anlayamadan yere yığılıvermişti. Askerlerden kafalarını toplayabilenler, tankların arkalarına mevzilenmişlerdi, fakat çoğu açıkta, ne yapacağını şaşırmış bir şekilde vurulmaya devam ediyordu. Altı ay boyunca aldıkları o koca eğitim, açılan ilk ateşle akıllarından silinivermişti. Kimse ne yapacağını bilemiyor ve olanlara bir anlam veremiyordu. Tek yapabildikleri, açıkta kalıp vurulan arkadaşlarını izlemekti. Vurulanlar yere düşüyor ve arkadaşlarının yüzüne korku ve endişeye bakıyordu. Bir süre sonra bu bakışlar, sabitlenmiş boş bakışlara dönüşüyordu; herkes biliyordu ki bu yitip gidenlere yardım edilemezdi; çünkü açıkta vurulanlara çatışma bitene kadar müdehalede bulunulmazdı ve çatışma bittiğinde, ender de olsa hayattalarsa, sırtlanıp en yakın sıhhiyeye taşınırlardı.
Bu cehennemden kurtulmanın tek yolu, bir askerin elli metre ilerideki tanka kadar koşup, birliğin geçişini sağlama için taciz ateşi açmasıydı. Gönüllü çıkmayınca, iş, ordudaki en yeni deniz piyadesine verildi.



Bir anda tüfeği ve mühimmatı, ona, olduğundan çok daha ağır gelmeye başlamıştı. İlk defa ölüme bu kadar yaklaşıyordu ve ilk defa, o nefret ettiği hayat, ona olduğundan çok daha güzel görünüyordu. İçinden “Tamam, buraya kadar. Evime gitmek istiyorum.” diyordu, fakat başka şansı yoktu. Korku tüm vücudunu sarmıştı. Elleri ve ayakları titriyordu. Her hareketi ölçüsüz, kontrol dışındaydı. Dokunsalar ağlayacaktı, fakat kendisini sıktı ve akan birkaç damla gözyaşını sildi. Korkmanın sırası değildi. Her şey kontrol altındaydı. Kendine sürekli bunu söyledi. Kendini buna inandırmaya çalıştı. Derin bir nefes aldı ve arkasından açılan koruma ateşiyle koşmaya başladı.



Bir anda bütün düşman ateşi ona yönelmişti. Vızıldayan mermiler, ayaklarının iki santim ötesine düşerek yerden toprak kaldırıyordu. Bir anda sırt çantasında isabet eden mermi, dengesini bozarak tökezlemesine neden oldu, fakat kendini hemen toparlayarak koşmaya devam etti. İkinci mermi, miğferine teğet şekilde çarparak başından uçurdu. Adrenalin bütün vücudunu sararak, beynini buz gibi yapmıştı. Şiddetli kalp atışından, kulakları uğulduyordu. İşte, çok az kalmıştı. Sadece biraz daha koşması gerekiyordu... Sadece biraz daha...



Her şey birkaç saniye içinde oldu. Uzaklardan bir vızıltı hızla gelerek karnına çarptı. Miğdesine şiddetli bir yumruk yemiş gibi kasılarak yere yığıldı. Çıktığı mevziden bağırtılar yükseldi. Kendisine seslenildiğini duyuyordu, fakat kulağındaki şiddetli uğultu nedeniyle söylenenleri işitemiyordu. Neler olup bittiğini anlayamamıştı. Biri vurulmuştu, ama kim? O anda iki eliyle, karnına bastırdığını fark etti, ellerini kaldırıp baktığında, kendi kanıyla boyanmış olduklarını gördü. Vurulan kendisiydi. O ana kadar vurulabileceğini hiç düşünmemişti. Mermiler küçüktü ve hep başkalarına isabet ederdi, ona değil. Kötü şeyler hep başkalarının başına gelirdi... Fakat bu sefer yerde kanlar içinde yatan oydu ve çektiği ıstırap gittikçe artıyordu... “Demek vurulmak böyle bir şey...” diye düşündü. Çektiği acının bir an önce bitmesini istiyordu. Artık ne olacaksa olsundu...



O soğuk, uğursuz günü hatırladı. Deniz piyadeliğine yazıldığı günü... Acaba karşı kaldırıma geçmek yerine yoluna devam etseydi herşey daha mı farklı olurdu ? İşte, şimdi de o günkü gibi üşüyordu. Soğuk iliklerine kadar işlemişti, fakat bu, onun durdurabileceği bir soğuk değildi. Gözleri kararırken ona doğru birinin koştuğunu gördü. Koşan, sanki sürekli yerinde sayıyormuş gibiydi. Bir türlü ona ulaşamıyordu. Nihayet aralarında iki metrelik bir mesafe kalmışken, bir şey ona şiddetle çarpmış gibi sarsıldı ve savrularak üzerine düştü. Artık işini bitirecek olan mermiyi beklemekten başka yapacak birşeyi kalmamıştı, fakat, mermiler çok yakınına düşmesine rağmen hiçbiri ona isabet etmiyordu.



Hafiflediğini hissetti. Sanki vücudu bu işkenceye daha fazla katlanmak istemiyordu. Daha fazla açık tutamayacağı göz kapaklarının kapanmalarına izin verdi... Uçsuz bucaksız bir karanlık onu içine alırken kendisine soruyordu “Bütün bunlara değer miydi?”.



Gözlerini bir sıhhiye çadırında açtı. Üzerinde ona kalp masajı yapmakta olan sıhhiye eri, gözlerini açtığını fark edince üzerinden indi. Bulunduğu sedye, kandan yapış yapış olmuştu. Burnuna keskin bir kan kokusu doldu, fakat iğrenmedi; çünkü bu, onun yaşadığının bir kanıtıydı. Bu kanıta sıkı sıkı sarıldı. Gerçekleşeceğini hiç ummamasına rağmen yaşamı yeniden tatmıştı işte. Vücudunun her yanı ağrıyordu, fakat bütün bu acılar ona yaşadığını hatırlatıyordu.



Kafasını toplamaya çalıştı. Neler olmuştu? Buraya nasıl gelmişti? Hatırladı; koşuyordu, nefesi kesilene kadar koşuyordu, onu iki parmakla ıskalayan mermilere aldırmadan koşuyordu... Birden o duyguyu tekrar tattı; o vızıltıyı yeniden duydu... Dizlerinin bağı çözülüyordu ve yere düşüyordu. Kendisinden birşeyler yitip gidiyordu... Başka bir şans daha istiyordu, herşey daha iyi olabilirdi. Herşeye yeniden başlayabilirdi, tek istediği evinde olmaktı... “Çıkarın beni buradan!” diye bağırmak istiyordu, fakat ağzından sadece kısık bir feryat çıkıyordu. İçi nefretle dolmuştu, fakat bu nefret onu vuranlara değil, onu buraya yollayanlaraydı. Savaştığı kişilerle hiçbir sorunu yoktu. Başkalarının sorunları için buradaydı, fakat o lanet sorunlarını çözmek istiyorlarsa buraya gelip kendileri savaşmalılardı, o değil, ama şimdi vurulmuş, yerde kanlar içinde yatan onlar değil, kendisiydi. Yaşamak istiyordu ve herşeye rağmen yaşayacaktı. Bunların hepsi bir avuç palavraydı. Hiçbiri gerçek değildi. Uyandığında herşey eskisi gibi olacaktı. Kimse ölmemiş, hiç silah ateşlenmemiş olacaktı...



Bedeni, onu duymuş gibi gerçeğe uyandı, fakat bu , onun beklediği gerçek değildi. Evet, yaşıyordu, fakat kendisinden birçok şey alınmıştı... Hiçbir şeyi geri döndüremeyecekti. Silahlar ateşlenmiş, mermiler havada uçuşmuş ve gidenler gitmişti... Ölenler, kolayı seçenlerdi, çünkü asıl zor olan, geride kalanlar için yaşamaktı... Ölüm, ölenler için değil, geride kalanlar için acı vericiydi.



Ellerinin hala sımsıkı kapalı olduğunu fark etti. Bir şey avucunu acıtıyordu. Elini açtığında, bunun bir künye olduğunu gördü... Herşeyi o an anladı, gözleri bir anda yaşlarla doldu. Hüngür hüngür ağlamak istedi, fakat boğazında birşeyler düğümlenmiş, ağlamasına izin vermiyordu.



Yaşamını o askere borçluydu, üzerine düşen askere... Üstüne yağmur gibi yağan mermilerin neden hiçbirinin ona isabet etmediğini o an anladı...



Kimse olanları bilemeyecekti, olay yerine gelen sıhhiyeciler, üst üste iki beden görüp sırayla ikisinin de nabzını kontrol edecek ve ilkinin gözlerini kapatıp, ikincisini ise sedyeye yerleştirerek götüreceklerdi... Kimse alttakinin niye yaşadığını, üsttekinin niye öldüğünü bilemeyecekti... Tek yapılan, ölen askerin isminin yanına “Çatışmada Öldü” yazılması olacaktı. Hepsi bu kadar..
 hüüü hüüü hüüü